Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 12 Sayı: 1.992

 13 Aralık 2013 - Fincanın İçindekiler


  • KAR ZAMANI ... Seyfullah Çalışkan
  • GÜNEŞ KİTABI'NDAN BİR SAYFA ... Hamdi Topçuoğlu
  • ÖÇ VAKTİ -2- ... Nevriye Hamitoğlu
  • Sosyal Medya ... Müfit Uzman
  • Diktatörlüğün Ontolojisi Üzerine I ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bindiğin dalı kesme CHP!...


    Şu vakte kadar hiç kötü laf söylemedim CHP'ye. Hep umudun onda olduğunu, daha iyi, daha, demokratik, daha özgür, daha saygılı bir Türkiye'nin ancak CHP iktidarı ile ortaya konabileceğini savundum. Elde bir sandıkları İzmir'i bile adam gibi birine teslim edecek kadar işi ciddiye aldıklarına inanmak istedim. İzmir'e çöreklenmiş, üstü çamur kaplı, kimbilir ne uğruna hükümete yakınlaşmakta behis görmeyen, yıpranmış bir Kocaoğlu'nun yerine, genç, dinamik, kendini her konuda ispatlamış bir adamı aday göstererek, Dünya aleme "İşte biz gelene ağam gidene paşam diyen bir zihniyete değil, liyakata göre görev veriyoruz." demesini bekledim. Ama nafile. Tayyip Ağa, elindeki odunlardan kolay tutuşacağına inandığı birini alıp sobaya attı, Yıldırım'ı aday gösterdi. Ardından, o pek kendinden emin görünen Kocaoğlu gidip adaylık başvurusunu İzmir il örgütüne yaptı. Nedense Ankara'ya yapmayı gözü yemedi. Kılıçdaroğlu şu saat oldu sessiz. Ama daha önceki söylemlerinden anladığımız kadarıyla, Kocaoğlu adaysa başkasını aramaya gerek yoktu. Eh tükürdüğü yalayacak adam değil Kılıçdaroğlu. Öyleyse Kocaoğlu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayıdır.

    Bizim taraftan bakınca, bunun önemli sonuçları olacağı aşikar görünüyor. Artık cepte görünen İzmir kaybedilme riskini üstlenmiştir. Bu kaybediş AKP oylarının artmasından değil, CHP'ye yönelik kızgınlığın tezahürüyle oyların bir başka kanala yönelmesinden olacaktır. Tıpkı yıllar önce İstanbul'un kaybedilmesi gibi, İzmir de kaybedilebilecektir. Bu CHP için çok vahim bir durumdur. Partiyi parçalanmanın eşiğine getirir ve hatta parçalar. Yıkılan kalenin altında canlı kalmak mümkün değildir.

    Diğer taraftan bakıldığında da, pastanın üzerindeki çilektir. Yıldırım'ın kazanmasının tek yolu, karşılarında yıpranmış Kocaoğlu'nun olmasıdır. Zaten bu zamana kadar beklemelerinin tek nedeni, bir başka adayın gösterilip gösterilmeyeceği idi. Kocaoğlu ile devam garantiye alınınca adaylık açıklanmıştır.

    Bakanların, bakan olarak aday olmalarının garabeti ile, rakibin basiretsizliği bir araya gelince, CHP'nin elindeki en büyük mevziyi de kaybetmesi işten bile değildir. Bunu biz gibi gariplerinin bile görmesi ama memleket geleceğiyle oynayan siyasilerin görmemesi ise ayrı bir tez konusudur. Kocaoğlu'nun adaylığı neye saygıdır, bilen, duyan, anlayan varsa beri gelsin. Kalın sağlıcakla.





    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur


     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KAR ZAMANI

    Beyaz, ipek gibi yağdı kar,
    Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde, (*)


    Kar beyazına, ipeksi beyazına özlem duyarak büyüdük biz. En çok incecik dikenli dokunuşlarıyla çimenlere kırağı düşerdi. Sığ sular, tulumba havuzları bu tutardı. Güneş vurmadan dere kıyısındaki buzları kırmaya giderdik. Pencere camı gibi geniş bir buzu kaldırıp güneşe tutarsanız küçük bir gökkuşağınız olur. Erkenden, daha öteki çocuklar gelmeden bütün buzları kırmak isterdik. Suyun akıntısı hiç acele etmeden buzları sürüklerdi. Kıramadığımız büyük parçaların arkasından bir taş savurup öylece gitmesin diye uğraşırdık. Ayakkabılarımız su dolar, pantolonlarımız çamur olurdu. Annelerimiz sinirden deliye dönerdi ama biz yine de adam olmazdık.

    Birkaç kez az da olsa kar yağdığını anımsıyorum. Bir keresinde okuldaydık. Öğleden sonra kar taneleri kuş tüyleri gibi uçuşmaya başladı. Hepimiz pencerelere üşüştük. Fatma Öğretmen heyecanımızı görünce dersi bitiriverdi. Hepimiz bahçeye fırladık. Uçuşan kar tanelerini yere düşmeden yakalama oyununu ilk kez o gün keşfettik. Deliler gibi koştuk. Ama yerler bile beyazlamadan sona eriverdi. Heveslerimiz, oyunlarımız, sevincimizi bahçede boynu bükük bırakıp sınıfımıza döndük. Son zile kadar büyük bir hevesle pencerelere bakıp durduk ama bir daha yağmadı.

    Mahallede bir fukaranın o akşam düğünü vardı. Manisa’dan kına gecesi için de Dümbelekçi İksan’ı getirmişlerdi. İksan, miksan dediğime bakmayın. Gerçek adı nedir bilen yok. Yaşlı bir roman kadınıdır o. Yanına tazeden bir kız (köçek) alır kına gecelerine gelirdi. Neyse konumuz bu değil. Briketle çevrilmiş avluda sadece o sokağın kızları vardı. Akşamdan beri sokakları yalayan soğuk birden kara dönüverdi. Ne düğün kaldı ortada ne de dernek. Herkes sokağa fırlayıverdi. Yarım saate kalmadan her yer bembeyaz oldu. İlk defa kartopu oynadık o gece. Gelin olacak kız ile anası oturup ağlamışlardı öfkeden. Kına gecesi öylece boş avluda bir başına kalıvermişti. Kartopu savaşına tutuştuğumuz o gece yolun ortasında Murat 124 marka bir otomobil vardı. Kim bırakmış, neden öyle bırakmış bilmem. Keyfimize engel oluyordu. Hepimiz birden kucaklayıp o coşkuyla sokağın öbür başına kadar sürüklemiştik. Kardan adam yapamamıştık ama deli gibi kartopu oynamıştık.

    Birkaç yıl sonra okul Uludağ’a bir okul gezisi düzenledi. Katılmak isteyenler okula elli lire getirecekmiş. Gittim babama söyledim. Hık etti, mık etti, “Bakarız oğlum, hele bir zamanı gelsin,” dedi. Babam bu işe bakamazdı, Uludağ gezisi Çingene’ye gümüş zurna misali bir şeydi. Gündeliğin yirmi lira olduğu bir yerde bir amele çocuğu için bu paraya kıyamazdı. Üstelik o günlerde çift çubuk günü de henüz gelip çatmamıştı. Gündelikçi bir baba için paranın en kıt zamanıydı. Günü geldi geçti, ama ben bir daha babama diyemedim. Gidenler dönünce ballandıra ballandıra anlattılar. Kızak kiralayıp kaymışlar. Kartopu oynamışlar. Her tarafta adam boyu kar varmış. İşte benim Uldağ’a gıcıklığım biraz bundandır.

    Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar kara batmak için on beş yaşına gelmem gerekiyormuş. Okumak bahanesine sarılıp kasabamdan ayrılınca günlerce durmadan kar yağışı ve çatıdan kazık gibi sarkan buzlar gördüm. Üşüdüm ama kuytulara birikmiş karlara gömülmekten uzak duramadım. İnadına eldivensiz kar topu savaşlarına daldım. Herke yılgı gözlerle bakarken onlara inat kardan adam yaptım. Son zamanlarda artık kardan adam değil kardan kadın yapıyorum. Ve kar yağışı için beyaz ölüm, beyaz esaret diyen televizyon kanallarına ana avrat sövüyorum. Büyüklerimiz kış kışlığını, puşt puştluğunu bilecek,” derlerdi. Köylerde çalıştığım zamanlar kar yüzünden elektriğiz, yolsuz, ekmeksiz kaldığımız günler oldu. Suçlu bendim, ya da köy hizmetleri... Bu kadar beyaz, bu kadar temiz ve güzel bir şey hiç suçlu olabilir mi?

    (*) Dizeler Şair Ataol BEHRAMOĞLU’na aittir.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      GÜNEŞ KİTABI'NDAN BİR SAYFA

    Kalk, dedi,
    Işık kanatlı bebek.

    Bir elinde itiraflar kitabı,
    Ötekinde mürekkebi günahların.
    Sinagoglar dolusu mezmur,
    Katedraller dolusu arya,
    Camiler dolusu ilahi
    Ve dingin ayaklarının hikâyesi
    Bir pagoda duvarında Buda'nın.

    Elbette şairim,
    Önsezisiyim aysız gecelerin
    Ve suskun volkanların ayartıcısı
    Okunmuş ve okunacak
    Tek ebedi kitabı ben bilirim:

    Güneş Kitabı, İnsan Suresi, sayfa 2013

    “Yağmur yılları, buz yıllarına dönüşür;
    Kurur çatlarken tohum,
    Kalplere kilit vurdukça insan.”

    Şömine karşısında
    Rahat mı rahat bir adam
    Koltuğuna gömülmüş
    Gece yarısını haberlerini dinliyordu:
    Borsa, kredi, altın
    dolar, faiz, kriz...
    Magrip’ten – Maşrık’a
    Sam yelleri esiyordu
    Bağdat Basra yolları
    atom santralleri,
    zirveler bilmem kimle kimin...
    Yas tutarken analar,
    Yeni oğullar cepheye gidiyordu.

    Güneş Kitabı, İnsan Suresi, sayfa 2013

    "Duvar ki mülkiyet belgesidir;
    Korurken insandan
    Tutsak eyler kendine insanı"

    Son haber açlık üstüneydi.
    Afrika’da, uzak Asya'da
    Binlerce çocuk,
    Bir lokma aşa
    Ve bir yudum suya muhtaç,
    Kefensiz gömülüyordu.

    Birden açlığını anımsadı adam,
    Doğrulup koltuğundan,
    Şarapta bekletilmiş
    Biftek istedi aşçısından.

    Dokunup tuşlara
    Çekildi dünyasına
    İlk lokmasını atarken ağzına
    Üç kez " çok şükür!" dedi tanrısına

    Güneş Kitabı, İnsan Suresi, sayfa 2013

    “(Oysa) biz onların gözbebeklerini
    Kendini görmeyip
    Başkasını gören yap(mış)tık.”

    Şiir, evvel zamandaydı diyorum
    Mitti, efsaneydi, masaldı
    Saksıda Afrika menekşeleri
    Akvaryumda balık, kafeste kuş
    Şam fıstığı, Şiraz gülü,
    İnsan olmaya şunun şurasında
    Kaç güneş yılı var?

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      ÖÇ VAKTİ -2-

    Yakob kahvehaneye girdiğinde içki masasında zevk ve sefa süren Bulgar arkadaşlarını gördü. Olaylara karşı duyarsız olmaları onu rahatsız etmişti:
    -Arkadaşlar , bugün olanları hepiniz duymuşsunuzdur. Dağdan inen Bulgar çetesi, Ak köyden iki Türk ailesini öldürmüş. Bulgar kardeşlerimizi durdurup, masum Türkleri öldürmelerine son vermeliyiz. Atalarımız, dedelerimiz onlarla beraber yüzyıllarca yaşamış. Şimdi nedir bu öfke? Vicdanınız sızlıyorsa yardım edin!

    Herkes susmuştu, sadece arka masalardan mırıltılar geliyordu. İçkiden kan çanağına dönen Sarı Petko, zorla ayağa kalktı:
    -Sen biliyor musun ki Türkler de zamanında biz Bulgarları öldürmüş, dükkanlarımızı yağmalamış ve hatta kadınlarımızı kirletmiş? Adalet budur Yakob, öç vakti gelmişti! Bu topraklar bizimdir, gitsinler buralardan! diye bağırdı. Oturmaya çalışırken dengesini kaybedip yere yuvarlandı. Yakob çok kızmıştı: -Senin gibiler yüzünden dostlarımızla düşman olduk! dedikten sonra yerde yatan Petko’nun üzerine öfkeyle atladı ve boğazını sıktı. Ama diğerleri hızlı davranarak onu sarhoş adamdan uzaklaştırdılar ve kapıya ittiler. Yakob, dişlerinin arasından “Yazıklar olsun sizlere” dedi ve kapıdan çıktı.

    Kahvehanede tek bir Bulgar dahi ona arka çıkmamıştı. Dedeleri onlara, Türklerle kardeş gibi yaşamayı öğretmişti. Ne olmuştu da bu insanlara yine düşmanlık beslenmişti? Kahvehaneye bir daha gitmedi. Her gün okulda çocuklarını bekleyen annelerden haberleri alıyordu. Durum gittikçe kötüleşiyordu. Türk köyleri yağmalanıyor, Türk muallimleri tutuklanıyor, direnenler işkence edilerek öldürülüyordu. Evlerde bulunan dini ve Türkçe yazılmış kitaplar toplanarak yakılıyordu. Arkadaşı için gönderdiği mektubun, amcası İvan’a ulaşmadığından artık emindi, çünkü cevabın şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu.

    ***

    Yakob, gece yarısı kapı tokmağının sesi ile uyandı. Karısına hemen saklanmasını söyledi. Duyduğu seslerden dışarıda birden fazla kişinin olduğunu anlamıştı. Kapının arkasında biri bağırıyordu:
    -Muallim Yakob, kapıyı aç! Açmazsan zorla içeri gireceğiz!

    Yakob, tüfeğini almak için odanın ortasına adımını atmıştı ki silah sesi ile olduğu yerde kaldı. Bulgar çetesindeki adamlar, kapıyı tekmeleyerek içeri girdiler. Onu dövmeye başladıklarında Mariya’nın saklandığı odaya doğru korku dolu gözlerle baktı. Kahvehanedeki Petko’nun onu ispiyonladığına emindi.

    Devam edecek…


    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Müfit Uzman

     Telve : Müfit Uzman


      Sosyal Medya

    Feysbok'u Türkçe kullananlar, tepedeki bir kutucukta "Ne düşünüyorsun?" sorusunu görmüştür. Ben de gördüm. Benim başım kel mi? Evet! “Sormuş, yanıtsız bırakmayayım, ayıp olmasın siteye!” dedim de yazdım:

    "Sosyal medya paylaşım paradoksları"nı düşünüyorum.

    Geçtiğimiz hafta, hanım facebook'unda oyunlar oynarken, ben de kendi kendime ona-buna yorum yazıyordum. Yan gözle beni dikizliyormuş:

    "N'apıyorsun sen? Cevap yazanın bile yok, kendi kendine ne yazıp duruyorsun? Deli diyecekler." dedi.

    Game over!

    Bi kırıldım, bi kırıldım.. Üstelik panikledim. Hemen yazdıklarımı sildim, hanımı da arkadaş listemden çıkartıp engelledim. Ohhh.... Ne kolay rahat ettim?

    Al bana “paradoks”!

    Sanal çiçek-böcek yetiştirip çiftlik felan kurmak delilik değil, kendi kendine konuşmak, yazmak delilik. "La hiç değilse benim kafa çatlak, raporum var. Tescilliyim." diyemedim tabii, zaten bilineni tekrarlamanın gereği yok.

    Gariptir ama düşündüm. Düşünebildiğime şaşırarak:

    YouTube'da beğendiğim müzikleri dinliyorum. Bazılarını alıp facebook sayfama yapıştırıyorum. Kime ne di mi? Herkes istediği siteye girer, zevkine göre istediği müziği dinler. Bunun farkında olup sayfada paylaşmak bir başka paradoks.

    Ya da bir köşe yazarının yazısını kopyalayıp yapıştırmak.

    Ne anlamı var değil mi? O yazıyı bir tek ben mi gördüm de başkalarının gözüne sokmaya çalışıyorum aklımca?

    Değil elbette..

    İnsanların ne kadar yalnızlaştığı, birbirleriyle bir şeyler paylaşma ihtiyaçlarının ne kadar fazlalaştığı, herkesin "Ben de varım. Beni de görün. Buradayım." seslenişlerinin göstergesi bu.

    Sosyal medya platformları, bireylerin bu en temel güdülerinden biri olan "var olma, kendini ifade etme" dürtüsünden yararlanıyor, milyonlara ulaşıyor, paylaşımlarımızı e-filtrelerden geçirerek ilgi alanlarımızı belirliyor, sayfalarımıza reklamlar yönlendirip servet kazanıyorlar.

    Biz kurbanlar ise; aklımızca eğleniyor, sıkça birbirimizi kırıyor, güya arada sosyal mesajlar paylaşıp topluma faydalı oluyoruz.

    Hadi canım.

    Birileri bizden yürüttükleriyle gemicikleri için Deniz Feneri çalıştırdılar, deniz altından tüp geçit bile yapıp oymadık yerimizi bırakmadılar.

    Kendimizi kandırıyoruz, oynuyor, avunuyoruz.

    Nasıl mesaj çaktım ama?

    Aferin bana!

    Müfit Uzman
    m.mufituzman@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Diktatörlüğün Ontolojisi Üzerine I

    Diktatörlük öyle bir şey ki, yarattığı iktidâr sarhoşluğunun etkisiyle kişide, her istediğini yapabileceği sayıltısı doğurur ve bu sayıltı, zaman içinde kendi sonunu hazırlar. Tüm devlet aygıtına hükmetmenin derin sarhoşluğu içinde diktatör, kendi egosunu devletin meşrû gücüyle bir tutar ve kendisine karşı yapılan bir hareketi, devlete karşı yapılmış kabûl eder; devlete karşı yapılan bir hareketi de kendi üzerine alır. Devletle bu özdeşliği, aynı zamanda “milletin talepleri” konusunda da ortaya çıkar; milletin neyi isteyip istemediğine diktatör, kendi başına karar verme yoluna gider. Hâl böyle olunca, arkasındaki desteğin giderek zayıfladığına şâhit olur ve bu da onda, acı bir telâş başlatır.

    Başka deyişle diktatörlük, diyalektik olarak kendi sonunu hazırlayan netâmeli bir konudur ve diktatörlüğün ontolojisine; varlık koşullarına ve vârolma tarzlarına baktığımızda şunu görmekteyiz ki hiçbir diktatör, ülkesini ilelebet “huzur” içinde yönetemez. Tasarruflarındaki fütursuzluk arttıkça, toplumsal hoşnutsuzluklar da artar ve “alternafisizlik” söylemi, zaman içinde yerini “hiçbir iktidâr, bundan daha kötü olmayı başaramaz” söylemine bırakır. Topluma küçük bir umut parıltısı sunacak alternatiflere bile artık, daha fazla dikkat kesilinir; bunu tehdit olarak algılayan diktatör ise tüm umutları söndürmek için elindeki tüm devlet aygıtını seferber eder; demokratik hak ve özgürlükler üzerindeki baskıları da arttırır.

    İmdi diktatörlük, kendi kendisini tüketen bir egemenlik paradoksu içermektedir; vârolma koşulları üzerinde sergilenecek irâde arttıkça ve egemenlik yayıldıkça, varlığının sonu yaklaşır. Bu sonu göremeyenler, diktatörlüğün varlık koşullarının idâmesi adına diktatörü, daha güçlü bir irâde sergilemek konusunda uyarırlar; ancak bu yolla, diktatörün düşüşünü hızlandırmış olurlar. Bu sonu görmek istemeyenler ise kendi varlık koşullarını bu varlık koşulları içinde temellendirmiş olduklarından ve diktatörün varlığından farklı bir varlık olanağını kendilerine tanımadıklarından, bu yok oluşta onunla hareket etmeyi, kendi yok oluşları içinde yalnız kalmaya tercih ederler.

    Bu bağlamda dershâneler konusu, yalnızca eğitim sistemimizi ilgilendiren bir konu değildir, diktatörlüğün ontolojisi bağlamında çok önemli bir konudur. RTE, diyalektik olarak kendi sonunu hazırlamaktadır. Bu noktada bize düşen görev, umutlarımızı korumak ve bizim gibi düşünen insanları ortak paydada bir araya getirmek; demokratik örgütlenmeyle iktidâra yürümektir. Gülen cemaatinin bizim görüşlerimizdeki partilere oy vermeyeceği apaçık ortadadır ve onlara yaranmak adına dershânelerin kapatılmasına karşı çıkan çevreleri, hayâtın gerçeklerini doğru bir şekilde okumaya dâvet etmeliyiz. Cemaate yaranma çabası içinde olanların, AKP’lilerden farkı yoktur. Bu ülkeye bir tâne RTE yeter, yeni RTE’ler yaratmayalım.

    Dershâneler konusunu diktatörlüğün ontolojisinden kopuk olarak yalnızca eğitim sistemi bağlamında incelemek, resmin bütününü görmeyi ve doğru tahminlerde bulunmayı engeller. Başlangıçta Gülen cemaatine gözdağı verme amacıyla uydurulmuş bir söylenti olan dershânelerin kapatılması konusu, bugün Türkiye’nin gündemini kilitleyen en önemli konu hâline gelmiş durumdadır ve taraflar gerekçeler ürettikçe, safların daha da netleşmesine katkı sağlamaktadırlar. Hem, dershânelerin kapatılmaması adına besleme medya tarafından üretilen gerekçeler, bu kurumların niçin kapatılması gerektiğini de bizce, apaçık biçimde göstermektedir.

    Cemaatin dershânelerinde yapılan “eğitim”in “gençleri cehâletten kurtarma”; yâni, “Müslümanlaştırma” amacında olduğunu belirten bu zevâta dinci çevrelerin; örneğin, Cübbeli’nin verdiği destek, nasıl bir rejim sorununun içinde olduğumuzu göstermektedir. Aynı zamanda da besleme medyanın, nasıl bir infial içinde olduğunu görmekteyiz. Bugüne kadar RTE’ye koşulsuz destek veren bu zevât, kendi eserleri olan bir diktatör tarafından artık boyun eğmeye zorlanmaktadır ki bu durum, psiko-travmatik bir tepkinin “kara propaganda” olarak açığa çıkmasına neden olmakta ve hem RTE, hem de AKP, açıkça tehdit dilmek sûretiyle geri adım atmaya zorlanmaktadır.

    Türkiye’de son on bir yılda o kadar çok hukuksuzluk yaşandı ki, tüm bunlar karşısında RTE’nin safında yer alan bu zevât, bugün artık kendilerine karşı yapıldığı iddiâ edilen bir “hukuksuzluk” karşısında timsah göz yaşları dökerek inandırıcı olamaz. Sözde “Ergenekon” yargılaması, darbe dâvâları, hâkim ve savcılara siyasî baskı yapılması, kıyâfetleri nedeniyle insanların işlerinden atılmaları, eşcinsellere yönelik ötekileştirmeci söylemler, demokratik hak ve özgürlüklerini kullanan toplum kesimlerinin teröristlerle bir tutulması ve bu türlü pek çok hukuksuzluk karşısında susan, bunları kenardan izleyen bu zevât, bugün bize hak, adâlet, hukuk dersi verme haddinde değildir.

    Bayraktarlığını yaptıkları sözde “demokratik (s)açılım”ın ileriki aşamalarından birinin genel af olduğu bilinmektedir. Kaldı ki, Barzânî’yle düzenlediği Diyarbakır seçim mitinginde RTE, bunu açıkça ifâde etmiş; ancak tepkiler üzerine, geri adım atmıştır. Teröre bundan daha açık bir siyasî destek, târihimizin hiçbir döneminde yoktur; sözde “Kürdistan”ın devlet başkanının yanında, sözde “Kürdüstan”ın sözde “özgürlük savaşçıları” onore edilmiş ve özgürlüklerine kavuşacakları müjdesiyle taltif edilmiştir. Büyük Türk milleti, târih boyunca hiçbir zaman bu denli aşağılanmamış, terör örgütlerine teslîm olmaya zorlanmamıştır. Sözde “Kürdistan petrolü” gibi gerekçelerin ardına saklanılması da kezâ, milletimize yapılan çok büyük bir hakârettir.

    Barzânî’yi “Kuzey Kürdistan’a Hoş Geldiniz” pankartlarıyla karşılayan zevât, Diyarbakır’ın bir Türk yurdu olduğunu anlamaktan uzak olmanın da ötesinde, Diyarbakırlıların Kürt faşizmi karşısında boyun eğmesi beklentilerini dile getirmiştir. Sözde “Kürdistan” haritalarını fütursuzca ellerinde taşıyan bu zevât, “Bağımsız Kürdistan”ın kurulmasına aslâ izin vermeyeceğimizi anlayamadığı gibi, bağımsızlığın ne olduğunu da bilmemektedir. Emperyalizmin taşeronluğunu yapmak için terör dâhil her yola başvuran bu zevât, hizmet ettiği güçlerin piyonu olmaktan kurtulamaz. “Bağımsızlık”, emperyalizmin kuklaları için yalnızca bir hayâldir; bu hayâli görmeleri için, sürekli uyku hâlinde tutulmaları gerekir ki Barzânî, Kürt faşizminin afyonudur.

    Şehitlerimizin kanlarıyla değer kazanan vatan toprağı, RTE’nin yaptığı anlaşmalar sonucu, Kürt faşizminin petrolüyle kirletilecek. İşte, RTE’nin “vatan sevgisi” budur; vatanımızı korumak için canlarını fedâ eden şehitlerimizin hâtırâlarını hiçe sayarak topraklarımızı, Kürt faşizminin emrine vermektedir. Irak’ın kuzeyinden gelecek binlerce ton petrol, şehitlerimizin bir damla kanından, şehit ailelerinin bir tek göz yaşından daha değerli değildir. Büyük Türk milleti, Kürt faşizminin petrolüne muhtâc olmadığı gibi, şehitlerinin hâtırâlarını korumaktan da âciz değildir. Türkiye Cumhuriyeti, Kürt faşizmini yola getirmek için her türlü olanağa sâhiptir; fakat, bu olanakları kullanma irâdesi yok edilmiştir. Bu irâde, millî demokratik devrimle ortaya konacaktır.

    RTE’nin Kürt faşizmine teslîm olması nedeniyle Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e çıkış kapısı bulacak olan Barzânî, yalnızca büyük Türk milleti için değil, aynı zamanda Bağdat yönetimi için de bir tehdit hâline gelmiştir ve bu tehdit karşısında Bağdat yönetiminin, Türkiye Cumhuriyeti’ne türlü yaptırımlar uygulaması kaçınılmaz olmuştur. Daha düne kadar sömürge vâlîleri tarafından yönetilen Irak, RTE’nin kirli pazarlıkları nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin itibârına gölge düşürür bir konuma gelmiştir ve bölgede Türkiye Cumhuriyeti’nin itibârı hızla azalmaktadır. Bu süreçte RTE, kendi itibârını yükseltmeye çalıştıkça, Türkiye Cumhuriyeti’nin itibârının daha da azalmasına yol açacaktır. Büyük Türk milleti, bunu aslâ hak etmemektedir.

    Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki kirli hesapları sonucu bölge, çeşitli terör örgütlerinin kontrolüne geçmiştir. Bu örgütlerle mücâdelede ilk ve en önemli koşul, ülkede güçlü bir rejimin olmasıdır. Bu tür rejimlerin Batı kamuoyu tarafından diktatörlük olarak damgalanması ise şaşırtıcı değildir. Emperyalizmin çıkarları açısından bakıldığında terör örgütleri, Ortadoğu’da stratejik bir gereksinimi karşılamaktadır; bu örgütler karşısında etkin bir irâde sergileyecek rejimler ise emperyalistlerin çıkarlarına çomak sokacak niteliktedir. Dolayısıyla, Ortadoğu’da güçlü rejimler inşâ edilmedikçe, emperyalizmin tahakkümüne son verilemez; emperyalizm ise bu tür rejimlerin kurulmasını engellemek için tüm olanakları seferber etmektedir.

    Suriye bugün, terör örgütlerinin iştahını kabartan, pastadan pay kapmak için bu örgütlerin birbirleriyle yarışını tırmandıran, terörle mücâdelede eli kolu bağlanan bir ülke hâline getirilmiştir ve Esad rejimi zayıfladıkça, Suriyelilerin terörden korunabilmelerine de olanak kalmamaktadır. Bu süreçte en önemli katkıyı ise RTE yapmıştır; önce, “demokratik” yollarla rejimi, boyun eğmeye zorlamış ve sonra, diplomatik baskılara geçilmiş; hedefe ulaşılamayınca da uluslararası toplum, savaşa dâvet edilmiştir. Gelinen nokta, Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizme karşı büyük direnişini hazırlayan bağımsızlık ruhunun yerine, emperyalizme hizmet eden ve bu amaçla, bir İslâm ülkesi için bile emperyalistleri savaşa dâvet eden işbirlikçi bir zihniyetin geçmesidir.

    Bu zihniyet ki, kendi halkının demokrasi taleplerine sessiz kalır ve özgürlüklerin önünde en büyük engeli oluşturur. RTE’nin “başkanlık” hayâlleri onu, apaçık gerçekleri bile göremeyecek bir konuma getirmiştir. Tüm hesaplarını yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklayan RTE, dershânelerin kapatılması sürecinde Gülen cemaatiyle olan sallantılı ilişkilerine daha da büyük bir zarar vermiş ve bu da onu, kaybettiği oy oranını Türkiye Kürtlerinin oylarıyla telâfi etme çabasına sürüklemiş; fakat, Türkiye Kürtlerine “jest yapmak” adına Barzânî’ye yaklaştıkça, AKP’ye bir şekilde oy vermiş bulunan milliyetçi tabanın oylarını tekrar gözden geçirmelerine yol açmıştır. Bu süreçte RTE, popülizmini arttırdığı oranda kendi sonunu hazırlamaktadır.

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    11 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Tadımlık Şiirler


    Bu bedende tek bir yürek var sevgili

    Bu bedende tek bir yürek var sevgili
    Ne eşi nede benzeri var onun.
    Öyle giriş çıkışlara alışkın değil yüreğim.
    Ya girip taht kuracaksın en tepesinde.
    Ya da susup seyredeceksin hayat penceresinde.
    Öyle her kafana estiği vakit aramayacaksın mesela.
    Sevmiyorsan şayet lal olmayı bileceksin.
    Riyakar olmayacaksın mesela.
    Yüreğinde beslediklerini dilinle yeşerteceksin.
    Gireceksen bu yüreğe, sende yüreğini koyacaksın.
    Kaçamak aşk istemiyorum hayatımda
    Ya seveceksin yada vazgeçeceksin.
    Yalan olmayacak hayatında.
    Keşkeler, acabalar, misaller olmayacak.
    Ânı yaşayacaksın.
    Hayaller kurabilirsin seviyorsan şayet.
    Ama gözlerini kaçırmayacaksın gözlerimden.
    Akşam olupta eve dönme vakti geldiğinde,
    Hiç ayrılmayalım dercesine sarılacaksın.
    Öyle bir sarılacaksın ki;
    Cesaretim olacaksın. zaferim olacaksın.
    Ama mazim olmayacaksın.
    Geçmişten söz etmeyeceksin benim yanımda.
    Yarınım olacaksın, ebedim olacaksın.
    Öyle herkezle sohbet etmeyeceksin.
    Ödevlerini bana soracaksın.
    Kıskanırım ben, Öyle sıradan olmayacaksın.

    Bu bedende tek bir yürek var sevgili.
    Yaralı, çaresiz, kanadı kırık.
    Ne eşi nede benzeri var onun.
    Onu alacaksın.
    Yada hiç elini uzatmayacaksın.
    Seveceksen şayet
    Çocuklarımın annesi olacaksın.
    Evimin prensesi olacaksın.
    Sevmem ben öyle
    Bu gün çıkıp yarın ayrılanları.
    Dedim ya sevgili
    Seveceksen yarınım olacaksın.
    Ebedim olacaksın.
    Sana değişeceksin demiyorum.
    Sadece iki yürekte bir olmasını bileceksin.
    Sen ve ben iken
    Biz olmasını bileceksin.
    Kendini değil beni yaşayacaksın.
    Ertugrul'u dilinde değil kalbinde taşıyacaksın.
    Ve sen Hayatımın Kadını olacaksın.
    Dikkat et.
    Bu yüreğin bir benzeri daha yok...

    Ertuğrul Yırtıcı

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
    Karyadan İyonyaya
    Hamdi Topçuoğlu
    "Karya'dan İyonya'ya"
    Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Anason
    Zakkum









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20131213.asp
    ISSN: 1303-8923
    13 Aralık 2013 - ©2002/23-kmarsiv.com