|
|
|
Editör'den : İcraatlar sürüyor!.. |
İktidarın sağlık(!?) nedeniyle el attığı uçkurumuzdan sonra ortaya çıkan "Kürtaj olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu." probleminin turizme yansımasını en aklı başında kullanan sevgili turizmci kardeşim Cem Polatoğlu'nun Turizm Belgesi, yazdığı makaleyi "Suç unsuru" kabul ederek bakanlığa şikayet eden Başaran Ulusoy'un işgüzarlığı (açıkgözlülüğü) nedeniyle iptal edildi. Hakkını hukuk önünde alacağından kuşku duymadığım Polatoğlu'nun haklı davasına destek olmak amacıyla, bir haber sitesine yaptığı açıklamayı aynen aşağıya alıyorum. Her zaman yanındayım kardeşim.
Çamlıca'ya cami'den daha anlamsız bir başka haber de İzmir Karşıyaka'dan geldi. Tarihi Karşıyaka Lisesi 1 gecede İmam Hatip Lisesi yapıldı. Allahtan hala duyarlı insanların var olduğu bir bölge İzmir. Uzun uğraşlardan sonra dün bir yürüyüşle bu "Aba altından sopa göstermek" ameliyesini protesto ettiler. Basında pek yer bulamayan bu haberi de sizlerle paylaşmak istedim.
Sözünü ettiğim haberlere yer verebilmek uğruna az yazıyla da olsa Kahve Molası'nı bu hafta da yayınlamak istedim. Kısa ama öz oldu sanırım. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan GİDE GİDE DEMİRCİ-CİDE-3 (Son) |
|
Demirci eğitim yüksek okulu bizi adam etmeye kararlıydı. Pabucun pahallı olan bir gurup öğrenci hemen arkadaş guruplarını değiştirdiler. İlk kopanlar bir grup kız öğrenci oldu. Onlar aniden bizimle selamı sabahı kestiler. Önce sınıfta oturdukları yerleri ardından okul kantininde oturdukları masaları bizden uzak seçmeye başladılar. Şimdi onlar milli ve manevi değerlerine Türklük gurur ve şuuru bağlı, geçer not alabilecek öğrencilere dönüşüverdiler.
Sıkıyönetim ülkücülerle siyasi düşüncesini İslami referanslara dayandıran öğrenciler arasındaki ayrımı silip attı. Onlar hep birlikte hareket edip, okul yönetiminin tonton çocukları olarak öğrenciliğin tadını çıkarıyorlardı. Sınavda bu öğrencilerin birinin arkasına düştünüz ve kâğıdını görüp yararlanama olanağı buldunuz diyelim. Kesinlikle sonuç değişmiyordu. O seksen ya da doksan alırken siz yine en fazla kırk beş puan alabiliyordunuz. Yani kopya çekmeye çalışmak da boşuna bir çaba… Daha okula başladığımızın beşince ayında demirci hem sosyal yapısıyla hem de okuldaki uygulamasıyla hepimizi bir cendereye hapsetmişti. Gülmek için, neşelenmek için bahaneler arıyorduk. Okul kötü gidiyordu, cepte para yoktu ve yasaklar listesine her gün yeni bir şey ekleniyordu. Yatılı lise günlerimizi arar olmuştuk. Her açıdan liseden bile geri durumda olan bir okula düşmüştük. Benim okuduğum lisede insanların görüşlerini söylemesine izin veriliyordu. Ama burada konuşan yanar, cıss… Okul Müdürümüz kızları şöyle uyarıyordu. “Bir bardak çay. Birkaç tatlı söz ve hülyalı bakışa sakın kanmayın. Adam haklıydı. Kızların namusu önce okulun namusu, sonra da Demirci’nin namusuydu. Okul bizi akademik yönden değil önce ahlaki yönden erdemli bir noktaya taşımalıydı. Akademik yönü sonra kendiliğinden gelirdi. Asıl gerçek olan öğretmenlerimizin akademik olarak bize verebilecekleri hiçbir şey yoktu. Onlarda alakasız mevzuları öncelik listesinin tepesine koyarak akılları sıra bize öğretmenlik eğitimi veriyorlardı. Çünkü hiç birinde ben bu konuda donanım olarak yeterli değilim. Bunu birlikte araştıralım, paylaşalım, öğrenelim diyebilecek kadar hoşgörü ve dürüstlük yoktu. “Başlık …, satır başı yapıp yazmaya başlayın. Yeni bir paragraf açıp devam edin.”
Otuz yıl sonra biz bir araya gelip hala sızlayan yaralarımıza dokunuyorduk. Herkes anlattığı öykülerle ameliyattan çıkan yaşlılar gibi birbirlerine bedenlerindeki ameliyat izlerini gösteriyordu. Gün deli divane bir güzellikte akşama dönüyordu. Gideros Koyu’ndaki billur sularda yaralarımızı yıkadık. Karadeniz’in akşam esintilerinde kuruttuk. Onlarca yaz geride kalmıştı, onlarca kez üzümlere kara kara ben düşmüştü, elmalar kızarmış, ağaçlar yeniden filizlenmişti. Ama bizim yaralarımız bir türlü kapanmak bilmiyordu. “Ben hala rüyalarımda sınıfta kalıyorum,” dedi biri. Bir başkası “Ben de en az on yıl seninle aynı rüyaları gördüm. Diplomam iptal ediliyordu ve ben yeniden okula dönüyordum. Uykumdan kan ter içinde uyanıyordum. Bütün günüm duvara toslamış gibi sersem sepet geçiyordu. Cennet kadar güzel bir sahilde eski günlerin hüznünde boğuluyorduk. Bu yüzden rakı erken tutuyordu ve çabucak sarhoş ediveriyordu. İçimizde çok eskilerde çaresiz bir çocuk ağlıyordu. Ama biz erkek adamlardık, bunu kimseye göstermiyorduk.
Ölçme ve Değerlendirme, Pratik Elektrik ve Elektronik, Sosyal Bilgiler öğretim birinci senenin sonunda herkesin korkulu rüyası oluverdi. Ağzımızla kuş tutsak bu okulu bitiremeyeceğimizi açık açık söylüyorlardı. Ama yeterince çalışmazsak diye de ekliyorlardı. Resmen bizimle alay ediyorlardı. Ülkücü çocuklar onlar konuşurken bize bakıp bıyık altından gülüyorlardı. Onların içinde bir Adem’leri vardı. Astronot Adem. Hiçbir zaman yalnız gezmezdi. Pısırık, hastalıklı, ince zayıf ve cansız bir görünümü vardı. Üstelik hareketleri de fazlaca kadınsıydı. Neden o kadar ilgi görürdü? Neden liderleri gibi davranıyordu? O kimdi? Hiç bir zaman öğrenemedim. Yıllar sonra Ordu’lu Mehmet ile karşılaştım. Açık açık Jilet Sami ile aynı evde kaldıklarını ve sınav kâğıtlarımızı onların okuyup not verdiğini itiraf etti. Ben o ders yüzünden bir yıl fazla okudum. Beni sınıfta bırakanlar da ülkücü okul arkadaşlarım. Ne diyebilir ki insan yıllar geçmiş. Ana, avrat sövesim geldi. Kendime yakıştıramadım. Büyükbostancı ile Çiftçi’nin eline düşenler de çok süründüler. Bütün ömrüm boyunca Demirci’de karşılaştığım kadar sinsi, korkak ve haysiyetsiz insanı bir arada görmedim. Otuz yıl sonra hala hiç birimiz o ilçeye gitmek istemiyoruz. İçimizde okuldan diplomasını almadan emekli olmuş insanlar var. “Diploma onların olsun çıkış belgesi bana yeter,” diyenlerimiz dolu…
2012 yılının yaz ortasında kirazlar geçtikten, kavun karpuz bollaştıktan hatta deniz hamam gibi ısındıktan sonra Demirci Harp Malulleri olarak Cide’de buluştuk. Hanbahçe’de oturup etli ekmeklerimizin gelmesini bekledik. Beklerken çok sıkıldık önce ekşi ayranlarımızı içtik. Üstüne de etli ekmeklerimizi yedik. Sabahları erken kalkıp yürüyenlerimiz de vardı. Zorla yatağından kaldırdıklarımız da oldu. Bir gün dağlara gittik. Küre milli parkı içindeki Yerin Kulağını gördük. Yerin kulağı henüz bizim öykülerimizi duymamıştı. Basıp şelaleler ve kanyonlar görmek için yollara düştük. Ama yol müsaade etmeyince bir ırmak kenarında durup domatesli, biberli, peynirli, zeytinli, bol karpuzlu bir piknik yaptık. Oturup yeniden dostları temize çektik. Hiç bulamadığımız, hiç ulaşamadığımız arkadaşlarımız vardı. Bir de ulaşılmasına rağmen artık bizimle zaman geçirmeyi gereksiz bulanlar. Kırılsak bile onlar da kendilerince haklıydılar. Otuz yıl önceki anıların küflü mahzeninde eski yaraları kanatıp, üzerine öykülerden tuz basmanın ne anlamı vardı? Nasılsa olmuş olacak, kırılmış nacak.
Dördüncü gün Cide’den öğleye doğru mısır taneleri gibi yollara saçılıverdik. Öptük, sarıldık koklaştık. Boy boy fotoğraflar çekildik. Dünya fani, dünya yalan, dünya insanların uydrduğu bir masal… Seneye kim çıkar, kim kalır belli olmaz. Anılarla bu kadar uğraşmak iyi değildir biliyorum. Ama biz yaşadıklarımız kadarıyla bir öykünün parçalarıyız. Öykümüz de silinip giderse yaşadığımızı nerden bileceğiz?
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu |
BiR MAKALE YAZDI, TURiZM BELGESiNi iPTAL ETTiLER
YÖNETİM KURULU BAŞKANI POLATOĞLU: ''TURİZM BELGEMİZİN TÜRSAB BAŞKANI BAŞARAN ULUSOY'UN TALEBİ ÜZERİNE İPTAL EDİLMESİNİN ARDINDAN KONUYU ADLİ MAKAMLARA TAŞIYIP İLGİLİ YERLERE BAŞVURDUK''
Baracuda Tour Yönetim Kurulu Başkanı Cem Polatoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Turizm Belgeleri''nin iptal edilmesinin ardından konuyu adli makamlara taşıyıp, kararın iptali için ilgili yerlere başvurduklarını açıkladı.
"Şahsım ve şirketim 30 yıldan beri turizmin içerisindeyiz. Bu dönem zarfında kurucusu olduğum eski şirketim Prontotour ve güncel şirketim Baracuda Turizm bünyesinde sorunsuz binlerce turlar yaptık, yüzbinlerce kişiye hizmet verdik, vermeye de devam ediyoruz" diyen Polatoğlu, şunları kaydetti:
Biz Baracudatour olarak, Seyahat amacı ne olursa olsun yurtiçi ve yurtdışında sadece ve sadece Turizm hizmeti verdik.
Örneğin, sağlık nedeni ile (Kalp, Kanser, Bel Fıtığı, Kürtaj v.s.) seyahat eden kişilerin ve refakatçılarının sadece otel, uçak, transfer, şehir turu, rehber ve tercümanlık ihtiyaçları karşılanır. Misafirlerimizin sağlık hizmetleri konusunda muhatapları, ya kendi doktorları ya kendi hastaneleri veya onlara bağlı resmi kurumlardır.
Konumuza gelince; Aynen, yurtdışında Konser, Maç izlemek veya Kalp ameliyatı olmak isteyen müşterilerimiz olduğu gibi yurtdışında Kürtaj olmak isteyen bir müşterimizin talebi bize ulaşmıştır. “Kendilerinin muhatap olduğu” doktor ve hastanenin bulunduğu ülkeye otel, uçak, transfer, şehir turu, rehberlik talepleri müşterilerimize sunulmuştur. Müşterilerimiz Maç izlemek için tura katılıyorlarsa o turun adı Maç Turu, Konser için gidiyorlarsa Konser Turu ama Kürtaj olmak için gidiyorsa onun adı da Kürtaj Turu'dur.
Güncel ve enteresan olan bu durum "14 senelik gazeteci kimliğimle" ele alınarak "Kürtaj Turları" adı altında kendi bloğum ve üye olduğum platformda basınla paylaştım. Bu yazıya dayanarak da Türsab başkanı Başaran Ulusoy'un bakanlığa şikayetiyle Şirketimin Turizm belgesini iptal ettiler. Kendi ifadesi budur. Çünkü böyle bir tur da henüz gerçekleşmemiştir. Şimdi içimizde bir merak uyandı; Yarın Mustafa Koç bir makale yazar da bazı makamlar yazıyı beğenmezlerse acaba Beko'yu kapatırlar mı?"
Bunu gören başkanımız Sn.Başaran Ulusoy’un bakanlığa verdiği şirketimizi kapatma gerekçesinde olduğu gibi “ahlaki, etik ve geleneklerimize uygun olmayan bir turizm çeşidi” aranıyorsa birçok seyahat acentasının yaptığı BAYii TURiZMi’ne göz atmak gerekir. Bunun adı sadece Türkiye’de BAYii TURU’dur. Gerçek adının ne olduğu hepimizce malumdur. “SEKS TURiZMi”
Yine, eğer başkanımız Sn.Başaran Ulusoy’un cümlesinde geçen ahlaki, etik ve geleneklerimize uygun olmayan bir başka tur çeşidi aranıyorsa bir çok acentamızın yaptığı KUMAR TURiZMi’ni de gözden geçirmek gerekir.
Değerli başkanımız Ulusoy'un bizlere tek bir telefon dahi etmeden, ihtarname veya herhangi bir uyarı göndermeden, bakanlığa şahsımı ve şirketimizi şikayet ederek, belge iptaline yol açan kararı aldırmasının ardında hangi sebep olduğunu bilemiyoruz. Kendisine de tüm çabalarımıza rağmen ulaşamıyoruz.
Çünkü kapatma gerekçelerine baktığımızda;
30 senedir, tek bir yolcumuzu sokakta bırakmış mıyız? Otelleri, Havayollarını mı dolandırmışız? Rehberlerin parasını mı ödememişiz? Müşterilerin paralarını mı alıp kaçmışız? Tek bir senedimiz, çek’imiz mi dönmüş? Bahsi geçen hangi etik kuralını yıkmışım?
Şimdi şeytanın avukatı olarak soruyorum; Bilindiği üzere, TÜRSAB seçimlerinde Sn.Ulusoy karşısında 2 kez aday oldum ve kaybettim. Önümüzdeki dönem seçimleri ne gösterir bilemiyorum. Acaba bu karar “1 taşla 2 kuş” vurma operasyonu olabilir mi?
Yani
1- bir yerlere “Bakın, aslında ben sizin yanınızdayım” mesajı ve 2- Bir muhalifi daha yok ettik. Çekin fişini !…
Saygılarımla
Cem Polatoğlu http://www.baracuda.com.tr
Editörün Notu: Konu basında kendine yer bulmaya başladı. Bu haksız uygulamanın kaldırılması için de girişimler sürüyor. Bazı köşe yazılarından alıntılar:
Sayın Turizm Bakanı bunu nasıl yaparsınız? - Can Ataklı
Zamanın Ruhu - Bahattin Yücel
Cem Polatoğlu, Türk turizmi için değerdir - Özkan Altıntaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Yüreğin Kanatları – 4 |
|
Can’ın yüreğinde bir fırtına vardı. Bu fırtına, bütün duygu gemilerini alabora ederek onu en derin karanlıkların içine gömüyordu. Tek taraflı sevgisini, şiddetli dalgalarla çalkalıyordu. Başını döndüren çelişkili düşünceleri ise fırtınanın şiddetlenmesine neden oluyordu. Bu fırtına, kıskançlıktan başka bir şey değildi. Can, tutsak bir denizci gibi fırtınaya engel olamıyordu. Çünkü fırtınayı yaratan kişi, aşkının yanından ayrılmıyordu. Konuşurken, ay yüzlünün güzel gözlerinin içine girecek gibi bakıyor, esprileri ile onu güldürüyordu. Bazı zamanlar da ay yüzlünün yanına oturuyor, test çözme bahanesi ile ona yakınlaşıyordu. Bütün bunları aslında kendisinin yapması gerekiyordu. Ay yüzlünün karşısına geçip ona: “Onun aşkı sahte ve geçici, benim aşkım gerçek, seni deliler gibi seviyorum!” diye haykırmak istiyordu. Ama yapamıyordu. Ay yüzlünün kulağına yaklaşıp saçlarının mis kokusunda sorduğu fısıltılı sorusuna “hayır” cevabını almıştı. Bu cevap, kızgınlık içeriyordu ve sanki ısınan havayı tekrar soğutmuştu. Can, engel olamadığı içindeki fırtınayı suçladı. “Keşke sormasaydım” cümlesi düşüncelerinde yankılandı durdu. Ona yaklaşmışken, yüreğindeki fırtına uzaklaşmasına neden olmuştu. Hem de içini ısıtan bakışlardan nasibini alamadan. Ay yüzlü ona artık bakmıyordu. Umutsuzluk yüreğini yeniden kapladı.
Birkaç hafta sonra Can kötü bir haberle daha çok hüzünlendi. Ay yüzlü sınıf değişikliği yapıyordu. Hem de üst kattaki sınıflardan birinde olacaktı. Artık onu daha az görecek, ders saatlerini bilmediği için takip etmesi zorlaşacaktı. Sevindiği tek bir şey vardı o da sakız gibi yapışkan kişiden ay yüzlünün kurtulacak olmasıydı. Ama bunu düşünürken, aşkının ay gibi ışık saçan güzel yüzüne başka yüreklerin aşık olmasından korkuyordu. Ya bir gün bunlardan birisine cevap verirse? Bu düşünceler ona acı veriyordu. Cesaretini toplayıp tekrar ona ulaşmanın bir yolunu bulmalıydı.
Güneşli bir gündü. Ders sırasında pencereden gelen güneşin keskin ışıkları, ay yüzlünün saçlarını parlatıyordu. Can, gözlerini alamadığı aşkını bir peri kızı gibi düşledi. ‘Yemyeşil çayırlarda sessizce yürüyen bir peri kızı, rengarenk çiçekleri şarkı söyleyerek topluyordu. Işıl ışıl uzun siyah saçları dalgalanıyordu beyaz elbisesinin arkasında. Kelebekler konuyordu sepetine.’ Can, peri kızına dokunduğunda kaybolacağını biliyordu. Bunun ne kadar hayal olduğunun farkında olsa bile peri kızının ipek saçlarına dokunmayı düşledi. Ön sırada masumiyetin en büyük saflığında ışıldayan çehreyi seyrettiği son dersti. Bundan sonra ay yüzlü sınıfta olmayacaktı. Derslerin bir uğultudan başka olmadığı dakikalarda aşkıyla düşlediği hayallerini artık kuramayacaktı. Onu gerçekten özleyecekti. Ders zili çaldığında düşüncelerinden biranda sıyrıldı. Ay yüzlü öğretmenle konuşuyordu. Hangi bölümün daha iyi olacağına dair kısa sohbetin ardından, çantasını toparladı ve sınıftan çıktı. Can, ona söyleyeceği cümleleri düşünürken peşinden koştu. Bugün ay yüzlü yalnız yürüyordu. Konuşmak için tam zamanıydı. Yavaş adımlarla aşkını takip etti. Kızmasından korktuğu için konuşmaya cesaret edemiyordu. Ay yüzlü otobüs durağına geldiğinde, kendisine çok fazla uzak olmayan Can’ın bakışlarıyla karşılaştı. İkisi de gülümsedi. Bu gülümseme Can’a cesaret verdi ve ay yüzlünün yanına gitti:
“Merhaba” dedi Can, yanına oturdu.
“Merhaba, sen beni mi takip ediyorsun?” sordu ay yüzlü.
“Evet!.. Belki… Seninle sadece konuşmak istedim, hani gideceksin ya?” dedi Can, aşkının
gitmesini istemediğini gözleriyle belli etmek istedi.
“Otobüsüm gelene kadar vaktim var.” dedi ay yüzlü, sınıf değişikliğinden bahsetmek istemediği belliydi.
“Bana şans vermeyeceksin değil mi?” sordu Can, ellerinin terlediğini hissetti.
“Daha önce konuşmuştuk. Neden bu kadar ısrar ediyorsun?”
“Cevabını biliyorsun! Pekala, benimle sinemaya gelir misin? Lütfen! Çok mutlu olacağım.” Can’ın ağzından aniden çıkan teklif, kendisini de şaşırtmıştı.
Ay yüzlü derin bir nefes alarak, kollarını kavuşturdu. Gözleri duraktan görünen denizin mavisindeydi. Usulca Can’a döndü. Can’ın gözlerinde sevgisini yansıtan ışıltılı sıcaklığı gördü: “Peki” dedi. “Ama zamanını sana söylerim.”
“Ne zaman istersen?” Sevinçle haykırdı Can. “Lütfen en kısa zamanda olsun!”
“Arkadaşça bir sinema, tamam mı Can?” Ay yüzlü, işaret parmağını salladı.
“Tamam, arkadaşça!” dedi Can. Yüreği delicesine çırpınıyordu, bir kuş gibi uçup gidecekti içinden. Bu sohbetin arkasından ay yüzlünün otobüsü geldi ve “hoşça kal” diyerek otobüse bindi. Can, gözlerini otobüse dikmiş, aldığı cevabın şaşkınlığında onun gitmesini seyretti. Birkaç martı çığlık atarak iskeleye doğru büyük kanatlarıyla uçarken güneşin ne kadar parlak olduğunu fark etti. Heyecandan boğazı kurumuştu, iskelede satın aldığı gazozu yudumladı. Denizin mavisini seyrederken tatlı bir aşk şarkısı mırıldandı. Başarmıştı, ona yakın olacağı güne çok az kalmıştı.
Can, ay yüzlüyü daha az görür olmuştu ama önemli değildi; çünkü birlikte olacakları günün hayali ile yaşadığı günlerde mutluluktan yüreği kanatlanıyordu. Bir hafta boyunca haber bekledi ve hafta sonu öğle vakti buluşmaya karar verildi. Mutluluğuna bir de heyecan eklenmişti. Ne konuşacaktı, nasıl hareket edecekti, hangi sinemaya gitmeleri uygun olurdu? Kendisiyle ilgili de hazırlık yapmalıydı. Ne giymeliydi? Hangi parfümü sürmeliydi? Spor ayakkabılarını temizlemeliydi, kot pantolonun altına sadece onlar yakışırdı. Saçları, tırnakları, dişleri vs, hepsi düzgün olmalıydı. Sonunda beklenen gün gelmişti. Can buluşacakları yere gitti. İşte aşkı orda duruyordu, Kendisi için gelmişti. Buna inanmak zor olsa da bu doğruydu, onu görüyordu. Mavi pantolonu, beyaz gömleği ile ne kadar hoş görünüyordu. Siyah saçları her zamanki gibi ışıl ışıldı. Yüzü ise sanki olduğundan daha da parlaktı. Ay yüzlü yolun karşısında Can’ı görünce gülümsedi. İnci gibi dişlerinin görüldüğü güzel dudaklarındaki tebessüm, Can’ın yüreğine tatlı bir esinti yaratıyordu. Selamlaştıktan sonra birlikte kaldırımda yürüdüler. Gidecekleri sinema çok yakındı. Can sordu:
“Gösterimde Titanic filmi var. Seyretmek ister misin?
“Çok isterim, zaten merak ediyordum” dedi ay yüzlü.
“Ben de merak ediyordum, seyretmek için seni bekledim.” dedi Can ve ay yüzlüye yaramaz bir çocuk gibi gülümsedi. Bu gülümseme ay yüzlünün de gülümsemesine neden oldu. Can, onu güldürebildiği için mutluydu. Aslında aşkına bu kadar yakın olmak, onu deli gibi heyecanlandırırken çok mutlu ediyordu. Yüreği her zamanki gibi çırpınıyordu. Biletleri aldıktan sonra görevlinin işaret ettiği karanlık koridorda ilerlediler. Can, kendisine yakın duran aşkının elinden tutmak istese de yapamadı. Çünkü, birlikte olacakları kısacık ve büyülü zamanın bitmesinden korktu. Peri kızı, hayalindeki gibi yanı başındaydı ve dokunursa hemen kaybolabilirdi.
Koltuklarına oturdular ve reklamlar başladı. Konuşmuyorlardı. Can’ın gözleri reklamda değil, aşkının yüzündeydi. Reklamların yaydığı renkli ışıklar, onun yüzüne yansıyordu. Gözleri, kirpikleri, dudaklarının kıvrımları özenle çizilmişti sanki. Peri kızının gizemliliği ve meleğin masumiyeti ile bütünleşen bedeninin yaydığı sıcaklık, Can’ın içine sanki ateş saçıyordu. Tatlı bir çiçek kokusu, aşkının her nefes alışında burnuna geliyordu. Karanlığı yayan renkli ışıklarla parlayan ay yüzlü, Can’a dönünce, Can bakışlarını hemen reklamlara çevirdi. Film başlıyordu, ama umurunda değildi. Ay yüzlü, ona doğru başını yaklaştırıp bir şey sordu. Can, soruyu anlamamıştı. O anda tek düşündüğü ona ait olmasını istediği güzel dudakları usulca öpmekti.
Devam edecek
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
POLİSLERİ HİZAYA DİZMEK VE YEREL AYANLAR
Bir zamanlar mafyalaşmadan rahatsızlık duyulan bir vilayete popüler bir ismin vali olarak atanması şehir halkında büyük beklentiler oluşturmuş. En azından mafyalaşma benzeri yapılaşma ve uygulamaların sonlandırılacağı ümit edilmiş. Konuyu tartışan iki arkadaştan biri bu konuda farklı düşünüyormuş. Bu ikinci arkadaş büyük şehirlerin aksine küçük yerel yerleşimlerde mafyalaşma benzeri oluşumların(yerel ayanlaşma) kolay kolay dağıtılamayacağı kanaatindeymiş.
Bu masalsı örnekten hareketle gerçekten büyük şehirlerin dışında yerelde yapılaşmalar daha farklıdır. Tarihi ve aristokratlık zeminine bağlı olarak maddi-manevi tüm ilişkiler biraz daha derin ve kendi mekanizmasını koruyucu özelliktedir.
Dörtyol’da yaşanan vekil oğlunun tüm polisleri hizaya dizdirip apoletleri söktürmesi olayı yerel ayanlaşmanın her nasılsa basına yansıyabilmiş bir örneğidir. Batılı ifadeyle mafyalaşma denilen bu oluşuma ben “yerel ayanlaşma” diyorum.
Yerel ayanlar asıl güçlerini öncelikle kökleşmiş aristokratlıktan alırlar. Geçmişte(kuşaklar önce) bu güçle edinilen servetleri ve bu servete sürekli servet katmaları ve bu yolları sürekli araştırıp kullanmaları özellikle siyasal iktidarları kendi lehlerine kullanma kaabiliyetleri onları asıl güçlü kılan etkendir. Vicdanlı, dürüst, hakperest aristokratlar ise materyalizme aykırı davranışlarıyla yavaş yavaş yoksullaşıp kendi sade köşelerine çekilmişlerdir. Gözü pek bazı şahıslar, yereldeki etkin aristokratların toplumsal ve siyasal gücünü fark ettirmeden kullanarak aristokratlık dışı yerel ayan konumuna gelebilirler. Yerel ayanlarla irtibat kurup onların desteğini aldığı her şehirde cemaat güçlenmiş ve öne çıkmıştır.
Yerel ayanlar için önce kendileri ve çıkarları söz konusudur. Bunu elde ettikten sonra masum yoksulları koruma rolünü üstlenebilir; yaşadıkları şehir için çalıştıklarını her defasında dillendirir; vatan millet Sakarya söylevlerinden geri kalmazlar. Oysa asıl hedefleri, kendileri ve çevrelerinin menfaat ve geleceğidir. Bu uğurda meşru, gayri meşru her şeyi yaparlar.
Osmanlı döneminde güçlenen ayanlar zaman zaman devleti uğraştırmışlardır. Osmanlının Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, toparlanıp belli bir güce ulaştıktan sonra Osmanlı devletinin baş edemediği zamanın yerel ayan gücü olmuştur. II. Mahmut döneminde güçlenen ayanlarla devlet senedi ittifakı imzalamak zorunda kalmıştır.
Cumhuriyet döneminde, özellikle milli şeflik zamanında yerel ayanların kapitalist ve vicdansızları devleti temsilen CHP’nin yanında yer almışlardır. Anadolu halkı yokluklar kıtlıklar yanında, birde ağır vergilerle adeta enkaz altında kalma psikolojisi yaşamıştır.
Menderes hükümeti döneminde “yerel ayanlar”ın biraz vicdanlı olanları ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu gidişat altmışlardaki askeri darbeyle akamete uğratılmıştır. Sonrasında uzun süre devam eden Demirel hükümetlerinde yerelde asıl ayanlar, zamanla ipleri ellerine almışlardır.
Özal döneminde Menderes dönemini hatırlatır benzerlikler yaşanmakla birlikte iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için siyasi liderler Demirel olsun, Özal olsun yerel ayanlarla dirsek temasında olmuşlardır.
Özgürlükler ve demokrasi vadeden Ak Parti, toplumun genel çoğunluğu oluşturan ezilmiş halkın büyük umudu oldu. Zaman zaman umut ve beklentilere de ulaşıldı. Ancak önceki siyasilerde olduğu gibi elbette Ak Parti’de seçim kazanmayı ve iktidarda kalmayı düşünüyordu. Anavatan ve Adalet Partileri iktidarlarında muhafazakarlığa bürünerek etkin olan yerel ayanlar, Ak Parti iktidarının başlangıcında izleyip görme taktiği gereği biraz geride kaldılar. Yıllardır beslendikleri Anavatan, Adalet ve Demokrat partilerin artık tarihsel rollerini tamamladıklarını anladıklarında çaresiz Ak Partili olmaya başladılar. Bilemiyorum bu belki Ak Parti’nin de işine geldi ve dindar muhafazakarların yanı sıra yerel ayanlar, onlarla bağlantılı ve destekli adaylar son dönem Ak Partiden aday gösterildi ve bir çoğu vekil seçildiler.
Gelecek dönem bunların daha da çoğalacağı kanaatindeyim. Oysa bu adaylar Ak Partinin temelde fikir ve zihniyetine uymamaktadır. Nasıl ki yılan doğası gereği sokarsa mafya terimiyle ifade edilen bu yerel ayanlarda doğaları gereği davranacaklardır.
Sonuçta bu işten zararı Ak Parti görecektir.
Basına yansıyabilen Dörtyol olayını Ak Parti bu bağlamda görmeli, değerlendirmeli ve kesinlikle kalıcı çözüm ve uygulamaları seçim kazanma endişesine düşmeden bir an önce yapmalıdır.
Özgürlükçü, eşitlikçi demokrasi hedefleri öncelikli Ak Parti, yerel ayanlara bilerek yada bilmeyerek yol verirse varın görün siz bundan sonra bu milletin halini. Bir oyana bir bu yana döner ağlarız yıllar yılı.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Kant Etiğine Giriş III |
|
Kant’a göre dünyâda –hattâ, dünyânın dışında bile– iyi istemeden başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey yoktur. İyi isteme, hiçbir bakımdan koşullandırılmamış, kendi başına iyi olandır. Kendi nedenini salt kendisinden alır. İyi istemenin dışında belirli birtakım karakter özellikleri de iyidir. Ancak, kendi başına iyi olan tek şey iyi istemedir. Bunun dışındaki şeyler, irâdenin belirlenimleri altında iyi ya da kötü olabilirler ve başlangıç koşulları, kendilerine âit değildir. Dolayısıyla, iyi olarak istenilmeye lâyık diğer niteliklerden farklı olarak iyi isteme, mutlak olarak istenilmeye lâyık olan tek şeydir ve mutlu olmaya lâyık olmanın vazgeçilemez koşulunu oluşturur. [1]
Kant’ın isteme ve mutluluk arasında kurduğu bu ilişki, Aristoteles’inkinden bütünüyle farklı; hattâ ona zıttır. Çünkü, Aristoteles’e göre insan eylemlerinin en yüksek amacı mutluluktur ve insan, akla uygun biçimde eylemde bulunarak mutlu olabilir. Erdem ise akla uygun bir eylemin mutluluk içinde belirişi, bunun alışkanlık hâline getirilmesidir ve mutluluk, erdeme dayalı eylemin en yüksek amacını oluşturur. [2] Kendisi için istediğimiz ve başka şeyleri de onun için istediğimiz şey iyidir, mutluluk ise en iyi olandır. Mutluluk, soyut ve genel bir idea da değildir. Erdem de aynı şekilde, soyut ve genel bir idea değildir ve akıl aracılığıyla belirlendiğinde mutluluğa götürür. [3]
Pratik akıl, bu nedensellik dolayımında mutluluğu amaçlamaz ve iyi istemenin olanaklı koşullarını inceler. Bu ise eğilimlerden, arzu ve bencilce tutkulardan, vb. bağımsız olarak eylemeyi gerektirir. [4] Bunun içindir ki, iyi isteme “kavramının içinde en üst koşul olarak ahlâk yasası daha baştan kapsanırsa, o zaman kendiliğinden anlaşılacaktır ki, en yüksek iyi, yalnızca saf istemenin nesnesi değil, aynı zamanda onun kavramıdır da ve pratik aklımız yoluyla olanak kazanan vâroluşunun tasarımı, aynı zamanda saf istemeyi belirleyen nedendir; çünkü bu durumda, başka bir nesne değil, gerçekten de bu kavramın içinde önceden kapsanmış ve onunla birlikte düşünülmüş olan ahlâk yasası, özerklik ilkesine göre istemeyi belirler.” [5]
Kant’a göre, iyi istemenin aklın denetiminde olması, aklın doğal varlık yapısı gereği belirli türden bir nedenselliğinin olmasından dolayı, iyi istemeyi de bu nedensellikle birlikte düşünmeyi gerektirir ki Kant bunu, ödev kavramıyla anlatacaktır. Nitekim ödev kavramı, iyi isteme kavramını bâzı öznel kısıtlamalar ve engellerle birlikte içerir; ama bunlar, onu daha belirgin kılar ve açığa çıkartır. [6] İyi istemenin duyulur dünyâya âit olmaması, aklın denetimi altında olduğunu ifâde ediyordu. Dolayısıyla aklın denetimi, iyi isteme üzerinde doğa nedenselliğinin etkinliğini kaybetmiş olduğunu gösterir ki, bu da aklın nedenselliğine ahlâkî bir nitelik kazandırır. [7]
İyi isteme, tüm akıl sâhibi varlıklar için zorunludur ve ahlâkî ödevin gerçekliğini oluşturur. Ödev ise istemeye buyurulan bir şeydir ve istemenin ahlâkî zorunluluğunu ifâde eder. Bu zorunluluk, kişide belirli türden bir zorlama olarak açığa çıkar ve akıl sâhibi bir varlık olmak bakımından kişi, bu zorlamanın eşliğinde arzu ve eğilimlerinden bağımsız olarak eyleme yoluna gider. [8] Bu zorunluluk ve zorlama, tüm akıl sâhibi varlıklar için geçerlidir ve ödevin tek bir kişiye âit tekil bir ödev olması düşünülemez. Ödev, genel olarak akıl sâhibi tüm varlıklar için geçerliliği mutlak zorunlu olan bir istemenin zorlayıcılığıdır. [9]
Akıl aracılığıyla belirlendiği için ödev, tüm akıl sâhibi varlıklar için geçerli bir yasaya dayanmalı; eyleme ilişkin pratik ve koşulsuz bir buyruk içinde dile getirilmelidir. Aynı şekilde, Tanrı’nın varlığı da bu koşulsuzluğu ortadan kaldırmaz. Yasa ve ödev ilişkisinde Tanrı’nın varlığı, herhangi bir koşul teşkil etmediği gibi, bunun ilkesini de vermez. Çünkü “ahlâk yasası, aslında her bakımdan en yetkin olan varlığın istemesi için bir kutsallık yasasıdır. Her sonlu akıl sâhibi varlığın istemesi içinse bir ödev yasası; ahlâkî bir zorlamanın belirlemesi, bu yasaya saygı ve ödevini yerine getirme duygusu tarafından eylemlerinin belirlenmesi yasasıdır.” [10]
İmdi ödev kavramı, pratik akıldan geldiği hâlde, kendisi bir deney kavramı değildir ve duyulur dünyâda fenomenlerden bağımsız olarak kişiye, belirli bir durumda yapması gerekenin ne olduğunu, içerikten bağımsız olarak buyurur. Ödev kavramı deneyden gelmiş olsaydı, bu durumda ödevin yasaya değil, belirli bir pratik ilkeye dayanması gerekecek ve bu da ödevin ödev olmaklığını ortadan kaldıracak; taşıdığı a priori zorunluluğu geçersiz kılacaktı. Böyle olsaydı, ödevin fenomenler alanında temellendirilmesi gerekecek ve ahlâklılığın hakîkati de yadsınmak zorunda kalacaktı. Oysa, sıradan bir insan bile bunun böyle olmadığını bilir. [11]
Kant’a göre, bir eylemin zorunluluğunu ifâde eden her formül yasadır ve ancak, iki tür yasa olabilir. Bunlardan ilki, eylemleri genel kurallara bağlı kılan doğal yasalardır. Diğerleri ise pratik yasalardır ve özgür eylemin zorunluluğunu ifâde ederler. Yasalar, insanlar tarafından gerçekleştirildikleri sürece ya özneldir, ya da nesneldir. Nesnel yasalar, pragmatik ve ahlâkî olmak üzere ikiye ayrılır. Pragmatik yasalar görelidir, ahlâk yasasının ise kaynağını akıldan alması nedeniyle a priori bir zorunluluğu vardır. [12] “Ödev kavramı nesnel olarak, eylemin yasaya uygunluğunu ister. Öznel olarak; yâni, maksimleri bakımından ise istemenin yasayla belirlenmesinin tek yolu olarak, yasaya saygı ister.
Ödeve uygun eylemde bulunmuş olma ile ödevden dolayı; yâni, yasaya saygından dolayı eylemde bulunmuş olma bilinci arasındaki fark da buna dayanır. Bunlardan birincisi (yasallık), istemeyi belirleyen nedenler sırf eğilimler olsaydı, yine de olabilirdi; ikincisi ise (ahlâklılık); yâni ahlâkî değer, eylemin yalnızca ve yalnızca ödevden dolayı; yâni, yasa uğruna yapılmasında aranmalıdır.” [13] Ahlâkî olarak görülebilecek iyi istemeyi, akıl sâhibi varlıklarda bulunan yasa tasarımından başkası oluşturamaz. İyi isteme, bu tasarıma göre eyleyen kişide zâten vardır ve bunun, herhangi bir etkiden ortaya çıkması gerekmez. [14]
İstemenin ahlâkî değeri, yasaya uygun olup olmamasına bağlıdır. İyi isteme çünkü, ahlâkî olandır ve ödev de bu istemenin zorunluluğudur. Ancak isteme, yasaya uymak ile uymamak arasında sürekli bir çatışma yaşar ve kişi, tercih hakkına da sâhiptir; istemenin yasaya uyma zorunluluğu, kişide önceden içerilmiş değildir. Fakat, akıl sâhibi varlıklar, iyi istemeyi ancak yasanın zorunluluğu altında gerçekleştirebilir. Bu da akıl sâhibi bir varlığın, saf teorik aklın totolojilerinden ya da pragmatik yasalardan bağımsız olarak ahlâk yasasına ulaşmasını sağlar ki, bu yasa şudur: “Maksimin genel bir yasa olmasını isteyebileceğin şekilden başka türlü davranma.” [15]
Akıl sâhibi bir varlık, böyle davranmama olanağına da sâhiptir; ama, iyi isteme ve ahlâklılık söz konusu olduğunda böyle bir olanağa yer yoktur. [16] Diğer taraftan, doğadaki yasalılıktan farklı olarak, insan eylemlerinde ilkeler, yasalılığa ilişkin olarak pratik aklın belirleyiciliğini de temellendirir ve bu da akıl sâhibi bir varlığın istemelerini iyi istemenin belirleyiciliği altında şekillendirme gerekliliğini kabûle zorlar. Aksi takdirde isteme, rastlantısal olarak ödeve uygun olabilir; ama, ödevden dolayı değildir. Kant, akıl sâhibi bir varlığın bu tür eylemler içinde yaşamasını bir olanak olarak görse de bu olanağı, genel bir insanlık idesi içinde ortadan kaldırmaya çalışır.
Kant, yasayı buyruk şeklinde dile getirir ve buyruğu, önce emirden ayırır ve sonra da buyrukları, koşullu buyruklar ve kesin buyruk olmak üzere ikiye ayırır. Nitekim, isteme için zorlayıcı olduğu ölçüde nesnel bir ilkenin tasarımı emir; bu emrin formülü ise buyruktur. [17] Emir, nesnel bir yasadır ve insanlar, buna göre davranırlar. Maksimler ise öznel bir yasadır ve kişinin edimsel davranışlarını düzenler. [18] Ahlâkî emrin kesin ve genel olmaklığı ise bu emrin Ben-sevgisinden arınmış olmasından kaynaklanır; fenomenler alanına ilişkin farklılıklar bir tarafa bırakıldığı için ahlâkî emrin formu, eylemin kendinde bir amaç olarak ortaya çıkmasını sağlar. [19]
İstemenin hoş olmaklık tarafından belirlenmesine dayalı koşullu buyruklar, ancak araçsal bir zorunluluğun ifâdesidir ve bu buyruklar, eylemi kendi başına değil, başka bir şeyden dolayı değerli ya da değersiz hâle getirir. Ahlâk yasası ise kesin buyruk olmak bakımından koşulsuzdur ve bir tür doğa yasası gibidir. Bu doğa ise duyusal nesnelerin vâroluşlarını değil, akıl sâhibi bir varlığın en yüksek amacına ilişkin totalitesini içerir. Özgür isteme, bu totalite içinde kendi değerini belirler; kendi değerini kendisi belirlediği için de mutlak olarak değerlidir. [20] Bu nedenle, ahlâkî değeri mutlak olarak belirler ve eylemi, koşulsuz olarak değerli kılar. [21]
Kant’a göre amaç, istemenin kendi kendisini belirlemesinde nesnel nedendir ve ancak saf pratik akla dayanması hâlinde, tüm akıl sâhibi varlıklar için geçerlidir. Etkisi amaç olan eylemin olanaklılığının nedenini içeren şey ise araçtır. Öznel amaçlar, belirli birtakım güdülenimlere dayanır; nesnel amaçlar ise aklın belirlenimi altındadır. Nesnel amaçlar, içeriklerinden arındırılmış oldukları için hiçbir amaç-araç ilişkisinden türetilemez. Pratik ilkeler ise güdüye dayalı maksimlerinden arındığı için biçimseldir ve öznel amaçlar, bu ilkelere içerik katarak koşullu buyrukları içeriklendirir. Oysa insan, kendisi bir araç olarak değil, amaç olarak vardır.
İnsanı araç olarak görmek, pratik ilkeyi aklın denetiminden çıkartır ve güdülenimlerin boyunduruğuna sokar. Oysa iyi isteme, istemenin genel yasa koyma özelliğiyle örtüşmeyen tüm maksimleri reddeder ve güdülenimler de zâten bunun için iyi istemeyle bağdaşmaz. İyi istemenin koşulsuz olması, onun yasa koyuculuğunu sağladığı gibi, insanın koşulsuz olarak değerli bir varlık olduğunu ve bu değerin nasıl korunacağını da gösterir. İstemeye açtığı olanak, bu değerin korunmasıdır. [22] Akıl sâhibi bir varlık, ahlâkî yönden ne kadar çok zorlanırsa, özgürlüğünü de o kadar fazla gerçekleştirmiş olur. Çünkü, özgürlüğün de dereceleri vardır.
Kant’a göre isteme, akıl sâhibi varlıkların bir tür nedenselliğidir; özgürlük ise bu nedenselliğin kendisini belirleyen dış etkenlerden bağımsız olarak etkili olabilme olanağıdır. Nedensellik kavramı, neden ile etki arasında belirli türden bir yasalılığı gerektirir. Özgür istemenin yasaları olmasaydı, isteme de anlamsız olurdu. Hem, doğa nedenselliğinden farklı olarak istemenin özgürlüğü, istemenin özerkliğidir de. Etkide bulunan nedenlerin yâderkliğine dayanmaz ve kişiyi, saf pratik aklın zorunluluğuyla, genel bir yasa olarak kullanılabilecek maksimden başka maksim kullanmamaya sürükler ki, bu da ancak kesin buyruk tarafından belirlenmiş olabilir.
İstemenin bu özelliğinden dolayı ahlâklılığın formunu, kesin buyruk verir ve özgürlük ile ahlâklılık, son çözümlemede bir ve aynıdır. [23] Özgürlük, ahlâk yasasının varlık koşulu (ratio esendi); ahlâk yasası ise özgürlüğün bilinme koşuludur (ratio cognoscendi). Akıl sâhibi bir varlık olmak bakımından insanın istemelerine ilişkin bir özellik olan özgürlük, istemelerini belirleme olanağını insana sunar ve istemeye ilişkin yasaların olanaklı koşullarını gösterir. [24] Akıl sâhibi bir varlık olmak bakımından insan, istemelerini Kendi’sinin belirlemesi olanağına hep sâhiptir.
Akıl, isteme söz konusu olduğunda öyle birtakım yasalara ulaşır ki, bunlara uyma zorunluluğu da yine akıl aracılığıyla ortaya konur ve dışsal bir belirlenim olmaksızın insan, bu zorunluluğun altında eylemlerini gerçekleştirir. Bu zorunluluk, ahlâk yasasının zorunluluğudur ve bu nedenle Kant, akıl sâhibi bir varlığın istemelerine ilişkin bir özellik olarak özgürlük ile bu özgürlüğü bilme koşulu olan ahlâk yasası arasında dolayımsız bir ilişki görür. Fakat insan, özgür olduğunu deneyimleri aracılığıyla bilemez. İnsan deneyimleri, fenomenler alanında ortaya çıkar ve bu alanda doğa nedenselliği hâkimdir.
Kant, özgürlük hakkındaki bilgiyi başka bir yerden türetmek ister. Özgürlüğün çünkü, ne doğrudan bilincine varabiliriz, ne de herhangi bir olanaklı deney aracılığıyla bilgisine varabiliriz. Deney yalnızca fenomenlerin bilgisini vereceğinden, özgürlüğü fenomenler alanında aramak boşunadır. Oysa, isteme söz konusu olduğunda akıl sâhibi varlıkların doğrudan bilincine varacakları şey, ahlâk yasasıdır ve bu yasanın her türlü doğa nedenselliğinin üzerinde olması, doğa nedenselliği tarafından belirlenmeme olanağı olmak bakımından özgürlüğü düşünmek için sağlam bir zemin sunar. [25]
Nitekim, aklın doğal varlık yapısı nedeniyle yasalılık özelliği taşıması, gerek saf teorik aklın, gerekse de saf pratik aklın her defâsında yasalara yönelmesini gerektirir. Bu yasalar deneyden gelmeyeceği için saf akıl, teorik etkinliği içinde olduğu kadar, pratik etkinliği içinde de bu yasalara ulaşmak durumundadır. Aynı şekilde, insanın ikili varlık yapısına sâhip olması ve bir yandan doğa nedenselliğinin, diğer yandan da aklın nedenselliğinin belirlenimi altında olması, saf pratik aklın etkinliğini temellendirir. Dahası, özgürlük antinomisi karşısında özgürlük ile ahlâklılığa ilişkin sentetik a priori bir önermenin ortaya konması, ahlâk metafiziğini kesin bilim hâline getirecektir. [26]
Notlar: [1] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 8
[2] Nikomakhos’a Etik; Aristoteles, Ayraç Yayınevi, Ankara 1998, syf: 210-2
[3] A.g.e. syf: 1-4
[4] A.g.e. syf: 11
[5] Pratik Aklın Eleştirisi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 1999, syf: 119-20
[6] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 12
[7] A.g.e. syf: 22-3
[8] A.g.e. syf: 23
[9] A.g.e. syf: 26
[10] A.g.e. syf: 90
[11] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 26-8
[12] A.g.e. syf: 48-9
[13] Pratik Aklın Eleştirisi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 1999, syf: 89-90
[14] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 16
[15] Pratik Aklın Eleştirisi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 1999, syf: 33
[16] A.g.e. syf: 17
[17] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 29
[18] Ethica; Immanuel Kant, Pencere Yayınları, İstanbul 2007, syf: 58
[19] Kant ve Felsefesi; Mehmet Emin Erişirgil, İnsan Yayınları, İstanbul 1997, syf: 212
[20] Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi; Ernst Cassirer, İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1996, syf: 278-80
[21] Kant, Çağdaş Felsefe, Cilt VI; Frederic Copleston, İdea Yayınevi, İstanbul 2004, syf: 168
[22] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 48
[23] Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2002, syf: 48
[24] Kant; Nejat Bozkurt, Say Yayınları, İstanbul 2005, syf: 52
[25] Pratik Aklın Eleştirisi; Immanuel Kant, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 1999, syf: 34-5
[26] Immanuel Kant’ın Felsefesi; Heinz Heimsoeth, Remzi Kitapevi, İstanbul 1986, syf: 124-5
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ŞU DA VAR
Bir de sen koynumda yatıyorsun
Güzelsin güzelliğin mutlak amenna
Kızlığın masanın üstünde
Kocana saklıyorsun
Oysa koca da ne benim kollarım var
Soy bir portakal yedir bana dilim dilim
Ben Uzunminareliyimdir doğma büyüme
Ne yapıp yapıp denizi görmek isterim
Cemal SÜREYA
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Ülkemiz genelinde artık standart olarak kullanılmaya başlanan karekod uygulamasını siz de kendiniz için kullanabilirsiniz. http://invx.com/ web sayfasına girdiğinizde “enter your text” yazan kısma istediğiniz bir web sayfasını, ismi, adresi veya açıklamayı yazın. Karekod’unuz hemen hazır. Bu kod herhangi bir karekod okuyucuyla tarandığında içine yazdığınız bilgi ekranda görülecektir. Daha sonra bu karekod’u resim olarak ister arabanıza ister özel eşyalarınıza bastırabilirsiniz.
http://sinemabirmucizedir.blogspot.com/2010/02/amator-yuzuklerin-efendisi.html “Kate Madison adlı Yüzüklerin Efendisi fanatiği amatör bir sinemacı yaklaşık 50 bin dolar gibi komik bir parayla Tolkien'in kitabından uyarlanan 60 dakikalık film internette 500 bin defa izlendi.İşin ilginç yanı bu kadar küçük bir bütçeyle büyük bir prodüksiyona imza atmak az buz kolay bir iş değil.Madison filmde emeği geçen 400'den fazla kişiyi bedavaya çalışmaları için ikna etmesi sinema tutkusunun hiçbir engel karşısında kaybolmayacağının büyük bir örneği.” Bu filmin web sitesi: http://www.bornofhope.com/ Filmi seyretmek için ise: http://www.mefeedia.com/watch/26279407
Hayatımızda vazgeçemeyeceğimiz şeylerden bir tanesi de yemek yemektir. Bunu hem söyleyen hem de yaşayanlardan biri olarak http://www.oktayustam.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Açılış sayfasına koydukları pastalar ve börekler kilo vermek isteyenlere pek uygun olmasa da incelemeye değer. Bu web sayfasında hoşuma giden diğer özellik ise, kendi tarifinizi gönderdiğinizde yayınlamaları oldu. Afiyet olsun dostlar.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|