|
|
|
Editör'den : Say'ın sayabildiğiniz kadar!.. |
İşler güçler birikince epeyce geç kaldım. Gündemle ilgili kafama takılan bir konuyu didikleyip hemen gideceğim merak etmeyin.
İmralı süreci diye cümle aleme yutturulan muammayı çözmeye çalışıyorum günlerdir. "Aman barış gelsin de ben baldıran zehiri içmeye razıyım." diyen başbakanın sözünden başlarsak herşey pek güzel. Baldıranı bir Sokrates içmiş ama olsun, bizim başabakanın Sokrates'ten ne eksiği var Allahaşkına? Neyse gevşemeden söze devam edelim.
Barışa karşı duran var mı aramızda? Yoktur herhalde. Ama barış yolunda herşey mübah demenin de bir vebali var. Artık kimin omuzunaysa bu vebal. Herşeyi bir kenara bırakıp, "ama" lardan arınıp şöyle bir yakınlaşalım konuya. İmralı'da dünün katili bugünün "Sayın"ı bir ademle yapılan görüşmelerden bir uzlaşma çıktığını varsayalım. Bu öyle bir uzlaşma olacak ki, sınır içi ve dışında onbinlerce gerillaya(!?) silahları bıraktıracak, tümüne oyalanacakları başka başka meşgaleler bulacak, saya saya dilimizde biten tüyleri tükürüp, imralı sakinine özgürlük verecek, beri tarafta bugünün başbabakanına başkanlık bahşedecek, anayasayı baştan aşağı değiştirecek, savunma için harcanan paralar artık yatırıma dönüşecek, Güneydoğu kalkınacak, vesaire vesaire. Bazı çekincelerimiz olsa da haydi şimdilik hepsine eyvallah diyelim ve destekleyelim. Sonunda barış varsa bir kase baldıran da biz içelim, olur. Peki gelin bir de madalyonun öbür tarafına bakalım.
Barış geldi, pekaka silahlara elveda dedi. Silah olmayınca, Avrupa'da, Kuzey Irak'ta ve dahi Türkiye'de korku salmak mazi oldu, mesela. Peki şu anda uyuşturucu ve insan kaçakçılığından nemalanan pekaka ve uzantıları baronlar ne halt yiyecek? Musluk kesilince ne yiyip ne içecek bu müteşebbis insanlar? Onların müşterileri ne alıp ne satacak? Uyuşturucu bulamayan seçkin Avrupalılara kim yol gösterecek? Onlara pekakadan artık hayır gelmeyeceğini, kendilerine başka kapılar bulmaları gerektiğini kim söyleyecek? Hadi söyledi diyelim, ha deyince ikame mal bulunacak mı? Bulamayınca ahali krize girmeyecek mi? Krize girene yeni pazar sahaları gösterilmeyecek mi? Masanın bir tarafında bizim hükümetimiz olduğundan insanın aklına kurt düşmüyor değil. Bu adamlara ekonomik güvence olarak ne verilecek diye beyin humması geçirmek bile olası. Lamı cimi yok, dönen para milyarlarca dolar. Yeşil yeşil, paket paket. Bu paraları kim karşılayacak? Gene biz mi? Silah almayacağız ama uyuşturucuya mı başlayacağız? Uyuşup uyuşup Allahtan korkmazlara oy mu vereceğiz?
İmralı toplantı tutanakları basına sızınca adamların dilleri dolaştı. Her iki taraf ta ne halt yediğini bilemez halde. Biri hükümeti oyalayıp özgürlüğü yakalamak, diğeri barış umudunu canlı tutarak başkanlığı kapmak peşinde. Al birini vur ötekine. Domates serasında filler maç yapıyor, salça olan olana. Barışmış, silah bırakmaymış, haydi canım siz de!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KALBUR SAMAN İÇİNDE -7 |
|
- Ne oldu ki size? Çok iyiydiniz. Niye ayrıldınız hiç anlamadım.
- Orasını çok karıştırma.
- Çocuklar ne oldu peki.
- Eski karım aldı üçünü de…
- Ne yer ne içerler, nasıl geçinirler ki?
- Nafaka veriyorum . Ayda üç yüz elli lira.
- Üç yüz elli lira artık paradan bile sayılmıyor. Nasıl geçinecekler o paraya?
- Tarla var, yedi sekiz dönüm kadar. Hicara veriyorlar.
- Yirmi dönüm olsa ne çıkar? Hicardan gelen paradan ne olacak?
- Sen benden yana mısın? Onlardan yana mı?
- Senin arkadaşınım ama çocuklardan yanayım. Nazife’yi de taktığım yok. Çocukların günahı ne?
- Sevmiyorduk artık birbirimizi ne yapalım?
- Anlaşarak mı boşandınız peki?
- Nazife istemedi ama benden fayda çıkmayınca razı oldu.
Rutin bir olay bu… Etrafınıza bir bakınsanız mutlaka rastlarsınız. Yetinmeye zorlasak insanları yazık. Bir de para meselesi var ki sormayın gitsin. Başkalarını bilmem ama bizimki babadan kalan bir parça tarlayı satıp savdı. Eski zaman adamları gibi pavyonlarda içki, karı, kız işlerine yatırdı. Nazife çocuklarım var diye bunları sineye çekti. Çekti de ne oldu? Bir kişinin katlanması neye yarar?
Arkadaşlığımız çok eskidir. Mahalleden tanışırız. Okula da birlikte başladık. Çok temiz bir delikanlıydı bu. Askere gidip gelince huyu suyu değişti. Evlendikten sonra da bambaşka biri olup çıkıverdi. Yüzü kömür gibi simsiyah şimdi... Avurtları çökmüş, gözleri sanki derinlere kaçmış gibi duruyor. Saçları erkenden beyazlamaya başlamıştı zaten. Artık tamamen kar gibi oluvermiş. Sıkıntı çekmiş, dert, tasa görmüş biri değildi. Nerde akşam orda sabah yaşamaktan bu hale gelmiş. “Küp gibi içiyor,” dedi arkadaşlarımız. “Üstelik huyu da pis... İçmeye başladı mı nerede duracağını da sapıtıyor. Birlikte başlıyoruz ama birlikte bitiremiyoruz. Biz kalkınca başka yere gidip içmeye devam ediyor.”
İnsanın ayarı bir kere bozulmaya görsün. Önce eski arkadaşlarını silip atarlar. Yeni arkadaşlar ve yeni mekânlara takılmaya başlarlar. Önceleri eve geç gelmeye başlarlar, sonraları da hiç gelmemeye. Cevap hep hazırdır. Sana hesap mı vereceğim? Nerdeysem, nerdeyim. Sana ne? Sedat’ın aynı basamakları bir bir izledi. Akraba hısım çok karışmasın diye şehre taşındı. Nasıl yaptıysa Nazife’yi de böyle daha mutlu olacaklarına inandırdı. Önce çocukların okulu ardından bütün yaşamları değişti. Daha çok para kazanması gerekiyordu. Günler geçtikçe bakkala, çakala ve etrafa borçlanmaya başladı. Çaresiz kalınca kara kara düşünmek yerine gidip babadan kalma tarlalardan birini sattı. Bir kısmını borçlarına yatırdı. Öteki kısmını meyhaneye ve kadınlara… “Kadınlar da bir şeye benzese bari,” diyorlardı. Yüzüne bakanın kırk gün kısmeti kapalı kalır.
Mafyalığı falan fasarya bunun. Kim takar bizim ipsizi. Meyhanede bir akşam ortalık karışmış. Adam yaralamaktan içeri almışlar Sedat’ı. Gerçekten birini yaraladı mı? Bunun üstüne mi kaldı? Tam olarak gören bilen yok. Birinci mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere salıverdiler. Öyle böyle iki sene sonra yeniden aldılar bunu. Sedat içeri girince Nazife çaresiz çocukları alıp köye geri döndü. Altı ay yatıp çıktı. Zaten fabrika ayarları da cezaevi tecrübesinden sonra tamamen bozuldu. Kendini bi mok sanmaya başladı. Cezaevinden yeni çıktığında köyde karşılaşmıştık. Sürekli hapishaneden söz edip duruyordu. Hem de ne anlatma. Anlattığı yer hapishane değil sanki bilim yuvası. Bütün iyi insanlar hapiste, kötüler ve kalitesizler sokaklarda dolaşıyor. Kendini bir önemsiyor akıllara durgunluk. Kısa donla gezdiği zamanları bilmesem ömrünü okyanuslarda korsanlık yaparak geçirmiş sanacağım. Bu çok kalmaz yeniden içeri girer diye düşünmüştüm. Ne yaptı, etti kendini içeri attırdı. Karıymış, çocuklarmış umurunda değil. Üstelik bu defa dolandırıcılıktan ve gasptan... Fukaranın birinden birkaç ton üzüm almışlar. Parasını isteyince de dövüp göndermişler.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Avustralya Seyr-ül Seferi - 1 |
|
Maldivler’de; içinde yerleşim olan 300 ada üzerinde ayak sürebildiğimiz sadece 5 ada olabilmişti. Bu ilk ve 7,5 saatlik tırsık uçuşumda da; “e-sigara” zamazingosu epeyce işe yaramıştı. Turkish Airlines reklamlarında görüldüğünün tersine; ne Messi ne de Kobe Byrant herhangi bir uyarıda bulunmuştu. Hatta; herkes Manchester City’li ve Barcelona’lı futbolcularla ilgilendiğinden beni pek kaale alan kimse de olmamıştı. Belki de tek sıkıntı; “Bu adam da zırt pırt tuvalete gidiyor, cık cık cık..!” şeklinde gelen mırıldanmalara karşın uçağın verdiği “uyku seti” içinden çıkan kulaklıkları, kulağınızdan hiç çıkarmamış olmanız idi. Gece uçuşu olması da ekmek kadayıfını sanki kaymaklı hale getirmişti. Diğer adalarda bulamadığımız güzellikte denizi, sosyal aktiviteleri ve bütçe çalışmalarımıza uygunluğu nedeniyle de bu yıl düzenlediğimiz “Adalararası Kapışma” çerçevesinde altın madalyayı “Club Faru” adasına vermiştik. Serbestliği ve güzel yemekleriyle “Airport Hotel” gümüş ve konakladığımız mütevazi, temiz ve güleryüzlü personeliyle otelimiz “Maavilaa Inn” ise bronz madalyayı haketmişti.
Yaklaşık 300.000 nüfuslu %100’ü müslüman Maldivler’den ayrıldık, rotamızı 27 milyon nüfuslu %55’i müslüman Malezya’ya çevirdik ve başkent Kuala Lumpur’a da 4,5 saatlik bir uçuş sonrası indik. Batı Malezya; Tayland’ın komşusu durumunda bir yarımadanın ucunda, Doğu Malezya ise Endonezya hakimiyetindeki Borneo Adası üzerinde bir parça olmak üzere 2 ayrı parçadan oluşmakta imiş Malezya. Bağımsızlıklarını ancak 1963 yılı içinde kazanabilmiş Malay halkı. “Federal Parlamenter Monarşi” ile yönetilen ülkenin başında; 13.Aralık.2011’den beri “XIV.Kral” görev yapmaktadır. Kralın ünvanı :
“Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong Malaysia”
Henüz anlamını çözemedim ama insana “Breh breh..!” dedirten şatafatlı bir şey olsa gerek, dönüş yolunda tekrar araştıracağım. Kralın resminin altında isim olarak da şöyle yazıyor :
“Almu’tasimu Billahi Muhibbuddin Tuanku AlHaj Abdul Halim Mu’adzam Shah Ibni AlMarhum Sultan Badlishah”
Kısacası; Abdülhalim Muazzam Şah.. Önü mevzuat, arkası teferruat...
Sol üst köşedeki fotoğrafta; “Bağımsızlık Günü” kutlamalarının yapıldığı alan görülüyor.
Yanında; “Masjid Jamek”, hemen hemen dünyanın her yerinde rastlayabileceğiniz gibi “Chinatown” diğer karede ve bir “Budist Tapınağı”. Nüfusun %22’ye yakını da Budist imiş zira. Herhalde dünya üzerinde Çin ve Japon vatandaşlarından sonra mutlaka Türk’e rastlanır diye düşünüyordum ki; “Kebab Turki” ile “Baba Rafi” çıkıverdi karşıma sol alt köşede. Gezilecek yerlerden birisi de yöresel ürünlerin ve hediyelik eşyaların satıldığı “Central Market”. Sokak satıcıları hepimizin bildiği gibi. Fotoğrafta; değişik bir kestane pişirme aracını ve en son fotoğrafta da; yöresel lezzetlerin sokak arabalarından satışını görebilirsiniz.
“Kuala Lumpur Tower” ile neredeyse gökyüzüne değecekleri yetmezmiş gibi bir de “Twin Towers” dikmişler. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama sanki biraz yamuk gibiydi, dayanamadım haliyle ve çorbada benim de tuzum olsun diye bir el atayım dedim. Nereye baksam, adeta gökyüzüne tırmanmaya çalışan binalar var. Doğrusu hiç ilgimi çekmedi ama sağ alt köşedeki küçücük yapı benim için çok daha enteresan. Üzerindeki yazıyı okuyunca benim “e-sigara” zamazingosu bile güme gitti..
“e-muamalat”
Günümüz teknoloji çocuklarına anlatabilirsen anlat..!
Devam edecek...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Gezdim Gördüm Öğrendim; Doğduğum Topraklar - 10 |
|
Kilisecik köyü, küçücük bir köy. Burada yaşayanlar geçimlerini tarımdan sağlıyor. Gençler büyük şehirlere göç etmiş, köyü canlı tutan yaşlılar. Bir de Romenler var, genç nüfus az da olsa onlardan… Köy okulunun öğrencileri çoğunlukla Romen çocukları. Bu çocukları ayırt etmek zor, çünkü bazılarının yüzleri pamuk gibi beyaz. Köyün biraz kenar mahallesinde oturuyorlar. Bir defa onların mahallesinden geçme fırsatım oldu. Köydeki evlere nazaran onların evleri çok farklıydı. Restore edilmiş, ahşap çardaklar yapılmış, evlerin dış cepheleri yenilenmiş. Köyde yıkılmaya yüz tutmuş o kadar ev varken, yoksulluğun kol gezdiği ülkenin bu insanlarında nasıl para olabiliyordu, merak ettim? Bana anlatılanları açıkağızla dinledim. İşsizlikten insanlar ne yapacaklarını şaşırmışlar, para kazanmanın hileli yoluna başvurmuşlar. Rastgele çevirdikleri Türkiye’deki cep telefonlarına çağrı atmışlar. Çağrılarına geri dönen bazı Türkleri de kandırmışlar. Evlenmek istediklerini, en kısa zamanda Türkiye’ye geleceklerini, ancak pasaport işlemleri için para gerektiğini söylemişler. Bu sözlere de inananlar, bankalara euro.ları göndermişler. Evlenme ve kız arkadaş olma vaatleriyle kandırılan Türklerin paraları ile Bulgaristan’daki Romenler zengin olmuşlar. Bir insan ne kadar aptal olabilir de bu söylenenlere kanabilir? Maalesef ki ülkemiz Türkiye’de kandırılmış bu kadar aptallık var.
Köyde uzunca kaldığım zamanlarda dağlara çıktım. Akraba gençlerle koruların içinde yürüdüm. Doğanın içinde olmak gibisi yoktur. Çağın gereksiz gürültülerinden uzak, ciğerleri kirleten araç dumanlarından uzak, insan kalabalığının boğucu rehavetinden uzak olmak inanılmaz iyi hissettirici. Gördüğüm sadece ağaçlar, ıslak yapraklar, sincaplar, yolumu kesen çalılıklardı… Kokladığım toprağın keskin kokusuydu… İşittiğim ise yaprak hışırtısı, yüksek dalların arasında kuşların cıvıltısı ve belki de gerçek sessizlikti… Geçici olduğunu bildiğim bu anların içimde kalıcı etkisi olacağını biliyorum. Doğa, insana yaşama arzusu verir. Yaşamayı hissettirir. Belki de tanrının kudretini görebileceğiniz en iyi yerdir.
Beni etkileyen köy yaşamının en güzel anlarından biri de sabahın çok erken saatleri ve gün batımıyla birlikte yıldızlı geceleridir. Ne kadar yorgun olursam olayım sabah çok erken saatlerde kalkarım. Horozlar daha ötmemiştir ben uyandığımda. Gün hafif ağarmıştır, dışarıda bulunan tuvalete gitmek için pijamamın üzerine kalın bir hırka giyip dışarı çıkarım. Mis gibi toprak kokar sabahları, kuş cıvıltıları kulaklarımı doldurur. Evin kapısından yaklaşık kırk adım uzakta olan tuvalete giderken, gözüm ahıra takılır. Ahır kapısına gelişigüzel iliştirilmiş tozlu ampul yanar, çünkü Semra yenge ineği sağmaktadır. Yengeye ve ineğe ki, adı Hülya, günaydın derim. Taze sütün kahvaltımda olacağını düşününce mutlu olurum. Diğer sevdiğim zaman gün batımıdır. Güneş batınca dağların arasında, ağustos böcekleri sesleri yankılamaya başlar. Ağustos böceklerinin sesleri gür olursa bilirim ki bu gece çok yıldızlı olacak. Elimde kilim, yıldızları seyredebileceğim ağaçsız bir alan ararım. Gece çıkan kara kurbağalarından korktuğum için evin küçücük terasına sererim kilimi. Oradan da yıldızlar görünür. Bu gökyüzündeki yıldızlar sanki başka yıldız. Öyle yakın ki birbirlerine, saymak çok zor. Yıldızdan bir kubbe olur gökyüzü, özellikle bulutsuz gecelerde. Saatlerce seyretmek isterim ama gecenin ilerleyen saatlerinde yaz ortası da olsa soğuk hava üşütür insanı. Birkaç yıldızın kaydığını gördükten sonra hemen giderim odama. Cırcır böcekleri bana ninni gibi gelir.
Köyden ayrılma zamanında gözlerim dolar yaşlıların ellerini öperken. Biz onların hasret kokan çocukları, torunlarıyız. Bir sınır var aramızda, şimdilik aşılıp geçilen bir sınır. Ama “bir gün kapanırsa” düşüncesi daima vardır zihinlerde. İşte o zaman gerçek değerlerimizi kökten kaybedeceğiz. Bu köyü seviyorum, bana ait olmasa da beni çocukluğuma götürdüğü için daima bir parçam burada.
Köyden ayrılıp başka akrabaların olduğu kasabanın yolunu tutuyoruz. Asıl gidilip görülecek yerlerden birisi burası. Yine Şumen şehrine bağlı, oldukça büyük bu kasabanın adı “Veliki Preslav.” Bu kasaba Bulgaristan’ın en önemli yerlerinden biri… Bulgar krallığının ikinci başkentidir. 893 yılında Bulgar devletinin önemli askeri üssü olarak Han 1.Boris tarafından şehir kuruluyor. Daha sonra kral Simyon şehre yerleşiyor ve krallık burada devam ediyor. Zamanın en gelişmiş şehirlerinden biri oluyor. Sadece askeri alanda değil, şehirleşme sürecinde yapı-seramik-, sanat, ticaret alanlarında çok gelişmiştir. 10.yy,da günümüzde bile kullandıkları Kiril Alfabesi’nin temelleri bu şehirde atılarak, büyük bir edebiyat merkezi olarak edebiyatçılara ev sahipliği yapmış.
Şehirde tarihi kalıntılar çok fazla. Eski şehrin duvarları, orijinaline yakın tuğlalarla kaplanarak koruma altına alınmış. Bir duvardan geçtikten sonra uzun bir mesafede başka bir duvardan daha geçiliyor. Krallık merkezi iki bölümden oluşuyormuş. Bir bölümde kral ve ailesi ile üst mensuplar, diğer bölümde ise halk yaşıyormuş. Mükemmel şehir planlamasının –o zamana ait- en güzel örneklerinden olan kral sarayında hamamlar, su yolları kazı çalışmaları sonunda ortaya çıkarılmış. Hala faaliyette olan kazı alanını gezerken bu su yollarına hayranlıkla bakıyorum. Kalıntılara yakın müzede, mezarlardan çıkan altınlar, ev eşyaları, araç gereçler sergileniyor. En ilgi çekenler takılar. Kadınlar yüzyıllardır daima süslü, daima takılı… Müze girişinde sıralanmış dev toprak küpler insan boyunda. Kışlık yiyeceklerin bu küplerde muhafaza edildiğini öğreniyorum.
Kalıntıların arasında en beğendiğim “Altın Kilise”. Kilise ve sütunları hala ayakta, ancak kubbe yıkılmış. Kilise girişinde küçük bir kuyu, yerde de taşlardan yapılmış bir haç var. Bulgar tarihinde ne kadar inkar ediliyorsa da onların ilk dinlerinin Müslümanlık olduğuna dair tarihi bilgiler var. Daha sonra Hıristiyanlığı (Ortodoks) kabul ediyorlar. Komünizm zamanında din yasaklanmışken, daha sonra bu devlet rejiminin bozulmasıyla din tekrar ortaya çıktı. Artık günümüzde insanlar kiliselere rahatça girip ibadetlerini yapabiliyorlar.
Preslav şehrinin bir başka tarihi kilise bin ikiyüzlü yıllarda inşa edilmiş “Beyaz Kilise”. Kalıntılara yakın güzel bir korunun içinde yer alıyor. Bu kiliseye gelenlerin bir inancı var. Kilisenin uzunluğu kadar, yerin altında derinliği olduğuna inanılıyor. Kilisenin ortasında duran her kimse, bir dilek tuttuğunda gerçekleşirmiş. Ben de dilek tutmuştum ama gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyorum. Çünkü ne dilediğimi hatırlamıyorum.
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Canım Öğretmenim
Geçen hafta sonu, havanın yağmurlu olmasını fırsat bilerek, yönetmenliğini; Philippe Falardeau yaptığı, oyuncularının; Mohamed Fellag, Sophie Nélisse, Émilien Néron, Marie-Ève Beauregard, Vincent Millard’in olduğu dramatik komedi film; Canım Öğretmenim’e gittim.
Yapım Yılı: 2011 olan filmin senaryosunu; Philippe Falardeau yazmış, filmin yapım ülkesiyse, Kanada.
28 Aralık 2012 Cuma günü vizyona giren filmde, Kanada da bir okulda yaşanan öğretmen değişimi ve bu değişimden çocukların nasıl etkilendiği anlatılıyor.
Filme başrol oynayan Beşir Lazhar, sınıfında intihar eden bayan öğretmenin yerine apar topar derse alınır. Gerek, Cezayir asıllı bir mülteci olmasından dolayı, gerekse çocukların diğer öğretmenlerini özlemesinden dolayı, sınıfa uyum problemi yaşar. Fakat Beşir Lazhar; babalık rolüyle, öğretmenlik rolü arasında bağlantı kurarak, bu zorlukları aşmayı başarır. Ardından da çocukların sevgilisi haline gelir.
Filmin, izlemiş olduğum, bu kısmından, şu sonucu çıkardım; Çocuklar, dünyanın her yerinde, aynı duygusal yapıya sahiptir. Ailelerinden uzak olması ve sevdiği öğretmenlerinin intiharı, onları çok olumsuz yönde etkilemiştir. Hatta yazdıkları kompozisyonlarda bile, bu olayın etkisi bariz bir şekilde gözükmektedir. Yani bu tür durumlarda, ailenin ve öğretmenlerin destekleyici bir tutum içinde olması gerekmektedir.
Anladığım öbür şey ise; öğretmenliğin sadece diplomayla olacak bir şey olmadığı. Öğretmenliğin insan sevgisi ile yapıldığı zaman, başarının yakalanabileceği. Buna en iyi örnekse, Beşir Lazhar’ın restoran işleten bir insanken, bir anda öğretmenliğe soyunması ve başarılı olması.
Her ülkede olduğu gibi burada da eğitim sistemindeki sorunlar, bariz bir şekilde gözükmektedir. Velilerin sürekli işlere karışan ve üstünlük kuran bireyler olması, okul idaresinin öğretmenden çok, parayı sevmesi ve okulun eğitimden öte, bir ticarethane olarak görülmesi.
Maalesef, Kanada da yaşanan bu olaylar, diğer ülkelerde de görülmekte ve eğitim sistemi en çok değişen, vurguna uğrayan, şamaroğlanına dönmektedir.
Filmin son bölümünde ise; haksız ve taraflı bir kararla, Beşir Lazhar görevinden alınmaktadır.
Bu olay, sadece bu filmde kalmamakta, yaşamda da bunun gibi daha birçok haksızlıklar yapılmaktadır.
Öğrencilere sarılma, gülme, şımartma gibi engellerle, çocuklar öğretmenlerinden soğutulmakta ve sınıf içinde aile ortamı oluşmasına engel olunmaktadır.
Oysa ki çocuklar, günlerinin çoğunu, okulda geçirmekte olduklarından, öğretmenlerini ailelerinden daha çok görmekte ve öğretmenlerini kendilerine ideol olarak almaktadırlar. Bu yüzden de öğretmenle öğrenci arasında, duygusal bir bağ oluşması gayet doğaldır ve olması gereken de budur.
Tanıdığım kaç kişi var ki, ellili yaşlarda olmalarına rağmen, hala ilkokul öğretmenleriyle görüşmektedirler.
Masumiyet, sahtekarlık ve dürüstlük gibi daha birçok kavramın iç içe olduğu; Canım Öğretmenim, eğitime ve öğretmenlik mesleğine ait, duygusal kavramları anlamak isteyen, öğretmen adaylarının, öğretmen, öğrenci ve velilerin izlemesi gereken, çok başarılı bir çalışma.
Neslihan Minel neslihancaa@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Takıldım Bir Turnanın Peşine |
|
Takıldım bir turnanın peşine
Vardım girdim Kırklar Cemi’ne
Toplandık canlar, semah durduk
Hakk’ı niyâz ettik döne döne
Kadın erkek, el ele tutuştuk
Sazımızı çalıp vecde tutulduk
Hakk aşkıyla yandık kavrulduk
Muhammed’i niyâz ettik döne döne
Ehl-i Beyt’e bağlı kaldık
Şâh-ı Merdân’ı sevip saydık
Münkir münâfığa boyun eğmedik
Ali’yi niyâz ettik döne döne
Kerbelâ’da düşen şehitlere
Duâlar ettik, ağıtlar yaktık
Yezid’in köpeklerine lânet okuduk
On İki İmam’ı niyâz ettik döne döne
Hünkâr evinin direği
Şefaat Ordusu’nun kumandanı
Bir uğursuzun elinden zehir içti
Hasan’ı niyâz ettik döne döne
Nübüvvet Ehl-i Beyt’i
Yezid’e biat ettirmedi
Ümmetine direnmeyi öğütledi
Hüseyin’i niyâz ettik döne döne
Gözünden yaş eksik olmadı
Alnını secdeden kaldırmadı
Ümmetine iyiliği öğütledi
Zeynel Âbidin’i niyâz ettik döne döne
Ehl-i zikir habîbi
Tâlibe ihsânı nasip etti
Ümmetine bilgeliği öğütledi
Muhammed Bâkır’ı niyâz ettik döne döne
Ehl-i fıkıh habîbi
Cümlesine imâmet etti
Ümmetine doğruluğu öğütledi
Câfer Sâdık’ı niyâz ettik döne döne
Ehl-i hüccet habîbi
Gece gündüz irşât etti
Ümmetine mâğfireti öğütledi
Musâ Kâzım’ı niyâz ettik döne döne
Ehl-i kelâm habîbi
Hükmünü Hakk’a devretti
Ümmetine salâvatı öğütledi
Ali Rızâ’yı niyâz ettik döne döne
Ehl-i hikmet habîbi
Sahih ve bâtılı ayırdı
Ümmetine hakîkati öğütledi
Muhammed Tâkî’yi niyâz ettik döne döne
Ehl-i irfân habîbi
Gâfilleri dize getirdi
Ümmetine izzetinefsi öğütledi
Ali Nâkî’yi niyâz ettik döne döne
Ehl-i mâruf habîbi
Zındanlara Nur getirdi
Ümmetine şükretmeyi öğütledi
Hasan Askerî’yi niyâz ettik döne döne
Ehl-i îmân habîbi
Cümlesine halâsı bahşetti
Ümmetine hidâyeti öğütledi
Muhammed Mehdî’yi niyâz ettik döne döne
Garip gönlüm, düştü hakîkat yoluna
Sazını titreten mızrap, sığmaz artık kınına
Bu yol erenlerin yoludur, dönülmez bir daha
Öyleyse canlar, gazâmız mübârek ola
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
AŞKIN TAPUSU VAR MI?
Çiçeklidir aşkın kapısı
Sevgi ve özveriyle örülüdür yapısı
Çıkmaz yıllarca içimize sinen
O güzel kokusu
Temelli gitse bile
Tortusu kalır geride
Herkes kiracıdır
Yoktur kimsede tapusu...
Erhan Tığlı
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|