|
|
|
Editör'den : Balkonda tanıdık biri var?!.. |
Birşeyler karalamak için özellikle bu saatleri bekledim. Dün yaşananlara ne diyeceklerini, nasıl övüp nasıl söveceklerini görmek istedim. Maksatlı, maksatsız, iyi niyetli ya da değil, pekçok şey söylendi, söyleniyor ve söylenmeye devam edilecek. İçlerinden bazıları yaşanan tabloyu özetler nitelikte. Mesela, serdar adlı turgut soyadlı bir yanar dönerin kaleminden dökülenler: "İleride çocuklarımız, torunlarımız, 21 Mart 2013 tarihini yeni bir cumhuriyetin ilanı olarak, bayram günü olarak kutlayacaklar." Laf bak lafa, devam ediyor; "İlk önce Abdullah Öcalan'dan çok olgun, sağlam analizlere dayalı bir gelecek tasarımı ve yeni cumhuriyetin temel taşlarını oluşturacak fikirlerle dolu açıklama geldi." Eklemeden edemiyor; "Tabii dünkü ülke zaferinde bu ülkenin siyasi liderliğinin zor şartlara, tehlikelere göğüs gererek attığı cesur adımların rolünü her zaman minnetle hatırlamalıyız. ...Daha çok büyük laflar edebilirim, ama ben sadece bir erkek çocuk babası olarak dünden itibaren oğlumun geleceğine bu ülkede çok daha emin bakmaya başladım." Bak sen. Doksan yıllık Cumhuriyet bir tarafına batıyor ama üçyüzbin kişinin, Türkiye sınırları içinde, tek bir Türk Bayrağı olmaksızın, başka bayrak, başka dil, başka devlet, başka millet diye bağıra bağıra zafer çığlıkları atması herifi enterese etmiyor. Bu memleketin sana yedirdiği lokmalar haram zıkkım olsun turgut.
Bu serserinin laflarına değer verip buraya neden aldığımı merak edenleriniz olabilir, açıklayayım. Aslında bu sözler, oynanan tiyatronun kısa bir özeti. Cumhuriyeti yık, yerine yenisini koy, apoyu yaldızla özgür kalsın, Tayyip'i unutma zılgıtı yersin. Ne yazık ki sadece bu kendini bilmez değil, bunun gibi daha pekçoğu var.
Barışın sağlanacağından, pekakanın silahı bırakıp sınırlarımızı terkedeceğinden, Güneydoğu'nun kendi diliyle, kendi gelenek ve görenekleriyle, Türkiye'de yaşamaktan mutlu olacaklarına dair zerre kadar umudum olsa, en başta ben bağırırım. Ne benim böyle bir umudum ne de oraya gelen yüzbinlerin böyle bir arzusu var. Ve ne yazık ki, aynı zamanda, bilerek ya da bilmeyerek, bunu görmezden gelen milyonlarca aymaz var bu memlekette.
İmralı sakini apo, yetmiş milyonluk Türkiye'nin önünü açacak(!?) bir metin yazmışmış. Dikkatli okuyun satır aralarını, bu ön açacak değil olsa olsa arkamızı açtıracak bir metin olabilir. Çünkü samimi değiller, çünkü yaptıkları yapacaklarının teminatı, her ikisinin de. Daha düne kadar Allah, din, iman yoksunu olan apo bey bugün din kardeşliğinden dem vuracak kadar secdeye varmış. Bugünleri de gördük ya artık ölsek te gam yemeyiz.
Bir an şöyle düşünün; apo bir parti lideri olarak seçimi kazanmış ve başbakanlığını, biri gibi, balkona çıkarak attığı nutukla kutluyor. Bölünmez bütünlük, Türk Kürt kardeşliği, tarihdaşlık, Dinimizin kutsallığı diye başlayıp, dün Türkçe konuşamayan Türk'e, Kürtçe bilmeyen Kürt'e okuttuğu metni de kıçına ekliyor. Tıpkı 10 yıldır her seçimden sonra balkona çıkıp konuşan mevkidaşı gibi. İşte benim öngörüm tam olarak bu, Tayyip ne dedi ne yapmadıysa, apo da ne dediyse onu yapmayacak. Fazla beklemeyeceğiz, pek yakında kokusu çıkacak, şimdi ne desek boş. Gün onların günü, bırakalım zaferin tadını çıkarsınlar, biz önümüzdeki maçlara bakalım. Kalın sağlıcakla, kalabilirseniz.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan YAZ GELDİ KİRAZ KALDI–2 |
|
- Sen köylü olmanın nasıl bir şey olduğunu anlarsın. Şimdi kalkıp köye gitsek bizi, nişanlı veya sözlü gibi görecekler.
- Görsünler bana ne?
- Ama biz nişanlı değiliz. Sözlü de… Biz sadece arkadaşız. Sevgili olmaya sırnaşan bir ilişkimiz var. Ama sevgili bile değiliz.
- Köye gitmek için sevgili olmamız mı gerek?
- Elbette gerekli değil ama bizimkiler öyle algılar. Üstelik bunu zamansız bulurlar. Biz oğlan okuyor sanıyoruz. Meğerse kızlarla fink atıyormuş diye düşünsünler istemiyorum
- Sen gereksiz şeyleri ne kadar büyütüyorsun böyle?
- Bu güne kadar hep azimli, kararlı ve güvendikleri bir evlat oldum. Bunu yıkmak istemiyorum,” dedim.
Sözcükler çoktan anlamını yitirmişti. O ikna olmak istemiyordu. Ben de köye götürmek istemiyordum. Tartışma uzadı gitti. Çok cümle harcandı. İkimizin de keyfi kaçtı. Gün akşama dönerken güzel geçen ilkyaz günü çoktan uçup gitti. Anlamsızca uzayıp giden kelime oyunları güzel akşamı da tüketiyordu.
Meğer basit tartışmalar bazen büyük bir fırtınayı önceden haber verirmiş. Çok gençtim. Dünyadan bihaberim. Bütün soruların cevabını zaten bilirim sanıyordum. Yanıldığımı çok geç anladım. Bütün ağaçlar meyveye durmuş. Ayazın sırası mı şimdi? Beni bekleyen sürprizleri kestiremedim. Ama çok gençtim o zamanlar, çok da acemi.
Biz öyle somurtarak oturup güzel bir ilkyaz akşamını savurup atarken dünya duruverdi. Okula kayıt için giderken tanıştığımız, beraber okula başladığım bir arkadaşım vardı. Tam can ciğer kuzu sarması olmuşken bu küçük kasabadan ayrılmayı istedi. İkinci hafta sonunda okuldan ayrılıp gitti. Samsun Eğitim Fakültesi Resim Bölümüne kaydoldu. Öyle az buz, kolay yabana atılır biri değildi. Dünya tatlısı, insan canlısı biriydi. Daha okulun ilk günü arkadaşım oluvermişti. Yılbaşı, bayram unutmamış kart atmıştı. Kız arkadaşım da onunla arada sırada mektuplaşıyordu. Çünkü biz bir takıldım. Canı çekerse mektuplarından söz eder, istemezsi anlatmazdı. Son haftaların birinde “Sana selamı var, bizi ziyarete gelecekmiş “ demişti. Pek ihtimal vermemiştim. Yol uzun, biletler pahallıydı. Çok akılda kalıcı bir adı vardı. Biraz kız, ibraz erkek olanlardan. “ Nurhan Turhan,” Yakışıklı delikanlıydı üstelik. Yiğidi öldür hakkını yeme.
İşti anlatacağım sürpriz, dünyayı durduran adam buydu. Ansızın hem de yabancı bir kentte durup dururken masamıza çıkıp geldi. O zamanlar cep telefonu falan da yok ki tarif edesin. Turhan Samsun’daydı. Burada ne işi vardı? Şaşırdım kaldım. Masadan kalkıp ikimiz de özlemle sarıldık.
- Bu ne güzel bir sürpriz, Gözlerime inanamıyorum. Ne işin var senin Manisa’da yahu?” diye sordum.
- Üniversite sınavına geldim.
- İyi ettin, çok iyi ettin. Bizim için çok güzel bir sürpriz oldu. Yine de zor bir yol seçmişsin. Bizim için güzel ama sana yazık be kardeşim.
- Boş ver gitsin… Sizin burada olacağınızı biliyordum ben.
- Nerden biliyordun.
- Canan mektupta yazmıştı. Sen geleceğimi bilmiyor muydun ?
- Bilmiyordum, ama şaka sandım ben. Zahmetli iş, üstelik pahalı… Pek ihtimal vermemiştim sahiden.
Bunu durumu kurtarmak için söylemiştim. Çünkü Turhan’ın Samsun’dan kalkıp Manisa’ya
sınava geleceğini bilmiyordum. Fakat ortada bur tuhaflık vardı. Biz iki arkadaş deli gibi sevinç içindeyken Canan ağlıyordu. Nerden çıkmıştı bu ağlama böyle, durup dururken… Turhan’ın sınav için geleceğini bildiği halde benden saklamıştı. Anlayamadığım çok şey olduğunu hissetmeye başladım. Canan niye ağlıyordu? Turhan’ın geldiğine mi sevinmişti? Yoksa tartıştığımız için kırılmış mıydı? Bütün sorularımı ertelemeye karar verdim. Soru yağmuru ile akşamın tadını iyice kaçırmanın anlamı yoktu. Bir yıldır neler yaptığını, okulunu, ortak tanıdıklarımızı sordum. Konuştuk, büyük bir keyifle konuşup durduk.
Sonbahar Düşleri - 2003
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Avustralya Seyr-ül Seferi - 4 |
|
Böyle bir “Hello” duymamıştım doğrusu. “Lay lay looy” gibi.. Sonradan anladım elbette neden böyle bir “Hello” dediklerini. Ülkemizden 10 kat daha büyük ( 7.686.850 km2 ) bir araziye sahip ama nüfusu bizim 1/3’ümüz bile değil. Biz Türk’lere kişi başına yaklaşık 10m2 yer düşerken Aussie’lere 345m2 yer düşüyor. Toprak bakımından dünyanın 6. en büyük ülkesi, dünyanın en büyük adası ve fakat en küçük kıtası. Gayri Safi Yurtiçi Hasılası oldukça yüksek, yoksulluk oranı ise oldukça düşük. Üstelik; AİK ( Avustralya İstatistik Kurumu ), bizim TÜİK gibi suya ve sabuna dokunmuyor diye düşünüyorum. Her yıl ortalama Enflasyon ile Büyüme oranları birbirine eşit ( yaklaşık %3 gibi ) gidiyor. İnsani Gelişme Endeksi ve Refah Endeksi gibi dünyanın yaptığı değerlendirmelerde ilk 5, Yaşam Kalitesi değerlendirmesinde de ilk 10 ülke arasında yer alıyor. Tahmin ettiğiniz gibi okuma-yazma oranı %100. Ülkede 16.000 kişiye 1 hastahane düşüyor
( bizde 60.000 ). Asgari ücretin 2.500 AUD olduğunu ne ben söylemiş olayım ne de siz duymuş olun ( “800 TL iyi para, geçinirsiniz” diyenlere de hiç bahsetmeyin ). Sanırım siz de anladınız artık neden Aussie’lerin “Hellooy..!” diye selam verdiklerini...
Örneğin; bir araba kiraladık, bir depo da benzin aldık, 60 AUD ödedik ( Hem de; KDV, ÖTV, ÖİV, hatta hatta; Kıl ve Tüy gibi diğer vergiler de dahil ). Eh, bu fiyatı görünce haliyle biz de “Helloooy” dedik. Trafik soldan, açılın yoldan, “Philiph Island” denen ada parçasına geldik. Gezdik, yemek yedik. Adanın ortasında bir köprüden geçtik, okyanusun derin dalgalarını ve rüzgarını içimizde hissettik. “Okyanus bu, belli mi olur ?” diye diğer tarafta yüzmeyi tercih ettik...
Bu arada; yukarıdaki ülke göstergelerine ilave olarak bir hususu daha anlatayım. Bir önceki yazımda söz ettiğim “Flinders Street” tren istasyonu yakınlarında pek sevdiğimiz Cafe’de yaşadıklarımız. Siparişleri verdik, içeceklerimizi aldık, yiyeceklerimizi bekliyoruz. Henüz 10 dakika geçmişti ki; siparişler ne oldu diye ( açlıktan herhalde ) sormaya gittim. 1001 özür sonrasında “Birazdan geliyor” dedi görevli. Gerçekten de az sonra siparişler geldi ama garson kız; yiyeceklerimizle beraber yiyeceklerimizin toplam ücretini de masaya bıraktı. En hafifinden “Abi, idare ediver”, en ağırından “Patlama Birader !” yaşamamıştık.. Hatta; birkaç gün sonra “Bunlar bizden para kazanamadılar, bir daha gidelim bari” diye müşteri bile kazandılar...
Okyanus karışmış nehirlere, nehirler karışmış göllere.. Bir başka güzellik daha izledik “Lake Entrance” denen bölgede. Amerikan filmlerinde yol üzeri moteller gibi bir motelde konakladık. Hani kapının önüne arabayı park ediyorsunuz ya, yanyana dizilmiş bungalov odaları, işte tam öyle bir yerde konakladık. Kahvaltı yapmak için bir yer seçtik kendimize.
“Six Sisters”. Kızları sayamadım gerçekten mi “altı” ve fakat pek güzeldi kahvaltı. Bir de duvarlarının birine kocaman bir dünya haritası iliştirmişler dünyanın bu ucuna gelen diğer dünya vatandaşları da kendi ülkelerinin bozuk paralarını haritada kendi ülkelerinin üzerine yerleştirmişler.
Kısacası; bol bol gezdik, birbirinden güzeldi her bir koy, hayat gerçekten “Helloooy”...
Bakalım bir haftasonu da sevgili arkadaşım Murat’ı görmek için Sydney’e gidebilecek miyiz ?
Devam edecek...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Psikolojik Analizler; Ben Bir Kaplumbağayım |
|
Ben bir kaplumbağayım, sırtımda desenli kabuğum,
yumuşacıktır ellerim, arkamda ince kuyruğum…
Ağır dönen başımla yavaş yavaş giderim.
Sırtımda evim, daima benimledir.
Evimin içinde umutlarım, geçmişim, kaderim, bir de çok fazla duygularım…
Bazen hayatın sıradanlığında kaybolup giderim.
Öyle yavaş ilerler ki hayat, bazen şikayet ederim.
Ama sürekli değildir şikayetim.
Şuyum buyum yok, illa isterim diye tutturmam.
Onda var, bende niye yok? demem.
Başkasının malına bakmam bile, kıskançlık huyum değildir.
Benim kaderim olmayan bir şeyi de istemem.
Ben halime fazla şükrederim.
İyi ki kalın ve kocaman bir kabuğum var.
Bana en karanlık zamanlarımda kubbe olan kabuğum,
beni dışarıda ne kadar canlı cansız kötülük varsa korur.
Kimseye zararım yoktur, kimsenin işine karışmam.
“Onu şöyle yap, böyle git, şunu söyle, bunu al” demem.
Kim nasıl hayatını yaşamak istiyorsa yaşasın.
Ben kendim önemliyim, kendime bakarım bu da bana yeter.
Hayatımda günlerimi sessizce geçirirken
kimsenin canını yakmam, kimseyi üzmem, kimseye kötülük etmem.
Amacım dost olmaktır herkesle.
Lakin dostluğu bilmeyenler anlamaz benim dost yüreğimi?
Kaç zaman vefalı olabileceğimi?
Nice insanlar tanımıştır beni, anlayan anlar, anlamayanlar bilmez kıymetimi.
Ben de kendi kabuğumun altında yaşar giderim.
Bir yere gideceğimde yavaş yavaş ilerlerim.
Belki günler, aylar, belki de yıllar sürer ama kendim giderim.
Kendi işimi kendim hallederim, ne bir yardım isterim, ne de rüşvet veririm.
Akrabam da yoktur devlette, olsa zaten neye yarar, herkes kendisine?
Ben bir kaplumbağayım, yaşamım bir ömür sürer.
Ben yüz yaşındaysam hissettiğim yaş elli.
Her yaşta kişilerle muhatap olurum, kimseyi ayırt etmem.
Gelsin bana hıristiyanı, müslümanı, romeni, ermenisi, yahudisi…
Bana göre vardır herkesin hikayesi.
Çocuklar da sever beni, benle sohbet ederler, sarılırlar boynuma sıkıca, öperler.
Büyükler de sever beni, anlatırlar dertlerini.
Hele de yaşlılar, tuttular mı kolumdan götürürler beni ta gençliklerine.
Ben her yaştakileri severim, onlar da beni.
Olumlu bakarım hayata ve hayattaki insanlara, olaylara, kadere…
Bana anlatılan en kötü hikayeleri, olumsuz örnekleri dinlemem, duymak istemem.
Kardeşim de olsa canı kavga etmek isteyen kimse, oradan kaçar giderim hemen.
Ne gerek var üç günlük hayatta üzülmeye?
Ne alışverişidir bu, hep sorun çıkartan, hesaplar, düşünceler?
Düşünme işte kardeşim, düşünme! Bak keyfine! Hayat yaşayabildiğince güzel…
Şükredip haline, kendine bakacaksın işte?
Ben hayatı severim, hayat da beni. Sanmayın ki hiç derdim yok?
Benim dertlerim kabuğum kadar kalındır.
Ama kabuğumda daima mutlu olmak için bir şeyler taşırım.
Karşılaşınca kötüyle, çıkarırım onları, atarım kötünün önüne.
İşte o zaman “puf” diye yok olur kötü olan ne varsa.
Ben seviyorum mutlu yaşamayı.
Ben bir kaplumbağayım, sessiz yaşamımda herkes selam verir bana, ama içten tanımaz beni.
En yakınımdakiler bile kim olduğumu bilmez, kalın kabuğumun altındakini?
Ben sadece benim, bir “nevi”
Bazen küçük bir çocuk, bazen bir anne, bazen bir genç, bazen yaşlı bir nine;
Biraz tarihçi, biraz gezgin, çok da şair… Düşünür ve yazarım hayatı…
Söylesem de soranlara, bilirim ki okumazlar beni,
hayatlarının döngüsünde unuturlar bir yazan olduğumu.
Asıl okuyanlarım, beni görmeyenlerdir.
Tıpkı kabuğumun içinde sakladığım gerçek “ben” gibi.
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran KİTAPLAR |
|
Yüz defteri eski dostlarla buluşturmayı sürdürüyor, bu kez Hasibe Ayten’i buldum yıllar sonra; Hasibe de çalışkan, üretken insanlardan biridir; öyküler, şiirler yazar; yazın-sanat dergisi çıkarır; görüşemediğimiz süre içinde ürettiklerini gönderdi sağolsun; öykülerini Aynaları Değiştirin adlı kitapta toplamış; şiirlerini de Sevgi İklimi’nde. Başka şiirleriniyse resimli olarak Dikende Gül Uyanır’da. Ekin Sanat Dergisi 84. sayısına ulaşmış; ellerine sağlık, yolu açık kalsın.
İmge Kitabevi’nden de üç kitap geldi: Yirminci Yüzyıl Klasikleri dizisinde bastığı, Tahsin Yücel’in Julien Green’den çevirdiği Yeryüzünde Bir Yolcu; Deneme dizisinde bastığı, Suat Kemâl Angı’nın Walter Benjamin’nden aktardığı Esrar Üzerine; ve Yıldız Işık’ın Ahmet İnam’la yaptığı 522 sayfalık uzun söyleşiyi içeren Yaşam Üstü Söyleşiler/Mutsuzluk Ahlâksızlıktır.
Sevgili Ahmet İnam kitabın son bölümü olan bu söyleşide:
“Mutluluk insanlara ne verebilirim sorusuyla etik bir sorumluluk taşır, mutluluğun estetik sorumluluğu ise yaşamı güzel kılmaktır. Mutluluk emekle, çabayla, birikimle, cehtle olur, yâni çile çeke çeke, söke söke insan mutlu olur. Geçici hazların, rastgele keyiflerin, tesadüfî yaşantıların adı mutluluk olmamalı”, diyor.
Açık ki bunları, kendisi gibi hem parasal, hem ekinsel açıdan belli düzeydeki bir insanı düşünerek söylüyor; o zaman haklı elbet; ama milyarlarca insan kardeşimiz bu koşullarda yaşayamıyor; bencil, acımasız anamalcı düzensizlik hepsinin canlarını burunlarına getirmiş, fitil fitil çıkarıyor oradan; onlar mutluluğun ne aktöresel, ne güzelduyusal yanını düşünecek durumdalar.
Örneğin Küba’daki gibi aş için, eş için, bilgi için canını dişine takarak ve başka canlara kıyarak koşuşma ortadan kaldırılmışsa; her bireye kendini, yeteneklerini sınama; yeni düşler kurma ve bunları gerçekleştirmeye çalışma olanağı tanınmışsa, o zaman mutluluğun andığımız iki yanını da gerçekleştirmeyi deneyebilir insanlar; yoksa, bu söylenenler bir anlam taşıyabilir mi?
Zaten Batı dünyası dediğimiz kesimde, kadını, çocuğu, emekçiyi hiçe sayarak geçirilen yüzlerce yıldan sonra, yaşamın anlamı ve amacı konusunda düşünen, yazan, konuşan, öbür insan kardeşlerine oranla biraz daha yetenekli doğmuş insanların dile getirdikleri kimseyi şöyle gerçekten mutlu edemedi, biliyorsunuz; mutluluk kavramı gibi dillerden düşmeyen, onunla atbaşı giden ikinci kavram, özgürlük; oysa canlılar için asıl temel bilime, dirimbilime (biyolojiye) baktığımızda, özgürlük, bağımsızlık varolmayan; mutsuz ve çaresiz insanın uydurduğu sanal bir kavram, bence; doğada, evrende bütün birimler, canlı cansız bütün varlıklar birbirine bağlı, bağımlı: amip hak ettiği ortamda, hak ettiği biçimde yaşayamıyorsa; doğanın onun için oluşturduğu yolla çoğalıp doyuma eremiyor, dolayısıyla, bizim terimlerimizle mutlu olamıyorsa, insanoğlu bütün bunları başarabilir mi?
Başaramadığı her an gözümüzün önünde, içimizde ortaya çıkan açık seçik belirtilerde açıkça görülüyor; insanların türlü anlatım yollarında yetenekli çocukları da bunu kusursuz dile getiriyorlar; ama vebalı, kanserli anamalcılığın, onu sürdürebileceklerini sanan ve her yerlerini yırtarak sürdürmeye çalışan temsilcileri, Küba’da gözler önüne serilmiş yeni, insanca, dopdolu, sevinçli yaşama biçiminin bütün dünyaya yayılmaması için ellerinden geleni de gelmeyeni de yapmaya çabalıyorlar. Onları bile kurtarmak üzere, dilerim çok geç kalmadan başarısızlığa uğrarlar.
Yüz defterinin bana kazandırdığı yeni dostlardan biri, Engin Başaranbilek; kazıbilim (arkeoloji) okumuş, yıllarca o alanda çalışmış, emekli olmuş, dünyamızı ve çevreyi korumak üzere oluşturulmuş Çekül Vakfı’nda gönüllü görev almış; meraklı, tutarlı insanlardan biri besbelli; yaşadığı, Ödemiş’in Birgi bucağını; oradaki tarihsel, sanatsal geçmişi araştırırken, aklından geçenleri, duyumsadıklarını özlü, hemen hemen şiirsel bir dille kaleme almış; yalın çizimlerle bezeyip kitap hâline getirmiş; o da kitabı yolladı: Birgi’ye Bakmak.
Bakın ne diyor kitabının son satırlarında:
“Şimdilerde havza köylerinin toplamı, ovanın irikıyım kenti Ödemiş değil mi? Cumhuriyet’in ilk planlı ketlerinden, ansiklopedilere parkları ve sinemalarıyla geçmiş, ovanın Paris’i. Oradan uzanan yol kıyılarında bir iki yerleşimden sonra kuytuda; bilim, sanat ve düşün insanlarının kapağını aralamasını bekleyen gizli bir mücevher sandığı gibi duran Birgi değil mi?
Birgi’ye bakıyorum…Tanırken kendimi de tanıma olanağı sağlayan bu saklanmış kente nasıl yaklaşmalıyım? Onun kalıtı karşısına, zenginliğini anlatmak için nereden başlayacağını bilmeyen züğürtler gibiyim…”
İşte size genel olarak gittikçe daha iç karartıcı, acılı hâle getirilen dünyamızda anlık da olsa soluklanmak, ufkunuzu azıcık genişletmek üzere yararlanabileceğiniz küçük bir demet.
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Nasıl Sosyalizm bu! |
|
Yedinci Küba seyahatimin yazı teması “değişim” olsun diye düşündüm dönüş yolunda. Beraber geldiğim, adaya ilk defa gelen dokuz Küba dostum, Küba Sosyalizminin nasıl işlediği gibi derin konulardan, Rom’la yapılacak yaratıcı kokteyl çeşitlerine kadar çok geniş bir yelpazeyi tartışıp yaşarken, Küba’yı, yıllardır yaşadığımız Türkiye coğrafyasının değerleriyle anlamlandırmaya, kafalarında bir yerlere yerleştirmeye çalışırken, ben Küba’daki değişimleri, 2003’den beri tanışık olduğum sokakları, evleri, insanların ve yaşamlarının nasıl değiştiğini gözlemeye gayret gösterdim. Bu değişimleri ve hiç değişmemiş bazı şeyleri gezinin kronolojik sırasına göre not almaya çalıştım. .
Paris-Havana uçağı yedi yıldır olduğu gibi tıka basa doluydu. Air France, mümkün olsa ayakta bile yolcu götürecek. Havana’ya vardığımızda, Jose Marti Uluslararası HavaLimanı’nın “İnen Uçaklar” panelinde uçak sayısı beşi gösteriyordu. İndiğimiz saatlerde ki bu rakam geçmişe göre daha fazlaydı. Güzel, demek ki turizmde işler yolunda gidiyordu. Pasaport kontrolü ve bagajların hemen çıkışındaki döviz gişelerinin ve çalışanların sayısı da artmıştı bu da iyi birşeydi. Havalimanının dışında taksi için turistleri yönlendiren görevliler, bizim gibi kalabalık gruplar için minibüs taksi ayarlamaya çalışıyordu. Bunlar her yıl gittikçe daha da iyiye giden değişimlerdi.
Son üç yıldır Havana’da, 3-yıldızlı küçük temiz bir otelde kalıyoruz. Otelin kahvaltı menüsüne yoğurt eklenmiş ve sallama dahi olsa poşet çay ikramı var. Ama Küba’nın sert ve lezzetli kahvesi varken kim çay içmek ister ki! Küba’daki pansiyonculuk sistemine dahil olan evlerde kaldığımızda da ev sahiplerimizin bizlere poşet çay ikram ettiklerini gördük. Gelen arkadaşlarım yanlarında getirdikleri çaylar yerine bunları denediler.
Sabah otelden çıkıp Malekon boyunca yürürken, sahildeki küçük stadyumda spor yapan gençler görüyoruz. İki kişi boks antremanı yapıyor, çift kale maç yapanlar, koşanlar, beyzbol oynayanlar... Spor, Küba insanının günlük hayatında var, toplum sağlığı açısından özendiriliyor. Ulusal spor olan Beyzbolun yanında, futbolun da artık çok daha fazla yaygın olduğunu görüyorum. Gençler bizi çağırıyor futbol için ama selam edip geçiyoruz. Yıllar önce Birgün adına gazeteci olarak geldiğimde, Avrupalı gazeteciler ile bir takım kurup oynama gafletinde bulunduk. Bizi evire çevire yenmişler, üstüne de bira ısmarlatmışlardı...
Değişmeyen güzel şeylerin başlarında Meliha Cohiba otelinin karşısındaki Jazz Bar’da sahne alan Diakara Jazz grubu geliyor. 10 CUC (yaklaşık 20 tl) giriş ücreti olan bu mekanda Oscar Valdez ve Diakara’yı dinleyebiliyorsunuz, üstelik 10 CUC tutarı kadar içecek alarak. (1 Mohito = 2.5 CUC). 23:00’de sahne alan Diakara’yı izlemek ve dinlemek için 22:00’de oralarda olmak yeterli.
Değişmeyen bir diğer konu Küba’lı kadınların ve erkeklerin kendine olan özgüvenleri. Güzellik olgusu kültüre, coğrafyaya, alışkanlıklar ve yaşam biçimine göre değişiyor galiba. Küba insanının kendine özgü güzellik anlayışları ile gelişmiş özgüvenleri birleşince, yıllardır değişmeyen hızlı sosyalleşme ve çevrelerine karşı hızlı uyum gösterme davranışlarının hiç değişmeden aynı kaldığını söyleyebilirim. Kadınlar yine beğendikleri bir erkek olduğunda bunu çekinmeden gösteriyorlar, erkekler de, özellikle gençler kendilerine daha çok bakmaya başlamışlar, hatta kadınlardan bile daha çok.
Mesela Klasik Amerikan Arabaları, kendileri kadar klasik bir başka hiç değişmeyen Küba gerçeği. Hala çok iyi durumda olmaları, Küba gibi yıllardır zamana ve 50 yıllık ABD ablukasına meydan okurcasına dirençli olmaları, sahiplerinin göz bebeği olarak işlerine devam etmeleri yanında, değişen şey, artık sahiplerinin bu araçları küçük birer işletme gibi kendi hesaplarına taksi olarak kullanabilmeleri gerçeği. Küba’da benzin, Venezuella’nın desteğiyle yaklaşık 1.5 CUC. (3TL) klasik araba sahipleri de normal taksicilik ve günlük/saatilik kiralama yaparak hem masraflarını çıkarmayı hem de ek gelir elde etmeye çalışıyorlar.
Havana’nın bir diğer değişmezi, Eski Havana’da bulunan “Almacenes San José”. Burası eskiden antrepo olarak kullanılan kocaman bir alanken, Kübalı sanatçı ve hediyelik eşya üreticilerinin eserlerini satabilmeleri için yeniden düzenlenmiş ve ortaya Havana’nın önemli resim ve hediyelik eşya pazarlarından biri çıkmış. Bence Küba seyahati boyunca hediyelik eşya olarak ne alsam diye düşünmeye gerek yok. Son gün Havana’dan ayrılmadan önce 2-3 saatinizi buraya ayırmanızı öneririm. Çeşit çeşit mıknatıslar, ahşap işleri, puro aksesuarı, müzik aleti, biblo, takı’nın yanında, resim, puro ve rom alabileceğiniz, gerektiğinde para bozdurabileceğiniz yerler mevcut. Yalnız unutulmaması gereken çok önemli birşey var, satın alınan resimler için, sanatçı ile beraber giderek kayıt bürosuna kayıtlarının yaptırılması gerekiyor.
Yıllar içinde sayıları artan sokak pizacılarını yine heryerde görmek mümkün. Saçtan yapılmış, iki katlı, derme çatma küçük fırınların içinde, alt sırada közlenmiş kömür, üst sırada ise tek porsiyonluk pişen peynirli pizzalar, Küba’nın en güzel atıştırmalık öğle yemekleri, üstelik sadece 0,5 CUC (1 TL). Artık pizza çeşitleri artmış ve yerel kültüre uyan değişik tadlar görmek mümkün. Ama alışkın olmayanlar için peynirden şaşmamak en iyisi.
Trinidad’daki Ancon Plajı’da değişmeyenler arasında. Zaten değişmesi de gerekmiyor. Bence burası Küba’nın en özel yerlerinden biri. Öncelikle Varadero gibi turistlerin yoğun olduğu bir kumsal değil, çok tesis yok, upuzun plajda herkese yer var. Gittiğimiz Cumartesi günü yine cümbür cemaat gelen Küba’lı ailelerle birlikte kumsalı paylaştık. Herkesin özgürce dinlendiği, eğlendiği ama kimsenin kimseyi rahatsız etmediği, bakışlarla süzmediği, gölge parasının alınmadığı, asla dönmek istemeyeceğiniz bir ortam. Güneş batarken açılan romun ve yakılan bir puronun tadı bambaşka. Bir diğer değişmeyen şey de, güneş battıktan sonra kumsalı hemen terketmek gerekliliği. Sivrisinek baskınından korunmanın en iyi yolu, ya hemen taksilere atlayıp oradan uzaklaşmak ya da uzun kollu kıyafetleri yanınızda hazır bulundurmak.
Havana’da yıllardır azalmaya yüz tutan “politik panolar”ın sayısı aynı eğilimde azalmaya devam ediyor. 2003’de ilk gittiğimizde gördüğümüz, ABD’yi oldukça sert eleştiren panolar artık yok. Sadece “Beşli”ye ait panolar var. Havana’nın merkezi yerlerinde ise neredeyse bunlardan da hiç yok. Havana’nın aksine kırsalda ve yol boyunca daha çok pano görebilirsiniz. Fidel ve Che’nin sözlerini, resimlerini buralarda daha çok görmek mümkün. Politik, eğitim ve eğlence amaçlı duvar boyama sayısında da artış var. Her duvar da çeşit çeşit grafitiler. İlk öğretim okullarında ki duvar boyamaları, bunları yapan öğrencilerin içinde ki renkleri, coşkuyu, sevinci anlatırcasına cıvıl cıvıl.
Neşeli insanlar, temiz, sağlıklı, pırıl pırıl giyinmiş okul çocukları, çalışan, dilenen hiç bir çocuğun olmaması, “Bir Dolar” isteyen yada “Amigo Taxi” diyerek el sallayan insanların sayısının kırsala doğru gittikçe azalıyor olması Küba’nın değişmeyenlerinden.
Değişen göç yasası ile Küba’lıların ülke dışına çıkışları, yurt dışında çalışmaları ve ailelerine para göndermelerinde kolaylıklar sağlandı. Küçük işletmelerin varolması özendirildi, herkesin küçükte olsa kendine ait toprağını daha çok ekip biçmesi teşvik edildi. Bunun en hızlı yansıması da sokaklarda görülüyor. “Domates-Biber-Patlıcan” diye bağırmasa da, el arabaları ile sebze ve meyve satanların sayısı her geçen yıl artıyor. Bütün bu değişimler Küba Komünist Partisinin son kongresinde alınan kararların, güncel hayata etkileri. Açıkçası en somut değişikliği, Havana’daki Amerikan Çıkarlar Ofisi’nin önündeki uzun kuyrukta gördüm. Daha önceki ada ziyaretlerimin aksine bu defa ki kalabalık daha fazlaydı. Bu değişimin bir diğer etkisini , Havana- Trinidad otobüsündeki rehberimizin söylediklerinde hissettim. İngilizce öğretmenliğinden mezun olan Moris, turizm sektöründe çalışmaya karar verdiğini, bir çok Küba’lı gibi yeni göç yasası ve imkanlar el verirse yurt dışında bir süre çalışmayı ve ailesine daha çok para göndermeyi düşündüğünü söyledi. Ülkesini sevdiğini, asla terketmeyi düşünmediğini ama yeni doğacak bebeğine ve ailesine de daha iyi imkanlar sunmak istediğini saklamadı. Önümüzdeki yıllarda daha çok Küba’lı Expat(yurt dışında yaşayan ve ülkesine para gönderen lejyoner profesyoneller) göreceğiz gibime geliyor.
Vinales’de ki Tütün işçisi Gerardo’da yaşlanmıyor. Ellilerinde tek tel beyaz yok saçlarında. Babası yetmişlerinde arka bahçede akşam için domuz kesiyor. İşini bitirip yanımıza geldiğinde yakıyor bir puro ve vücut dili ile sohbet ediyoruz.
Küba, özlediğimiz ve özendiğimiz “başka bir dünyanın ve insanın var olabileceği” mücadelesine ve hayatta kalma direncine saygıyla destek verdiğimiz bir ülke. Bir çok gidenin, “biz başaramadık ama onlar inatla ve inançla direniyorlar, başarsınlar!...” dediği, kafa yorduğu bir ülke. Küba’yı, özellikle mücadelesini anlamak kolay değil. Küba’yı sadece “Sosyalizm”i anlamaya çalışarak, oradaki yaşamı Sosyalizm’e, Sosyalizm’i de Küba’yla özdeşleştirmek de doğru değil.
Gerçek olan, Küba kendi güncel ve tarihi şartları içinde, Sosyalist geçmişini ve karekterinin eksenini kaydırmadan, eşitlikten, dayanışma ruhundan vazgeçmeden, bir yaşam ve varolma mücadelesi veriyor. Kararları halk alıyor, deniyor, uyguluyor, öğreniyor, başarılı da oluyor. Başarılı olmadığı pratikler varsa ısrar etmiyor, yeniden sorguluyor. Bu mücadeleyi ve dönüşümü, devrimi yapan nesil ile, devrimden sonra doğanlar kollektif bir şekilde birbirini anlayarak yapıyor.
Tohum serptik Küba’ya, Yeni tohumlar getirdik ülkemize. Zamanın yavaş ama mutlulukla ilerlediği Küba’da neredeyse hiç yaşlanmayan dostlarımızı yeniden gördük.
Değişerek, değişmemesi gerekenlerin koruma mücadelesini veren Küba’ya bin selam olsun!
Cuba Si!
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Boş'luk
Bomboş. İçi o kadar boş ki doldurmaya dair etrafında ufacık bir umut yok. ’Boş’. Beyni o kadar boş ki düşünceleri sığdırmaya hali yok. Kalbi, adımları, sözleri, anlattıkları, anladıkları boş. Değerleri yok. Değer vereceği obje, kapı duvar. Özledikleri bir hiç. Özlendiğini hatırlamıyor bile. Gördükleri, görmek istedikleri var pencerenin arka tarafında. Ama pencereyi açabilecek gücü yok. Hayalleri, hedefleri, planları çöpte. Burnunda tütenler kilometrelerce mesafede.
Aslında duygu onun için sadece ağlamak. Yapabildiği tek şey belki de bu. Ağlamak. Diğer duygularının kirli yüzü gözyaşları. Saklananların yansıması. Ve ruhu boş. Ruh diye cakas atarken ortalarda, onunki boş. Hiçbir şeyi anlamadığının farkında. Farkındalığını gözüne sokanlar var çünkü, bastıra bastıra. Onu anlayabilen var mı ? -Yok.
Sesinin sessizliğini bilmeyenlerle dolu çevresi. Olanla değil olması gerekenle karşısındalar. Onun niyesini geçtim nasılıyla dahi ilgilenmeyenleri, en sevdikleri. Düşün işte : En sevdikleri. O boşluğu tadarken yalnız, onlar bencil. Fazla düşüncelilikten düşmüşken hem de o bu boşluğa, sevdikleri bencil. Boşluğa adım atanlara çelme takarken o, bir boş. Onun çelmesi yok. Var olarak hissettiği bir kendi duruyor odasında. Kendi. Farkındalığında, kızgınlığında, hırçınlığında. Ve en önemlisi ağlamalarında. Yanında olan sadece kendi. Hesaplaşmalarında, kavgalarında, yazdıklarında, karalamalarında, okuduklarında, fotoğraflarında, kapının arkalarında, tanımak istediklerinde dahi hep kendi. Ve o kadar bireysel ki bulunduğu hayatta. Bencil olanlar halt etmiş onun yanında, o kadar yani düşün. Şimdi öyle bir anlıyor ki anlamadıklarını. Anlayamadıklarını. Anlamadığını sananları. Sonra öyle bir ağlıyor ki sorma. Yalanlarına.
Bencilliğin en anlamlılarından şimdi o. Hak diyenlere buna, hakkını dibine kadar verenlerinden. Umarsız, leş. Kokusu sadece kendine. Şimdi daha mı anlayan oldu onu, cidden merak içerisinde. Ama soruları olduğu kadar da cevapları hâlâ boş.
*Değilleri çok; ama o artık yok.
-Boşlukta.
Betül Bulunmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak |
ABUZİTTİN İYİCE TEMBELLEŞTİ
Evet sayın okurcumlarım, arada sırada köşeme konuk almaya devam! Geçen sefer konuğun misafirlikten haberi yoktu, bu defa ise ne onun bundan haberi var, ne de benim onun kim olduğundan!!!!
“Haydaaa, bu ne biçim iş yahu!” demeyin lütfen. İnternette tesadüfen önüme çıkan bu yazı müthiş. Kaynağı sanıyorum ki Amerika, ama ne onun kim tarafından kaleme alındığına dair bir bilgi var, ne de Türkçeye kimin tercüme ettiğine dair. Bu konuda bilgi sahibi olan bir kardeşimiz çıkarsa beni de aydınlatsın lütfen!
Evet şimdi, “zurnanın zırt dediği yeri” çok güzel açıklayan bu müthiş yazıyı hep birlikte okuyalım!
Merhaba;
Ben Kapitalizmim ve kızlarınızı Barbie’lerle büyüttüm, sizden estetik operasyon icin para istiyorlarsa bu şaşılacak bir durum degil.
Ben Kapitalizmim ve çıkarlarım uğruna üstünüze moda endüstrisini saldım! Sonuç: 17 yaşındaki kızların %78’i dış görünüşlerinden rahatsız.
Ben Kapitalizmim ve kadınları ne kadar -şişman- olduklarına öyle bir inandırdım ki, sadece ABD’de 10 milyon kadın anoreksi/blumia hastası!
Ben Kapitalizmim ve bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vucuduna duyduğu memnuniyetsizliği %50 artırmaya yetiyor!
Ben Kapitalizmim ve işyerlerinde çalışıyor olmak yerine protesto gösterilerine katılan insanlar beni çıldırtıyorlar!
Dünya çapında yükselen anarşi, bu inatçı protestolar da neyin nesi? Yeni Apple ürünlerini beğenmediniz mi?
Ben Kapitalizmim ve bakış açınızı öyle bir değistirdim ki, hırsız ve elitist bir CEO’nun hayat hikayesi sizin için -azim ve başarı hikayesi-
Ben Kapitalizmim ve ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği bir toplumda alaşağı edilmek gibi bir kaygım yok!
Ben Kapitalizmim ve -insanlığı- sevip, komşunuzdan nefret etmenizin sebebi benim!
Ben Kapitalizmim ve siz benden kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Gördüğünüz reklamların %46’sı caddelerde, sokaklarda, halka açık her yerde!
Ben Kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, ancak %1’inizin ihtiyacı olan makineleri ucuz işçilerle üretmekte çok mahirdi.
Elbette bütün kapitalistler birer -aziz- gibi konuşacaklar, tıpkı Bill Gates gibi, 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yasayan bir aziz.
Insan haklarını falan unutup kapitalizme iyice dalın! Fred Shuttlesworth da Steve Jobs gibi dün öldü ama hanginiz onu tanıyorsunuz ki?
Ben Kapitalizmim ve dün en mutlu günlerimden birini yaşadım, bencil bir kapitaliste, gaddar bir patrona aziz muamelesi yapmanız müthişti!
Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları yüzünden kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu.
Ahlakınızı o kadar bozdum ki babanız ölüm döşeğindeyken aklınızdan geçen şey kardeşlerinizle mirası nasıl bolüşeceğiniz!
Ben Kapitalizmim ve para herşeydir! Sizi böyle çılgın bir şeye inandırabilmiş olmam ne müthiş bir başarı.
Hepiniz birer yalancısınız, çünkü kendinize istediğiniz şeyi elde edince mutlu olacağınızı söyleyip duruyorsunuz.
Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yediklerinizi eritmek için ter döküyorsunuz!
Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var!
Ben Kapitalizmim ve siz yılda ortalama 100.000 reklamın karşınıza çıktığının farkında mısınız?
Ben Kapitalizmim ve Starbucks için kahve temin eden bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek!
Ben Kapitalizmim ve sizin bir şeyleri anlamak icin çabalamanız gereksiz, patronun ne diyorsa onu yap, sonra da televizyon izle!
Ben Kapitalizmim ve PC oyunlarıyla beslediğiniz çocuklarınızın birinin ölümünü duyduğunda verdikleri tepki şu: -Sadece tek canı mı varmış?-
Ben Kapitalizmim ve Batı dünyasından her yıl 3.5 milyon kişi Uzak Doğu’ya seks turlarına gidip çocuklarla ilişkiye giriyorlar!
Ben Kapitalizmim ve Uzak Doğu’da 6-12 yaş arası kızlar 200 $ gibi komik bir miktarla seks kölesi olarak satılıyorlar.
Ben Kapitalizmim ve -serbest piyasa ekonomisi- dünyanın en büyük yalanı.
Ben Kapitalizmim ve ben bile kendimden tiksiniyorum.
Ben Kapitalizmim ve güzelliğin tanımını da değistirdim: En güzel kadın en iyi göğüs estetiğine sahip olan kadındır.
Ben Kapitalizmim ve Amerikalıların % 24’ü eğer milyarder olmaları için gereken bu olsaydı bütün ailelerini reddedebileceklerini söylüyor.
Ben Kapitalizmim ve sizin emekli olmanıza ancak bir devrim yapmak için çok yaşlı ve çok yorgun olduğunuzda izin veririm.
Ben Kapitalizmim ve sizler biraz düşünseniz bir televizyonla bir emzik arasında hiçbir fark olmadığını anlarsınız.
Ben Kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum! Lütfen birer obje haline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria’s Secret’a koşun.
Victoria’s Secret ülkelerine Türkiye’de ekleniyor, incecik bir parça çamaşıra 80 $ verince çok çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum!
Ben Kapitalizmim ve kadın cinselliğini çok yüksek fiyatlı bir satış ürünü haline dönüştürmeyi de elbette başardım: Victoria’s Secret.
Vogue Fashion’s Night Out daha sık yapılmalı, unutmayın ekonomimiz sizin durmaksızın bir şeyler almanızı gerektiriyor!
Ben Kapitalizmim ve bütün zavallı kölelerim yarın akşam Vogue Fashion’s Night Out’un tadını çıkaracaklar mı?
Ben Kapitalizmim ve en büyük başarılarımdan bir tanesi, insanları -çok fazla düşünmemek- diye bir kavrama inandırmak. Çok fazla düşünme, hadi!
Ben Kapitalizmim ve para benim param. Sizin bunu anlamak için sadece biraz zamana ihtiyacınız var.
Ben Kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun iPad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum!
Ben Kapitalizmim ve Madonna’nin sadece Londra’da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte.
Ben Kapitalizmim ve Tayland’da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’a girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek.
Ben Kapitalizmim ve Batı dünyasında kredi kartı borcu yüzünden intihar edenlerin sayısı an itibariyle senede ortalama 22.000 kişi!
Ben Kapitalizmim ve Batı Avrupalılar, Sahra altı Afrikalılardan 6.5 kat daha fazla et tüketiyor.
Ben Kapitalizmim ve 25.000 tane Suudi prensi otomatik olarak ayda 35.000 $ maaş alırken, milyonlarca Arap yataklarına aç gidiyor.
Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var.
Ben Kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene 8.5 milyon $ değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktar...
Ben Kapitalizmim ve siz pırlantalara bayılırsınız, Hindistan’da 1 milyon kişi günde sadece 1.2 dolar kazanarak o pırlantaları üretirken.
Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor.
Ben Kapitalizmim ve sizin hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının % 64’ü kokain bağımlısı.
Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz aynı tişortu haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz.
Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz banyonuzun fayansının renklerinden rahatsız oluyorsunuz.
Hangi aşktan, hangi sevgiden bahsediyorsunuz, sevgilinize sevginizi sadece hediyelerle, lüks mekanlarla, arabalarla kanıtlayabiliyorken
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek tanrı benim!!!!
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar 5 yıldızlı Kabe manzaralı otellerinde, -ibadet- ederlerken?
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar kutsal topraklarına gittiklerinde bile alışverişe koşarken?
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, bütün dünya tüketmek, eğlenmek, çılgınlık yapmak için Cadılar Bayramı’nı kutlarken?
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel’i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için kutlarken?
ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok, çünkü TV’de gördüğünüz Amerika’lıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar.
Ben Kapitalizmim ve sen bir dilenci senden para istediği zaman en küçük bozuklukları seçmeye devam et.
Ben Kapitalizmim ve size hep bir şeyinizin eksik olduğu hissini hissettiriyorum ki, daha fazla alışveriş yapın.
İşini sevmiyor olabilirsin, bırakmak isteyebilirsin, problem değil, o işi senden daha ucuza yapacak binlerce kişi hazırda bekliyor!
Tabii ki isyan etme özgürlüğünüz var, ama ediyor musunuz? Orada oturup TV
izleyerek anlamsız hayatınızı sürdürmeyi tercih ediyorsunuz.
Ben Kapitalizmim ve sen farkında olmayabilirsin ama 6 yaşındaki bir çocuk, hayatının ortalama 1 yılını TV izleyerek geçirmiştir.
Odasında TV ile büyüyen bir çocuğun sabıkasının olması ihtimali, TV ile büyümeyen bir çocuğa göre % 40 daha fazladır.
TV enerjini tüketiyormuş gibi hissediyorsan eğer, doğru hissediyorsun çünkü TV izlemek fiziksel aktivite yapma isteğini % 57 azaltır.
Sen şimdi satın al, ileride çocukların ödeyecekler.
Ben Kapitalizmim ve nöroloğların sizi daha çok tüketime teşvik edebilmek için araştırmalar yapmasının sebebi benim.
Benim işim insanları, nesneleri, hatta duyguları birer tüketim malzemesine dönüştürmek.
Ben Kapitalizmim ve yine başardım! Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu halde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım.
Ben Kapitalizmim ve çocuklarınız icin bayramların tek bir anlamı var artık: Harçlık!
Dünya nüfusunun %50’si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 1’ine sahip.
Dünya nüfusunun % 1’i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin %50’sine sahip.
Ben Kapitalizmim ve evet, Kaddafi ailesinin süper lüks hayatının ifşa edilişi beni tedirgin etti.
Ben Kapitalizmim ve petrollerini ucuza elde edebilmek icin son 40 yılımı Arapları -fanatik İslamci- diye damgalamakla geçirdim.
Visa Application: Sizi sadece ucuz işçiyken seviyorum üçüncü dünya ülkelerinin zavallı insancıkları. Sakın gelip de medeniyetimi kirletmeyin!
”Visa Application”nın Türkçesi: Ben senin petrolünü çalıyor olsam bile senin ne haddine benim ülkeme girmeye çalışmak?!-
”Visa Application”nın Türkçesi: Ben senin ülkene girip seni her şekilde sömürebilirim, ama sen benim ülkeme tatile bile gelemezsin ilkel şey!
Kimi arkadaşlarınla buluşmak senin için tam bir stres sebebi çünkü çok pahalı mekanlar da takılıyorlar ve bu seni maalesef aşıyor!
Bir kapitalist işçilerini yalnızca çalışmaya devam edebilsinler diye besler.
Şöhret dünyasından biri sahnede Tanrı’ya şükrettiği zaman, aslında bana şükrediyor, bana, ün ve para Tanrısına!
Hadi hepiniz kabul edin artık, televizyon sizin tek gerçek arkadaşınız.
Ben Kapitalizmim ve uykumda -daha ucuz işçi...- diye sayıklarım.
Ben Kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım.
Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölüme sürüklenirken sizin -nasıl daha zengin olabilirim- diye düşünmeniz bana büyük zevk veriyor!
Anlamıyor musunuz, toplumda fakirliğe ihtiyacımız var, onlar yeterince fakir olmadan sen bu kadar zengin olabilir misin canım?
Sizi neden çalışmakla bu kadar meşgul ediyorum? Fazla düşünmeye vaktiniz olmasın, aklınıza -tuhaf- fikirler girmesin diye elbette.
Toplumu öyle bir hale soktum ki onbinlerce kişi kolaylıkla stadyumlarda toplanabilirken protesto gösterilerine pek kimse gelmiyor. Başardım!
Hepiniz kölesiniz, her gün evinize gidip ruhunu televizyon ekranıyla ısıtan, ancak hediyelerle sevdiklerini mutlu edebilen köleler.
Televizyon karşısında uyumanın içinizdeki tüketim isteğini % 20 artırdığını belirtmek istedim, iyi geceler demeden önce.
Amerikalılarin % 85’i ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyor. Işte kapitalin gücü!
Insanları -borç batağı- ile korkuttuktan sonra yaptıramayacagım şey yok! Para benim param, düzen benim düzenim.
Toplumu öyle bir hale getirdim ki kendinizi -normal- göstermek için takım tutmanız, alışverişe bayılmanız, ünlüleri takip etmeniz gerek.
Tabii ki bu toplumdan uzak durma teşebbüsünde bulunabilirsiniz ama sonunda kendinizi yine bir AVM’de bulacağınızdan şüpheniz olmasın.
Protesto etmek hakkınızı bile elinizden alıp, en sonunda canınızı dahi alabilen bir devleti kendi vergilerinizle beslemeniz müthiş.
Sizi özgür bırakmayan, fikirlerinize sansür vuran, en sonunda polis kurşunuyla öldüren bir devleti kendi elinizle kurmanız ne tuhaf.
Sizin ağzınızı burnunuzu kırıp hapse tıkmaları için bir devlet kuracak parayı, kendi vergilerinizle sağlamanız ne kadar tuhaf.
Ben Kapitalizmim ve para benim param, sizin bunu anlamak icin sadece biraz zamana ihtiyacınız var.
Amy Winehouse gibi bağımlılara acırken hepinizin birer bağımlı olduğunu unutmanız ne kadar komik, zavallı tüketim bağımlıları!
Ortalıkta çok fazla özgürlük var ve yeterince ölüm yok.
Ben istediğim kadını elde ederim, biraz altın, biraz pırlanta, biraz şan şöhret, birkaç güzel vaat, tamamdır.
Sizlere yüksek çözünürlüklü TV verdim ki beyninizi daha net yıkayabileyim canlarım.
Neden hala inat ediyorsun, bütün arkadaşların seni alışveriş merkezlerine götürmeye uğraşırken, herkes seni tüketmeye teşvik ederken?
ADI MEÇHUL AMERİKALI
Abuzittin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Artık gitsem iyi olur! |
|
Artık gitsem iyi olur;
gün doğmadan hedefe varmalıyım.
Dışarısı cehennem,
günlerinde gördüm cenneti;
gölgemi de yüklendim.
Yıldırımlar geçtim,
fırtınalar çözüldü ve sonra,
ölümlerden ölüm beğen!
Alıp öylece çıkartmak seni,
bir ateş çemberinin içinden;
sâhipsiz güvercinler, bizi izliyor bak.
Taşınır eğlence sofraları, huryaa!
Kurşunların önünde;
ömrümün bu son deminde,
yüzümün rengini bulabiliyor musun?
Kahredici bir sözün
hazırlığı bu en uzaktaki.
Bilirim evet,
ah o kahredici bakışlar!
Ve suskunluğunu da bilirim.
Yarım gecelerin kırıklığı içinde,
bu baş döndüren sessizlik.
Gün ışığı mevzîsinden,
birkaç çalı kaldırdık;
tozu da dumana karıştı.
Koş bakalım, rüzgârla yarış artık!
Sana hiçbir şey vaad etmiyorum;
vaadler yaşamı erteler.
Oysa yaşam, yaşandıkça dirilir;
kilit altı seyirlikler en uzaktaki.
Dinamit gözlerini buldum çantamda;
öylece unutulmuşlardı.
Gecenin birinden uzanan bir çift el gibi,
hayâllerime asılı kalmışlardı.
Yaralarımı da sardım, şimdi daha iyiyim.
Aldığım her nefes, kaburgalarımda birikiyor
ve yanıma geliyor kırlangıçlar,
vakit tamam, diyorlar.
Yağmurlar gürlüyor, fırtınalar arsız.
Zaman içinde bir gök kayması bu,
kirli geceler üstünde bir yengeç.
Düzenbaz yalanlara saklı yüzler;
haksızlığa açılan birer kapı sanki,
bırak kaderini bulsun;
kimin hakkı bu bizimkisi?
Öfkeni taştan çıkartma;
yerin günâhı yok.
Kapanırsa gözlerim,
şiirlerim sana yeter.
Ben bu şiirleri,
bir tek senin için yazdım
ve bir muska gibi
boynumda taşıyorum.
Artık gitsem iyi olur;
gün doğmadan hedefe varmalıyım.
Sana yalnızca, şiirlerimi vasiyet edebilirim.
Can yanar, külleri kalır, ellerimi uzatırım;
“Gün ışığı nedenim!” der,
dillerine karışırım.
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Hayatımıza Selamsız Girenlere...
Bahar geldiği zaman büyükannemi anımsıyorum. Baharları bizde kalmak için gelirdi. Ellerinde ve yüzünde mor dövmeler olan yaşlı bir kadın. Her geldiğinde tanrı da uğrardı evimize. Saatlerce dini öğütler verir, dinimizin gerektirdiği gibi bir insan olduğumuzda çok mutlu olacağımızı anlatırdı. Büyükannemin bize anlattıklarından etkilendiğim için olmalı, geceleri yatağıma uzandığımda açık penceremden yıldızları izlerdim, aklımda yalnızca tanrı olurdu. Kırışmış elleriyle başımı okşar, güzel bir kız çocuğu olduğum için tanrıya şükretmem gerektiğini söylerdi. Bahar havası yerini yaz havasına bıraktığında büyük annem gider, yanında tanrıyı da götürürdü.
Zaman geçtikçe bahçemizde ki ceviz ağacı da büyüdü. Değişimini izlemek hoşuma gidiyor, bazen sahip olduğum en iyi şey gibi geliyordu. Yaz geldiğinde, sıcak havalarla birlikte mahallenin kadınları doluşurdu ceviz ağacımızın altına. Gelenler gelmeyenleri biraz çekiştirdikten sonra çocuklarından ve eşlerinden şikayet ederlerdi. Ben her zamanki yerimde; balkonun köşesinde annemin bana seslenişini duymak için beklerdim. Annemin arkadaşlarına hizmet etmem en önemli görevlerimden biriydi, çünkü ben bir kız çocuğu olarak doğmuştum. Hayatı nasıl yaşayacağım planlanmıştı, annemin bana verdiği eğitim bu durumun bir parçasıydı. Babam her ne kadar böyle düşünmese de, o da rolünün verdiği sorumlukları yerine getirmek zorundaydı.Annem ve babam birbirlerine proğramlanmış gibi yaşıyordu. Uyumlarına hayretle izliyordum. Birkaç mevsim geçince, ben biraz daha büyünce aslında bu gördüklerimin arkasında başka bir yaşamın olduğunu da gördüm. Annem ve babam arasındaki uyum gördüklerimle bozulmaya başladı. Uzun bir süre bir aldatmacaya inanmak içimde derin boşluklar yarattı. Sonra, çok sonra değil aslında bir yaz gecesinin tenimde bıraktığı nem kuruduğunda selamsız gitmeler oldu hayatımda.
Uyuduğum odanın pencerisnden bir ceviz dalı uzanmıştı içeri. Kokusunu hala hatırlıyorum.Rüzgar esiyordu, tül perde sağa sola salınıyor arada bir ceviz dalına takılıyordu.Uzanmıştım. Rüzgar odamın içinde, tenimdeki nemi kurutmak için dolaşırken ben ceviz dalını izlemeye başlamıştım. Rüzgar dalı hareket ettiriyordu. Esen rüzgar yaprağa zarar vermiyor muydu? Yaprak bunun farkındaydı belki de, ufak salınımların tadını çıkarıyordu. Kendimi bu düşüncelerden alıkoymam uzun sürmedi. Rüzgar dindi. Yatağımın ucunda ki terliğimi giydim ve odadan dışarı çıktım. Sessizlik, başka bir sesizlikle çarpışsa kıyamet kopacak. Yürüdüm. Yöneldiğim oda da annemle babamın uyuduğu yatak yoktu. Elbiseler, dolaplar, herşey birdenbire yok olmuştu. Durdum.Benim dışımda herşey hareket ediyordu. Ben durdum.Herşey hareket etsin ben durayım istedim. Evin boşluğunda yankılanan nefes sesim bir süre sonra rahatsız etmemeye başladı beni. Durdum. Ben durdum, herşey hareket etsin istedim.Bu evdeki herşey bir selam vermeden girmişti hayatıma. Selamsız giren herşey bir sabah selamsız da çıkıp gitti hayatımdan.
İpek Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
AĞLATMAMALI AŞK
Ağlatmamalı aşk
Güldürmeli yüzümüzü
Gül bahçesine çevirmeli
Özümüzü...
Dağıtmalı kara bulutlarımızı
Yeşertmeli gönlümüzü
Aşkın güzelliği
Öyle bir yerleşmeli ki benliğimize
Üzüntü, acı girememeli içeriye
Başımızda esen sevda yeli
Şiire döndürmeli öykümüzü
Erhan Tığlı
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|