|
|
|
Editör'den : YASSAH HEMŞERİM YASSAH!.. |
Bilmem ki hangi birinden başlayayım. Az önce okudum, Tayyip aynı kaba pislediği partidaşlarına seslenmiş. "27 Mayıs ruhu hortlatılmak isteniyor." demiş. Bir insan ancak bu kadar acz içine düşebilir. Zavallı demeye dilim varmıyor, asıl zavallılarla karşılaştırılabilir diye korkuyorum. Memleketin tüm kurumlarını işgal edeceksin, elindeki tüm silahı artık abanın altından çıkarıp alenen her önüne gelene vuracaksın, hukuku, askeri, polisi, medyayı, emir erin haline getireceksin, sesini yükseltene gaz sıkacak, vicdanını sızlatana 1 milyonluk dava açacaksın, etrafında 1500 kişilik koruma ordusuyla gezeceksin ama gene de korkudan dizlerin titreyecek, muhalefeti "27 Mayıs ruhu hortlatılmak isteniyor." diye millete şikayet edeceksin. Çaresizliğin tavan yaptığı bir Tayyip görüntüsü bu. Milletin gözünün içine baka baka yalan söyleyen, kendi varlığını milletin varlığının önüne koyan, icaraat adına sadece muhalefete küfreden, sözde dindar bir adem var başımızda. Sözde diyorum çünkü inandığı kitaba ihanet etmekten bile imtina etmeyen zihniyete sahip herkes sözde dindardır bana göre. Hakka değer vermeyen, adaleti nalıncı keseri gibi kullanan, zulmedene, eşkiyalık yapana, yalan söyleyene, katledene arka çıkan birinden dindar olmaz, müslüman hiç olmaz. Tayyip ve şurekası devletin değil kendi bekaalarını garantiye almanın telaşıyla önlerine gelen herşeyi, korkusuzca, cesaretle yıkmaya başlamışlardır artık. Ve bu gidişin bir geri dönüşü onlar için yoktur. Bu Dünyada hesap vermeden öbür Dünyaya göçmelerinin tek yolu, ölene kadar saltanatlarını devam ettirmektir. Onlar için artık başka çıkış yolu kalmamıştır.
Londra'da bir Nijerya'lı müslüman tarafından kesilen İngiliz askerini haber aldığımda aklıma hemen öso diye anılan hayvanların kendi müslüman kardeşini öldürdükten sonra ciğerini çıkarıp yemesi geldi. Nijeryalı'nın ki daha akla mantığa uygun. Onun bir gerekçesi var, siz müslümanları öldürdünüz ben de sizi diyor pislik herif. Ya diğeri? Mezhep farkından vazife çıkarıp katliam yapmayı, bana göre, Reyhanlı'ya gelip onlarca vatandaşımızı katletmeyi mübah sayan bu hayvanlara başından beri destek verdiğini ve daha da vereceğini defaatle dile getiren bir adam tarafından yönetilmekten utanç duyuyorum. Bir ingiliz askeri öldürüldüğünde gezisini yarıda kesip ülkesine dönen İngiliz başbalanının aksine, bırakın Reyhanlı'ya gitmeyi, kaçmak adına ABD'ye icazet almaya giden bir başbakan var bu memlekette. Bir başka gözle bakıp, "Eee, Tayyip te gezisini yarıda kesip memleketi ABD'ye geri döndü." diye okunabilir bu hadise. Haksız da sayılmaz.
Savaş çığırtkanlığına yandaş aramak amacıyla çıktığı geziden elinde sadece kızının diplomasıyla dönen Tayyip sonunda yarın Reyhanlı'ya gidiyormuş. Her türlü temizlik yapıldıktan, asfaltlar döşendikten, bindirilmiş kıtalar Reyhanlı'ya taşındıktan, muhalif sesler susturulduktan sonra 2000 kişilik koruma ordusuyla vasıl olacakmış Reyhanlı'ya. Yazıklar olsun. Kimbilir ne küfürler işiteceğiz, kimbilir kaç tüp gaz soluyacağız yarın. Sadece Reyhanlı'da mı? Yurdun dört bir yanında genizler tıkanacak tozdan, dumandan, gazdan. Vatanı vatandaştan korumak için etten duvar örecek polisler.
Açılımı unuttuk bile. Katiller elde silah, sırtını dönmüş tavla oynayan güvenlik güçlerinin arasından üçer beşer geçiyor sınırı. Vekil Önder durumdan pek memnun röportaj veriyor; "Şu anda en iyi çalışan kurum pekeke. İşleri en iyi biçimde yapıyorlar." diye saçmalıyor. Ama saçmalamakta da haklı, görevini ihmal(!?) eden kurumlar tavla oynayınca görevini yapan tek kurum pekeke (herif öyle dediği için pekeke diyorum, yoksa...) kalıyor. İmralı'daki caninin, Kandil'deki katilin bir dahaki seçimlerde Meclis çatısı altında olmasını hayal ediyor vekil Önder. Üstüne yemin ettiği Anayasa'ya ihanet ettiğini unutup yeni Anayasa ile suçtan arınmanın hesabını yapıyorlar hep birlikte.
Önder üstüne yemin ettiği Anayasa'yı toptan değiştirmenin hesabındayken, yoldaşlık ettiği Tayyip mevcut Anayasa'dan aldığı güçle(!?) II Mahmut'u aratacak yasaklara imza atıyor. "Gece gündüz içen, gece gündüz kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz." diyor Tayyip. Böyle bir nesil mi var bu memlekette be hey kendini bilmez, Allahtan korkmaz adam? Hani benim yaşantıma müdahale etmeyecektin, hani herkese eşit davranacaktın? Bu mudur senin adaletten, insan haklarından anladığın? Benim ahlak bekçiliğimi yapmak, sağlığımı düşünmek, sen gibilerin eline kaldıysa, istemiyorum olmaz olsun. Amacının ne olduğunu bu memleketi nereye götürmek istediğini biliyoruz Tayyip Efendi. Düşünen, mantık yürüten, çağdaş Dünyanın kapılarını zorlayan nesiller yerine, koyun, düşünmeden biat eden, senden başka makam, sizlerden başka güç tanımayan bağnaz nesiller yetiştirmek senin emelin. Esir alıp sindirdiğin silahlı kuvvetlerin desturunu şiar edinmen de işin trajikomik yanı; "YASSAH HEMŞERİM YASSAH!"
Ey ahali, ey yetmez ama evet diye k.çını yırtan dalkavuklar, bir makarna, 2 kilo kömür uğruna oyunu, geleceğini satanlar, hala çiçek böcek paylaşıp üç maymunu oynayanlar, uyanın. Önümüzde tek seçenek var. Bir sonraki seçimde gittiler, gittiler. Gitmezlerse bu memleket elden gitmiş demektir. Hala vakit varken uyanın, sesinizi yükseltin, korkmayın, ezilmeyin, yalana dolana kanmayın. Çevrenizdekileri uyarın, UYANDIRIN.
Ankara Metrosundaki ahlaksızca yapılan "Ahlak kurallarına uygun hareket ediniz." uyarısı yarın akşam saat 18:30'da Kurtuluş Metro durağında en güzel biçimde protesto edilecekmiş. Kapın karınızı, kocanızı, sevgilinizi, gidin durağa ve öpüşün. Bakalım bu sefer ne yapacak ahlak bekçileri. Gaz maskelerinizi, limonlarınızı yanınıza almayı unutmayın. Öpen var, öpemeyip yalanan var. Kıskaçlık krizine girerlerse sıkarlar gazı gözünüze gözünüze, benden söylemesi. Haydi kalın sağlıcakla, kalabilirseniz.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan LEYLA 2 |
|
Sana olan duygularımın en laftan anlamaz zamanında adını göğsüme yazdırmıştım. Arap alfabesini çağrıştıran kıvrılarak uzanan karakterler kollarımı oynatınca sudak dalgalanır gibi oluyordu. Seni seviyorum demek benim için yetersizdi. Bu cümle hissettiklerimin yanında azıcık kalıyordu. Seni her şeyden çok, Everest’ten yüksek, Nil’den uzun, okyanuslardan derin seviyordum. Kokun bütün çiçeklerden daha hoş, gülüşlerin gökkuşağından bile daha güzeldi. Seninle bu kentin dışına, ülkemin uzağına hatta dünyanın ta öbür ucuna gidebilirdim. Benim için sudan daha çok hayat, ekmekten daha mübarektin. Gecenin bir yarısında uyanıp göğsümü açardım. Parmaklarımın ucuyla adını söyleyen harflere dokunurdum. Baştan sona, sondan başa doğru... Saatin kaç olduğuna hiç aldırmazdım. İşten çıkış saatim sana koşma zamanımdı. İş çıkışından saatler önce her şeyi planlardım. Nerede oturacağımı, sana neler anlatacağımı. Her buluşmamızda zaman çok kısaydı. Söylemek istediğim milyonlarca cümle vardı. Sözcükler söylemek istediklerimi anlatmakta hep yetersiz kalıyordu. “Seni çok seviyorum,” demek yüreğimdekilerin, aklımdan geçenlerin cılız, cansız bir tercümesi olabiliyordu. Bana yetmiyor, sana yakışmıyordu. Ben seni canımdan, yağmurlardan, elmas ışıltılarıyla akan derelerden, güneşten bile daha çok seviyordum.
Leyla’nın ailesiyle tanıştıktan sonra ufak tefek sorunlar oluşmaya başladı. Sıra onu benim ailemle tanıştırmaya gelip çatmıştı. Leyla bizimkiler için tam bir sürprizdi. Annem ve babam defalarca beni hemşerimiz olan veya uzaktan hısım akraba sayılan ailelerin kızlarıyla tanıştırmak istemişlerdi. Her seferinde ipe un sermiş ve onların bu girişimlerini başımdan savuşturmayı başarabilmiştim. Onlar da beni ikna edemeyeceklerini anlayınca bu girişimlerinden vazgeçmişlerdi. Şimdi onlara gidip sevdiğim bir kız var. Onu sizinle tanıştırmak istiyorum dediğimde bozulacaklardı. En azından bana “O kızların ne kusurları vardı? Niye görüşmeye bile yanaşmadın?” diye yükleneceklerdi. Her ne pahasına olursa olsun artık pilavdan dönemezdim. Önce annemin kulağına kar suyu kaçırdım. Kadının aklı başından gitti. Sevincinden ne yapacağını bilemedi. Aklında milyonlarca soru vardı. Akşamdan başlayarak gecenin yarısına kadar onlarca kez odama gelip sorup soruşturdu. Durumu makul bir dille babama açıklamasını istedim. Çünkü bizim ailede erkekler bu tür meseleleri kesinlikle karşılıklı oturup konuşmazlardı.
Annemle konuştuktan bir hafta sonra Leyla evimize akşam yemeğine davetliydi. Annemin etekleri zil çalıyordu. O akşam için aklına gelen her yemeği, üstelik tepsiler dolusu, tencereler dolusu pişirmişti. Tatlılar yapmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi eve taze meyveler alındı, kuru yemiş tabakları daha gündüzden hazırlanmıştı. Yemek babam için son derece ciddi bir protokol havasında, ablam, annem, Leyla ve benim için ise tam bir şenlik havasında geçti. Leyla kırk yedi kilo ağırlığında ufacık tefecik esmer bir kızdı. Elbette yemeğini tabağına bir veya iki yemek kaşığı alabiliyordu. Bu durum annemin çok hoşuna gitmedi. O topaç gibi, biraz etli butlu bir gelin hayalindeydi. Üstelik bizim aile beyaz tenli mavi veya yeşil gözlü kızları beğenirdi. Ama ne bir söz söyledi, ne de gözlerini büyütüp bana hoşnut olmadığı mesajını gönderdi. Çok geçe kalmadan Leyla’yı götürüp evine bırakmam gerekiyordu. Babam dâhil bütün ev ufak tefek kara kızı sokak kapısına kadar cümbür cemaat uğurlamaya çıktı.
Tanışma faslının ardından her şey jet hızıyla akmaya başladı. Ne olduğunu bile anlayamadan ailelerimiz dışarıda bir lokantada planlanan akşam yemeğinde bir araya geldiler. O akşam Leyla’nın babasının ve kız kardeşinin sürekli sorun çıkaracağını hissettim. Sürekli garsonlara kızdılar, lokantadan ve yemeklerden şikâyet edip durdular. Zaten tuzluklar da akmıyordu. Bu lokantayı ayarladığımız için de bizi paylamayı ihmal etmediler. Asıl amacın yemek değil bir araya gelmek olduğunun zerre kadar bilincinde değildiler. Yemek bütçemize göre oldukça pahallıydı. Fazla dırdır ettiğimiz için bize bozulan şefler bir şişe suya bile beş lira yazmışlardı. Bunu babam dışında kimse dert etmedi. Adamın üç aylığı o akşam ağır bir darbe almıştı. Her şeye rağmen bizimkiler acayip mutluydu. Hesap, para pul kimsenin derdinde değildi.
Onun adını göğsüme yazdırarak ne iyi etmiştim. Elimden gelse dağlara yazdırırdım, güneşe, aya ve uzak yıldızlara hatta. Kentteki bütün sokak tabelaları, dükkân levhaları, ışıklı reklâm panolarında Leyla yazsın isterdim. Televizyonlar, radyolar ve gazeteler bizden söz etsin. Uzun kara kirpiklerin altında ışıldayan gözlerin parıltısını benden aldığı söylesinler. Şairin söylediği gibi, “Dünyayı güzellik kurtaracak. Sevmekle başlayacak her şey,” desinler. Sevmekle başlayacak her şey . Bir insanı sevmekle…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Overlok Makinası |
|
Hanımların dikkatine !
Overlok Makinesi ayağınıza geldi ..!
Halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına,
Overlok çekilir...
Beş dakikada yapılır..
Hemen teslim edilir...
Bu anonsu duymayan var mıdır bilmiyorum ama ben farklı illerimizde de bulunsam aynı şekilde defalarca dinlediğimi, neredeyse meşhur olmuş bir şarkının nakaratı gibi ezberlediğimi söyleyebilirim. Buradan yola çıkarak hazırladıklarımı sizlerle paylaşayım, sürç-ü lisan ettiysem affola...
“Futbol ile yatıp Futbol ile kalkanların” dikkatine !
“Paprika Makinesi” ayağınıza geldi ..!
Yönetici, Taraftar, Medyatik Laklak Yorumcusu tiplerin sivri diline,
Paprika sürülür...
Beş dakikada yapılır..
“Gençler öldürülmesin” diye niyet edilir...
* * *
“Kafayı alkollü içeceklere takanların” dikkatine !
“Yasak Makinesi” ayağınıza geldi ..!
Camiye, Okula, Medya ilanlarına, Medrese ve Külliye kenarına,
100 metreye kadar yasaklandırılır...
Beş dakikada kanunlaştırılır..
“Ayık kafayla ve Yayık ayranıyla” ayniyet edilir...
* * *
“Yurtta çatış, dünya ile itiş-kakış” sevdalılarının dikkatine !
Osmanlı’dan miras “Strateji Makinesi” ayağınıza geldi ..!
Masal boyuna, Hayal enine, Düş dibine, Sıfır önüne, Sınır kenarına,
Memleketin başına yüzlerce çorap örülür...
Beş dakikada çark edilir..
“Barrakın beni, tutmayın” aşkına hüsnüniyet edilir...
* * *
“Akıl akıl, gel bize takıl” diyen insanların dikkatine !
“Akil akla, 35’e bakla” modeli “Akıl Makinesi” ayağınıza geldi ..!
Olmayacak duanın berisine, Dönülmez akşamın ufkuna, Sınırlarımızın kenarına,
Önce; “Neler olacak neler, maydanozlu köfteler” türküsü seçilir...
Beş dakikada sınır ötesine el-kol sallanarak türkü eşliğinde geçilir..
“Biz de süreci bilmiyoruz...” eklenir, diplomalı mezuniyet beklenir...
* * *
“Ahlaka mugayir hareketlerde bulunanların” dikkatine !
Arap aleminden devşirme “Ahlak Makinası” ayağınıza geldi ..!
Park köşesinde, Ağaç kovuğunda, Deniz kenarında, hatta Metro hattında,
MoBeSe kameralarla kolaylıkla görülür...
Beş dakikada tespit edilir..
“Sallandıracaksın 3-5 tanesini...” anonsuyla dikkat-i mahremiyet edilir...
* * *
“Ha gayret, az daha muhalif laf et” meraklılarının dikkatine !
Yılların eskitemediği “Muhalefet Makinesi” ayağınıza geldi ..!
Hizipçilik uğruna, Mızmızlık yoluna, Öyle değil Böyle ve hatta Şöyle kenarına,
Vatandaşın dertleri mi iç çekişmelerin sertleri mi diye birbirine sorulur...
Beş dakikada yeni demeçlerle akla mukayyet uygulamalarla yorulur..
“Atı alan Üsküdar’ı...” misali iktidara bir memnuniyet daha bahşedilir...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran GERİ DÖNÜŞÜM |
|
Hepimize, bütün dünyaya yaşatılanları yaşıyor görüyorsunuz. Bunların gerekçeleri, nedenleri, onları insanlara yaşanlar konusunda yeterince konuşuluyor, yazılıyor, söyleşiliyor.
İletişim ağındaki haberleşme yollarından yüzdefterinde son günlerde iki resim dikkatimi çekti; birinde, bizim yürütmenin başının bıyığı kesiliyor, sırtına Nazi kılığı geçirilip öyle sunuluyor- sanki çektiklerimizin hepsinin yaratıcı, dolayısıyla sorumlusu o’ymuş gibi; oysa dünyaya 2. Savaşı yaşatan onbaşı da para analarıyla babalarının, bankacıların, petrolcülerin, silah üretici ve satıcıların maşasıydı; nitekim bodrumun birinde canına kıydığında onunla şaraplar içen kodamanların hiçbiri yoktu yanında.
İkinci resim, dünyada adı en çok konuşulan insanlardan biri, Amerikalı bir zengin; onun da aklınıza gelen her alanda parası var. Diyor ki yamru yumru suratıyla: 19. Yüzyıl’ın başında Anadolu topraklarıyla ilgili bir tasarı kurmuştuk; sarı saçlı mavi gözlü bir Türk çıktı, oyunu bozdu, iş yarım kaldı; şimdi kaldığımız yerden sürdürüyoruz.
Evet, gerine gerine, insan haklarına, hayvan haklarına, ileri ya da geri demokrasiye hiç aldırmadan söylüyor bunları; ama bizim bütün kanallar, bütün gazeteler, bütün uzmanlar(?) sabahtan akşama başka masallar anlatıyor hem halkıma, hem dünyaya.
Neyse, dedim ya, bütün bunlar yeterince konuşuluyor; onun için ben size şiir okumaya karar verdim bugün; şiirleri, ülkemin en duyarlı, en dürüst ozanlarının birinden, Zeynep Uzunbay’ın, Yasakmeyve yayınlarınca basılmış “Geri Dönüşüm” adlı kitabından seçtim.
Geri Dönüşüm
kırlangıç uçurtması kaçtı
kopan ipliğini parmağıma dola
rüzgâr soğudu madem
üfür fısılda mırıldan
gel biraz evlenelim
iyi kötü yol açarız kalabalıkta
tökezlesen tutarım
başım dönse yaslanırım omzuna
yuttuğum sözcükler böyle zayıflattı beni
uzaklarda bir rüyâ seçemiyorum
yıllarından ayrılıp duruyor dünya
ufuk yalan, ütopyaya gidelim
düz taşa adımı yaz, senin bulduğun…
ben de “Hiçbir şey ummuyorum,
hiçbir şeyden korkmuyorum,
özgürüm” yazarım düz taşına
başımıza dikip güleriz
biriktirdiğimiz onca camgöbeği, kızıl, mor…
kim bilir şimdi kimin ellerinde
korkma, nefes almayı unuttuk
suyumuzun ayı göğe düştü
çakıl taşlarımız saçıldı geceye
pırıl pırıl geri dönelim.
Sözümüz
her şey bize benziyor
suyunu birbirine veren
ki fıstık çamıyız, dinle
rüzgâr ne dese doğru
Biraz paranoyak bir fıstığım ben
hiç yoktan iniltiler oyar dibimi
söz, yavrumuz
açar gagasını göğe
bulut mu? ay mı? bir akşamüstü
lila deniz damlattık ağzına
Dümdüz, solgun bir özlem
derken direk, tekne
sevmenin neler olduğunu biliyor;
canımın altındaki huyu, bizim oraları
gözleri velfecri okuyan horozu
hepsini! hepsini!
Susuyor dobra dobra, oof
adsız kal, sensiz kal e mi!
diyor ki, gitsin
düşsün, dirensin, bulsun
kendi bilsin sözümüz olduğunu
Sözümüz bizi unutma!
İnsanı da, her türlü sanatını, yaratısını da yeryüzünden silmeye yemin etmiş bu korkunç vebaya inat çekelim şiir kılıcımızı! Belki vebalıları bile kurtarırız!
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
MEMLEKETİMİN RENKLERİ
Elimde fotoğraf makinem Beyoğlu’nun dar sokaklarında dolaşıyorum. Eski, çıkmaz, mistik sokaklarında...
Sardunya kokularıyla, kedi miyavlamaları da eşlik ediyor bu yolculuğuma.
Özellikle, Galata’nın yakınında kurulan bir kedi evi var ki onların yükselen sesleri daha bir harika...
Yaz, kış evsiz birçok kediye, barınak oluyor bu küçük çatılı kutu...
En güzeli de evin penceresinden bakan gözler. Elası, mavisi, yeşili ile farklı renkte gözler.
Beyoğlu’nun insanıyla, bu kedileri hep bağdaştırmışımdır. Bu evde, ne kadar farklı cins kedi, kavga etmeden barınabiliyorsa, Beyoğlu’nda da; Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si hiç kavga etmeden barınabilmektedir. Bu anlamda, çok renkli bir tablo gibidir Beyoğlu. Bir tarafta sinagoglar, bir tarafta kiliseler, bir tarafta da camiler…
İnsanlar, farklı ibadethaneleriyle, aynı karenin içinde, barışık olarak yaşayabilmektedir. Bu açıdan bir kültür birikimidir Beyoğlu.
Burada gezerken, birçok Osmanlı eseriyle, Greko-Romen mimarisini aynı yerde görmeniz mümkündür.
Nasıl, her ülkenin, her şehrin bir ruhu ve kokusu varsa, muhakkak görmeniz gereken meydanları, sokakları, eski evleri varsa, Beyoğlu’nun ruhu, kokusu da bizim ülkemiz için aynıdır. Bu sokakları görmeden, buradaki insanlarla tanışmadan, kırmızı kiliseyi ziyaret etmeden, Türkiye’yi gezdim diyemezsiniz.
Bu kadar güzel şeylerin arasında, maalesef kötü şeyler de var. Bunlardan birincisi hızlı göç ve bunun sonunda oluşan kalabalık ve bu kalabalığın yarattığı çarpık yapılaşma.
İstanbul’da kalabalık şehirlerin başında olduğu için, bu çarpıklığın en belirgin olarak yaşandığı yerlerden biri. İnsanların sokak ortalarında yatmaları, dilencilerin sayısının artması ve yaşadığı şehre uyum sağlayamayıp, iletişim sorunu yaşayan insanlar.
Doğu kültürü ile batı kültürü arasına sıkışmış, ne yapacağını bilemeden geçiş sürecini atlatmaya çalışan bireyler.
Gelişmekte olan ülkelerde gözüken, gelir dağılımın adaletsizliğinden kaynaklanan sorunlar ve işsizlik.
Beyoğlu’nda da bu olumsuzlukları görüyorsunuz istemeden. Özellikle çocuklarını yanına alan annelerin dilenmesi. Çok iç acıtası ve düşünülesi bir durum.
Batı ile doğu arasına sıkışmışlığın bir yansıması da binalarda gözükmektedir.
Eskiler hızla yıkılmış, tahrip edilmiş veya kundaklanmıştır. Eski ahşap evlerin bilerek yakılması ve yerine kocaman kocaman binaların yapılması ya da eski kiliselerin bozularak apartmanlara, alışveriş merkezlerine dönüştürülmesi...
Osmanlı döneminden hızla sıyrılıp, çağdaş yapılaşmaya geçilmeye çalışılmış ama bu tam olarak yapılamamıştır.
Bunun sonucunda da, yeni yapılar, üzerimize bol gelen bir elbise gibi durmuştur.
Bu uyduruk, hızlı ve düzensiz yapılaşma sonucunda, bu eşsiz şehirde siluet diye bir şey kalmamıştır. Yapılan gökdelenler, kulelerde bu silueti bozan unsurların en başındadır.
Koca Sinan’ın yıllar önce düşündüğü, sonra da uygulamaya geçirdiği, bu eşsiz güzellikler bir bir yok edilmiş ve hala da yok edilmektedir.
Hızlı dönüşüm adı altında, bir daha asla sahip olamayacağımız, paha biçilmeyen eserlerimiz yakılıp, yıkılmaktadır.
Aynı özelliklerini alıp, benzemeye çalıştığımız Avrupa’ya baktığımız zaman asla bu tür şeyleri göremeyiz. Orada tarih ve tarihi eserler çok önemlidir. Hükümetin onları yıkmak gibi bir gafleti yoktur. Böyle bir şey yapılmaya kalkılsa dahi, halk buna asla izin vermez.
Bu sebepten dolayı, Avrupa’daki şatolar, kaleler, eski ibadethaneler hala ayaktadır. Mesela Prag’daki halkın çoğunluğunun ateist olmasına rağmen, hiç kimse kiliseleri yok etmek ve zarar vermek için uğraşmaz. Tam tersine, onları büyük bir özveri ile korur. Çünkü onlarda tarih bilinci ve saygı olgusu gelişmiştir.
Ayasofya’ya gelen turistlerin taşları sevmesi, melek figürüne hayranlıkla bakması da bu göstergelerden biridir. Bizim fark etmediğimiz ya da önemsemediğimiz herhangi cansız bir taş parçası bile onlar için çok önemlidir. Çünkü o, geçmiş tarihin tanığıdır ve atalarının mirasıdır.
Alışverişte, moda da takip ettiğimiz, yere göğe sığdıramadığımız Avrupa’yı överken, örnek alırken, bir de tarih olarak baksak, örnek alsak diyorum. Ne dersiniz, belki bir şeyler değişir mi?
Neslihan Minel neslihancaa@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Konu dinse; o zaman 'içki yasaklanması’ söz konusuysa o zaman ilk emir 'oku' neden kanunlaşmıyor..?
Türkiye şu anda çok önemli ve sıkıntılı bir süreçten geçiyor..Türkler zaten hep böyle sınavların içindeydi..
Taa Mete döneminde, içeriye sızan Çinli gelinlerle imparatorluğun sonu geldi..Sızma başladı mı Türkler zaten çözülmeye başlarlar..Aynı şimdiki gibi..Mesela İslam'ın Abbasiler dönemine bakılsa, Türkler önemli yerlere getirilseler de ihanet düşünmezler, işlerini yaparlar; bu yüzden her daim güvenilir insanlardır..Ama herkes karşısındakini kendi gibi bilirmiş.. Zaten en büyük hatayı da biz Türkler orada yapıyoruz ya..Bize bir baş lazım, tek adam lazım diye her höt zöt diyene gönlümüzü kaptırıveririz..Sonra bir bakmışız, taş gitmiş,toprak gitmiş, bağ gitmiş, bostan gitmiş..
Kur'an'da bir ayet var..
"Biz, bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve refahla azıp Firavunlaşmış kodamanlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz." İsra/16..
Çok iyi tarih bilgisine sahip değilim, yeni yeni öğreniyorum. Ama şu anda bildiğim ve gözlemlediğim birşey varsa bu milletin arandığıdır. Kardeş kardeşi öldürüyor, bir maç için gencecik bedenler katlediliyor, yeni doğmuş bir bebek yakılıyor..İnsanlar dinin en net emirlerinden biri olan çalışarak üretmek yerine, cahiliye devrini geri getirip cep doldurmaya odaklanmış durumdalar. Kur'an ısrarla 'yahudileşmeyin' derken; komşum-arkadaşım-tanıdığım zengin olabiliyorsa ben de olabilirim,benim neyim eksik diyerek bugününü kurtarma derdinde; etrafındaki insanların sırtına basıp.. Eğer konu dinse; o zaman 'içki yasaklanması’ söz konusuysa o zaman ilk emir 'oku' neden kanunlaşmıyor..? Çünkü insanlar okumaya başlarlarsa dinin rahibeler gibi kapanmak ya da yerlere kadar sakal uzatmak olmadığını anlayacaklar da ondan..
Biz komşumuzun canı yanar diye korkarken, senelerce bağırlarında bize düşman örgütü beseleyen onlar değil miydi..? Ama işte biz Türk milleti; arkadaşımız kavgaya giderken 'neden, ne oldu' diye sormayız biz..Bizim,bizden başka dostumuzun olmadığını biliriz de yine de içimiz el vermez, düşenin yanında oluruz. Tarih de bunları yazmaz mı; Türkler ne zaman büyük bir devletle savaşsa, etrafında bölünmek isteyen küçük devletçikleri mutlaka çıkar. Orayı halleder Türk, tekrar büyük savaşa döner..Hoop,diğer taraftan yenisi ayaklanır..Oysa ki Kur'an ne diyor..
"... Müşrikler sizinle nasıl topyekun savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekun savaşın! ..." Tevbe/36
"Onlar sizinle toplu halde değil ancak müstahkem kaleler içinde yahut duvarlar arasından savaşabilirler.Onların kendi aralarındaki kavgaları/çıkmazları/bunalımları çetindir/ciddidir. Sen onları birlik/beraberlik halinde sanıyorsun, oysaki onların kalpleri darmadağınık/parça parçadır. Böyledir; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur." Haşr/14
Haçlı seferlerinde de bize karşı birleştiler; şimdi de birleşmiş,sanki can ciğer kuzu sarması gibi hareket ediyorlar. Oysa ki içlerinde kaynıyorlar. Sorun; bizim birleşemememiz. Kendi başımıza özgüvenden yoksun oluşumuz. Çünkü hep millet der bir Türk; önce millet.. Tek başına da başlı başına bir millettir bir Türk, ama işte sıkıya gelmesi lazım..
Aslı Gültekin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Dedi Kadir |
|
Uslu durmaz garip kekliğim,
uslu durmaz;
rüzgârı katıp önüne
hareket alır.
Yol bilmez, iz bilmez;
bir zâlim avcının peşine takılır.
Anasının koynunu beşik yapmış;
ne bilir hâini, eşkıyâyı,
bozguncuyu, batakçıyı.
Dilim susmaz,
susmaz gayrı yolu yol değil.
İzi izden ne ararsın garip kekliğim,
izimiz yürekten sor.
Dön gel yuvana garip kekliğim,
gayrı dön gel.
Aşmak istersin dağ bayır.
Devirip nicesinden büyük kayalar;
köpürmek,
köpürmek istersin;
basıp çiğnemek,
varıp yıldızlara yetmek.
Yüreğin, bir akarsuyun ağzında;
fitil dayanmaz bir umut
körpe fidelerin.
Menzile çıktığında,
gözün görmez hiçbir şeyi.
Ayağına çakır dikenler batar,
boğazında sönmüş kozalar,
sırtında olancasından ağır bir yük.
Yazık ki, bi’tas suyun bulunmaz.
Gayrı ihânet düşer kabına, aşına;
yummaca küfürler düzsem fayda etmez.
Hırçınlığıyla deli eder;
tutancasından uzun bir mavzer,
nice ölüme sebep.
Koştuğun bir kızıl yaprak,
bir venüs çarığı değil,
ahdım kalır bahtsız perçem.
Derisini değiştiren
Allah’ın belâsı bir engerek,
şose boylarında ziftlenerek
keyif sürer.
Dön gel yuvana garip kekliğim,
gayrı dön gel.
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SABAHIN SEHER VAKTİNDE
Yüzünün öptüğüm yanı artık çekimser kalamaz
Binlerce bayrakla açılmış yürüyor
En önde gideni tanıyorum
Beyazıt'ta görmüştüm
Bir daha padişah geçemez bu sokaktan
Düzme mahkemeler kurulamaz.
Seninle sarılıp sabahlara kadar uyumamışız
Bir cumartesi pazar olmuş kolların arasında
Kolların arasında bıçağı duymuyorum
Yan yana kenarında pencerenin
Sen taşını eteğinde taşımışsın her sabah
Ben ellerimde taşımışım her akşam.
Çocuğumuza bakıyoruz
Evimize bakıyoruz
Dünyaya bakıyoruz
Bütün sarılı kollar arasında
Güllerin gelinciğin arasında
Yüzünün öptüğüm yarısında
Kötüye geçit yok
Buğday tarlaları çiğnenemez bir daha
Nükleer denemeler yasak.
Berin TAŞAN
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|