Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 11 Sayı: 1.928

 13 Temmuz 2012 - Fincanın İçindekiler


  • ORGANİZE BİZİMKİLER SOKAĞI ... Seyfullah Çalışkan
  • Beni unut Güliz ... Ayşen Tekşen
  • Kendi Kaderine İnat… ... Nevriye Hamitoğlu
  • Hay-Ret ... Ahmet Şeşen
  • ŞÜKRAN SİZLERE AZİİİİİİZ SEÇMENLERİM! BİN ŞÜKRAN! ... Abuzittin Tırlak
  • CENNETTEN KARELER ... Neslihan Minel
  • Kendime Kaçış ... Betül Bulunmaz
  • Tek Tanrılı Dinlerin Kürtaja Bakışı Üzerine IV ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Son Padişahın Kalıcı Hasarı!..


    Padişahımız efendimiz her işi bıraktı, o Allah vergisi nüktedan üslubuyla savunma avukatlığına da başladı. Memleket doğalından yapayına türlü afetle karşılaşıyor ama gelin görün ki o memleketin en sorumlusu zat-ı muhterem hesap vermek yerine hak arayanlara fırça çekiyor. Bir de kalkıp en bilmiş kişi edasıyla "O suçsuz, bu suçlu" fetva veriyor. Pes be birader pes. Dinlemeyeyim, duymayayım diyorum ama önüme çıkıyor okuyorum işte.

    Dün akşam, ufak bir hovardalık edip, karımla Çamlıca'da biraz demlenelim istedik. Sıcak yaz akşamında belki tepelere çıkarsak rüzgarı yakalarız dedik. Yıllardır gittiğimiz Çamlıca Et Lokantasında karar kıldık ve gittik. Sonuç hüsran. Yerinde yeller esiyor. O güzelim mekan artık şerbet servis edilen bir kafe olmuş. Çamlıca'dan Üsküdar'a tek bir içkili mekan kalmamış. Tayyip Bey'imizin evini merkez tutup 20 kilometre çapında bir daire çizmişler ve günahtan arındırmışlar sağolsunlar. Yakında sağlığımız için yeme ve içmeyi hepten yasaklayacakları için test çalışmalarına buradan başlamışlar. Cemaatsiz dikecekleri Camii'nin de yerini görmek nasip oldu çok şükür. Padişah dediğimde bazı dostlar kızıyor bana. Halbuki o tabir benim değil, sevgili kullarının. Kendisi de benimsemiş olmalı ki, kalıcı eser bırakmak için Çamlıca'ya Camii dikmeye heveslenmiş. Dönün geriye bakın, Osmanlı'nın ağzından girip burnundan çıkan her padişah kalıcı olsun diye dört bir yanı Camii ile donatmış. Sonuncusunun eksik kalacak hali mi var Allah aşkına? Maksat gönüller bir olsun, eser hasara dönüşmesin.

    Önümüz Ramazan, başımıza gelmesi muhtemel durumları öğrenmemiz açısından şu anlatacağım olayı iyice bir irdelemek lazım. Perşembe günü Kadıköy-Beşiktaş hattındaki 10:15 Şehir Hatları vapurunda yaşananları belki okudunuz. Sakallı bir din simsarı, yanındaki 5-6 yaşlarındaki çocukla bir anda tekbir getirmeye başlıyor. Yolcuların bir kısmı "Bunun yeri burası değil" diyerek adamı uyarıyor. Bunu duyan kantin görevlisi bir kindar it "Bıçak verin Allah yolunda keseceğim bunları... Tekbire bile karşı çıkıyorlar" diye yolculara saldırıyor. Araya giren diğer yolcular muhtemel bir rezaleti önlüyor. Haydi gelin bu olayı açıklayın. Bu bir din düşmanlığı mı yoksa din adına soytarılığa soyunmuş kindar itlerin şımarıklığı mı? Bu dönemde yapılacak tek şey "Ya sabır" çekip alet olmamak. Çünkü yalama olmuş çeneleri durdurmanın olanağı yok maalesef. Ama devran dönüp itler inlerine kaçıştığında, kirlettikleri kutsal dinimizi onlara öğretmenin bir yolunu buluruz evvel Allah.

    Yukarıda anlattıklarım yaşanılan dönüşüm ve değişimin memleketimin üzerinde estirdiği sert rüzgarlar. Rüzgara karşı koymak, kuytuya çekilmek mümkün. Ama bir de, zerre kadar değer verilmeyen insana, insan onuruna yapılanlar var ki, işte buna yürek dayanmıyor. Gene 3. sayfa haberi ama kahrediyor insanı. Feneryolu istasyonunda bebek arabasıyla trene binmek isteyen kadın, arabayı trene sokuyor ama kendi binemeden tren hareket ediyor. Paniğe kapılan kadıncağız rayların üzerine düşüyor ve trenin altında kalıp ölüyor. Şimdi siz buna "Kaza" derseniz ben de size "Yuh" derim. Bu kaza değil düpedüz cinayet. Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde, tren kafasına estiği gibi hareket etmez. Tüm kapılar kapandıktan sonra perondaki görevli "Yürü" demeden tren yürümez. Belli ki Feneryolu istasyonundaki peron görevlisi ya hiç yok, ya da yerinde değil. Medeni ülkeyiz deyip kendimizi avutuyoruz. Yemişim ben böyle medeniyeti. Kalıbımı basarım, birisi sorsa, Tayyip Bey "DDY bu konuda suçsuzdur, kadın dikkatsizlik etmiştir." deyip kullarını savunacaktır. Sonra da arkasını dönüp namaza duracaktır. Medeniyet bu işin hiç olmamasını sağlamaktır. Oluyorsa da sonuçlarına katlanıp, her kademenin cezalandırılmasıdır. Tabi ki bu bir hayal. Kadın öldüğüyle kalacak, yavrusu ana hasretiyle bir ömür boyu yaşayacak.

    Tren makinistinin ettiğine biz cinayet dedik. İyi de herkes cinayet dese n'olacak? Bu memlekette cinayet işleyenler tahliye edilmiyor mu? 1978'de Bahçelievler'de 7 genci katledenler, polis müdürünü, parti il başkanlarını öldürenler serbest bırakılmadı mı? Katiller dışarıda, bilim adamları, gazeteciler, öğrenciler, çakma suçlamalarla içeride. 28 Şubat soruşturmasından tutuklanan Kemal Gürüz Ağabeyimiz için kampanya başlatıldı. İstenen, tıpkı üç buçuk yıldır tutuksuz yargılandığı Ergenekon davası gibi, 28 Şubat davasında da tutuksuz yargılanması. Aşağıda sevgili Ayşen Tekşen'in ayrıntılı bir yazısını bulacaksınız. Elinizi korkak alıştırmadan bir imza da siz verirseniz, kimbilir, belki adalete yardımcı bile olursunuz. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      ORGANİZE BİZİMKİLER SOKAĞI

    Sabahın alaca karanlığında üstelik buz gibi bir evde kan ter içinde uyandım. Ne rüyaymış arkadaş. Paçamı bir türlü kurtaramadım. Bataklık gibi beni içine çekip götürdü. İnatla kopardım, kalkıp tuvalete gittim. Yatağıma geri döndüğümde kaldığı yerden devam etti. Otuz iki kısım tekmili birden fil mübarek… Kan revan içinde bir karabasan görmedim. Çözümsüz ve çaresiz kalmak meğer ne kadar da bunaltıcıymış.

    Çelik kapalı kasalı bir kamyonum varmış. Kamyon eski ama kasası gıcır gıcır. Kar gibi bembeyaz. Oğlumla beraber Malatya’ya gidiyormuşuz ikimiz. Tıka basa halı yüklüyormuşuz kamyona. Sonra da yolumuzun üstünde neresi varsa köy, kasaba sokak sokak dolaşıp satıyormuşuz. Neden Malatya, neden halı ben de bilmiyorum. Her zevke, her keseye uygun kilim ve halılarımız nedense büyük kentlerin lüks semtlerinde gitmiyormuş. Ya gecekondulara gitmeliymişiz ya da küçük kasaba ve köylere. Benim kendi işim gücüm ne olmuş? Kamyon ve halı işini başımıza nerden sardırmışız hiç bilmiyorum. Oğlan birkaç günlüğüne eve dönmüş. Yalnız başıma dolaşıp halı satmaya çalışıyormuşum. Kamyonda yatıp kalkıyorum. Zeytin, çay, domates, peynir kavun karpuz idare edip gidiyorum. Kamyon tıka basa halı, kilim, yolluk ve seccade doluymuş. Malatya’dan çıkalı birkaç gün ya olmuş ya olmamış.

    Batı Anadolu’da büyükçe bir kasabaya girdim. Hoparlörümü açıp sokakları dolaşmaya başladım. Karşıma çıkan ilk sokaklar hafif bir yamaçtan aşağıya doğru uzanıyordu. Alçak ve bahçesiz evlerin çoğu badanasızdı. Sokaklar çöp içindeydi ve kadınlar evlerin duvarları diplerinde derme çatma kurdukları ocaklarda yemek pişiriyorlardı. Megafondan çıkan ses sokaklarda yankılanıyordu. İnsanlar sanki topyekûn sağır olmuşlardı. Haporlörün sesini biraz daha açtım. Ne yaptımsa boş… Bir kişi bile dönüp kamyona bakmadı. Yolun genişçe bir yerine kamyonu çekip aşağı indim. Halı yüklü kasanın kapılarını açıp yeniden anonsa başladım. Beş on dakika sonra bir ayağı topal yaşlı bir amca geldi. Halılara şöyle bir baktı. Gözüne kestirdiği orta büyüklükteki bir halının fiyatını sordu. Fazla pazarlık bile etmeden halıyı satın aldı. Cüzdanından çıkardığı parayı bir bir elime saydı. Yaşlı ve sakat olduğunu söyleyip halıyı evine kadar taşımamı istedi. Evini sordum, uzaksa kamyonla giderdik. Yamaçta birazı mavi, geri tarafı beyaz badanalı bir evi gösterdi. Halıyı omzuma alıp yaşlı ve topal amca önde ben arkada eve kadar gittik. Halıyı teslim ettim, müsaade istedim. Evin içinden genç bir kız çıkıp geldi. Bana bir bardak çay ikram etti. Çayımı alelacele içip kamyonun başına döndüm.

    Kamyonu görünce başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Kapalı çelik kasanın içinde halı bir yana dursun küçük bir seccade bile kalmamıştı. Göz açıp kapayıncaya kadar koca kamyon nasıl boşalmıştı. Etrafta kaçan, kucağında halı veya kilim taşıyan tek bir kişi de yoktu. Bağırdım çağırdım, haporlörden anons bile yaptım. O şaşkınlıkla “Kim aldıysa halılarımı getirsin. Kamyonun yanına bıraksın. Hiçbir şey yapmayacağım,”dedim. Kamyona en yakın evin kapısını çaldım. Halılarımı, kimilerimi sordum. “Bir şey görmedim,” dedi. Bekledim, kızdım, ağladım, sövdüm, saydım ama ne duyan ne degören… Kimse anonslara da küfürlerime de aldırmadı. Kamyonu olduğu yerde bırakıp araya sora polis karakolunu buldum. Durum böyle böyle diye anlattım. Hırsızlara değil bana kızdılar. “Senin orada ne işin var?” dediler. Halı satacak başka yer mi bulamamışım? Orası bizimkilerin mahallesiymiş. Kasabalılar bile oraya sadece düğün dernek için çalgıcı aramaya giderlermiş. Başka zamanlarda tövbe billâh, adım atmazlarmış.

    Karakoldan yanıma iki polis verdiler. Mahalleye kamyonumu ilk çektiğim yere gittik. “Bize kim yardım edebilir, hiç gördüğün tanıdığın bildiğin biri var mı?” dediler. “Yaşlı ve topal adamı söyledim. Polisleri alıp adamın evine götürdüm. Yaşlı adam ve bana çay ikram eden genç kız bahçede oturuyorlardı. Polisler yaşlı adama halıları kimin çaldığını sordular. Adam bana döndü;

    - Oğlum ben senden bir halı aldım mı?
    - Aldın
    - Parasını Ödedim mi?
    - Ödedin.
    - Evime kadar getirdin mi?
    - Getirdim.
    - Benim hırsızlıktan falan haberim yok. Parasıyla verip halı aldığım için benim başımı dede mi sokacaksın?

    Polisler bir bana baktılar bir de yaşlı adama. Adam haklı dediler. Buradan zaten senin kamyon görünmüyor. Kamyonun yakınındaki evlerin kapılarını çalıp herkese hırsızlık hakkında sorular sordular. Kimse görmemiş, duymamıştı. Bir kamyon dolusu halı ve kilim buhar olup uçmuştu. Polislerden evleri aramalarını istedim. “Şüphelendiğin birileri varsa söyle evini arayalım. Ama bütün mahalleyi hırsızlıkla suçlayamayız. Sen bizi gazetelere mi çıkarmak istiyorsun,” dediler. Bana inanmadıklarını düşünmeye başladım. Olay yerinde tutanak tutup karakola döndüler. Ben öylece ortada bir başıma kendi derdimle kalakaldım. Kan ter içinde uyandığımda ne kamyon vardı, ne halılar, ne de bizimkilerin mahallesi.

    Not: Öykü Nejat Varol arkadaşımın sohbetinde anlattıklarından alınmıştır. Olaylar dizisi gerçektir.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ayşen Tekşen


    Beni unut Güliz

    BİR MAHPUSUN KARISI

    Karım benim!,
    İyi yürekli
    altın renkli
    gözleri baldan tatlı arım benim;
    ne diye yazdım sana istendiğini idamımın
    daha dava ilk adımında
    ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
    kellesini adamın.
    Haydi bunlara boş ver.
    Bunlar uzak bir ihtimal!
    Paran varsa eğer
    bana fanila bir don al
    tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
    Ve unutma ki
    daima iyi şeyler düşünmeli
    bir mahpusun karısı.

    Nazım Hikmet


    Beni unut Güliz...
    Hoşçakal Vecide....
    Elveda Yonca....
    Allahaısmarladık Gülşah...
    Hadi bana eyvallah Feza...

    Evin kapısından bilinmeze doğru atılan ilk adımda nasıl zapt edilir gözyaşları? Korkar mı insan? Boşalan evde kalan kadın ve çocuklar nasıl çöker koltuğa? Tutsak aydınların ev anahtarlarına ne olur? Diş fırçaları ne kadar durur banyoda? Peki ya insanların bu yangını görmesi için daha kaç tane aydın vedasını alt alta sıralamak gerekir? Kaç şiir daha yazmalı Nazımlar aydın tutsaklığına dair. Bestelenmiş tüm hapishane türküleri de mi bozamaz şu dilsiz seyrimizi? Biz insan kalabilir miyiz aydınlar tutsakken? Bu acımasız filmi sessizce izleriz de aynada kendimizi nasıl izleyebiliriz? Kendini görmemeyi nasıl başarır insan?

    Kim bu adamlar. Onar onar tutuklanan, sonra da kapatıldıkları yerde unutulan bu aydınlar kim? Sağcı, solcu, ulusalcı, KCK'lı, derin devletçi cartcı curtcu ama hepsi de silah cahili.

    Sorular, sorular, sorular. Acımasız, sert sorular ama kendimize hiç sormadığımız için dilsiz izleyiciliğin rahat koltuğuna gömülebildiğimiz sorular. Daha ne kadar oturulur ki o koltukta. Daha ne kadar kapanır gözler, tıkanır kulaklar, tutulur diller. Ve geriye ne kalır insandan?

    Kısa tarihi boyunca katilleri umursamamış ama eline silah almamış dava, düşünce, fikir, bilim adamlarını yani aydınlarını, gençlerini hapislerde çürütmüş, yetmediğinde asmış bir ülkenin evlatlarıyız hepimiz. Bunca acı, böyle utanç verici bir tarih bile aldırmazlığımızı hiç etkileyemedi ya da kanıksadık.

    Yüreklerine sağlık olsun ki hala kanıksamayan, dilsiz izleyici olmayı insanlığına sığdırmayan bir avuç çekincesiz insan var. Tutuklu yargılanan Mustafa Balbay'ı, katledilen Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'yu kendisine vekil kılan bu harika kentte yine bir avuç insan "Burası benim memleketim. Bana kimliğimi soruyorlardı. Ben önce Türk’üm, daha sonra İzmirli, Altaylı, Karantinalı ve BAL’lıyım. Mühim olan Altay’ın durumu" diyen Prof..Dr. Kemal Gürüz için bir araya gelerek bir platform kurmuşlar. Bir mektupları var ama bu mektup YALNIZCA, bu isimlerden herhangi birinin tutukluluğu için mazeret bulanlara değil. Mazereti olanlar okumasın, mazeretlerine sığınıp tutsaklığa destek vermeye devam etsinler, sağ olsunlar, var olsunlar ama Allah aşkına artık gölge etmesinler.
    Mazereti olmayanlar bu insanca, dostça, namuslu ve sıcacık mektup size:

    Önce "biz" kimiz, onu anlatalım...
    Sonra da neyin peşinde olduğumuzu...

    "Biz", Kemal Gürüz'ün İZMİR’den kardeşleriyiz..
    Değişik yaşlardayız, değişik işlerimiz var...
    Hiç bir siyasi kimliğimiz yok.. Ortak bir siyasi görüşümüz filan da yok..
    İçimizde Kemal Gürüz'le aynı siyasi görüşü taşıyan var mıdır? Bilmiyoruz, aklımıza bile gelmedi bunu konuşmak...

    Bizi geçtiğimiz günlerde bir araya getiren, Kemal Gürüz'ün tutuklanması oldu...
    Bir anda bir arada bulduk kendimizi...

    Kemal Gürüz, 1995 - 2003 yılları arasında YÖK Başkanıydı.
    28 Şubat döneminde de o görevdeydi yani...
    Bu nedenle 28 Şubat Soruşturması kapsamında ifadesine başvuruldu.

    İzlemişsinizdir basından..
    İfadesi için Ankara'ya çağrıldığında gemiyle Adriyatik turundaydı Kemal Gürüz.
    Çağrıldığını öğrenir öğrenmez Karadağ'ın Kotor limanında gemiden inip uçakla gelmek istedi.
    Avukatını aradı, savcılığa haber gönderdi hemen: "Ben gemideyim, hemen dönüyorum, gelir gelmez ifade vereceğim."
    İzmir'e geldi gemisi, arabaya atladığı gibi hemen Ankara'ya gitti, ifadesini verdi.
    Ardından nöbetçi mahkemeye sevk edildi, tutuklandı ve Sincan Cezaevi'ne gönderildi..

    Kemal Gürüz, ayrıca Ergenekon Davası'nda da yargılanıyor.
    7 Ocak 2009 tarihinde gözaltına alındı, 4 gün boyunca sorgulandı, sonra serbest bırakıldı.
    O günden bu yana Ergenekon Davası'ndan tutuksuz yargılanıyor, tam 3,5 yıldır...

    Bu 3,5 yıl içinde kim bilir kaç kez yurtdışına çıktı... Kaç kez bilimsel toplantılara, turistik amaçlı gezilere gitti...
    Her seferinde yuvasına, yurduna döndü.

    Türk adaletine her zaman güvendi.
    TÜBİTAK'ta, YÖK'te, bütün yöneticilik yaptığı kurumlarda aldığı kararların hepsinin sorumluluğunu sonuna kadar üzerinde taşıyor. Hepsinin hesabını vermeye hazır.. Ne zaman nereye çağırıldıysa gitti, ifadelerini verdi.. Yargılanmaktan asla kaçınmadı...

    Tutuklandığı 28 Şubat davasıyla ilgili tüm resmi belgeler bugün devlet arşivlerinde duruyor.
    Evi, ofisi defalarca arandı. Cep telefonlarına, bilgisayarlarına, tüm kişisel belgelerine el konuldu.
    Kaçıracak, saklayacak bir şeyi yok, her şeyi devlette zaten.
    9 yıldır YÖK Başkanı da değil Kemal Gürüz... Delil karartma olanağına sahip değil...

    Ve Ergenekon Davası'ndan 3,5 yıldır tutuksuz yargılanan Kemal Gürüz, 28 Şubat Davası'ndan tutuklu.
    Hem de Özel Yetkili Mahkemelerin TBMM kararıyla kaldırıldığı, binlerce tahliyenin gerçekleştiği bugünlerde hala cezaevinde...

    Uluslararası bilim dünyasında da şaşkınlıkla karşılandı Kemal Gürüz'ün tutuklanması..
    The National Academies Committee on Human Rights, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na, Başbakanı'na ve Adalet Bakanı'na yönelik imza kampanyaları başlattı.

    "Biz" de birbirimize sorular sorarken bulduk kendimizi...
    "Bi şey yapmalı" dedik.. Hukuk sınırları içinde neler yapılabileceğini tartıştık..
    "Yargılanmasın" diyen yoktu aramızda...
    Tek istek etrafında birleştik:
    "Yargılanma süreci cezalandırılma sürecine dönüşmesin" dedik..
    "KEMAL GÜRÜZ TUTUKSUZ YARGILANSIN" dedik.. Çerçevemiz bu oldu..

    Ve böylece "KEMAL GÜRÜZ TUTUKSUZ YARGILANSIN PLATFORMU" oluştu..
    Pak çok kurum ve kişi yer alıyor bu platformun içinde...

    Siz de el vermek, bu dayanışmanın içinde yer almak isterseniz...

    "Benim elimden ne gelir ki?" demeyin..
    Yapabileceğiniz o kadar çok şey var ki...

    1- Bir imza verebilirsiniz.. Oturduğunuz yerden, hemen şimdi..

    Kemal Gürüz'ü seversiniz, sevmezsiniz. Görüşlerini paylaşırsınız, paylaşmazsınız..
    YÖK Başkanlığı dönemindeki uygulamalarını desteklersiniz, desteklemezsiniz..
    Ancak "yargılanma süreci cezalandırılmaya dönüşmesin" diyorsanız buyrun:

    http://imza.la/prof-dr-kemal-guruz-tutuksuz-yargilansin

    Oradaki metni okuyun. Katılıyorsanız imzalayın.
    İmzanızın, varlığınızın gücünü gösterin, aramıza katılın.

    2- Kemal Gürüz’e mektup yazabilir, gününü ve yüreğini aydınlatabilirsiniz..

    Kendisini şahsen tanıyor olmanız şart değil..
    Ne mi yazabilirsiniz mektuba?
    Ne isterseniz.. Yüreğinizden çıkan ses ne diyorsa öyle seslenin...
    En son ne zaman elle mektup yazdınız? Kemal abinize yazabilirsiniz...
    Sonra mektubunuzu şu adrese gönderin:

    Halil Kemal Gürüz
    Sincan Kapalı Cezaevi
    F1 Blok
    ANKARA


    Yüreğine dokunacaksınız, emin olun...

    3- Basın Toplantısında yanımızda olup gücümüze güç katabilirsiniz...

    Evet, bir basın toplantısı düzenliyoruz.

    19 Temmuz 2012 Perşembe, Saat 11:00
    Pasaport Kordon Otel'in çatısında gerçekleşecek bu basın toplantısı...

    Hepimiz orada olacağız... "Yargılanma süreci cezalandırmaya dönüşmesin" diyen herkes...
    "KEMAL GÜRÜZ TUTUKSUZ YARGILANSIN PLATFORMU" içindeki herkes, her kesim.

    İzmirlisi, Altaylısı, Karantinalısı, Göztepelisi, Karşıyakalısı, sanayicisi, tüccarı, öğrencisi, öğretim üyesi... Pek çok sivil toplum örgütü temsilcisi...

    Hep birlikte diyelim ki:

    "Yargılama süreci cezalandırmaya dönüşmesin.

    PROF. DR. KEMAL GÜRÜZ TUTUKSUZ YARGILANSIN...
    "

    Gördüğünüz gibi, tek başınıza bile yapabileceğiniz pek çok şey var..
    Bağırıp çağırmadan, kırıp dökmeden, birlikte yapabileceklerimiz ise çok daha fazla...

    Hadi hepimize kolay gelsin...

    Sevgiler hepinize...

    Ayşen Tekşen


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Kendi Kaderine İnat…

    sen yabancı!
    ne hakla hiç tanımadığın bir kalbin hırsızlığını yaparsın?
    hiç sormadan ruha ki sahibidir o kalbin?
    sen yabancı!
    gecelerin sükûnetinde
    ve rüyaların derinliğinde
    acı veren karabasan gibi dolanırsın
    sana ait olmayan bir bedenin hayalinde
    nasıl bir cesaret,
    nasıl bir bencillik vardır yüreğinde?
    kalbini çaldığın ruhun ızdıraplı vakitlerinde
    sadece kendini düşünürsün.
    sen yabancı!
    bilmez misin ki
    en büyük günahların içinde kavrulmak vardır
    başka sevgiyi tuttuğunda avuçlarında?
    sen şunu bilmelisin!
    bir gün gelecek kor gibi yanacak bedenin
    suçluluk azaplarıyla…
    sen yabancı!
    anlamalısın ki sana ait olmayan kalbin sevgisi
    sığmaz yüreğine
    istediğin kadar hapsetsen de
    çaldığın sevginin kokusunu
    bir gün
    yağmur damlası gibi düşecek ruhundan
    ve pişmanlıklar oluşacak benliğinde…
    sen yabancı!
    dokunmak istediğin bedenin tutsaklığında
    ve yasak olan hislerin çırpınışlarında
    gün günden eriyecektir tenin…
    sen, nefes nefese kaldığın kabuslu gecelerinde
    yüreğinde büyüttüğün bu sevginin
    zamansızlığını düşünmez misin hiç?
    yaşamının tam ortasında çaldığın
    yasak sevginin sarhoşluğunda
    mutlu olduğun için bencilsin!
    sen yabancı!
    Yüreğin nasıl karşı koyar kadere?
    Hem de kendi kaderine inat
    sevgiyi
    başka kaderlerin içinde ararken?

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Hay-Ret

    Artık değiştirsek adını diyorum şu KPSS’nin. Mesela; yazılışı ile KPZS, okunuşu ile “Ke-Pa-Ze-Se” yapabiliriz. Bu kaçıncı vaka ? Yalan Dünya’da Çağatay’ın deyişiyle;
    “Oooo, yooo ..! Yurttaşlar, Romalılar ..! Neredesiniz yahu ..?”
    Geçen hafta; “Oki-Doki” usulüyle “sular-seller” gibi yapılan konutlar için yazdığım “istifa etmek” ile “istifade etmek” arasındaki “de” nüansı; KePaZeSe’de iyice ayyuka çıktı. İnternet üzerinde sınav sırasında yayımlanan sorularla ne “Hayret” ki; ÖSYM’nin internet sayfalarında yayımlanan kitapçıklardaki soruların aynı olduğu tespit edilmişti. Ve fakat bazı soruların yerleri farklı, bazılarının da cevap şıkları yer değiştirmişti.
    “Ha gayret, bi hayır et, hayret ki ne hayret” bir açıklama “ne münasebet” başlığıyla geldi :
    “Sorular çalınmamış, bazı adayların hafızalarındaki sorular kağıda dökülmüştür”.
    Ben bilmem, en iyisi kim biliyorsa o söylesin;
    “Ha-de, ha-de, ha-deee...”

    FSM ve Haliç köprüleri üzerindeki bakım çalışmaları nedeniyle keşmekeş hale gelen İstanbul trafiği herkesi canından bezdirirken, Gebze Belediye Başkanı’ndan;
    “İstanbul tatile çıksın efendim, ne gerenk var...” önerisine alternatif yeni bir öneri gelmiş :
    “Eskihisar-Zeytinburnu arasında TIR ve kamyonlar için Ro-Ro ve feribot seferleri düzenlensin...”
    Benim başım kel mi ?
    “Oğlum, de get..!” demezseniz bir öneri de benden :
    “İstanbul’a gelecek olanlar Çanakkale üzerinden gelsinler efendim...”
    Hem millet de; asıl “Geçilmez” olanın Çanakkale değil FSM ve Haliç olduğunu idrak eder böylece...

    Büyük umutlarla yaralara merhem olması beklenen hususlar gerçekleşmeyince;
    “dağ fare doğurdu...”
    derler. Vicdani duygularla süslü, gözyaşlarıyla püslü demeçlerle desteklenerek hazırlanan ve her zaman olduğu gibi süratle gerçekleştirilen nur topu gibi paketimizden
    “dakka 1, gol 2” misali çıka çıka;
    “Biz kanunun gereğini yerine getirdik. Vicdanımız rahatsız tabii ki ama önümüze gelen kanunu uyguladık...”
    demeci yazılan, hafızalara “7 fidan” olarak kazınan gençlerin ölümünden hükümlü kişilere ve Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ile il başkanlarının öldürülmesi olaylarından ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılanlara “tahliye” kararı çıkmış..!

    Madem kanun çıkmış öyleyse; “hay hay..!”. Tahliye hızı desen; neredeyse “jet”...
    Üçüncü pakete istinaden talepte bulunan, seçilmiş ve fakat yemin edememiş vekillere ve gazetecilere ise; “hay aksi, maalesef size ret..!”
    Çıkmadık canda umut vardır, dördüncü paketten inşallah “medet”...
    “Süreçte emeği geçenlere teşekkürlerimi iletiyorum" diyenler içindir “adalet”...

    Vakti zamanında Orhan Veli;

    Beni bu güzel havalar mahvetti,
    Böyle havada istifa ettim
    Evkaftaki memuriyetimden.
    Tütüne böyle havada alıştım,
    Böyle havada aşık oldum;
    Eve ekmekle tuz götürmeyi
    Böyle havalarda unuttum;
    Şiir yazma hastalığım
    Hep böyle havalarda nüksetti;
    Beni bu güzel havalar mahvetti...


    diye yazıp gönüllerimizde yer etti..

    Bizi de olsa olsa; “bu sıcaklar mahvetti”...

    “Hay” Allah’ım, bari önümüzdeki günleri biraz “Hayr-et”...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    ŞÜKRAN SİZLERE AZİİİİİİZ SEÇMENLERİM! BİN ŞÜKRAN!

    Değerli dostlar, malum sevgili gezegenimiz Uranüs’te seçim sath-ı mailine giriyoruz yavaş yavaş. Yakın bir zamanda, yani ben diyeyim üç vakte kadar Ülkemiz gene seçimlere gebe.

    Merak buyurmayınız efendim. İnce, ince yasemince siyasi analizlere girip, siyasi partilere dokundurarak seçim tahlilleri yapacak değilim. Malum işin bu tarafı böyyük gazetelerde yazan “ciddi” köşecilerin işi. Sadece, ölmeden önce bu garip kulunuza siyasi partiler yasası ile seçim yasasının değiştiğini, serpilip geliştiğini ve dahi güzelleştiğini görmek kısmet olacak mı? Bunu merak etmekteyim.....

    Bendeniz edi ve de budu belli olan bir garip mizah yazarı olarak, bu seçimlerden sonra da her seçimden sonra olduğu gibi TBMM’den içeri adımını atacak bir “sayıııın politikacının” teşekkür konuşmasını yayınlayayım didim. Söz konusu konuşmayı araştırmacı ve soruşturmacı mizah yazarınız olaraktan büyük fedakarlıklarla arşivimin en derin yerlerinden bularak çıkarıp, üzerinde ki küfleri bir gözelcene temizledikten kelli okumalarınıza sunuyorum efendim. Keyifli tebessümler dilerim.
    “ Benim degerli, gıymatlı ve bol evetli aziz yurttaşlarım!
    Sayenizde beklenen sonuç vuku bulmuş ve de seçim sonuçları kesinleşmiştir!
    Her zaman olduğu gibi tabiatıynan gene beni seçmiş bulunmaktasınız! Hem zaten beni, seçmeyip de kimi seçecektiniz ki! Değil mi ama efendüm!
    Bugüne kadar yaptıklarımız, bugünden sonra yapacaklarımızın teminatıdır diye klasik seçim tribimi attıktan kelli, sizi ne kadar çok kucaklasam azdır yani diyorum.
    Her ne kadar bu sonuçta erzak çuvallarımız ilen, tekini seçimden önce dağıttığımız öbür tekini ise önümüzdeki günlerde vereceğimiz ayakkabılar ile küçük altınlarda etkili olduysa da möhem deel. Mühim olan birbirimize karşılıklı beslediğimiz engin ve derin hislerdir yani!

    Münafık gomonislerin sizleri aptal, bidon gafalı ve göbek kaşıyıcısı olarak göstermek istemelerine hiç takılmayınız. Siiiizler ülkemizin nadide güllerisiniz ki haliyle dikenlerinizde muhalefet partilerine batmış bulunmaktadır.

    Bu arada her zaman olduğu gibi derin mevzularda asla düşünmemekle ne kadar dogri bir iş yaptığınızı da anlamış olmalısınız yani.

    Bırakın büyüklerimiz her şeyi sizin yerinize düşünsünler. Bakın sayın Uranüslüler, Dakota milletvekili olarak ben bile ciddi konulara kafa yormuyor ve bu gibi çetrefilli işleri ezeli ve ebedi liderimize bırakıyorum.

    Yok hes miş, ya da pesmiş, siyanürmüş oymuş buymuş, emeklilerin anası mı ağlamış, bırakın biraz da babaları ağlasın, nöbet değişikliği yapsınlar yani, sınavda şifre mi dediniz, pardon sizde şifre goyunuz yani, karşı şifre. Ülke bölünecekmiş, yok ileride din polisleri kimseye göz açtırmayacakmış da, böyle tevatürlere asla itibar etmediniz, benim aziz seçmenlerim. Siz de en az benim kadar iyi bilmekteysiniz ki her şey kaderden ve kederdendir yani! Bakınız bana, ne kadar neşeliyim, o yüzden de hiç derdim, tasam yoktur sayenizde, yeni yolsuzluklara...... pardon nereden dilime dolaştı bu hain kelime.... yani yeni yolculuklara yelken açtık gideceğiz efendim. Beraber yürüdük biz bu yollaaaarda, beraber ıslandık yağaaaan yağmurda......

    Ne dediniz duyamadım, ben de şemsiye mi vardı e tabii haliylen o kadar olacak yani. Millet ıslanırken derin fedakarlıklarla vekiline şemsiye bulmayacak mıydı yani kardeşim?

    Münafıklık yapmayınız şurada, ağız tadıyla bir teşekkür konuşması yapalım yani.

    Değerli seçmenlerim hepiniz bilmelisiniz ki, tek önemli olan şey herkesin cüzdanının durumudur icabında. Cüzdan bölünüyor mu siz ona bakınız efendim. Yaşasın cüzdanımızın bütünlüğü! Değilmi yaaa!

    Ne dediniz duyamadım....Bu arada birileri tarafından Vatan mı bölünüyor. Hangi densiz söyledi bunu efendim, bırakınız bu tür tevatürleri.

    (Ulan bu arada Patrona bi sorak, o nassolsa Orantagona sormuştur, noldi ki şu bölgesel özerklik zamazingosu, yanlış bi şey söyleyip baltayı taşa vurmayak!!! Adam sende.....Nasıl olsa her şeyi inkar gadar eyi bir politika yoktur yani....)

    Yüce vatanımızın bütünlüğü gözümüz gibi korunmaktadır icabında....Bu kadar kardeşimiz ne için şehit olmaktadur yani..

    - Apo sayın, şehitler kelle.....
    - Gorumalar, susturun şu münafık muhalifi, acele edin, çabuk olun! Anarşist terörist nolcek. Şu gözel sohbetimizin içine etmeye kalktı icabında. Karakol mu? Ne karakolu ya!!!

    Atın şunu Minübüze bi güzel benzetin, sonra da bırakın gitsin! Soranlar olursa hiç görmedik, tanımıyoz dersiniz olur biter!

    Bir de güzel garakolumun, güzel polislerini meşgul etmeyin bu densizle şimdi ifade filan, hayır bi şey değil bi de savcıya mavcıya sevk ederler, o da tutuklar mutuklar icabında, hiç gerek yok.

    Hayır, herrrrgenekon kontenjanında münhal yer olsa tamam da. Bi de bunlarla meşgul etmeyelim adliyemizi rica ederim yani.

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    CENNETTEN KARELER

    Geçen hafta hüzünlüydü, İstanbul.
    Yanan Heybeliada Ormanları, en kötü haberdi, bence.
    Daha birkaç gün önce, arkadaşlarla piknik yapmaya gitmiştik, oraya. Yoldan geçen, at arabaların, bolca resmini çekmiştik. En çok da sokak kedilerinin…
    Pencerede ki sardunyalar, dönen rüzgârgülleri, bolca görebileceğiniz bisikletlerle, farklı bir cennet köşesiydi buralar.
    Birçok milletten, insan görebileceğiniz, dinleri bütünleştiren bir yerdir adalar…
    Geçen hafta, gördüğüm ikinci cennet köşesi de Çengelköy’dü. Her zaman önünden otobüsle geçtiğim, fırsat bulup da, bir türlü gezemediğim, yerdi burası.
    Okulların, tatil olmasını, fırsat bilip, kahvaltıyı sahilde yapmaya karar verdik arkadaşımla.
    “Çınaraltı” sabah saatleri için, uygun bir yerdi. Buraya, kimi evinde bir şeyler hazırlayıp geliyor, kimisi de hazır bir şeyler alıp, denizi seyrederek, güne başlıyordu.
    Sabahın erken saatlerinde, denizin temiz olması, maviliğine mavilik katmıştı. Martılar ve kediler atılacak ekmekler için bekleşiyordu. Boğaz Köprüsü’nün yoğun trafiği buradan bile gözüküyordu.
    İstanbul, böyle bir yerdi işte. Birileri sabah serinliğinde, denizi izliyor, birileri de işe gitmenin telaşını yaşıyordu. İki olay da, aynı anda, aynı şehirde yaşanıyordu. Birbirinden habersiz insanlar tarafından…
    Arkadaşım, buranın güzelliğini, küçüklüğünden tatmıştı. Çünkü çocukluğu, burada ki sokaklarda geçmişti. Nerede ne var, hepsini çok iyi biliyordu; “İstersen, seni gezdireyim!” dedi.
    Beni, eski sinemanın olduğu yere götürdü. Sinemanın, bir duvarı hala sağlamdı. Ama sinemadan, eser yoktu. Onun yerinde, çiçek seraları vardı. Rengârenk çiçeklerin olduğu, plastik seralar...
    Oradan, Çengelköy sırtlarına doğru yürüdük. Yol, çok dik bir yamaçtı. Ama etrafta ki ağaçların kokuları, rüzgârın esmesiyle dağılıyor, bizim yorgunlumuzu alıyordu.
    Çeşit çeşit ağaçların yapraklarını koklayarak, mezarlığı kadar çıktık. Burada ki mezarlığın, peyzajı benim gibi mezarlık gezme hobisi olan, birisi için, çok güzeldi. Çoğu mermerden, yeni yapılmış ve çiçeklendirilmişti.
    Burayı görünce aklıma; “Prag Mezarlığı” geldi. Gidince; “muhakkak görün!” demişlerdi de, anlamamıştım. Fakat görünce anladım, ne demek istediklerini. Mezarlıklar, onların evleri gibiydi. Her tarafı çiçeklerle donatılmış, bir ev gibi bakım yapılmıştı.
    Bu nedenle, Avrupa ülkelerinde ki mezarlıkların muhakkak gezilmesi gerekiyor, kültür açısından.
    Mezarlıkta ki ziyaretimiz bittikten sonra, daha hızlı yürümeye başladık, çünkü sıcak iyice dik gelmeye başlamıştı.
    Yürüdüğümüz yolun ucu yoktu, yürüdükçe, marketler, yeni villalar geliyordu önümüze.
    Şehir buraya kadar taşmıştı. Oysa sahilden bakıldığı zaman, buralar çok uzak geliyordu insana. Sanki yaşamın olmadığı izbe yerler gibi. Ama hiç de öyle olmadığını, görmüş oldum bugün.
    Yamaçtan aşağıya doğru, bir patika yol vardı. Ve bu yolun altında, kiremit çatılı evler...
    İlk başta, dikkati çekmeyen, bu yere doğru, yokuş aşağı iniyoruz. Bu patika yollar, koyun otlatmak için açılmış olan, küçük yollardı. Ama şimdi koyun olmağı için insanlar, markete çıkmak için bu yolları kullanıyordu.
    Aşağıya inmeye devam ettik. Bu yol bizi, dar bir sokağa getirdi. Mistik, hala bozulmamış, laleler arasında ki güzel bir sokağa.
    Burada ki evler tek katlı, bahçeli, bahçesinde muhakkak dut ağacı olan evlerdi.
    Çoğunun kapısı derme çatma, kiremitleri ise aktarılmaya muhtaçtı.
    Ve en ilginci de burada pazarın kurulmaması. Alışveriş merkezinin, bakkalın bile olmaması.
    Bu yüzden insanlar, seyyar satıcıları bekliyor, alışveriş için.
    Buna çok şaşırmış; “İstanbul’da, böyle yer kalmış mı?” derken, karşımıza meyve ve sebze satan kırmızı bir kamyon çıktı. İnsanlar sıra olmuş, ihtiyaçlarını alıyordu.
    Bunu görünce, aklıma, eski çocukluk günlerim geldi. Hafta sonları, köye giderdik. Buraya çerçiciler gelirdi. Ivır zıvır ne varsa satardı. Biz de çocuktuk ya, ondan bir şeyler alırdık. Onun sevinci, bize akşama kadar yeterdi…
    Şimdi, burada ki manzarayı görünce, aklıma eski günlerim geldi. Burnu çilli, kısa etekli, yalın ayak, mesut günlerim…



    Siz de, eski çocukluğunuza dönüp, maziye doğru yola çıkmak istiyorsanız, bu mahalleye uğramayı unutmayın! Çok uzak değil! Kuleli Askeri Lisesi’nin yanında ki dik yokuş, sizi doğru adrese götürür...

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Betül Bulunmaz


    Kendime Kaçış

    Kendinle savaştığın anların vardır elbet. Bazen zorla bazen koşar adımlarla yarattığın anların. Kendine kaçışının mecburiyetini yaşadığın. Kaçarsın, seni en iyi sen anlarsın çünkü. Etrafındakilerin sadece bir yürüyen merdivenden ibaret olduğunu bilirsin. O yüzden sığınırsın kendine. Merdivenin sonuna gelmeden uzaklaşırsın.

    Kendi dilini de en iyi sen konuşursun. Çevirisini en iyi yapan sensindir. Dilini diliyle sarmaya çalışanlara da tebessümle bakarsın sadece. Yabancı bir kutu içinde kayboluşları en iyi bilen yine sen. O yüzden gülüp geçen de.

    Ama bazen, öyle anların tokadını hissedersin ki suratında sen bile yabancı kalırsın diline. Asla yapmam dediklerinin önünü alamazsın. Eleştirdiklerinin kılıcını elinden atamazsın. Görürken görünen olursun, bu aynayı da kıramazsın. Büyük sözlerin yüzdüğü havuza atlarsın, ne kadar çırpınsan da kurtulamazsın.

    ’ Erkek için de ağlanır mı be abi ? ’ dersin mesela.

    Öyle bir an olur ki gözlerini kapattığında açmamak için direnirsin. Yüzündeki o ıslaklığı hissetmemek için. Seni ağlatanı düşünürken bahaneler üretirsin kendine. İnandırırsın da bazen başarırsın da ama gerçekler önünde. Etrafına bakarsın sonra. Tek olmadığına inanmak için. Yine bir kendini kandırmaca. En yakınının bile yaptığı bu hatayı görünce az da olsa rahatlarsın ama. Zaferin elinde.

    Başka bir yine,

    Arkadaşının sevgilisiyle çıkanlara hep nefretle bakmışsındır mesela.

    Öyle anlar gelir ki ama, kendinden bile nefret edersin.

    - Niye abi ?
    - Arkadaşının sevgilisi olunca senin duyguların mı alınmış oluyor ?
    - Yoo.
    - E o zaman?

    Diye kandırırsın da kendini ama unutma o, arkadaşının sevgilisi.

    Öyle anlar yaşarsın ki işte bazen, kendi kazdığın kuyuya kendin düşersin. Yapmamların, büyüklüklerin sınır çizgisinin karşısında bulursun kendini. İnsan olduğunu unutursun öyle kimi zaman. Var olan duygunu.

    Eskisinden daha çok ihtiyacın vardır kendine. Daha çok yalnızsındır. Daha çok çıkmazda. İki yüz çizmişsindir de bedenine hayatın boyunca. Ama sonunda her ikisi de açığa çıkmıştır. Silmeye çalışsan da her seferinde birini, mürekkep her noktasına kadar işlemiştir kağıda. Yırtarsın ama atamazsın işte. Bütün çöpler toplanmıştır.

    Anı kurtarmak için hesaplaşmaların önünde. Birisi için birisini satmaların. Sigortanı yaptırdığın için kimilerini görmezden gelmelerin. Can yakmaların, aldatmaların, yanıltmaların. İğrendiğin her şey sendedir farkında olmadığın.

    İğrendiğin aslında senmişsindir, buna gözünü kapattığın.

    Betül Bulunmaz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Tek Tanrılı Dinlerin Kürtaja Bakışı Üzerine IV

    Kürtaj ve İslâm

    Osman Bakar

    Çev: Alkım Saygın


    Antik dönemlerden beri her insan toplumu, kürtaj sorunuyla uğraşmıştır. Konunun her bir ele alış şekli; insan yaşamının anlamı ve kutsallığı, cinsellik ve cinsiyet ilişkileri, evlilik ve ailenin rolü, insan özgürlüğünün anlamı, haklarla ilgili konular ve bireyin sorumlulukları gibi bireysel ve toplumsal yaşamın temel sorunları hakkındaki görüşlere bağlıdır. On dört yüzyıl boyunca İslâm’ın kürtaja bakışı ise sıklıkla, hukukçuların çalışmaları ve hekimlerin tıbbî yazılarında belgelenmiştir. Kürtaj üzerinde İslâmî perspektifler hem teoloji, hem de onun açığa çıkarttığı hukuk (şeriat) tarafından biçimlendirilmiştir.

    Bununla birlikte, dînî bakımdan ve Müslümanların mânevî yaşamlarında pratik bir rehber olarak ikincisinin merkezîliği nedeniyle bunlar, toplumda pratik sorunlar ortaya çıktığında büyük oranda tartışmalara ve uzmanların etik-yasal hükümlerine (fetvâlar) bağlıdır. Teolojinin temel pratik rolü, etik-yasal tartışmalarda tâkip edilen gerekli mânevî ve entelektüel çerçeveyi sağlamaktır. İslâm hukuku etik ve hukuk arasında ayrım yapmayı reddettiği için geleneksel İslâm hukukçuları (fakih), bir zamanlar hem etikçi, hem de hukukçuydular.

    İslâm hukuku genel olarak tıbbî ve sağlık gerekçesiyle hâmileliğin belirli bir aşamasına kadar kürtaja izin verdiği için kürtajla ilgili konularda hekimin görevi, tıbbî tavsiye ve her tek duruma uygun öneriler geliştirmektir. İslâm’da tıp ve hukuk arasındaki yakın işbirliği, doğum kontrolü ve kürtaj dâhil olmak üzere İslâm hukukunun pek çok biyo-medikal konuları ele alan iyi gelişmiş bir dalını meydana getirir. Tüm kürtaj durumlarında hekim, önemli bir tanıktır. İslâm hukuku her zaman Allah’a inanma açısından tanımlı ve iyi bir ahlâkî karaktere sâhip güvenilir bir tanığın fikrine büyük önem verdiği için güvenilir bir hekimin tanıklığı fikri, İslâm’da iyi bilinir.

    Kezâ, İslâm’da tıp ve hukuk arasındaki yakın işbirliği, tıp hekimliği veya en azından konu hakkında bilgi sâhibi bir dizi hukukçu tarafından, daha fazla güçlendirildi. İbn Rüşd (Latince adı, Averroes olarak bilinir, ö. 1198), İbn el-Nâfis (ö. 1288), küçük kan dolaşımını keşfeden İbn Hazm (ö. 1064), Fahreddin Râzî (ö. 1209) ve daha yakın zamanlarda Kâhire’de el-Ezher Üniversitesi’nde itibârlı bir rektör olan Hasan el-Attar el-Halvetî (ö. 1835), en ünlü hukukçu-tıp hekimlerinden bâzılarıydı. Dört Sünnî hukuk okulundan birinin kurucusu olan el-Şâfiî’ye (ö. 820), tıp bilgisiyle geleneksel kaynaklarda güvenilmektedir.

    Buna karşılık İslâm hukuku, Kuran’ın etik öğretisi ve hadislerden (yâni, Hz. Peygamber’e âit yazıya geçirilen sözler, davranışlar ve eylemler ile İslâm’ın Şiî kanadında ayrıca, onların en önemli mânevî önderleri olan İmalarınkiler de) iyi anlayan pek çok Müslüman hekim bulunmaktaydı; fakat bunlar aslâ, teknik anlamda hukukçu olarak kabûl edilmemişlerdi. İçlerinde en ünlüsü ise İbn Sînâ’ydı (ö. 1037). Bu hekimler genellikle, embriyolojide bilgiliydiler ve psikolojinin bir parçası olduğu doğa felsefesi bilginleri olarak içlerinde pek çoğu, rahimde ruh üflemenin ne zaman gerçekleştiğini tanımlama sorunu dâhil olmak üzere ruhun kapsamlı bir teorisini geliştirmişlerdi.

    Embriyoloji ve psikoloji arasındaki ilişki bu yüzden, İslâm hukukuna yönelik büyük bir pratik ilgi uyandırır. Ruh üflemede fetüs, insan varlığının tüm hukukî statüsünü elde eder. Müslüman hukukçular, büyük ölçüde Kuran’a ve embriyoloji bilgisi için peygamberlik tıbbına bağlı olsalar da bu iki kaynak arasında herhangi bir temel çelişki görmedikleri için, filozof-hekimlerin bilimsel embriyolojisine yönelik olumlu bir davranış gösterirler. İslâm’da kürtaj tartışması, dînin ilâhî öğretileri tarafından yaratılan belirli bir dînî ortamda gerçekleşir. Bu öğretiler Müslümanlar tarafından, kutsal ve değişmez kabûl edilir ve yüzyıllardan beri korunmaktadır. Bunların en önemlisi, insan yaşamının anlamı ve amacıyla ilgilidir.

    İslâm, insan yaşamının kutsal olduğunu ve bu nedenle, korunması gerektiğini öğretir; çünkü kökeni, her şeyin kaynağı olan Allah’tan başkası değildir. İnsan varlığı, embriyolojik gelişiminin belirli bir aşamasında kadın ve erkek her insan bedeninin içine üflediği kendi nefesinden dolayı, Allah’ın en soylu yaratımıdır. Fetüse bu kutsal ruhun üflenmesi, insan türüne tanrısal biçimli varlık statüsü kazandırır. Yahudilik ve Hıristiyanlık ile İslâm, Allah’ın insanları kendi görüntüsünde yarattığı öğretisini paylaşır ve insanın yalnızca bir zihin –beden veya ruh– varlığı olmadığını, tüm fiziksel, târihsel veya evrim süreci aracılığıyla ortaya çıktığını belirtir.

    İslâm’a göre insan, uzam-zaman karışımını ve hattâ, zihin alanını bile aşan gerçek bir ruha sâhiptir. Müslüman filozof ve bilim adamlarına göre rasyonel ruhun en mükemmel parçası olarak her insan bireyinde bu ruhsal madde mevcuttur; insan, Allah’ı biliyor olması ölçüsünde bilişsel güçlere sâhiptir ve genel olarak mânevî alanda, dünyevî yaratıklardan insanları ayıran şey de budur. Kuran’da birçok defâ, ruh üflenmesine gönderme yapılır ve hemen hepsi, gerek insan ırkının ilk atası olan Âdem’i Allah’ın yaradışının betimi, gerekse de melekler dâhil olmak üzere yaratılanların geri kalanları üzerinde insanların üstünlüğünü onaylayan bir yaradılış bağlamındadır (örneğin; Kuran, 15:28-30).

    İnsan fetüsüne ruh üflenmesine daha belirgin bir atıf daha vardır ki, bu da hâmilelik ve doğum sürecinin betimlenmesinin bir parçasıdır. Kuran’da, kürtaj tartışması bağlamında belki de en sık kullanılan ifâde “Biz insanı, kilden (meninin kökeni) çıkartarak yarattık; sonra onu, meniye dönüştürdük ve sağlam bir kaba yerleştirdik. Sonra meniyi, bir pıhtıya (kelime anlamıyla, tutunur bir şeye) dönüştürdük ki onu, daha sonra çiğnenmiş bir et parçası şekline getirdik. Sonra, çiğnenmiş et parçasına kemik şeklini verdik ve bu kemiklere, bozulmamış et giydirdik. Sonra ondan, başka bir yaratık geliştirdik. Bu yüzden kutsal Allah, yaratanların en iyisidir.” (Kuran, 23:12-4)

    Kuran üzerine hem eski, hem de modern yorumcular genellikle, insan fetüsünün oluşumunda son aşamada başka bir yaratık geliştirdik ifâdesiyle işâret edilenin, âyette bahsedilen fetüsün canlıdan insan yaşamına geçişin sonucu ruh üflenmesi olduğunda fikir birliği içindedir. Ancak, fetüse tam olarak ne zaman ruh üflendiğine dâir Kuran’da herhangi bir bilgi yoktur; Peygamber’in hadisleri ise Kuran’da anılan fetal gelişimin farklı aşamalarından her birini, detaylı bir biçimde içerir. Hukuk içindeki teolojide, Kuran’da bu konular üzerinde ya sessizlik, ya da hadisten daha az açık olan ikinci bir belirgin rol alınır. Böylelikle, fetüse ruh üflenmesiyle ilgili hadisteki ifâde, İslâm’ın kürtaja dâir teolojik doktrininin biçimlenmesinde etkin olur.

    Bir hadise göre, fetüsün organ farklılaşması, döllenme zamânından sonraki altı haftaya kadar ortaya çıkmaz. Bir diğer hadise göre de hâmilelikten yüz yirmi gün sonra kutsal bir melek, ayırt edici insan ruhunu fetüse gönderir. İnsan üremesi üzerine yukarıda anılan âyetten yaptığı yorumda doktorların bulgularının yanı sıra, hadislerle ilgili görüşlere de dayanarak peygamberin tıbbı konusunda çalışan popüler bir yazar ve ansiklopedist olan Celâleddin Suyûtî (ö. 1505), “Bütün âkil insanların, dördüncü ay bitene kadar ruh üflenmediğinde uzlaştığı”nı dile getirir.

    Allah, insanlara tanrısal biçimli bir doğa vermiş ve onları, çamurdan en iyi biçimde yaratmışsa (Kuran, 95:4), diğer türlerdeki yaratıkların sâhip olmadığı benzersiz yetenekler bağışlamışsa bu, soylu bir amaç olmaksızın olamaz. Kuran’a göre insan varlığı, Allah’ı bilmek ve peygamberleri aracılığıyla insanlık ailesinin açığa çıkarttığı tüm dallarıyla kendi istekleri doğrultusunda yeryüzünde Allah’ın kulları ve temsilcileri olmak için yaratılmıştır. İslâm inancının altı temel maddesinden biri, gelecekteki bir yaşamdır –duyusal deneyim ve zihinsel imgelerin bu dünyâsında değil, uzam-zaman karışımı, hâlen yaşamakta olduğumuzdan bütünüyle farklı bir başka dünyâdaki yaşamdır.

    Kuran’ın görüşüne göre insan yaşamı, ölümle bitmez; aslında ölüm, sonsuz bir yaşamın iki parçası arasında; şimdiki ve ölümden sonraki yaşam arasında bir geçiştir. Gelecek yaşamın nasıl üstesinden geleceğimiz, şimdiki yaşamda nasıl davrandığımıza bağlıdır. Mânevî, etik ve ahlâkî bir yol gösterici olarak bu dünyâdaki doğru yaşamla, öldükten sonra kurtuluşa ve refâha erişeceğiz. İnsan hâmileliği ve doğum üzerine yukarıda anılan âyet de Cennet’teki yaşama ve hemen ardından, ölüm ve yeniden dirilişin kesinliği üzerine bir açıklamaya doğrudan göndermede bulunmaktadır. Müslümanlar, bu ve diğer âyetlerden, bozma haklarının olmadığı ilâhî düzenin insan için olduğunu anlarlar.

    Böylelikle bu düzene, Allah’ın yardımcıları olarak kendi kapasiteleri içinde O’nun hem kulları, hem de temsilcileri olarak bütünüyle katılırlar. İnsan üremesi ile doğum ve ölüm, bu düzenin parçalarıdır. Kuran’ın görüşü aslında, insan vâroluşunun bir önyargı aşaması olduğudur ve mânevî dünyâda Kuran, bu dünyânın yaratılmasından önce, Allah ile tüm insan ruhları arasında dînî bir anlaşmaya gönderme yapar. Allah, topluca tüm ruhlara hitâp ederek onlara “Ben, sizin Rabb’biniz değil miyim?” diye sordu. Tereddütsüz hepsi, O’nun hükümranlığına tanıklık ettiler. Bu yolla Allah bilincinin, insan ruhunun doğasında en fazla olduğu ifâde edilir.

    Üreme ve kürtaj için yaşamın anlamı ve amacı üzerine İslâm öğretilerinin genel ifâdesi açıktır. Üreme Kuran’da açıkça emredilmemiş olsa da üremenin teşvik edildiği görülür. Birkaç hadiste, üremenin teşvik edildiği açıktır. En popüler hadis, Kıyamet Günü’nde Hz. Peygamber’in, diğer ümmetlerle karşılaştırdığında kendi ümmetinin sayısıyla gurur duyacağını dile getirir ve Peygamber ümmetini, üreme ve nüfus artışı için uyarır. Kesin olarak şu söylenebilir ki, tüm çağlar boyunca ve hattâ modern zamanlara kadar Müslüman toplumlarda hâkim olan genel dînî iklimde, üreme teşvik edilir ve kürtaj, çok fazla önerilmez.

    Kürtajı temin etmek ve bunu pek çok durumda yapmak mutlakâ bir suç olarak düşünülmese de Cyril Elgood, “İslâm ülkelerinde kürtaj uygulamasına ahlâkî onayın kolay verilmediği”ni gözler. Dahası, “kürtajın yalnızca özel bir durumda nâdir olarak uygulanabileceğinin medenî milletler tarafından neredeyse evrensel olarak kabûl edildiği”ni dile getirdiği zaman Müslümanların çoğu, bunun tam olarak İslâm’ın kürtaj görüşü olduğu şeklinde kendiliğinden bir cevap vermişlerdir. İslâm, insan türünün yayılmasını teşvik etmiş ve her insan yaşamının korunması gerektiğinde ısrar etmiştir. Fakat kürtaj, fetüsün ruh üflenmesi gerçekleşmeksizin bir insan yaşamının sona erdirilmesi olarak düşünülmez.

    İslâm hukukunun temel amaçlarından biri, insan yaşamının korunmasıdır. Bu yaşamın alınmasında İslâm, katı bir duruş sergiler (meşrû görülen durumlar hâriç) ve bu eylemler, yaşama zarar verir. İslâm hukukunda kabûl edilen beş temel insan hakkından biri, her insan yaşamının devlet tarafından korunmasıdır. Kuran’da belirtildiği üzere “kim cinâyet veya bozgunculuk dışında (örneğin savaş) bir (tek) insanı öldürürse, tüm insanlığı öldürmüş gibidir ve kim bir insanı kurtarırsa, tüm insanlığı kurtarmış gibidir.” (Kuran, 5:32) Bu âyette cinâyet dışında ifâdesi, İslâmî eşitlik yasası (kısas) altında emredilen kendini savunma ve idâm cezâsı gibi haklı cinâyet kavramına göndermede bulunur.

    Evlilik ve cinselliğe İslâmî bakış da kürtaj tartışması bağlamında önemlidir. İnsan üremesi, kutsal evlilik kurumunun çerçevesi içinde ele alınmalıdır. Evliliği İslâm, dînin yarısı olarak nitelendirir ve evlilik dışı cinsel ilişkileri, güçlü bir biçimde kınar. Evliliğin mânevî, psikolojik ve sosyo-ekonomik işlevlerini kabûl etse de İslâm, evlilik kurumunun temel amacının insan türünün korunması olduğunu bildirir. Evlilikte üreme veya cinsel tatminden çok daha fazlasının olduğu, pek çok Müslüman düşünür tarafından açıklığa kavuşturulmuştur. Tüm boyutlarıyla evliliğin hikmeti üzerine en iyi denemelerden biri ise tanınmış hukukçu ve ilâhiyatçı Gazâlî (ö. 1111) tarafından yazılmıştır.

    Bu son derece etkili din adamı ve Aristoteles felsefesi eleştirmeni, mutlu bir evliliği koruma ihtiyaçları temelinde doğum kontrolü uygulamasının, evli çiftlerin iznine bağlı olması gerektiğini savunmuştur. Gazâlî, karısının çocuk bakımında sağlık veya iyi görünüşten etkilenebileceğinden korkan bir erkeği, tutabileceği kadar gider; ona göre erkekler, hoşnutsuzluk duymaya başlayabileceği çocuklara sâhip olmaktan uzak durmalıdır. Gazâlî’nin bu görüşü açıkça göstermektedir ki doğum, evliliğin tek amacı değildir. Kürtajın İslâmî tartışması ise dâimâ, koca ve kadının her ikisinin haklar ve sorumlulukları sorunuyla ilgilidir. Batıda kürtaj üzerine çağdaş tartışmalarda en önemli sorunlardan biri ise kadınların kürtaja erişim haklarıyla ilgilidir.

    İslâm yalnızca, insan haklarının ve sorumlulukların anlamı ve kapsamı üzerinde teolojik doktrinlere başvurarak bu sorunu cevaplamaz, aynı zamanda vahiy verileri ve hadis öğretileri temelinde hâmileliğin dînî teorisine de başvurur. Kuran, göklerde ve yerde her şeyin Allah’a âit olduğu fikrini vurgular. Bunun metafizik açıklaması, insanların kendilerinin hiçbir şeyi olmadığıdır; hattâ, bedenleri bile kendilerine âit değildir. Erkekler ve kadınlara, kocalar ve eşlere, babalar ve annelere âit haklar ve sorumlulukları Allah paylaştırır. İslâm’da erkekler ve kadınlar, İslâm hukukuna uygun bir biçimde karşılıklı haklarını edinirler. İslâm hukukçuları genel olarak, doğum kontrolü uygulamasında ve kürtaja erişimde kadınların haklarına büyük önem verir.

    Basim F. Musallam’ın ifâdesiyle, “klasik İslâm düşüncesinde doğum kontrolü, genel olarak konuşulabilir ve ekole aldırmaksızın İslâm hukukunda düşünülmesi tutarlıdır. Bu görüş, özgür bir kadının verdiği izinle cinsel ilişkinin kesilmesi onayıdır.” “Özgür bir kadın”, köle değildir ve evlidir. Bu bağlamda, cinsel ilişkinin kesintiye uğratılması, üç kategoride incelenir; (1) özgür bir kadın olan eşle, (2) başka bir kimsenin kölesi olan bir kadınla ve (3) bir insanın kendi kölesi veya câriyesiyle. İslâm hukukunun tüm ekolleri, cinsel ilişkinin kesintiye uğratılmasına izin verilebileceğini düşünür. Kadının çocuk sâhibi olma ve cinsel tatmin sağlama hakkını İslâm hukuku kabûl ettiği için bunların çoğu, sâdece birinci kategoride ısrar eder.

    Nitekim, köle bir kadın için herhangi bir izne ihtiyaç duyulmaz. Kürtaj durumunda Hanefîler, geçerli bir nedene sâhip kocasının izni olmaksızın hâmile kadının kürtaj hakkını korurlar. Zîrâ Hanefîler, tanınmış hukukçu Ebu Hanife tarafından kurulan İslâm hukuk ekolünün tâkipçileridir ve özellikle Türkiye ile Hindistan yarımadasında bulunurlar. Çocukların yalnızca erkeğin menisinden yaratılmadığı, anne ve babanın her ikisinden yaratıldığı şeklindeki öğreti, kürtaj izninde koca ve kadının karşılıklı haklarının korunmasını esas alır. Fetal gelişimin Kuran ve hadis merkezli İslâmî görüşü, kürtaj üzerinde Müslüman argümanlarının merkezidir.

    Tüm Müslüman hukukçular, hâmileliğin dördüncü ayından sonra, fetüsün insan varlığına dönüştüğüne inanır. Dolayısıyla kürtaj, bu aşamadan sonra yasaklanır. Bununla birlikte hukukçuların, hâmileliğin ilk dört ayı boyunca; yâni, fetüse ruh üflenmesinden önceki dönemde kürtaj izni konusundaki görüşleri farklıdır. Hanefîler, ilk dört aylık dönem boyunca herhangi bir zamanda kürtaja açıkça izin verdiler. Beş yüz Hanefî uleması tarafından derlenen özel bir belge, “Hâmilelikten sonraki dört ay içinde fetüsün gelişimi oluşmadığı takdirde kadınlar, kürtajı içeren bâzı yöntemleri kabûl etme hakkına sâhiptir.” der.

    Ne var ki Mâlikîler, kürtajı bütünüyle yasaklamaktadır. Onların temel argümanı, ruhun üflenmesine kadar fetüs bir insan hâline gelmemiş olsa da bir kez rahme yerleşince meni ruh üfleme için yerine ulaştığından doğal hâmilelik sürecine müdahâle edilmemesidir. Fakat, Mâlikîlerden bir grup hukukçu ise yine de kırk güne kadar kürtaja izin verir. İslâm’daki diğer mezheplerden hem Sünnîler, hem de Şiîler, detaylar konusunda bâzı farklılıklar olsa da kürtajın kabûl edilmesinde Hanefîlerle fikir birliği içindedir. Hâliyle, İslâm’da belirli bir teolojik ve etik-yasal bağlam içinde kürtaja izin verildiğini vurgulamak önemlidir.

    İslâm hukukçuları, tüm insan eylemlerini beş kategoride sınıflandırır; (1) zorunlu olanlar (vâcip), (2) önerilenler (mandûb), (3) izin verilebilen veya kayıtsız kalınanlar (mubah), (4) ayıp kılınan veya önlenenler (mekruh) ve (5) yasaklananlar (haram). Kürtaj, en liberal düzeyde hukukçular tarafından izin verilebilen bu üçüncü kategoriye yerleştirilir. Kezâ hukukçular, ruh üflemenin biyolojik faktörlerinden başka, özel şartlar altında da kürtaja izin verildiğini de tartışmışlardır. Ayrıca, kürtaj suçunun durumlarını ve sorumlularına verilecek cezânın türlerini de tartıştılar ve kürtaja genellikle, tıbbî ve sağlık gerekçeleriyle izin verdiler. Sık sık anılan “geçerli nedenler”den biri ise emzirme konusudur.

    Hukukçulara göre annenin çocuğunu emziremeyeceği bir durumda, ölmeyecekse de zarar göreceğine inanır. Çağdaş Müslüman toplumu ise artan kürtaj uygulaması gerçeğiyle karşı karşıyadır. Bir dizi Müslüman ülkede istenmeyen pek çok hâmilelik, tecâvüzlerin yanı sıra, yasak cinsel ilişkilerin sonucudur. Millî bir politika olarak doğum kontrolü veya aile plânlamasıyla ilgili sorunlar da vardır; örneğin, modern doğum kontrolüne kolay erişim, kürtaj üzerinde geleneksel İslâmî doktrinlere meydan okuma ve genetik ile biyo-medikal teknolojide ortaya çıkan ilerlemeler. Bu çağdaş sorunlara uygun çözümler içeren İslâmî bir cevap, henüz ortaya çıkmamıştır; fakat, bu konularda ilgi, sürekli olarak ivme kazanmaktadır.

    Osman Bakar

    KAYNAK: (Ed.) Stephen Garrad Post; Encyclopedia of Bioethics, “Abortion, III. Religious Traditions: D. Islamic Perspectives”, New York: Macmillan, 2004, pp: 39-43



    Çev: Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Dr.Servet Yaylı

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    ÖPÜŞ TADINDA

    Bir şiir
    Tek bir şiir yazmalıyım
    Uyağı rüzgâr olan
    Yağmura bürünmüş soluğu

    Bir gün
    Tek bir gün kalmalı
    Benden kalacaksa geriye
    Bir öpüş tadı dudağımda

    Ve bir öpüş tadında
    Olmalı o şiir de

    Ahmet UYSAL

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
    Karyadan İyonyaya
    Hamdi Topçuoğlu
    "Karya'dan İyonya'ya"
    Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Ülkemiz genelinde artık standart olarak kullanılmaya başlanan karekod uygulamasını siz de kendiniz için kullanabilirsiniz. http://invx.com/ web sayfasına girdiğinizde “enter your text” yazan kısma istediğiniz bir web sayfasını, ismi, adresi veya açıklamayı yazın. Karekod’unuz hemen hazır. Bu kod herhangi bir karekod okuyucuyla tarandığında içine yazdığınız bilgi ekranda görülecektir. Daha sonra bu karekod’u resim olarak ister arabanıza ister özel eşyalarınıza bastırabilirsiniz.

    http://sinemabirmucizedir.blogspot.com/2010/02/amator-yuzuklerin-efendisi.html “Kate Madison adlı Yüzüklerin Efendisi fanatiği amatör bir sinemacı yaklaşık 50 bin dolar gibi komik bir parayla Tolkien'in kitabından uyarlanan 60 dakikalık film internette 500 bin defa izlendi.İşin ilginç yanı bu kadar küçük bir bütçeyle büyük bir prodüksiyona imza atmak az buz kolay bir iş değil.Madison filmde emeği geçen 400'den fazla kişiyi bedavaya çalışmaları için ikna etmesi sinema tutkusunun hiçbir engel karşısında kaybolmayacağının büyük bir örneği.” Bu filmin web sitesi: http://www.bornofhope.com/ Filmi seyretmek için ise: http://www.mefeedia.com/watch/26279407

    Hayatımızda vazgeçemeyeceğimiz şeylerden bir tanesi de yemek yemektir. Bunu hem söyleyen hem de yaşayanlardan biri olarak http://www.oktayustam.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Açılış sayfasına koydukları pastalar ve börekler kilo vermek isteyenlere pek uygun olmasa da incelemeye değer. Bu web sayfasında hoşuma giden diğer özellik ise, kendi tarifinizi gönderdiğinizde yayınlamaları oldu. Afiyet olsun dostlar.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Hold Me Now - Johnny Logan









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20120713.asp
    ISSN: 1303-8923
    13 Temmuz 2012 - ©2002/23-kmarsiv.com