Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 12 Sayı: 1.973

 14 Haziran 2013 - Fincanın İçindekiler


  • AVRUPALI BAYRAM 2 ... Seyfullah Çalışkan
  • AYRIK OTU ... Hamdi Topçuoğlu
  • Dönülmez Akşamın Ufkundayız... ... Ahmet Şeşen
  • 11 Haziran ... Cüneyt Göksu
  • VİZE'DE AKŞAM ... Neslihan Minel
  • BİNDİRİLMİŞ KIT’A DİYALOGLARI -1- ... Abuzittin Tırlak
  • Sevmek, yalnızca sevmek! ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : EL Mİ YAMAN, BEY Mİ?!..


    Onsekizinci güne geldik. Bu direniş belki bugün, bir sonraki eyleme kadar sonlanacak. "Bir sonraki eylem" sözü bilinçli bir seçim. Zira, meydanlara çıkanlarımızla, evlerinde tencere tava çalanlarımız bir önemli şeyin anladık artık. "Bu memlekette sözümüz dinlenecek arkadaş. Yok farzedilmeyeceğiz. Buradayız demek için gerekirse gazlanmayı, ıslanmayı, dövülmeyi, yaralanmayı ve hatta ölmeyi göze alacağız. Memleketi babasının çiftliğine çevirenlere çiftliğin gerçek sahiplerinin kim olduğunu göstereceğiz." diye düşünmenin zor olmadığının farkına vardık. Bizi farklılaştırmaya çalışarak elimizden almaya çalıştıkları toplum bilincimizi yeniden kazandık. Bu bilince tekrar ulaşmamızda büyük emeği olan gençlerimize, çocuklarımıza elbette çok şey borçluyuz. Ama unutmayın, bizlerde örselenmiş olarak var olmayı sürdürmüş o meziyetlerimiz olmasaydı, bugün o gezi parkında, Taksim'de, Gündoğdu'da, Kuğulu Park'ta, yurdun dört bir yanında "Bizi Yok Sayamazsın" diye ayağa kalkan o gençlik belki olamayacaktı. Hissettiğimiz ama bir türlü hayata geçiremediğimiz özgürlük, demokrasi, adalet kavramlarını çocuklarımıza aşılamamış olsaydık, bugün onlar belki bizim yerimize de haykıramayacaklardı. O nedenle ben müsterihim. Onlarla gurur duyduğum kadar kendimle de gururlanıyorum. Ancak herşeyin ötesinde o çocuklara minnetttarım. Bizi kış uykusundan uyandırdıkları için hepsine tek tek minnet duyuyorum.

    Gelelim teyyip ve ekibinin Manakyan tiyatrosundan hallice görüşme şovlarına. Necati Şaşmaz'ı, Hasan Kaçan'ı, Hülya Avşar'ı saymıyorum bile, hoş Avşar diğerlerinin yanında Einstein sayılırdı ama neyse. Ben dün gece başbakanlık konutunda görüşmelere katılan sanatçı ve Taksim Platformu temsilcilerini daha kayda değer buluyorum. Her ne hikmetse ve o salonda ne gibi bir ilahi güç varsa, girenle çıkanın ahvali değişiveriyor birden. Günlerdir halkı %50'lere bölen, ben değişmem diyen, ya yapılacak ya yapılacak diye fetva veren, "marjinal gruplar" senaryosunu sahneye koyan, herkese diklenen, yalan üstüne yalan söyleyen ve bunu defalarca tekrarlayan, teyyip efendi gitmiş yerine bir Nelson Mandela, bir Desmond Tutu gelmiş gibi bir havayla ayrılıyorlar salondan. Ne oluyor da böyle oluyor bir açıklasınlar yahu. Yoksa onlar da gösterilen animasyona hayran mı kalmışlar? Padişahın sessizce dinlemesini hayra mı yormuşlar? Söylesinler bilelim.

    Sunay Akın'ın saatlerce konuşmasının etkisiyle adam gözleri açık uyumuş olabilir, hele dudaklarına da geriye doğru gülümseme efekti kondurduysa, görüşmeciler olumlu bir hava sezmiş olabilirler. Heyyoo, uyanın. Birinizin maçası sıktı mı acaba, "Yapacağınız mitinglerden vaz geçecek misiniz? Vazgeçmeseniz bile, son 6 mitinginizde yalan olduğunu bile bile tekrarladığınız, Cami, başörtüsü söylemini sürdürecek misiniz? Hala oranın bok koktuğunu düşünüyor musunuz? Kimlere ne sözler verdiniz de, bu topçu kışlası denen garabette bu kadar ısrarcısınız? Yapmayıverseniz, vazgeçtik deseniz ne kaybedersiniz? Kayıtlarla ispatlanmış şiddet uygulayıcılarına hakkettikleri cezayı vereceğinizi söyleyebiliyor musunuz?" diye sorabildi mi? İşte beni asıl ilgilendirenler bunlar. Yargıyı kendi çıkarlarına uygun hlae getirmek ve uygulamak konusunda kendini defalrca aşmış bir başbakanın, ucu açık bir yumuşama emaresine "Yılana sarılır" gibi sarılmak ne kadar doğru olur bir düşünün? Bu adam Cumartesi, Pazar mitinglerinde gene ağzı köpük köpük bağıracak; "illegal örgütler..., dış mihraklar..., çapulcular..., bok kokanlar..., Camiyi kirletenler..., başörtülü kadını dövenler..." Var mı iddiaya giren?

    Referandumdan plebisite dönüşen oylamanın kitabına uydurularak ama her türlü hile kullanılarak oldu bittiye getirilmeyeceğinden emin olabilir misiniz? YSK bünyesinde yapılan seçimlere bile hile karıştırmaktan gocunmamış bir yönetimin, yerel yönetim denetiminde yapılacak halk oylamasını hakka hukuka uygun yapacağına ne kadar güvenebilirsiniz?

    Özetle, bunların hepsi bir beyin karıncalandırma projesi. Birşey yapıyor gibi görünüp ortalığı yatıştırmak, ardından güçlenip saldırmak. Pusu kurarak geldiler, pusuyla palazlanmaya çalışıyorlar. Ama maymunun gözü açıldı bir kere. Ne 10 yıl önceki muhafazakarlık, ne de şimdi ki saltanat prim yapıyor artık. Hodri meydan, sıkıyorsa o parkı yık, yerine de kışla yap. Bak göreceksin o zaman, el mi yaman, bey mi?

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur


     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      AVRUPALI BAYRAM 2

    Sandığı ve bir iki parça ıvır zıvırı arabanın bagajına koydular. Çoluk çocuk altı kişi arabaya bindiler. Biraz gittikten sonra uzun kuyruklu, siyah rengi solup griye dönmüş, uzun kuyruklu şavırle otomobil deniz kıyısında bir limana yaklaşıp durdu. Orada başka otomobiller, kamyonlar ve minibüsler de vardı. Bir saat sonra büyük leğen şeklinde kocaman bir gemi gelip bütün arabaları koynuna doldurdu. Avrupalı Bayram ilk defa denizi gördü. Çocuklar ve hanımı gemiden, gemiyi zangır zangır titreten motor gürültüsünden, arkalarında köpük köpük kaynayan denizden korkup iyice birbirlerine sokuldular. Otomobilden inince deniz düşeceklerini sanıp koltuklara, kapılara tutundular. Korku ve hayretler içersinde boğazı geçen gemi boğazın suların üzerinde alçalan güneşin içinden geçer gibi öteki kıyıya ulaştı. Her şey masallar kadar gerçek ötesi, her şey bilinmedik ve şaşırtıcıydı.

    Bin dokuz yüz altmış sekiz yazında bir akşamüzeri İstanbul’dan ayrılmadan önce Avrupalı Bayram şoförün gösterdiği yerden çocuklarına ekmek aldı. Biraz peynir, şeftali, kaysı hatta küçücük Anamur muzları aldı. Karısı ve çocukları muzu ilk defa gördüler. Nasıl yenileceğini bilmedikleri için kabuklu muzları ısırdılar. Bir şeylerin ter gittiğini gören baba çocukların ellerindeki muzları geri alıp birer birer soydu. Çocuklar ve hanımı muzu çok sevdi. Akşamın ilk karanlığında yollara düştüler. Yavaş yavaş bütün ağaçlar, dereler, yollar, evler ve sokaklar karanlığın içinde kaybolup gitti. Sabaha kadar ölesiye merak ettikleri yeni vatanına dair hiçbir şey göremediler. Gecenin karanlığında yol alan otomobildeki çocuklar uyumadan önce kar gibi beyaz ekmekten, meyvelerden yediler. Muzları çarçabuk bitirdiler.

    Avrupalı Bayram ön koltukta oturuyordu ve hiç uyumadı. Yol boyunca şoföre sorular sordu. Uykusundan irkilerek uyanan çocuklar gözlerini kocaman açarak şaşkın şaşkın etraflarına bakıyorlardı. Ve anneleri onların başını okşayarak yeniden uyutuyordu. Araba sadece çişi gelenler için çeşme başlarında veya sık bir çalılığın kıyısında duruyordu. Bornova üzerinden İzmir’e indiklerinde güneş epey yükselmiş, egenin kavurucu sıcağı sokakları kızdırmaya başlamıştı. Avrupalı Bayram sadece Gültepe’ye gideceklerini biliyordu. Elinde ne bir sokak, ne bir kapı numarası, nede ayrıntılı bir adres vardı. Şoför Bornova’dan Halkapınar’a doğru ilerlerken sivri burunlu minibüsü kullanan başka bir sürücüye Gültepe’yi sordu. Bir ara yolu kaybettiler. Geri dönüp yeniden defalarca aynı semti sordular. Öğleye doğru Gültepe’ye çıktılar. Orada çok fazla göçmen vardı. Kayın pederinin evini bulmakta hiç zorlanmadılar.

    Kavuşma sahnesi, birbiri ardına atılan çığlıklar uzaktan bakınca özlem gidermekten çok kavga var izlenimi yaratıyordu. Sandık evin içine taşındı, çocuklar kucaklandı. Otomobilin başında Avrupalı Bayram ile kayın biraderleri ve kendisi gibi göçmen olan birkaç köylüsü kaldı. Ortada bir anlamsız suskunluk vardı. Avrupalı Bayram’ın neden İstanbul’dan tren veya otobüsle değil de uzun kuyruklu şavırle ile geldiğini merak ediyorlardı. Bu sorun bayram açısından etrafta toplananlar kadar önemli değildi. Şoför elinden tutup “götüreyim abi,” demişti. Hatta ısrarla çekiştirmişti. O da kabalık etmek istemediği için binmişti. Onun geldiği ülkede her şeyin fiyatı belliydi. Otomobil biraz daha pahallı olsa da tren biletinin on katı olamazdı.

    Kurnaz İstanbul şoförü araba parası olarak bin lira isteyince dananın kuyruğu da kopuverdi. Çünkü herkes onun geldiği ülkede (Makedonya) zengin biri olmadığını biliyordu. Türkiye’de ise sadece zenginler özel otomobilde yolculuk yapabilirdi. Bayram bin lirayı duyunca aklını kaçıracaktı. Onun topu topu iki yüz elli liradan biraz fazla parası vardı. Çıkarıp bütün parasını şoföre verdi. Adam aldığı paraya şöyle bir bakıp sinirlendi ve yere attı. Tartışmalar üst perdeye taşınınca etrafları iyice kalabalıklaştı. Herkes birbiriyle tartışıyor kimisi şoförü, kimisi Avrupalıyı destekliyordu. Tam o esnada Gültepe-Çankaya minibüsünden bir polis indi. Adam besbelli yorgundu ve ihtimal gece kaldığı nöbetten dönüyordu. Hep bir ağızdan konuşulanları dinledi. Şoför polisi görünce “ben bunlardan şikâyetçiyim. Paramı vermiyorlar, ”diye bas bas bağırmaya başlamıştı. Baktı ki olacak gibi değil. Tartışanları Gültepe Karakoluna götürdü.

    Baş komiser hem şoförü hem de Avrupalıyı dinledi. Meseleyi ölçüp tarttı. Kaç paraya pazarlık ettiklerini sordu. Ortada bir pazarlık falan yoktu. Size on dakika müsaade. Ya kendi aranızda anlaşın. Yada da beş para almadan İstanbul’a dönersin,” dedi. Köşeye sıkışan şoför yere attığı iki yüz elli lirayı eline aldı. En azından beş yüz lira verin diye kalabalığa yalvarmaya başladı. Avrupalı Bayram’ın akrabaları ellerini cebine atıp kağıt paralar çıkardılar. Paralar yeniden sayıldı. Üç yüz elli lirayı biraz geçiyordu. “Başka paramız yok. Hepsi bu. Canımızı mı alacaksın,” dediler. Şoför paraları alıp içinden söve saya, homurdana homurdana karakoldan çıkıp gitti. Tartışma, kavga gürültü derken gün akşama dönmüştü. Avrupalı Bayram Türkiye’deki ilk gününe akrabalarına borçlu olarak başladı.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      AYRIK OTU

    Benim bahçem Türkiye gibi rengarenktir. Her çiçek kendi mevsiminde açar, çevreye güzel kokular ve renkleriyle yaşama zevki sunar. Hiçbiri bir başkasının yaşam alanına girmez. Hani birisi demokrasi nasıl olur diye sorsa, hemen bahçemi gösteririm.

    Ne zamandır bahçeme her bakışımda biraz daha artıyordu tedirginliğim. Bahçem yeşildi yeşil olmasına da her geçen gün çiçeklerin biri daha kuruyordu.

    Geçen pazar günü terastan bahçeye baktım. Şaşırdım. Her zaman içinden geçtiğim bahçede çiçekleri göremedim. Nergisler, kır laleleri, zambaklar, açelyalar, çuha çiçekleri, siklamenler… neredeyse hiçbiri görünmüyor.

    Bahçe yemyeşil… Bahçe dediğin rengarenk olmalı, her renk kendine bir yer bulabilmeli orada.

    Bahçeye indim. Tarhları dolaşmaya başlar başlamaz her şeyi anlayıverdim.

    Geçen yıl, ziyaretime gelen bir dostum:

    “Su parası çok. Bahçe çok masraflı. En iyisi sen şu “saçaklı”dan (ayrık gibi dalları saçaklı bir yayılıcı bitki) bir kaç kök al, kısa sürede sulama derdinden kurtulursun” dedi.

    Yıllar önce tarlalarımızda, bahçelerimizde ayrıkla başa çıkmak için ne kadar uğraştığımızı anımsadığım için bahçeye sokmaya hiç niyetim yoktu.

    Arkadaşım ısrarla:

    “Bak dünyanın su parasını veriyorsun, üstelik sürekli de bahçeyle uğraşmak zorunda kalıyorsun. Birkaç kök ottan ne olur?” deyince babamın sözlerini anımsadım.

    “Bahçeye sokarsan ayrık, aç kalırsın gayrık!”

    “ Ayrık otur altı yıl güneş altında kalmış, rüzgâr toprağa düşürünce:

    - Susuzluktan öleyazdım, demiş.”

    Ayrık otunun ne denli arsız olduğunu biliyordum; ama dostuma söz geçiremedim. Gitti, bahçenin bir köşesindeki tarhın içine getirdiği dalları sokuverdi. Çok geçmeden ahtapot gibi her tarafa kol atmaya başladığını görünce endişelendim.

    Eşim:

    “Baksana yemyeşil, hatta beyaz minik çiçekleri de var. Sadece o tarhta kalsın. Başka yerlere yayılmasına izin vermeyiz” dedi.

    Çaresiz kabul ettim.

    Yaz nasıl geçti, güz ne zaman başladı? İş güç, aş ekmek kavgası derken bahçeyi unuttum. Dostumuza kanmış, bahçede oraya buraya kol atmasına göz yummuştuk. O, tüm nebatatın köklerine girmiş, onları boğmuş; deniz kıyılarından tek tek topladığımız rengarenk çakıl taşlarını bile örtmüş, bahçeyi yalnız kendi yaşam alanına çevirmişti.

    Dostumu çağırdım:

    “Ayıkla bahçenin ayrığını diyecek” oldum.

    Önce o da şaşırır gibi oldu. Ama hemen sözü çevirdi:

    - Yahu, amma da sinameki adamsın. Baksana yemyeşil bahçe. Güneş vurur açık yeşil olur, hava bulutlanınca nefti. Yeşil deyip geçme… Onun da bin bir çeşidi var. Varsın başka bitki olmayıversin bahçende!

    Ben bahçemi hep çok renkli olduğu için sevmiştim. Dostuma hiçbir şey söylemedim.

    Çocuklarımı çağırıp bahçeyi gösterdim.

    - Söyleyin nasıl kurtulacağız bu ottan, dedim.

    - Tek tek yolarak dedi, biri.

    - Onunla boğuşabilecek başka bitkilere yol açarak, dedi öteki.

    Radyoda sabah haberleri başlamıştı. Sunucular, haberleri niye böyle “desem mi, demesem mi “ tereddüdünde veriyorlar ki?

    “Gençler harika bir direniş örneği göstermişler. Vali nedamet getirmiş. Topbaş, göstericilere yavrularım, demiş. Patronlar, karışıklık sürerse çalışanlarını işten çıkarmak zorunda kalmaktan korkuyorlarmış. Gezi parkına AVM yapılmayacakmış….”

    - Bu ayrık otuyla kavgamız uzun sürecek, dedim kendi kendime. Yıllarca uğraşacağız.

    Küçük oğlum ayrığı yolarken söyleniyordu:

    - Ah ayrık otu, ah! Bunca arsızlık yapacağına şu güzel bahçede her çiçeğin yaşama hakkı olduğunu kabul etseydin ne olurdu

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    7,757,757,757,757,757,757,757,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Dönülmez Akşamın Ufkundayız...

    Beste : Münir Nurettin Selçuk
    Güfte : Yahya Kemal Beyatlı

    Dönülmez akşamın ufkundayız.. Vakiiit çoook geç...
    Bu son fasıldır ey ömrüm.. Nasıııl geçersen geç...

    Bu şarkıyı dinledikçe hüzün dolar gözlerime ve bazen dayanamaz ağlarım, hatta; kimi zaman dinlemekten kaçtığım bile olmuştur.

    Gezi Parkı” ile başlayan ve hemen hemen tüm illerimize yayılan “Yetti gari, az biraz dur bari ..!” isyanında da aynı hüzünlü durumu yaşıyorum. Zira; az biraz durmasını bile bir türlü bilemeyenler, üstelik gittikçe artan ve gerçekten anlamadığım bir büyük nefretle “Direnen Mızıkacıları” gibi aynı şeyi tekrar tekrar söylüyorlar. Nedir bu hırs ? Nedir bu nefret ? Nedir bu inat ? Dünyanın en büyük kentlerinden New York’dan daha fazla AveMe olduğunu söylüyorlar İstanbul’da, “Bir tane daha dikeceğim, hem de nah şuraya !” diye tutturmak neden ? Yıllar önce AKM için verilmiş söz “Onarım kararı”, bugünlerde dillerde “Yıkarım ısrarı”, peki ama niye ?

    Hele; tarihimizde hiç bir gurur verici yanı olmayan Topçu Kışlası’na ne demeli ? Yok efendim üstüne “ağaç” diklenecekmiş, yok altına “müze” eklenecekmiş, yok yanına “rezildans” beklenecekmiş. İdari mahkeme “Yürütmeyi durdurma” kararı vermiş, inadına “Durdurmayı yürütme” kararı almak da neyin nesi ? Üstelik; ülkemizde bunca değerli Mimar, Çevre Mühendisi gibi insanlar var iken hülya peşinde koşmanın komedisi, anlaşılır gibi mi eğrisi-doğrusu neresi ? Bir komedi daha yaşandı. Beşer de şaştı, şaşmaz denen de şaştı. İki cümle kuramadı ama izlenme rekorları dağları, taşları hatta vadiyi bile aştı. Ekran başından kaçamayan kurtulamadı ama kaçan kurtuldu. Eveledi geveledi, sık dokudu, ince ince eledi ve fakat ne mesaj verdiği unutuldu.

    Velhasılı; romantik komedi dizileri de vardı ekranlarda, yalan rüzgarları da. Ihlamurlar altında yatan mı ararsınız, pinokyo masalı yalan mı ? Birileri yalan ve arkasından talanla mutlu olunca, birileri de çapkın gibi bıyık altından güler doğrusu. “Dostlar Tiyatrosu” adeta. Birileri ağlamaklı, boğazı düğüm düğüm olmuş yutkunuyor. Diğeri; bir demet gül eşliğinde yaraya dokunuyor.  Gazeteler desen; “Tencere kazan, tıpatıp aynı yazan” başlığı ile okunuyor. Taş atanlarla, eli sopalılarla ve özellikle prototip yazan medya yalakalarının başlıklarıyla ortalık her geçen gün biraz daha provokasyon kokuyor. Bu kadar yalancının, bu denli vicdansızın bugünlere kadar hiç yaşamadığı bir Türkiye görünce insan, insanlığından bile soğuyor. Vicdanı olan her insana; Borsa’da hisselerin düşmesi yerine Beddua’nın tavan yapması, inanın daha çok koyuyor.

    Dönülmez akşamın ufkundayız.. Vakit çok geç...
    OLMADAN..
    Genç Fidanlar’ın daha fazla burnu kanamadan...
    Bu son fasıldır ey ömrüm..
    diyen Yaşlı Ağaçlar’ın torunları için yürekleri yanmadan...
    Nasıl geçersen geç...
    Ama kısaca;
    VAZGEÇ..!

    Bu son fasıldır ey ömrüm..
    ile anlatılan nasıl ki bir dem, vazgeçmek de bir büyük erdem...
    Nasıl geçersen geç...

    Yeter ki vazgeç...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Cüneyt Göksu

     Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


       11 Haziran

    11 Haziran gündüz başlayan, akşamı ve gecesi devam eden olaylar, Haziran Direnişi'nin yeni bir boyutu olarak hafızalarımıza kazındı.

    11 Haziran öncesinde, Başbakan'ın Afrika dönüşü verdiği demeçler, yorumlar, son derece insanları birbirine düşman edercesine olan üslubu ve değerlendirmeleri, bazı konularda doğru söylemiyor olması sonucunda ne yazık ki beklenen polis müdehalesi dün geldi. Belki önümüzdeki saatlerde, günlerde daha da serti gelecek.

    11 Haziran günü yeni bir kırılma oldu bu direniş için. Ulusal Medya uzun zamandır zaten gerçek olmayan bir çok olayı gerçekmiş gibi yansıtıyor ama daha da aşırı olanı, bu polis girişiminde polisle eş güdüm çalıştı. Son derece yanlı yayın yaptı. Gazetecilik mesleğinin saygınlığını bitirdiler.
    Yurt dışındaki yabanı dostlarım, meslektaşlarım dahi, CNN International'da yaşanan "Show is Over" olayı üzerine mesajlar atıp gerçekleri sordular. Bunlar bilinen ve zaten hepinizin takip ettiği gerçekler.

    Ben asıl o gece neler olduğuna, yaşandığına biraz daha odaklanacağım.

    O gün Vali ne dedi?
    "Gezi Parkı'na bir müdahale yapılmayacak ve polis buraya girmeyecek" dedi.
    O'na çok da inanmamıştık ve ne yazık ki Devlet'in temsilcisi yine bizi yanıltmadı. HALK'a yalan söylediler.

    Gezi'de yaratılan bu direniş, dayanışma, birlikte yaşama duyulan saygı, sevgi ve mücadele ruhu iktidarı korkuttu. Çünkü Türkiye tarihinde yaşanan nice direnişlerde dahi bu kadar zengin bir HALK katılımı olmamıştı. Hiç bir direniş bu kadar çeşitlilikte kitlesel olarak desteklenmemişti. HALK, muhalefetin yapamadığını yapmış ve kendi demokratik taleplerini 10 gündür barış içinde dile getiriyordu. 10 gün boyunca bir tane polisin olmadığı ortamda, iki tane büyük miting yapılmış, kimsenin burnu bile kanamamıştı. HALK, 1 Mayıs yapılamaz denilen meydanın her köşesini doldurmuş ve söyleyeceğini söylemişti, kavgasız, gürültüsüz.

    Devletin, direnişin merkezi olan Gezi'yi dağıtmaya çalışmasının sebebi çok açıktı.
    Burası direnişin kalbi, ruhu ve beynidir. Marjinal denen birşey yoktur. Tanıdığım her meslekten, sınıftan, farklı ideoloji ve dünya görüşünden onlarca dostlarım, arkadaşlarım, ailem Gezi Ruhu için destek veriyorsak biz HALK olduğumuz için destek veriyoruz. Marjinal olduğu söylenenler, Gezi'nin demokratik ortamında absorbe ediliyorlardı. On gün boyunca burada tek bir olay olmadı ama çok şey öğrenildi, yaşandı, denendi ve biriktirildi.

    Gelelim dün geceye! Çünkü dün gece de Türkiye Medyası tarafından bir utanç gecesi yaşandı.
    Saldırmayacak, girmeyecek denen polis, sürekli Gaz atarak kitleyi huzursuz, rahatsız etti. Son derece organize olan gençlerin tek derdi, polisin bu şiddetini içeri yansıtmamak, gaz kapsüllerini yakalayıp geri atmak veya su bidonlarına sokmaktan ibaretti. Ne molotof, Ne Silah... Buna rağmen onlarca insan yaralandı, solunum zorluğu çekti. Gezi Reviri doktorları, gönüllüleri, seyyar sedyelerle hemen bu kardeşleri önce revire, oradan da direnişin başından beri destek veren Divan'a taşıdılar. Divan Oteli'nin 2 katı revir olmuş, onlarca doktor ve AKUT tıbbi destek veriyor. Divan dinlenmek isteyenlere resepsiyonunu açmış, tuvaletleri ve Internet'i açmış. Ana girişe gelen ambulanslara revirden veya Divan'dan gelen gençler aktarılıyordu.

    Park'a yapılan her gaz atağında, kitle geri çekiliyor sonra hemen alana geri dönüyordu, disiplinli, yardımsever. Zaman zaman sahneden, gaz atıldığında nasıl davranılacağı konusunda bilgilendirme geliyor, şarkılar söylenerek moral depolanıyordu. Yorulanlar maskelerini, kasklarını ve eldivenlerini bir başka arkadaşına veriyor ve döngü sürüyordu. Hep altını çiziyorum. Bu gençlerin tek derdi Parkı korumak, Polise saldırmak değil.

    İşin özü, Gezi Parkı ve yaratılan direniş ve dayanışma ruhudur. Bunu başaran genç akıldır, yardımseverlik ve hoşgörüdür. Gezi Parkı'nın ötesinde patlayan ve gelişen bütün olaylar, İktidara biriken gerilimin çatlaması ve topluma yayılarak bir HALK hareketine dönmesidir. HALK'ın taleplerinin, yapılmasını bırak, dinlenmediğinin, yalan söylenmesinin tepkisidir. Başbakanın ısrarla kullandığı sert ve kışkırtıcı üslüpla zirve yapmıştır ne yazık ki.

    Son bir söz daha. Alanda asılan flama, bayrak, afişler lütfen kimseyi rahatsız etmesin. Polis indirmeden önce AKM'de asılı flamalara bir bakın. Orada Türkiye'yi göreceksiniz.

    "Boyun Eğme" pankartının bir yanında ki Türk Bayrağı, diğer yanındaki Atatürk Posteri, Bir uçta Deniz Gezmiş, hemen yanında Çarşı, partiler, sendikalar, dernekler... Ben bu tabloya baktığımda, tek renkli olmayan, çok renkli güzel ülkemin bir arada yaşamak konusunda ısrar eden insanlarını gördüm hep. Eğer burada eksik varsa, bu direnişin adaletli taleplerine neden destek vermediklerini ve o flamaların arasında yer almadıklarını düşünmelidir.

    Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşama isteğinden hiç vazgeçmeyelim.

    Cüneyt Göksu
    Fotoğraf : Ali Öz
    Cuneyt.Goksu@Gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    VİZE'DE AKŞAM

    Geçen hafta sonu tatilinde Vize'ye gittim. Vize, Ergene Nehri'nin kuzeyinde, İstranca Dağları’nın eteklerindeki, geniş ovada kurulmuş bir şehir. Burası suyun bol ve arazinin düz olmasından dolayı tarıma çok elverişli. Doğal kaynaklarının zenginliği bakımından da doğu Trakya’nın en önemli şehirlerinden biri.

    Bu küçük şehir, İstanbul’dan 138 kilometre uzaklıkta ve üç saatlik bir mesafede.
    Büyük şehrin trafiğinden ve gürültüsünden kaçmak için ideal bir yer Vize. Ayrıca hafta sonları günü birlik gidilip gelinebilecek mesafede. Bu açıdan gizli bir cennet Vize.

    Yol boyunca Trakya’nın düz ovalarını, buğday tarlalarını, boy veren arpaları ve bunları kesmeye çalışan elleri oraklı insanları izledim. Bazı yerlerde ağaçlarla dolu bahçeler vardı. İçinde çeşit çeşit meyvelerin olduğu bahçelerdi bunlar. Trakya’da halkın geneli, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Arnavutluk ve Yugoslavya göçmenlerinden oluşmakta. Bu nedenden dolayı, burada çok farklı kültürde insanları görmeniz mümkün.

    Bu çok kültürlülük onların folklarına, giyimlerine ve konuşmalarına da yansımış durumda. Onlardan herhangi biriyle konuştuğunuz zaman, nereden geldiğini, anlayabilirsiniz. Özellikle kırmızılı, sarili folklor kıyafetleri kültürlerini yansıtan en önemli öğelerin başında gelmekte.

    Trakya’da dikkatimi çeken en önemli şeylerden biri de evlerin bahçeli ve bakımlı olması oldu. En kötü, köy evinde bile bir estetik duygusu vardı. Her tarafı boyalı, bakımlı ve temizdi. Kısacası dinlenmek ve yaşamak için harika evlerdi.

    Ve çalışkanlıkları… Geçtiğim yerlerde, neredeyse hiç boş tarla yoktu. Ya buğday ekilmiş ya da bahçe yapılmıştı. Kadınlı erkekli insanlar, evde nasıl çalışıyorlarsa, bahçede de öyle çalışıyorlardı.

    Tabii ki toprakların bereketi ve suyun bolluğu da etkiliyordu bu çalışmayı. Bir de buraya has ayçiçeği tarlaları vardı. Her tarafta yetişen sarı çiçekler. Ve bunların değerlendirildiği halka geçim kaynağı olan fabrikalar…

    Tarım olarak, ne kadar verimliyse toprakları, tarihi doku olarak da, o kadar zengindi Vize şehri.

    Bunlardan biri; yüksek bir tepe üstüne kurulmuş olan kalesiydi. Laleler arasında saklanmış olan bu yerde kalenin son kalıntılarını bulabilirsiniz.

    Evliye Çelebi’nin Seyahatname’sinde, bu kaleden şu şekilde bahsedilmiştir; "Kalesi yer yer harap olmuş, beşgen şeklinde bir kaya üzerindedir. Kale içinde 300 kiremitli, toplam 800 ev, bir de Fatih Camii vardır. Kubbeleri kurşunla kaplıdır." diye tarif edilmiştir Vize Kalesi. Kaleden bütün şehri tam olarak görebiliyorsunuz; eski camiyi, okulu, dar sokakları, traktörle işe giden insanları...

    Bir süre şehri izledikten sonra, yağan yağmurdan kaçmak ve kalan diğer güzellikleri görmek için yokuş aşağı inmeye başladım. Burada ki yol üzerinde, Ayasofya Kilisesi bekliyordu beni. Bu eski kilisenin duvarları, arkeoloji ve sanat tarihi bölümü öğrencileri tarafından temizlenmiş ve tamir edilmişti.

    Küçük Ayasofya Kilisesi VI. yüzyıldaki Bizans İmparatoru Jüstinyen’den bize miras kalmıştır. Üç apsisi olan kilisenin aynısını daha önce Trabzon’da da görmüştüm. O kilisenin ismi de Küçük Ayasofya'ydi. Yapı olarak da birbirine benziyordu bu iki kilise. Yalnız Trabzon’dakinin çevresi daha geniş ve bahçesi antik taşlarla doluydu. Buradaki kilise çevre bakımdan biraz daha fakirdi.

    Vize'deki bu güzelliklerden başka gezilebilecek, Karakoçak Tepe ve Gemikaya Kaya Sunaklari'da vardır. Ve bunlardan en önemlisi de tümülüslerdir. Trak Krallığı’nın sembolü ve önemli kişilere ait mezarların bulunduğu tümülüslerden; Vize ve bağlı köylerinde, 40'in üzerinde olduğu sanılmaktadır.

    Birçok tarihi geçmişi barındıran bu tümülüsleri; daha önce Ankara’daki Gordion’da görmüştüm. Gordion ve çevresindeki Friglerden kalma tümülüsler çok ilgimi çekmişti. Hatta bir tanesinin içine girmiş, dolaşmıştım.

    Antik tiyatro ve tümülüslerden sonra şimdi sıra Kıyıköy’deydi. Kıyıköy, insanların dinlenmek amacıyla geldikleri, sadece tarihi dokusuyla değil, ayni zamanda doğal güzellikleriyle de çok zengin bir yerdi. Bu açıdan Vize ilçesine bağlı Kıyıköy beldesi, tam bir turizm cennetiydi.

    Sahilde insanlar, ellerinde oltaları balık avlıyorlardı. Bunun yanında, yüzenler mi dersiniz? deniz botuyla dolaşanlar mı?

    Ayanikola Manastiri ve Kalesinin yanında alabildiğine uzun ve temiz kumsallarıyla, şehrin iki yakasını saran, temiz kalmış sahilleriyle, eşsiz bir cennetti burası.
    Ve deniz taşları. Hepsi birbirinden farklı bin bir türlü deniz taşları…
    Renk renk olan bu taşlardan bir poşet topladım, dalgaların sesini dinleyerek.
    Burada yüzmek, sahilde dolaşmak, balık yemek hepsi ayrı ayrı güzelliklerdi. Deniz bisikleti ve kayık turu atmak da ayrı bir zevkti tabii. Amozonlar’ı andıran ormanın kokusunu duymak ve yaban hayvanlarının yaşamını canlı görmek... Gittiğime değdi dedirtecek türden güzelliklerdi bunlar...

    Akşam karanlığını, bu sahilde gün batımına karşı bekledikten sonra, Güneşin son ışıklarıyla beraber toplanmaya başladım. Ömrümden bir gün daha böyle gitmişti işte...

    Vize'de, ay ışığını, günün son sessizliğiyle selamlayarak....

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    BİNDİRİLMİŞ KIT’A DİYALOGLARI -1-

    - Hoop leyn, doğru dürüst dönsene şu okeye......, üçkaat yapma valla.......Oyarım bak!
    - Heeeey millet! İyi akşamlar yahu......
    - Oooooo, Veysel emmim gelmiş, akşamın hayrolsun. Sen boş yere uğraman bu kaveye be emmi, hayrola? Hangi rüzgar attı seni bu yana böyle?
    - Len Rüstem önce bana bi bira aç ordan bakiiim. Adam lazım ya millet.......
    - Hayırdır Veysel emmi, çivili sopa ile adam mı dövecez gene.....
    - Yok be oluuuum ya......O işe şimdilik ara verdik bi yol. Malum, patrondan talimat geldi, yarın akşam karşılama yapmamız iktiza ediyor. Bu defa harbiden karşılama yani.....
    - Hayırdır ya, ne karşılaması bu böyle. Düğün var da damat mı karşılanacak?
    - Çüşşşşş be oğlum! Öyle ıvır zıvır muhabbetler için buraya geldiğimi ne zaman gördün ki? Dünyadan bu kadar mı uzak olunur ya!!? Böyyük Başgan yurt dışından geliyo koçum, haberin yok mu?
    - Haaaa, şimdi anladım da, bundan bana ne yani? Bizler heralde öteki % 50’nin içindeyiz be usta.....baksana masadaki bira şişelerine....Bak ben bişi demiyom haaa, sizinkiler öööle sölüüyo..... Bu iş bizi bağlamaz yani!
    - Biliyom lan hergele, seni yannız cebin bağlar. Erzak paketlerini lüpletirken bira şielerinden heç bahsetmeyon ama.....
    - Yorma delikanlıyı be Veysel emmi, ne de olsa aynı mahalleliyik o kadar torpilin ossun icabında, Gelecek furyada en azından belediyeye atsan kapağı da, hiç olmazsa üçümüzü beşimizi gave köşelerinde sürtmekten kurtarsan diyorum.....
    - Konuyu dağıtmayın arkadaşlar.....”Paralar, paralar, açılmasın aralar” dedik geldik buraya şunun şurasında......Toplayabildiğim kadar adam toplamam lazım......Eleman başına 100 gayme, nasıl eyi para degel mi?
    - Eleman demesek be emmi.......Bak bu lafa İmparator bile bozuluyo icabında....Kötü bi laf o.....
    - Yok be Veysel emmi! 100 gayme dediğin ne ki? Galdırmam ben bu koca dötümü o kadar paraya okey masasından billahi........
    - Yuhhh lan! Verdiğimiz paraya bak herif beğenmiyor be!
    - Hooop millet, kesin şamatayı da açalım pazarlığı bakalım! Şartlarımız var Veysel emmim! Bi kerem gayfenin önünden alıp, gayfenin önüne bırakacan bizi. Hepimiz bi tamam olarak yani, geçen sefer olduğu gibi bir gısmımızı garakollardan toplatmayacan yani bize, ulan herifleri dövmeye gittik, aramızdan bazıları bi alay sopa yedi. Bi de üstelik dövenlerden biri bizim Behçet’in halası oğlu çıktı eyi mi? Herif hem zopa attı, hem de Behçet’in evine gelip, onun çivili zopasıylan hatıra fotosu çektirdi yav......
    - Ya ben size anlatamadım galiba. Bu seferki harbi karşılama oluuum ya. Zopa mopa neyim yok, kimse kimseyi dövmeyecek sade bagırıp çagırıcaz yani....Ayrıcana da elbette gayfenin önünden alacam sizi otobüsnan, gayfeye geri atacam tamam mı?
    - Senin bu garşılama muhabbeti en az 4-5 saat sürer.....Bize gumanya da dagıtıcan...
    - Ooooo, o iş çoktan halloldu bile. O işe Belediye bakıyo oluuuum. Kumanyalar çoktan içeceği ile hazır yani.
    - Bak kumanya, bazen olduğu gibi kumanyak olmasın ama tamam mı? Özel muamele istiyok yani... Yok öööle bişi kalmadı malmadı ayakları tamam mı? Peşin söölüyom. Öööle bişi olursa adam başına 10’ar kayme daha alırız ona göre........Paraya da biraz zam yap bakalım, 100 gayme yetmez 125’e çıkalım abiler!!!!
    - Çüşşşş, yav yapmayın billa çok adam lazım. O kadar para çok 110’a bağlayalım gelin şu işi.....

    - Eeee, milletvekili aday adayı olmak kolay değil Veysel emmi.....Hadi gül hatırın için 5 lira daha inek 120’ye bağlayalım. Bak bu gayfede okeye dönen işsiz güçsüz 50-60 gişiyik. İhtiyar, moruk falan 20 kişiyi sittir et, sana 40 kişilik bir otobüs dolusu adam buluyok burada. Amma velakin adam başı 115 gaymeye valla gurtarmaz emmi....... Adam başı 5 kaatta ben komisyon alacam bilin sen bu işleri...
    - Tamam be, tamam! Anlaştık....Yarın akşam saat 6’da herkesi buradan alır, paraları da dönüşte otobüste dağıtırım, tamam mı?
    - Kaçın kurrasısın sen Veysel emmim benim, parayı yarın çekecek ki bankadan bir günlük getiri getiridir yani.... Yirim senin faiz lobisi ayaklarını ben.....
    - Hooop, kumanyayı unutmayalım, kumanya....kumanya....Ayran da olacak mutlaka yanında, malum milli içkimiz kendileri.....
    - Çivili sopa da taşıyacak mıyız? Öyleyse ben bu paraya gelmem billa....
    - Sen lafı dötünden mi anlıyon oluuum ya! Ne sopası ne çivisi........Çapulçu dövmeye gitmiyok, garşılama yapmaya gidiyoz bi kerem.. Bu defa işimiz kolay yani. Zaten ondan bu kadar az paraya yapıyok bu işi. Bida adam dövme işine 250 gaymeden aşağı gitmem billa ben.....İşin içinde zopa yemek de var çünkü.... - Heee, kavga dövüş, tekme tokat olmıcak yani.....
    - Hayır be oluuum ya.! Sadece megafon ne derse, sen de onu tekrarlıcan hepiciği o kadar!
    - Megafon mu, o kim yaaa? Mahalle de böööle garip isimli heç kimseyi hatırlamıyom billa ben!
    - Hakkaten harbiden hepinize çüşşş yani! Okeye döne döne sizin beyniniz durmuş be kardeşim! Megafon, alet oluuum alet! Adam diiiil yani....Maksat bağırtıların tek bi örnek ve de böyyük Başgan’ın hoşuna gidecek şekilde tek bir ses gibin çıkması yani..Her kafadan bir ses çıkmayacak oluuum. Ahenk yani, ahenk...... Yoksam çok pis fırça yerik, uzun süre de altından galkamak bu fırçanın
    - Kim yav bu sizin böyyük Başgan. Bi de bizi tanıştırıver şunnan. Bu kadar korktuğuna göre.....Ulan ben babamdan bu gadar korkmuyom be....
    - Ne tanışması be oluuuum ya....Ben tanışabildim mi de sizi tanıştırayım. Koskoca milletvekili aday adayı olduk emme gene de tanışamadık yani..... Kısmetse milletvekili oluncek tanışcaz gari. O zamana kadar imajı çizdirmezsek eyi olur deyom, anlayın hele bi yol beni.....Bakın memnun kalırsam dönüşte hepinize birer bira ısmarlıcam gayfede ona göre. Biralar ekstra...... İyi bağıracaksınız emme...
    - Tamam da neyi nasıl baaracamızı elimize yazıp verseydin, daha eyi olurdu zaar. Bi yannış yapmayak da......
    - Yav oluuum dedik ya, önce megafondan görevli biri baaaracak. Sonra sende onun dediğinin aynısını tekrardan sööölücen, bu kadar yani...
    - Bak o baaran benim anama söverse, ben de onun anasına söverim ona göre.....
    - Tööbe, tööbe..... Bakın memnun kalırsam şehir dışı işlerde de uğrarım bu kaveye iki katı yevmiye, yolda da yiyecek içecek partili ademlerin konaklama yerlerinde beleş tarafından gani. Ona göre yani......
    - Yav bu miting slogan falan işleri bize göre deel be Veysel emmi. Slogan baaracak olsaydık, gider solcu olurduk be emmi yav. Hemi de onlar okuyo mokuyo o yüzden öööle güzel slogan atıyolar harbiden. Lan bazen benim de içimden geliyo ha öööle bağırmak. Emme onlar heç kimseye para mara daatmıyollar.....
    - Sus lan sus, yerin kulağı var oluum. Ben bi milletvekili oluyum, o zaman göreceniz oluuum siz. Solcu molcu kalmıcak bu mahallede.
    - Ne yapcan Veysel emmi, onları sucuk mu yapacan? Onlar at deeelki, köpekler havlayınca sucuk yapalım!
    - Len o laf öööleee diildi bi kerem. Ben biliyom Lucescu söylemişti onu Gassayda çalışırken....Köpekler havladı deyü, atlar ölmez mi, neyim öyle bi laftı o!
    - Atlar tabii ölmez be oluuum ya, bu ülkede atların öldüğü ne zaman görülmüş ki, garibimleri hep sucuk yaparlar zati......

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Sevmek, yalnızca sevmek!

    Sevdânın düğümlerini çözerdi gece,
    uzanıp geçmişe birer birer.
    Denizler çoğalır giderdi,
    mâvi bir gelecek yağardı üzerimize.

    Bulutlar devşirirdi toprağı,
    ilkyaz güneşi gibi açardın.
    Mis kokulu ellerinle,
    ışıktan şehirler kurardın.

    Harman gibi savrulurdu saçların.
    Zamânı büyüten tatlı bir gülüş;
    ayrılıkları sakladığım mendilim,
    iklimsiz rüzgârlara karışırdı.

    Göğüs kafesime sıkışan göçmen kuşlar;
    sevdâmı yanımda taşıma ruhsatı,
    dikenli kanatlarını çırpardı heyecanla
    ve şarkımızı söylerdiler.

    Ah kara gözlüm!
    Bu dört duvar arasında;
    bu mahpusluk, bu sensizlik;
    bu kimsesizlik içinde geceler,
    artık bir işkence.

    Efkârımla kalkıp bir türkü yaktım,
    bütün Kızılay duydu sesimi.
    Metronun merdivenleri,
    benim için çalıştı.

    Omuz vermiş sıralı apartmanlar,
    bütün caddeler tutulmuş.
    Trafik lâmbaları, benim için yanıyor;
    hepsi de kehribar renginde.
    Üzerime yağan kırık bir gök,
    kulağımda parça parça bulutlar.

    Sıhhıye Köprüsü utandı,
    çevirdi yüzünü öne.
    Adliye binâsı endişeli;
    en kirli suçların görgü tanığı,
    o bile kestiremiyor olacakları.
    Radyo binâsı, siren sesleriyle çınlıyor;
    devriye arabasında dövülüyorum.

    Alıp nezârete atıyorlar,
    kemiklerimi kırıyorlar,
    “sandalyeden düştü” diye
    rapor veriyorlar.

    Suçumsa sevmek kara gözlüm
    ülkemi, insanımı, toprağımı,
    rüzgârımı, denizimi, güneşimi
    ve seni sevmek!

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
    Karyadan İyonyaya
    Hamdi Topçuoğlu
    "Karya'dan İyonya'ya"
    Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    La Chapulita
    Müge Zeren









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20130614.asp
    ISSN: 1303-8923
    14 Haziran 2013 - ©2002/23-kmarsiv.com