|
|
|
Editör'den : Sadece Değerini Bilenlere Kutlu Olsun!.. |
Bugüne özel bir banner hazırlamaya karar verdiğimde kuru bir "Kutlu Olsun" mesajı yerine ne yazabilirim diye düşündüm ve "Değerini Bilenlere Kutlu Olsun" dan başka birşey bulamadım. Evet 30 Ağustos Değerini bilenlere kutlu olsun. Hiçlikten vatan yaratmış bir ulusun, şu sıralar, giydiği şalvarın içindeki aletiyle beyni yer değiştirmiş, sakallarına dindaşlarının kanı bulaşmış kaidesiz şeytanlarla işbirliği yapan iktidar ve ona biat etmiş nankör şapşallarına ise lanet olsun. Böyle bir cümle kurmak zorunda kaldığım için de bana yazıklar olsun.
Günlerdir savaş çığlıkları atan Tayyip ve ekibinin bugün yerinde olmak isteyen var mıdır acaba? Bir yanda müslüman kardeşlerden yana görünüp diğer yanda müslüman kardeşinin gözünü oymak için ABD ve İsrail'in yanında gerdan kıran bir iktidarın düşebileceği en derin çukurdalar şimdi. Ne olacağına, bu işten nasıl sıyrılacaklarına dair hiçbir fikirleri yok. Kimyasal silah masalının istedikleri gibi mutlu sonla bitmemesinin ceremesini kime yükleyecekler onu düşünmekteler. Nacizane bendeniz bu telaşın, bu acelenin altında başka bit yenikleri aramaktayım. Bu kimyasal silah denilen meretin izi kolaylıkla sürülebiliyor denildiğine göre. Hazır suç Esad yönetimine atılmış iken Suriye bombalanırsa suçluyu aramak için daha ileriye gitmek kimsenin işine gelmez. Ama ya BM gözlemcileri aksi bir yönde rapor verir de, kaynak araştırmasına girilirse ve kimyasalın dolandığı yol üzerinde Türkiye'nin de olduğu ortaya çıkarsa, seyreyle sen o zaman gümbürtüyü. Hoş abisi bir yolunu bulup ya da İsrail'e kayıtsız şartsız teslimiyet karşılığında olan biteni unutur ve unutturursa o başka.
Davos'ta "Vanminüt" deyiciliğinden başlayarak gelinen son nokta işte burası. O gün havai fişeklerle kahraman karşılayanlar, bugün tekbir getirerek müslüman müslümanı bombalasın diye gösteri yapıyorlar. Bu soytarılık başka nerede olabilir sorarım. Tek bir tanesinde bile huzurun olmadığı, kardeşin kardeşi vurduğu müslüman ülkelerden sıyrılmasını borçlu olduğu büyük Atatürk'ü yok sayan, kimbilir hangi çıkar ve karanlık düşüncelerle halifeliğe soyunanlardan bir an evvel kurtulmanın özlemiyle Zafer Bayramınız Kutlu Olsun.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KEL BAŞA ŞİMŞİR TATİL- 1 |
|
Tatile çıkacak adam biraz geniş olacak. Uçanı, kaçanı dert etmeyecek. Kara yollarında hiç bitmeyen yol bakım çalışmalarını, akan trafikte başkalarının canını tehlikeye atarak slalom yapanlara, hatta benzinin litresinin beş lira olmasını bile kafaya takmayacak. Dibindeki çakıl taşlarının tek tek sayılabildiği berrak masmavi bir denizi düşleyecek. Koyu gölgeli çınarları, bizi bekleyen akşam meltemlerini, sımsıcak, güler yüzlü ve misafirperver sahil kasabası insanlarını…
Günler öncesinden çizdiğimiz rotaya uygun olarak sabahleyin erkenden yola çıktık. Son anda ortaya çıkan “şunu aldık mı, bunu arabaya koyduk mu?” telaşı biraz gecikmeye neden olsa da kavgasız gürültüsüz yola çıkmayı başardık. Sizinkileri bilmem ama bizimkiler çok sık mola isterler. Sigara içmek isterler, çay isterler, tuvalete gitmek isterler. İsterler babam isterler. Bir ikisini atlatsam bile çoğunda durmaya elim mahkûm. Geçerken yoldan birkaç kavun alalım dedik. Kimini kendimiz yeriz. Kimini rotamız üzerindeki eşe dosta veririz. Satıcı köylü amca bize almadan önce bir dilim tattırdı. Çok lezzetli, şeker gibi bir şeydi. Altınova’da bir yanı tuzlanın pembe beyaz havuzları, öte yanda masmavi denizi görünce dayanamayıp bilmem kaçıncı kez yeniden mola verdik. Aklıma kavunlar geldi. Birini kestim kelek, ötekisini, diğerini derken tam beşi de aynı. Dakika bir gol bir… Köylü amcam, canım amcam, sen yaptın bize. Temiz amcam, saf amcam, sen ne zaman kirlendin? Bizim gibi kentlere kaçmadın. Bin türlü yalan dolan, alavere dalavere selinde sürüklenmedin. Bir tek sana güveniyordum. Sen de kavunların gibi kelek çıktın.
Yol kenarında meyve, sebze satan teyzeler, amcalar kirleneli çok oldu. Ben inatla ve ısrarla onların temiz kaldığına inanmak istiyorum. Belki on yıldan fazla oldu. Çankırı-Ankara yolunda da yeni yaşlı bir amca da bana yine böyle kelekler satmıştı. Üstelik yol kenarındaki satıcılar ürünlerini semt veya kasaba pazarlarından daha pahallıdır. Şimdi buna bir de organik masalı eklediler ki yeme de yanında yat. Emektir, alın teridir, birkaç kuruş daha fazla kazınsınlar diye sesimi çıkarıp pazarlık etmeye bile kıyamam. Üstelik çoğu üretici de değildir. Meyve sebze halinden aldıklarını getirip satarlar. Edremit, Havran ve Ayvalık yolunda geçerken çok fazla karadut suyu satan derme çatma tezgâhın önünden geçersiniz. Bunların neredeyse tamamı karadut suyu satarlar. Maraş, Gaziantep, Osmaniye civarında da vardır. Onlar da nar ekşisi ve karadut (urmudut) suyu satıcılarıdır. Benim gibi köy kökenli ve takıntılı biriyseniz etrafta hiç karadut ağacı olmadığının farkına varıverirsiniz. Kazdağları turuna çıktığımızda o yörede doğup büyümüş rehberimize sordum. “Ağaç yok. Dut nereden geliyor? Delikanlı epey gak gut etti. “Ben turizmden para kazanıyorum. Bu soruyu cevaplamam lazım. Bu iş çok sayıda kişinin geçim kaynağı. Sen sormadın, ben de söylemedim. Konsantre dut alıp sulandırıyorlar.” Şimdi başka bir problemle karşı karşıyayım. Konsantre meyve suyu üretenler o kadar dutu nerden buluyorlar? Bu bir fenomen. Karadut ağacı çok yavaş büyür. Ülkemizde sadece karadut yetiştiriciliği yapan tek bir bahçe var mı? Ondan bile emin değilim. Üstelik hasatı neredeyse imkânsızdır. Ağacın üzerine çıkıp yiyebilirsiniz. Sapları çok sert ve kalındır. Olgunlaşınca bile yere düşmez. Elinizi, yüzünüzü ve bütün giysilerinizi boyamadan o meyveyi yemek mümkün değildir. Aynı kafa karışıklığını İzmir Şirince köyünde de yaşamıştım. Etrafta hiç bağ yok. Ama Şirince kendi yöresel şarabından i yüz binlerce şişe şarap satıyor.
Konuyu iyece dağıttık. Kavunlarda aradığımız tadı ve serinliği bulamayınca kendimizi poyraza vermek için yolumuzu Ayvalığa çevirdik. Bana kalsa gitmeyecektik. Kavunlar kelek çıktıktan sonra en iyisi tası tarağı toplayıp eve dönmekti. Her şeyden önce böylesi en ekonomikti. Otur evinin balkonunda karşıdaki inşaatları seyret. Kitap oku, bilgisayara takıl. Günde elli kere Feysbuka bak seni kim dürtmüş, kim beğenmiş? İki kocaman valizi ve başka ona yakın çantayı arabanın bagajına tıka basa yerleştirmiş eşim ve kızıma bu fikrimi açmak düpedüz intihardı. Ben de sustum ve emirlere uydum. Ne demişler itaat et rahat et. Akçay, Ayvalık ve Ören, altınoluk ve Küçükkuyu poyrazıyla ünlüdür. Yirmi dört saat kesintisiz eser. Denize girseniz bile çok kalamazsınız. Oldukça serindir. Ama bir gölge bulduysan poyrazı da karşına aldın mı senden kralı yok. Akşamları da mışıl mışıl uyursunuz.
Turizm firmaları her yıl daha çok Kazdağları turu satıyor ve ilgi her geçen gün büyüyor. Şakası yok, dalgaya alınacak gibi değil. Çok güzel ve eşsiz bir yöre… Turların önemli bir kısmı ya sizi direk Kazdağları tepesine (zirveye) çıkarıyor. Ya da kaz dağları eteklerinde Kızılkeçili köyünden başlayarak, Sutüven Şelalesi, Hasan Boğuldu Göleti, Mıhlı Şelalesi, Adatape köyü ve Zeus Altarı ile tamamlanıyor. Kazdağları Milli Parkı yıllar önce koruma altına alınmış. Ziyaretçiler için koruma alından fedakarlık yapılarak ayrılan bölümleri gezebiliyorsunuz. Mıhlı Şelalesinde buz gibi suya girmenize izin veriliyor. Kentlerde hiç içmediğiniz, içemediğiniz kadar güzel bir suda yüzüyorsunuz. Hasanboğuldu Şelalesi ile Tahtakuşlar köyüne kara yoluyla ulaşılabiliyor. Ama Mıhlı Şelalesinin yolu hem stabilize hem çok bozuk. Kazdağlarından aşağıya, körfeze bakmak doyulmaz bir keyif. Dağlara doğru zeytinlikleri yok ederek tırmanan yazlıkları görünce insanın keyfi kaçıveriyor.
Hasanboğuldu Göleti’ne çıkarken yol üzerinde güzel bir köylü pazarı var. Köylü teyzeler yöresel otlar, sabunlar, çok çeşitli kekik ve mevsime uygun yöresel meyveler satıyorlar. Ancak bazı meyveler yöresel değil. Milli Parklara her girişte para ödüyorsunuz. Biz ödemeyi tur şirketine yaptığımız için onlar kendi aralarında nasıl anlaştılar bilmiyorum. Kapılardan geçerken bizi sayan, soran olmadı. Rehberimiz sadece tur şirketinin adını söyledi. Bu da yeterli oldu. Düzgün işimiz olmadığı için kıllanmadım desem yalan olur. Satıcı teyzeleri bir çırpıda atlayıp geçmek ayıp olur. Yöresel kıyafetleri ve şiveleriyle gerçekten çok tatlılar. Sizi sattıkları ürünlere bakmaya çağırdıklarında dayanamayıp gidiveriyorsunuz.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu KARANLIĞIN İÇİNDE BİR YALNIZLIK – 5 |
|
Perşembe akşamı başımı yastığa koyduğumda gözlerimi kapayamadım. Düşüncelerim benden sadece bir oda uzaklığında babaannedeydi. Acaba uyumuş muydu? Bu akşam yemek yemiş miydi? Beni beklediği kesindi, belki de Julide ile konuşmalarımızı dinlemişti, belki de duyduklarına üzülüp ağlamıştı? Şimdi kalkıp odasına gitsem olmazdı. Bu akşam sohbet edememiştik, yarın da son günümüzdü. Her ne olursa olsun arada sırada gelip onu ziyaret etmeliydim.
Cuma: İş çıkışı Julide ile eve gittiğimizde babaanne mutfaktaydı. Ellerimi yıkamak için tuvalete gittiğimde kapısının kapandığını duydum. Merhaba demek için geç kalmıştım. Fakat arkadaşımla yemeğimi yer yemez odasına gidecek, son akşamımızı sohbetlerimizle geçirecektim. Julide ile masayı hazırladık, yemek yerken biraz muhabbet ettik ve ben arkadaşıma babaannesinin yanına gideceğimi söyledim. Bana cevap vermeden, “bana ne” der gibi omuz kaldırdı. Masayı topladıktan sonra elimde yemek dolu tabakla babaannenin kapısına yaklaştım. Hiç ses gelmiyordu fakat her zaman karanlık bulduğum oda bu akşam aydınlıktı. Kapıyı yavaşça açtım, yatağında oturarak dua okuduğunu gördüm. bana baktı ve gülümseyerek yanına oturmamı işaret etti. Elimdeki tabağı ahşap masaya koyduktan sonra babaannenin yanına oturdum. Duasını bitirmesini sabırla bekledim.
“Nasılsın kızım?” çatallı sesiyle bana sordu.
“İyim, ya sen?” dedim. Ona son günüm olduğunu söylemek bana zor gelecekti.
“İyi” dedi.
“Ben bu akşamdan sonra kalmayacağım. Julide’nin annesi yarın geliyor. Eve dönmem gerek. Ama bazen yine seni ziyarete gelirim” dedim. Sohbetimizin başında bunu söylemek beni rahatlatmıştı.
“Öyle mi kızım?” Bundan başka bir söz söylemedi. Babaannenin gözlerine hüzün çöktüğünü gördüm. Gözleri buğuluydu ve odanın ışığı yaşlı yüzünü aydınlattıkça hayatının derin çizgileri daha belirgin görülüyordu.
“Sana kısmet çekmemi ister misin?”
Bu soru karşısında şaşırdım. Soran gözlerle ona baktım.
Yaşlı kolunu yatağın başucuna uzattı ve yastığın altından çok eski bir kitap çıkardı. Kitabın sayfaları eski, uçları yırtıktı. Ben daha sormadan kitabın hikayesini anlattı:
“Ben çok küçükken yaşlı bir nine bana bu kitabı verdi. Verdikten hemen sonra da öldü. Bu bana çok değerli bir hediye oldu.” Dedikten sonra iki elini de kitabın arasına alarak kalın dudaklarıyla bir şeyler mırıldanarak sayfaları açtı. Bu bir kurandı. Arapça yazılar el yazısına benziyordu. Babaanne dualarla ve arada kafiyeli manilerle geleceğim hakkında bir şeyler söyledi. Kelimeleri yavaş söylüyordu, arada sırada da yüzüme bakıyordu. Ben ise şaşkındım. Ziyaretine geldiğim günlerde hiç bahsetmediği bir özelliğini görüyordum. Söyledikleri ise şaşkınlığımdan zamanla aklımdan uçup gitmişti.
Kendi sohbetimize devam ettiğimizde bana yine hayatından güzel hikayeler anlattı. Onu dinlemek çok zevkliydi. Vedalaşırken çok fazla hüzünlendi ve birbirimize sarıldık. Ona sık sık ziyarete geleceğime söz verdim. Ağlıyordu, ben de ağlıyordum. Daha fazla onu üzmemek için yanağını ve elini öperek odasından çıktım.
Devam edecek…
Sevinç Gürel Bozkurt Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Bilgi Sistemleri Denetimi açısından mevcut seçim sistemin (SEÇSİS) güvenilirliğinin değerlendirilmesi. |
|
Dünyada ve Türkiye’de 1990’lı yılların sonları, 2000’li yılların başlarında yaşanan, Bilgi Sistemleri’nin kötü niyetli kullanımları sonucu ortaya çıkan bazı skandallar (Enron, WorldCom, vb.), Bilgi Sistemleri Denetimini önemli bir konu haline getirmiştir. Türkiye’de de finans sektöründe ve özellikle bankalarda yaşanan bir takım sorunlar sonrası tüm bankaların çeşitli açılardan denetlenmesi kararlaştırılmıştır. Bu nedenle resmi bir kuruluş olan BDDK (Bankalararası Düzenleme ve Denetleme Kurulu) kurulmuştur.
Bankaları gerek finansal gerekse bilgi sistemleri açısından denetleme yetkisine sahip olan BDDK, yayınlamış olduğu “Bankalarda Bilgi Sistemleri Yönetiminde Esas Alınacak İlkelere İlişkin Tebliğ” içerisinde, tüm bankaların Bilgi Sistemlerinin kontrol altına alınması ve denetlenmesi için kullanılacak çeşitli ilkeleri tanımlamıştır. Bu ilkeler hazırlanırken, özellikle iç kontrollerin oluşturulması ve takibine ilişkin olarak, ISACA (Information Systems Audit and Control Association – Bilgi Sistemleri Denetim ve Kontrol Birliği) adlı uluslarası bir meslek kuruluşunun geliştirdiği, bilgi sistemlerine ilişkin kontrolün sağlanmasına yönelik yöntemlerin belirlendiği COBIT çerçevesi temel alınmıştır.
COBIT (Control Objectives for Information and Related Technology – Bilgi ve İlgili Teknoloji İçin Kontrol Hedefleri) bilgi ve ilgili teknolojik bileşenleri kontrol altına alabilmek için kapsamlı bir süreç çerçevesi sunmaktadır. Bu çerçeve tanımlanırken Bilgi Sistemleri tarafından gerçekleştirilen farklı işler göz önünde bulundurularak, kapsam olabildiğince geniş tutulmuştur. Yıllar yılı bir çok uzmanın katkısıyla gelişen COBIT’in en son yayınlanan versiyonu COBIT 5’dir. COBIT 5 içerisinde tanımlanan 37 süreç ile, baştan sona Bilgi Sistemleri kontrol altına alınmaktadır.
Bilgi Sistemleri yönetimine ilişkin genel kontroller dışında, COBIT içerisinde uygulamalara ilişkin kontroller de yer almaktadır. BDDK tarafından da, bankalarda yer alan kritik uygulamaların kontrol altına alınabilmesi amacı ile kullanılmakta olan bu uygulama kontrolleri en temel olarak aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
- Veri oluşturma/yetkilendirme kontrolleri: Sadece yetkilendirilmiş personelin, daha önceden belirlenmiş bir şekilde verileri toplaması/hazırlaması sağlanır. Veri oluşturma sürecinde meydana gelebilecek hataların ve düzensizliklerin tespit edilmesi hedeflenir.
- Girdi kontrolleri: Yalnızca yetkilendirilmiş personelin, belirlenmiş kaynaklar aracılığı ile tanımlanmış yöntemleri kullanarak veri girişi yapılabilmesi sağlanır. Hatalı girilen verilerin belirlenmesi ve hataların gecikmeksizin düzeltilmesi hedeflenir.
- Doğruluk, bütünlük ve aslına uygunluk kontrolleri: Yetkilendirilmiş personel veya sistem tarafından üretilen, ya da arayüzlerden işlenmek üzere girilen verilerin doğruluk, bütünlük ve aslına uygunluğa ilişkin çeşitli kontrollere tabi tutulması sağlanır. Hatalı olduğu belirlenen verilerin düzeltilmesini ve tekrar işleme alınması hedeflenir.
- Veri işleme kontrolleri: Sisteme girilen verilerin, doğru bir şekilde işlenip işlenmediğinin doğrulanması sağlanır. Bu kontroller ayrıca, çalıştırmadan çalıştırmaya kontrol toplamları ve esas dosya güncelleme kontrolleri gibi yeterli güncelleme kontrollerinin varlığını da temin eder. Veri işleme sırasında belirlenebilecek hatalı hareketlerin ve diğer geçerli hareketleri kesintiye uğratması engellenir.
- Çıktı kontrolleri: Uygulamaların, sadece yetkilendirilmiş personel tarafından belirlenen yöntemler aracılığıyla çıktılar sağlaması hedeflenir. Çıktıların muhafazasına ve dağıtımına yönelik gizlilik ve güvenlik gereksinimleri tanımlanır ve bu doğrultuda çalışılması sağlanır. Denetim izleri, hareketlere ilişkin işlemlerin takip edilmesini ve sorunlu verilerle ilgili mutabakat sağlanmasını kolaylaştırır.
- Verilerin (hareketlerin) aslına uygunluğu ve bütünlüğü yönelik kontroller: Verinin uygulama (ve/veya kurum) dışına çıkartılması öncesi, verinin aslına uygunluğunun ve bütünlüğünün kontrol edilmesi sağlanır. Hassas bilginin, iletim ve nakil esnasında, yetkisiz erişim, değişiklik ve yanlış yönlendirmeye karşı uygun bir biçimde korunması hedeflenir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız uygulama kontrolleri Seçsis için aşağıdaki sorulara cevap bulunmasını sağlayacaktır:
- Seçsis’e girilecek veriler, doğru biçimde, yetkili kişiler tarafından hazırlanıyor mu?
- Seçsis’e veri girişi, sadece yetkili personel tarafından tanımlanan yöntemler ile gerçekleştiriliyor mu?
- Seçsis’e verilerin girişi sonrası, verilerin doğruluğu, aslına uygunluğu kontrol ediliyor mu?
- Seçsis’e girilen verileri, uygulama doğru bir şekilde işliyor (örneğin doğru bir şekilde topluyor) ve raporluyor mu?
- Seçsis üzerinde gerçekleştirilen tüm işlemler kayıt altına alınıp, izlenebiliyor mu? Sadece yetkili kişilerin, “görevlerin ayrılığı” ilkesine uygun bir şekilde uygulamaya kısıtlı olarak erişimleri sağlanabiliyor mu?
- Seçsis’e girilen veriler, iletim, nakil ve saklama esnasında, yetkisiz erişim, değişiklik ve yanlış yönlendirmeye karşı uygun bir biçimde korunuyor mu?
Türkiye’de yer alan tüm bankalar, BDDK tarafından yayınlamış tebliğ doğrultusunda, “varlıklarının korunmasını, faaliyetlerinin etkin ve verimli bir şekilde Kanuna ve ilgili diğer mevzuata, banka içi politika ve kurallara ve bankacılık teamüllerine uygun olarak yürütülmesini, muhasebe ve finansal raporlama sistemlerinin güvenilirliğini, bütünlüğünü ve bilgilerin zamanında elde edilebilirliğini sağlamak üzere” bilgi sistemlerine ilişkin iç kontrolleri (genel kontroller ve uygulama kontrolleri) oluşturmak ve takip etmek zorundadırlar.
Yönetmelikte ifade edilen iç kontrol faaliyetlerinin bir parçası olarak, bilgi sistemleri kontrollerinin etkinliğinin, yeterliliğinin ve uygunluğunun yanı sıra kontrol ile hedeflenen risk ya da risklerin etkisini azaltmaya yönelik performansı devamlı bir şekilde takip edilir ve değerlendirilir. Değerlendirme neticesinde tespit edilen önemli kontrol eksikleri üst yönetim ya da ilgili komitelere raporlanır ve gerekli tedbirlerin alınması sağlanır. BDDK, bankaların tebliğe uygun bir şekilde hareket edip etmedikleri denetlemek için yetkilendirdiği/lisansladığı denetim firmalarından yararlanmaktadır.
Bu sayede BDDK, geçmişte yaşanan “çifte kayıt skandalı” olarak da bilinen skandalların önüne geçmeyi hedeflemektedir. Hatırlanacağı üzere, 3 Temmuz 2003 tarihinde BDDK tarafından İmar Bankası’na el konulmuş ve banka TMSF’ye (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) devredilmişti. Yapılan incelemelerde, İmar Bankası’nda biri resmi, diğeri gizli çifte hesap sistemi kullanıldığı ortaya çıkarılmıştı.
Benzeri bir yapılanmanın mevcut seçim sistemi için de uygulanması mümkün görünmektedir. Yüksek Seçim Kurulu kararıyla oluşturulacak resmi bir kuruluşun, seçim sistemi kapsamında baştan sona tüm BT süreçlerini ve ilgili uygulamaları kontrol altına alması yukarıda kısaca özetlediğimiz iç kontrollerin oluşturulmasını ve takip edilmesini sağlaması mümkündür. Bu konuda yetkilendirilmiş bağımsız BT denetim firmalarının denetimleri gerçekleştirmesi ve denetim sonuçlarının YSK ile tüm siyasi parti yetkililerine gönderilmesi, seçim sistemine ilişkin soru işaretlerinin giderilmesini sağlayacaktır.
Derleyen: Gönüllü bilişim dostları adına Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Solmayan Bir Rengin Var Akdeniz Tükenmeyen Öykün Olduğu Gibi
Ve Allah denizi yarattı. Umudun maviliğini serpti üzerine, hüznün lacivertini… Yarınları sakladı derinliklere. Tüm güzelliğiyle bambaşka bir âlem oldu.
Gözlerim kamaşır seni görünce. Kelimeler yetmez seni anlatmaya. Sesin başka, gülüşün başka, kokun bambaşka… Huzur bulurum senin koynunda. Kilitlenip kalır, yüreğim adeta.
Mavi gözlüm, sakinliğinde huzur bulurum, hırçınlığında dolar taşarım. Gözlerinde sevinç pırıltıları uçuşur. Dalgaların sesi, yüreğimi ısıtır.
Güneş öteden beri dostun. Yıldız ve ay komşu kızın. Martılar, hiç eksilmeyen misafirin. Meltem hiç durmadan senin hikâyeni anlatır; lodosun dudağından keskin bir ıslık sesi.
Şarkılarda hep sen, gönüllerde hep sen. Anadolu’mun üç bir köşesinde yine sen. Bu eşsiz güzellik bu toprakların bir mucizesi evvelden gelen. Her bir damlasında kardeşliği, hoşgörüyü barındıran.
Akdeniz tüm heybetiyle yaslamış sırtını Toroslara. Turunçla, portakalla cilveleşir günbatımında. Limon çiçekleri ikramda. Kucak dolusu kokusunu yollar ona. İskelesinde balıkçı oltasını atarken, martılar yarışır yelkenlisiyle.
Karadeniz’in hamsisi kıpır kıpır… Kıyısında horon teper allı güllü fistanlı kızlar. Yeşil öteden beri karasevdalı sana. Haber yollar köklerinden sızan su ile. Demlenmiş çayı, senin derinliklerine bakarak yudumlamak, ayrı bir keyif.
Marmara nazlı bir gelin… Duvağında tarih yatar. İnce belinde hüzün… Kaç padişah eteklerinde, tarihe gönül açmıştır bilinmez. Saçların Çamlıca Tepesi’ne bakar. Ayakların Yedikule Zindanları’nda mahkûm.
Ege’yi efelerin bir diz vuruşu derinden titretir. Ege sevdalıdır. Yüreğine serpilmiş, her bir sürmeli ada. Dalgaların coşkusu bir başkadır Ege’de. Yıldızlar koyun koyuna onunla. Çiçek açar Ege yakamozla. Mavisi başka, hikâyesi başka, huzuru bir başkadır Ege’nin.
Ve Allah denizi yarattı. Sundu bize tüm enginliğiyle. Hüzünlenirsin içine hüzün katar, sevinirsin seni neşeyle kucaklar. İyi ki varsın deniz, iyi ki varsın…
Mavi gözlüm, edalım, sonsuzluk şarkım, dert ortağım… Hiç yaşlanmayan, insanlığı kucaklamaktan bıkmayan. Vefalı dost, iyi ki varsın…
Nuray Şahin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak |
YANDAŞ YALAKA BU SEFERDE TV’DA SAVAŞ MUHABİRİ OLDU, SAVAŞÇILARINA YARDIM EDİYOR!
Not: Aşağıdaki yazı, Gezi Parkı’nın “aç kapa, aç kapa artema” olduğu günlerde kaleme alınmıştı. Ama kısmet bugüneymiş ne yapalım! Araya tatil girince her zaman gündem çok yakından kovalanamıyor. Hoşgörünüze sığınarak efendim......
Eeee, yetti ama artık abilerim ve de ablalarım ya.......Mizah mizah da, mizah da nereye kadar değil mi ama? Dumura uğradım valla. Hani gençler ne diyordu? “Oha oldum yani, kal geldi valla!!!”
Durum fena halde mizah ötesi artık! Hani mizah güldürür ya, bunlar konuştukça insan gülemiyor da! Bende gülmek yerine fena halde bu gövde ile tek el üzerinde amuda kalkma duygusu yaratıyorlar, nasıl olacaksa..........
Yani ne yazsam, ya da ne söylesem bilmiyorum ki!!!!!
Önce dedim ki kendi kendime, tek sayfalık ve de tek kişilik bir gazete çıkarayım da, gazete adı altında çıkarılan şu paçavraları protesto edeyim bir güzel!
“Şerefsiz” denen sıfat, malum insanlar için kullanılıyor. Peki bu gazeteleri yayınlayanlar ile bu TV kanallarının yayınlarını yönetenler insan olabilir mi? Cevabımız “evet” olamıyor ise, bu insan formundaki “ucube yaratıklar medyası”na söylenecek söz de kalmamış demektir! Sonra tutmadım bu tek sayfalık gazete çıkarma fikrini, neden derseniz malum Ülkede o kadar “geniş” bir basın özgürlüğü var ki, küçük bir parçasını bile benim kullanmam haksızlık olur diye düşündüm.
Tam ben ne yapayım da direnişe katkımı arttırayım diye düşünürken, anaaa bir de baktım bizim yandaş Yalaka (bkz. önceki yazılarım) TV Savaş Muhabiri olmuş, Bok TV yayınında oradan oraya koşturup duruyor..
Çooook değerli ve de pek kıymetli Genel PopoyuYayan Yönetmeninden aldığı talimatlarla cevval bir muhabir olarak huzurlarınızda arz-ı endam ediyor.....Artık siz de idare ediverin şu garibi canım.....
Evveeeeet, yayınımız başlıyo........Hazır mısınız? Açın bakiiim o halde TV’nin açış düğmesini......
(İlgili ilgisizler ile yetkili yetkisizlere uyarı notu: Tarafımdan kaleme alınmış olan aşağıdaki iş bu yazı bir mizah yazısı olup, muhtemelen 2020 yılında felan geçmektedir. Tüm karakterler benim yarattığım uydurmaca tipler olup, hepiciği de sanaldır. Yazı karakteri olup, yokturlar aslında kendileri yani!!!! Yok, hani yani ya...... bu durumu biliniz istedim. Hülooooooğ......., Kapiş!)
Evet sayın seyircilerim, cepheden nefes nefese bildiriyorum. Ülkemizin güzide Ordu’su –pardon yannış oldu- yani Emniyet Kuvvetlerimiz son düşman mevzilerine doğru hareketlenmiş bulunuyorlar. Bütün silahlarını kuşanmış vaziyette, birazdan Gezi denilen düşmanın mevzilendiği toprakları işgal ederek temizlik harekatına girişecekler.
Düşmanın herhangi bir silahı bulunmadığından direnmesi çok da mümkün gözükmüyor. Düşman cephesinde en fazla birkaç çakı olabilir belki diye düşünüyoruz haliyle.
Evveeet, yoğun bombardımanımız başladı. Parti parti geliyor gaz bombaları. Düşman sadece elleri, kolları ve slogan ile duvar yazıları denilen garip silahları ile karşı koymakta. Sayın ilgisiz ilgili tüm seyircilerim.
Atılan sloganlar ile yaralanan birkaç asker –şey yine yannış oldu- polisimizin tedavileri ayakta yapılıyor. Düşman kuvvetleri yaralıları hakkında abartılı yayınlar yapmaya çalışıyor, Uluslararası basından destek almaya çalışıyorlar.
Ha, ha haaayt, boşuna.....boşuna. Biz varız burada! Bakın kızdırmayın kanalızın kafasını, yayınlarız penguenlerin hasını ona göre!
Anaaaa, o da neeee! CSl Miami dizisi ile bizim yayın mı karıştı yav....Nereden çıktı bu cephe arkamızdaki düşman kuvvetleri..... Hımmmm, demek ki halk savaşı başlatarak cephe gerisine sızdılar......Yani bir nevi gerilla savaşı... Kuvvetlerimizi bölüp parçalayarak Gezi’yi teslim etmemeye çalışıyorlar, ama nafile!
Bu arada bazı binalara sprey boya ile atasözleri yazıyorlar. Evveeet, kameraman oluuum dön bu yana. Ne yazmışlar o binaya..... Allah, Allah bu da ne demek ola ki?
“Eceli gelen köpek cami duvarına işer!” Arkadaşlarım çabucak bunun anlamını bulun, bu düşman kuvvetlerinin Türkçe isimli garip dilini hemen bizim öfke diline tercüme edin, bakalım ne demek istiyorlar....Bak, bak oraya da ne yazmışlar!
“Yalan söyleye söyleye, burnun iyice uzadı pinokyo, ekrandan taşıyor!” Ne demekse????
Şu duvara da bulmaca yazmışlar: “Bilmece bildirmece, dil üstünden kaydırmaca Bağımsızlık ve özgürlük Atatürk’ün karakteri olduğuna göre, bilin bakalım hırsızlık ve zülum kimin karakteri?”
Pekiii, bu bilmeceyi doğru çözersek, beyaz bayrak asıp, teslim olacak mısınız haydutlar!
Bak, bak bir yazıda şu duvara şimdi yazdılar billa.....
“Ya Özal hiç olmazsa Red Kit okuyodu, bu evindeki ısıtıcının kullanma kılavuzunu bile okumuyo ki, kime ne anlatıcan abisi....Hayır, sen de Obama’ya bi tviit at da, dişimizi kır be.....”
Bak, bak sen şu işe! Cahil demek istiyorlar bizim büyük Komutan’a......Bak, bak otelin duvarına da ne yazmışlar....“Çarşı daha iyisini yapana kadar en iyi eylem bu!”
Kovalayın, kovalayın kaçıyorlar! Bak, bak otele doğru sürelim şunları....Ben de çoşup galeyana geldim. Haydi aslan emniyetçilerim, gaz atın, gaz....Sıktığınız biber gazlarının parası bunnarın cebinden çıkıyo nasılsa.....
Daha çok gaz bombası yok mu? Hah! Üzerinde “Ambulans” yazısı ile lojistik aracımız geldi, takviye alalım hemen.... Otelin içinde boğup öldürelim şu düşmanı......
Yaşşaaa, işgal tamamlandı. Şimdi yakıp yıkıp geziyi dümdüz etmenin zamanı.....
İş makineleri neredesiniz ya......Sökün kökünden şu ağaçları, yeşilin y’sini bilem bırakmayın billa.
Ohmmm, şapırt......Ne güzel AVM dikilir buraya biliyon mu.....Topçu kışlası, popçu şamatası filan falan hikaye abicim. Maksat inşaat olsun, yurdumun her yanı şantiyeyle dolsun.......Paralara böööle para katılıyo malum......
Evveet değerli izleyicilerim şimdi polis kuvvetlerimize kumanda etmekte olan yardımcı komutan basın toplantısı yapıyor ve de kameralarımızı oraya çeviriyoruz.
“Sayın sadece bir kısmı değerli, diğer kısmı ise kötü kötü bana bakmakta olan basın mensupları, gördüğünüz gibi işgal harekatımız son derece kibar ve nazik ve de yumuşak yumuşak neticelenmiş olup, “Asla teslim olmayız!” diye bağıran hain düşman içindeki marjinal kuvvetler de sonunda pes etmiş bulunmaktadır.
Önce teslim olun çağrısında bulunduk, bu adına Gezi denen düşman işgalindeki parkımıza, içlerinden bir kısmının “Bu kadar büyük bir saldırıya direnmemiz mümkün değil!” diyen bazıları “Bari kadınlarla, çocuklar zarar görmesin!” diyerek çıkıp gitmek istediler. Gittiler gitmesine ama kadınlarla çocukları yanlarında götüremediler bir türlü! Onlar gittiler kadınlar ve çocuklar kaldı. Meğerse bu Gezi milletinin en marjinal unsurları bu kadınlar ve çocuklar imiş ha! Hele de içlerinde hamile olanlar varsa, onlar daha da bi marjinal kalıyo yav....
Bir de içlerinde bir kadın var, Evgar mı neymiş adı....Toplamış çocukları kurmuş çadırı, onlarla beraber boya moya yapıyor. Hayır sanırsın ki savaşa değil de, pikniğe gelmişler sankim! yuh yani ya.....Yuh, bu kadar da olamaz artıkın......
Peki biz ne yaptık? En evropacı, en reformcu bi hökümat olaraktan elimizdeki tüm silahları kullanarak, her tarafı yaktık yıktık dümdüz ettik!!!
Ama, çok yumuşak bir şekilde yaptık bunu. Yumuşak yumuşak yani. Ölüm olmasın dedik, kafa kol kırılabilir, gözler çıkabilir sorun değil.....
Ama ölüm olmasın, çünkü bu Gezi denen millet çok pis cenaze töreni eylemi yapıyo biraz da ondan korktuk, ıccık tırstık hattı zatında.....Evvet son durum budur yani!
Şimdi soru alabilir miyim. Kısa ve öz olsun lütfen, yandaş ve çanak olanlara öncelik tanıyacağım doğal olarak....
- Sayın Başkomutan hani Gezi’yi işgal etmekten vaz geçmiştiniz. Öyle söylüyodunuz?
- Kim bu ya, nasıl sızdı bu kadın buraya yaaaa. Atın bu kazteci kılıklı düşman askerini buradan çabuk.......
- Satırla sırtını düzlemeden, yürü git lan, hiç kimse bizim komutana yalancı diyemez yani tamam mı.....
Komutan devam ediyor.........
- Biz geziyi işgal etmicez demedik.... Sadece hazırlık yapıyoz. Topçu Kışlası denilen AVM’nin son proje rötüşları için zamana ihtiyacımız var didik. Sonacıma bu yabancı basın var ya, yabancı basın. Bizim bu işgal harekatımıza başka anlamlar vererek, soykırım yaptığımızı söölüyo....Ne soykırımı ya......Sadece üç-beş kişi öldürdük. Bi o kadarını da sakat bıraktık icabında.....Önemsiz bişi yani... Bizim ne kadar barışçı ve iyiliksever saldırganlar olduğumuzu, başta arap kardeşlerimiz olmak üzere bütün dünya alem bilir icabında....., Biz Esed gibi diktatör müyüz ki, adam öldürelim......
Bir de bu orantısız güç kullandığımız suçlaması var yani. Sanki bu eylemciler bize çok orantılı bi güçle saldımışlar gibi de, biz de onlara orantısız güç uygulamışız ne demekse..... Kardişim bunlar bize ööööle bi orantısız mizah gücü ile saldırdılar ki, yani feleğimiz şaştı billa ya! Sağa, sola yazdıkları sloganlara bakınca anlaşılıyor ne kadar büyük bir orantısız güç tazyikine uğradığımız. Eeee, bizim kafamız bu garip yaratıklar gibi çalışamıyor ki haliyle.....Bunlar insan formunda uzaydan gelmiş yaratıklar mıdır, nedir yahu? Ulan bu itlerin tamamı Oğuz Aral, Tekin Aral, Altan Erbulak’ın torunları sankim yav! Biz de ne yaptık, elimiz kolumuz armut toplamıyodu tabiatıynan! Orantısız zekaya karşılık orantısız tazyikli su, biberi portakalı dahil bilumum kimyasal gazlar, çivili sopalar, coplar ve hatta da palaylan resmi ve de gayriresmi olaraktan misliyle karşılık verdik mecburen! Bizi suçlayan pis münafıklar matematik de bilmiyoki kardişim....
Bi kerem orantısız güç(yani düşmanın zekası)/orantısız güç(palalı polisim benim)= Orantı yapar tamam mı? Demek ki neymiş? Kullanılan gücün çeşidi önemli deelmiş, orantısız olması önemli imiş! Yani sen bana orantısız zeka gücü ile saldırırsan, ben de sana orantısız pala gücü ile bir girişirim gözünü öbür dünyada orantılı bi şekilde anca açan yani!!!
Evveeet sayın seyirciler.....Basın toplantısını canlı izlemeyi keserek, malum başkomutan gene saçmalamaya başladı, traşı bir hayli uzattı her zaman olduğu gibi, şimdi yeniden savaş alanına dönelim.
Evet kameralarımız yeniden cephede. Bu arada gördüğünüz gibi tomalardan sıkılan tazyikli suya karşılık, karşı taraftan “Sabun da isteriz, sabun da... günlerdir duş yapamadık zati...” bağırışları yükseliyor. Akılları sıra benim kahraman polisimle dalga geçiyollar, hain düşman askerleri.....Ulan hala moralleri yüksek ya, ben de buna ifrit oluyom abi ya.......
Evveeet sayın seyirciler, son bir gaz bombardımanı başladı, görüyorsunuz! Ki en şiddetlisi de bu oldu zati. Bu bombardımana Hitler karşısındaki Kızıl Ordu olsa, onlar bilem dayanamaz valla.
Düşman cenahda çocuklarla kadınlar beyaz bayrak dalgalandırıp, hemen ambulans yollayın işaretleri yapıyorlar.
Ezeli ve ebedi liderimize söliyelim de bu “herkes en az üç çocuk yapmalı” fikrinden vazcaysın artık. Ya bu çocuklar ile anaları bööle olursa, başımız ileride daha büyük belalara girer vallahi. Bi de bunlar yanlarına babaları da alırsa tam babayı yeriz arkadaş ya.......
Evveet değerli izleyenlerim artık ben de yoruldum.....Sabahın ik ışıkları ile ortalık sakinlemiş gibi duruyor.....Ama bu biraz da fırtına öncesi sessizlik gibi gözüküyor.
Ortadan kaybolarak gezi denilen ülkeyi kadın ve çocuklara terk eden tüm babaların cephe gerisine sızarak direniş örgütledikleri haberleri geliyor. Bakalım yeni doğan günde neler olacak....
Neyse, neyse.....gün doğmadan, neler doğar bizler cepheden tüyelim arkadaşlar.....Ben Mısır’a kaçıyom, yani daha Kahire’ye gidilecek icabında....
Neden derseniz, bizim patronun kankası Mursi, bir gecede ansızın oluverdi Tırsi....Durum orada da fena hale boka sarmış yani.....Pis münafık darbeci teröristler ayaklanmış.....
E, bu durumda bana düşen görev derhal Mısır’a giderek canım Mursi’mi darbeci münafık muhalif rezillerin elinden kurtarmaktır bittabii...
Versin 3000 dolar aylık, olalım danışman. Olmadı piramitlere beleş bir tura da fitiz yani.... Hayde bre millet, ben tüyüyorum, uçak kaçmasın kardişim..... Şinci anahaber masasına turn over yapıyoz, bizden ayrılmayın gözellerim benim.
Ana Haber Masasında;
Bendeniz saçları yandan örgülü, pörtlek gözlü ve de dişlek, lüzumsuz konular spikeriniz Mücella;
Şimdi öncelikle hava, yol ve su durumunu sunmam gerekiyomuş...Elimdeki kaatta ööle yazıyo valla.
Havayı sorarsanız çok bir karışık ya. Bi kerem kuzeyden ve aynı zamanda da güneyden, hemi doğudan, hemi de batıdan esen acayip rüzgarlar ortaya karışık bi araya gelerek önce fırtına sonra da kasırga yaratıyo billa.
Brezilya accayip kasırgalı, Dingiltere de rüzgar dinmiş gözüküyo, Mısır’da yer yerinden oynuyo, canım ülkem ise biraz önce canlı yayında izlediğiniz gibin yani...Siz iyisi mi sokağa mokağa çıkmayın canlarım benim.
Hava da çok ıccak gidiyo zati, başınıza güneş müneş geçer eyi olmaz yani. Yol durumuna gelince ülkemizin güney sınırları yol yol yol geçen hanı olmuş, her türlü hırgız, üç kaatçı namıssız yurduma dolu dolu vermiş, güneydoğu acayip tehlikeli oralardan uzak durun yani. Su durumuna gelince orada da durum bir acayip arkadaşlar, Angara ve İstanbolda musluktan akan suylan diş fırçalamak bilem tehlikeli, İzmir’de asosyal böyyük başkan kaçıncısı olduğunu artık unuttuğumuz yeni bir su zammı daha geçirmiş bulunuyo, insanlar artıkın bakkaldan aldıkları damacana suyu ilen çamaşır, bulaşık yıkıyo billa daha ucuza geliyo...
Şimdi de sırada Gamusal otorite tarafından sakıncalı ilan edilen yol, sokak ve caddeler bültenimiz vaaa, her zaman olduğu gibin.
İstanbol nam böyyük metropolümüzde başta İstiklal Caddesi ve Taksim meydanı olmak üzere ekrana yansıdığını gördüğünüz uzun listede yer alan bilimum cadde, sokak ve dahi sokak aralarında şahsen ve kendiniz olaraktan bulunulmamasını, mecburi hallerde asla bekleme yapılmamasını, arkadaşlar ilen gezilirken bu sokaklara girilir ise derhal yanlızlaşılmasını, manitan bile olsa kimsenin elinde tutulmamasını, hızlı adımlarla yürüyerek sokaktan çıkılmasını, yürürken kafanızı önünüzden kaldırmamanızı, alışveriş yapacak iseniz, neyi alacak iseniz ona bakarak alıp hemen çıkıp gitmenizi, bayrak mayrak gibi tehlikeli şeylerin satışı ile iştigal eden seyyar esnaflarla yakınlaşılmamasını, bir çift çorap almaya girdiğiniz bir tükkanda, “yav kardeşim neredeyse iflas edecez, allaşkına bak sana çok yakışan uygun fiyatlı bi gömleğim var, al şunu da....” meyilli pazarlama uygulamalarına asla itibar edilmemesini, yasak bölge sınırları dışına çıkılana kadar hatta ve hatta mümkün olduğunca az nefes alınmasını bir kere daha ve önemle duyuruyorum.
Yok; “ben senin duyurularını ittir ederim leyn!!” diyecek babayiğitlere de şunu söylüyorum. O zaman hassaten sulanmaya, gazlanmaya, tuzlanmaya ve bezlenmeye hazır olun. Her an bir gaz mermisi yiyerek gözünüz çıkabilir. Aniden yan sokaktan çıkan bir tomadan gelecek kimyasal tazyikli su ile banyo yapabilir, temiz hava yerine kimyasal bir silah olarak gazın bilumum versiyonlarını soluyabilir ve Robocoplarla tanışarak en yeni model copun tadına bakabilirsiniz. Piyangodan amorti bile çıkmayan birisi iseniz bütün bunlara ilaveten, çivili sopalarımız ve sizler tarafından mağdur edilen akesnaflarımızın palaları ile de öpüşmek zorunda da kalabilirsiniz bittabi.....Kanun, manun ayaklarını da unutun tamam mı? Bizim ülkemizde kanun artıkın sadece bi çalgı adı.....Kanun diyince onu hatırlıcan yani.....Vatandaş davranışları söz konusu olunca böyyük yaratıcının fetvaları ile iş görülüyo artıkın, bilesiniz....
Şimdi de bugüne has yalan sözlüğümüzü haberliyorum, caaaanım vatandaşlarıma;
- Ülkemiz bir hukuk devletidir.
- Polisimiz cansiparane davranarak vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumuştur.
- Bizim terörişkolarımız iyi, diğer teröristler kötüdür. Eylemci kötü teröristlerin tüm saldırılarına karşı gereken her türlü önlem alınacaktır!!!
- Tüm kamu görevlilerimiz çevrecidir, bizden daha çevreci bir yönetim olamaz,
- Bizim yönetimimizde ülkemizde tek bir ağaç bile kesilmemiş, milyar kere milyarlarca yeni fidan dikilmiştir.
- Madenci firmalarımız, ülkemizi kalkındırmak için buradalar, doğaya asla zarar vermezler!
Sanırsam bugünlük bu kadar yeter, biraz daha sıralayacak olursam, hem kanalımızın yalan abonmanı bitecek, hemi de sizler abondone olacaksınız billa......Benden bu kadarlık bu akşamda......
Şimdi ekranlara en çılgın yarışma programı. “Vahşi dallama, arabamı sollama” geliyor.... keyifli seyirler diler, kanal değiştirme teşebbüsünde bulunmak isteyenlere en derin beddularımı ederim. Hoşça ve kesinlikle boşça kalınız efeeemmm.
Abuzittin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
DİNDARLAR NEREYE?
Dini değerler öncelikli bir parti olarak birazda bu yönün etkisiyle on yıldır iktidarda olmasına rağmen daha çok din dışı değerler öncelikli ‘Gezi’ olarak isimlendirilen hareketler sonrası Ak Parti iktidarı, bir anda tartışılır oldu. Yapayda olsa farklı siyasi rüzgarlar estirildi.
Cemaat ve cemaatler, onca yıldır varlıkları, tam performanslı gayretlerine ve hatta öne çıkarılarak dünyayı yönetir derecesinde güçlü gösterilmelerine rağmen yola çıktıkları din ve dini değerler adına ülkede çokta fazla mesafe kat etmemişlerdi. Yaptıkları, atfedilen güçlülükleri bir şişirme balon muydu?
Gerçekte gösterildiği ve ifade edildiği üzere yukarda bahsedilen siyasi-gayri siyasi dini oluşum, hareket ve çalışmalar gerçek olsaydı; bir parkta toplanan bir grubun hareketiyle her şey tartışılabilinir duruma gelir miydi? Güçlü gösterilen dindarlar, grup ve cemaatler, suni veya doğal oluşan olumsuzluklar karşısında olumlu bir etken sahibi olamazlar mıydı?
Dindarlar, samimi dini ihtiyaç istek ve beklentilerini on yıldır hatta kırk elli yıldır ha bugün ha yarın büyük bir sabır ve sahici bir ümitle hala beklerler miydi? Zira on yıllık iktidara rağmen en büyük sorun ve ihtiyaçları başörtüsünü çözebilmiş değiller.
Peygamber Efendimiz, ‘ cennet’ dışında dünyalık hiçbir vaatte bulunmamıştı. Bununla birlikte müslümanlar dünyalık beklentilerine çok uzun olmayan bir sürede kavuşmuşlardır. Yani Mekke döneminde ha bugün ha yarın beklentisiyle aynı konumda kalmadıkları gibi hicret sonrası Medine’de Mekke ile birlikte yahudi ve münafıkların onlara karşı çalışmalarına rağmen yükselen bir grafikle yol almışlar ve on yıl bitmeden Mekke büyük gücünü ortadan kaldırmışlardı.
Teknolojik gelişmeler sonrasında bir köye dönen günümüz hızlı dünyasında dindarların hep ümit ve beklentilerle teselli bulmalarında yanlış giden yada gerçekte öyle olmayan bir durum var gibi. Yada gerçekte herkes halinden memnun. Bu durumda bütün ümit ve beklentiler, suni oluşumlardan oluşturmalardan ibaret diye de düşünebiliyor insan.
Lisede öğrenciyken bir veya iki kızdan biri olan sınıf arkadaşım okul bahçe kapısından sonra başörtüsünü çıkarır çıkışta da aynı noktadan sonra takardı. Aradan otuz ,otuz beş yıl geçti. Aynı şehirde öğretmen olarak ‘sidret’ül münteha’ noktası gibi başörtüsünü hala aynı sınırda çıkarıyor ve takıyor.
Bu durum dindarların dini inanç ve değerleri adına bir arpa boyu yol alamadıklarının en güzel göstergesidir.
Bu noktada hata, kusur ve suçun tamamını dindarlarda buluyorum. Dindarlar hayatı algılamada, günceli okumada, inandıkları ve öne çıkardıkları dine ve dini değerlere bakış ve sahip çıkışları açısından hatalı, kusurlu ve suçludurlar. Dolayısıyla kendi yaptıklarının cezasını çekiyorlar.
Öncelikle dini, siyasal ve toplum hareket olarak siyasallaştırmaları birinci hatalarıdır. Hem siyasi partiler hem de toplum hareketi olarak cemaatler, dindarların dini inanç, ihtiyaç ve beklentilerini maalesef siyasi ve politik zemine çekmişlerdir. Parti yoluyla dini değerleri, beklentileri siyasallaştırmak büyük bir hatadır. Cemaatlerin, toplumu iki gruba ayırıp illaki yönetimde üste çıkma diğer grubu yönetme şuuraltı hedefi de dini amaçların bir anlamda siyasallaştırılmasıdır. Siyaseten ulaşılan hedefler siyaseten de kaybedilir. Sandıkla gelen sandıkla gider esası gibi.
Dindarların anti demokrat anlayış ve bu doğrultuda davranış ve oluşumları ikinci en büyük hatalarıdır. Birilerini yüceltme, onun her sözünü tartışmasız doğru kabul etme, kendi görüşünü yok sayma ve şahsi görüşünün olmayışı elbette ki anti demokratik bir durumdur. Maalesef dindarlar anti demokratlığa bundan da ötesi kendi aklını kullanmamaya çok yatkındırlar. Ancak şahsi dünyalık menfaatleri söz konusu olduğunda akıllarını çok iyi kullanmaktadırlar. Hal böyle olunca her şey tepedeki şahıs yada şahısların görüş düşünce ve tercihlerine göre devam etmektedir. Tek başına şahıs veya cemaat ferdinin hiçbir hükmü, değeri ve görüşü söz konusu olmamaktadır. Böyle bir ortamda olaylar elbette ki kısır bir döngüde devam edip gidecektir.
Batı hayranlığı ve batı taklitçiliği dindarların üçüncü en önemli hatalarıdır. Bu hatayı daha çok eğitim, ekonomi ve sosyal hayat olarak dile getiriyorum. Batının ilmini alma yolunda maalesef batı taklitçiliğine düşüyoruz. Batının ekmeğine yağ sürüyoruz. Abdulhamit’le başlatılan batı eğitim sistemi daha da batılışarak devam ettiriliyor. Yanlış anlaşılmasın buna karşı değilim ama kendi toplumsal kültürel ve dini değerlerimizi batı eğitim sistemi içine tam olarak yayıp meczetmiş değiliz. Hal böyle olunca dindarların da açtığı bir okulda sonuçta batı kültürüne sahip nesiller yetişiyor.
Dini inançlarımız öncelikli bir ticari hayat, bir sistem maalesef oluşturamadık. Faizsiz bankacılıklar batı ekonomik sisteminin isimsel olarak uyarlamasıdır. Sonuçta batı kültürüne sahip, her şeyi faydacılık açısından gören, dini bile bu alışkanlıkla hem dünyevi hem uhrevi olarak kullanan, gerçekte dindar olmayan, batının ürettiği her türlü ürünü tüketmede manevi ayrıcalıklar edinerek yarış eden bir dindar tür ortaya çıkardık.
Bunun için ben rahatsız oluyorum; ama liseli sınıf arkadaşım yıllar sonra hala okul kapılarında başörtüsünü takıp çıkartmaya alışmış bu onun hayat tarzı olmuş artık.
Ne demişler inandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Bugün tüm dünya dindarlarının sorunu bence bu noktada yatıyor.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Sevdâ Çemberi |
|
İçimde dalgasında denizler.
Kıvılcım dolu gözlerinle bir,
gerçekliğin ağına takılıp
yağmuru dinledikçe
seni duyarım.
Hayat,
eski bir türkünün içli bir nakaratı.
Kimse kazanmadı, hepimiz kaybettik;
kırık gönüllerin mahzûn şâirlerine,
küstah ilhamlar verdik.
Gecenin bir yarısı,
sözlerinle dolu beynim.
Şiir olup akıyor,
akıyor göz bebeklerim.
Sesimi duyabilir misin
akıl sağanaklarında;
sende kaldı yüreğim.
Seslerini düşürdüm,
seslerin bende kayıp.
Ah kara gözlüm!
Sağım cehennem,
solum ise ölüm.
Bu gece,
bu şafak tutkusu,
bu ıstırap...
Ayrılık ölümden beter,
târifsiz bir keder içinde ölmek;
akılsızlık değil belki,
belki geri dönüşü istemek.
Öylesine karışsak bu gece sislerine,
öylesine dağılsak cadde kenarlarına,
öylesine baksak birbirimize,
şeytan uçurtmalarının peşine takılıp
öylesine karışsak sonsuzluğa...
Ah kara gözlüm!
Ne yaman çelişkidir bu böyle;
gözlerin zamânı okur,
benimkiler yuvasından çekilir.
Eyvallah demek için erken;
gidecek az yolum var,
söyleyecek sözümse çok.
Gitmek zorundayım bir kez daha;
kıyâmet düşlerinden bir sahne.
Gerçekliğin içinden geçip
izbe bir sokak arasında,
kulağımı düşüren bu rüzgâra karışarak;
bastığımız her toprakta,
gördüğümüz her mutlu yüzde,
sevdâ çemberine tutunmak için yeniden.
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ESMER KIZ
Bir çift mavi göze kurban oldu bu yürek
Sessiz çığlıkları bir alev sardı,
Kül oldu , orta yere bir düşünce musallat edildi.
Küçük bir sevmeye müptela oldu sınırsızlığım
Bozkır yeşillendi yürek dile gelince
Sevdi sevdi...Kokusuna uyandı bir çift mavi gözün.
Kahkahaları karıştı bizim sokaklara aşkların, âşıkların…
Sürükledi bir çöpçü süpürgesini
Ayak sesi geldi bekçinin
Kapı bir iki vuruldu.
Sessizce yürünülen koridorda birleşti iki vücut…
Bir çift mavi göze söylendi tüm cümleler,
Gülümsemeler mavi mavi açarken
Bir karış isyana boyandı sevgi
Özlemce…
Sustu kadın;
-Söyleyecekleri henüz bitmemişken.
Kapı bir iki vuruldu…
Açılamayan birkaç kapı sıralandı.
Adam öylece durdu kadının alın ötesinde.
Arzum Günay Yılmaz
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
|
|
|
|