Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 12 Sayı: 2.005

 14 Mart 2014 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Faşizm mi dediniz?!...




Terazi neyi tartacağını şaşırmış durumda. Bir kilo pamuk mu daha ağır, yoksa bir kilo demir mi? diye soruyorlar, cevabı yarım kilo peynir oluyor. Ölenin ardından küfredilir mi diye soruyoruz? Polis onunu yaşını nerden bilsin diyor. Ama, ekmek almaya gidiyormuş diyesimiz geliyor, o bilyaları mezara niye atıyordun diyor, lafı ağzımıza tıkıyor. Bozuk saat bile günde iki kere doğru zamanı gösterir. Bu, tam gösterecekken akrep yerinden fırlayıp isyan ediyor. Bu adam artık, eleştirilebilir olmasını çoktan geçtim, övülebilir olmayı bile kendine zul sayıyor. Övülebilir olmakla sövülebilir olmak arasında ikilimler yaşıyor. Zira sövülmek işine geliyor. Böylece eline koz geçiyor aynı silahla rakibine saldırıyor. Ama rakip kim belli değil. Kendi dışında kerkes ya ona mahkum ya da düşman. Onun düşman gördüklerini tahmin etmek zor değil. Sorun mahkumlarda.

Yürütmenin başına biat etmişlerin hayat çizgisinin başlangıcı belli ama nerede biteceği muamma. Verdikleri sürece alabileceklerinin farkındalar. O yüzden sisteme çomak sokan herkese, her şeye onlar da düşman. Kirli ilişkilerin kayıtları mı yayınlandı, hemen koruma kalkanı ortaya çıkıyor tüm algı ve salgı deliklerini kapatıyor. Ne görüyorlar ne duyuyorlar. Duymak zorunda kaldıklarına inanmıyor, inandırıcı ise kulp takıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, varlık nedenleri bu sistem. Sistemin enerji kaynağı da yürütmenin başı. Öyleyse her ne pahasına olursa olsun destek olmalıyız, köstek olanların yoluna çıkmalıyız diye düşünüyorlar. Yürütmenin başının düşman bildiklerine onlar da düşman oluyor. Bu güruh baştan kaybedilmiş güruh. Yürütmenin başı başta olduğu sürece bunların dikkatini çekmek mümkün değil. Bu güruhun sayısını ancak seçimlerde göreceğiz. Tahmin yürütmek çok zor, hatta imkansız. Bunlara gerçekleri gösterebilmenin tek yolu var, bu adamı iktidardan etmek. Bu durumda bir süre belki direneceklerdir ama gün gelecek mutlaka pes edeceklerdir. Mevcut iktidar mahkumiyetinden kurtulmuş bir topluluğun farklı düşünceler ve davranışlara yönelmeleri kaçınılmaz olacaktır. İşte belki o zaman demokrasi rayına oturabilir, işte o zaman atılan taş ürküttüğü ördeğe değer.

Yürütmenin başının hala yüzde elli diye direttiği ama gerçekte bunun altında olan bir mahkum taraftar kitlesi var. Önemli olan karşıda bulunan bloğun tek ses olup olmaması. Ve karşıda oluşan bu muhalif grubun içinde türlü benzemez ideolojiler, çıkar çatışmaları var. Ama paydaları tek ve ortak, istisnasız hepsinin gönlünden bu adamdan kurtulmak geçiyor. İşte baş efendiyi de bu çılgına çeviriyor. Arınç'a sayın, kendisine başçalan denmesinden bu yüzden hoşlanmıyor ve gittikçe hırçınlaşıyor. Eğer biri sayın olacaksa en iyi ben olurum diyecek kadar ileri gider mi bilinmez ama sınırları mutlaka zorlayacaktır, müneccim olmaya gerek yok.

Şahsi fikrim, adı yolsuzlukla halvet olmuş tüm bakanların cesaret şurubu yürütmenin başı. O yürütüyorsa ben de yürütürüm ...gemiyi mantığı ağır basmıştır diye düşünüyorum. Hele bunu bir de günahtan arındırdınız mı, yeme de yanında yat. Devletin parasını çalmadığına göre buna yolsuzluk denmez, dense dense zekat denirmiş. Bre deyyus, alınıp verilen paranın her kuruşu bizim burnumuzdan fitil fitil gelmiyor mu? Neyse. Demem o ki, recepten arınmış bir akepe, durması gereken yerde durduğu sürece, bu sistemin bir dişlisi olabilir. Yoksa daha önceki örnekleri gibi yok olur gider.

Öyleyse neymiş, ilk hedefimiz bu adamdan kurtulmakmış. En demokratik şekliyle, işlediği her suçun hesabını teker teker sormak kaydıyla, bu adamı iktidardan ayırmanın ilk basamağı önümüzdeki seçimler. Özellikle İstanbul ve Ankara giderse hayat damarlarından ikisi dumura uğrar. İki yolu var, ya kaderine razı olur ya da gemi azıya alır. İkincisi daha muhtemel olduğu için en beylik tabiriyle "Faşizme Karşı Omuz Omuza". Gerektiğinde fedakarlık ederek, gerektiğinde vaz geçerek, oyları birleştirmenin yolunu bulmalıyız. Evet, bir zamanların faşizmle anılan partisi ile bile ittifak, bu yolda elzemdir.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  İLGİSİZ KONULAR 2

Babamın öfkesi de sevmesi de kısa sürüyordu. Bağırıp çağırırken birden gözleri doluyor merhamete geliyordu. Güzel cümlelerle gönlümü almaya çalışırken yeniden öfkeleniyordu. Bu kararsız ve değişken hali insanı canından bezdiriyordu. Bir yemek boyunca süren duygusal sağanak yemekle birlikte son buldu. Ona okulu bitireceğime söz verdim. Zaten başka çarem yoktu. Annem bana kurabiye, börek ve kazak göndermiş. Arkadaşlar kapış kapış yediler. Giysilerin içinden elli lira para çıktı. Parayı katlayıp koyduğu kâğıda da ” Babana söyleme” yazmış.

İnsanın yaşamında cacıktan aşk hikâyeleri vardır. Eşeğin sevmediği ot misali işte gelip burnunuzun dibinde bitenlerden... Onlar gelip seni bulur. Kendi gelmeden haberi geldi. Tanışmak istiyorum söyleyin demiş. Olur dedim, korkacak değilim ya. İyi de burası küçücük bir kasaba. Mutlaka bir gören, bir duyan olur. Posta güvercinimiz Şenol’la bir pusula gönderdim. Mera Mahallesindeki düğüne gelsin. Ben demesem de gelecek gerçi. Sadece akrabalara davetiye veriler bizim orada. Belediyeden anons edilip bütün kasabalının düğünlere çağrılması eski bir gelenektir.

Düğünde kalabalığa karışıp tanıştık. O yıllarda ne çok Jale vardı. Ama illa yanında bir kuyruk... Ne söylesem yanındaki kız dinliyor. Devlet sırı değil ama mesele, her insanın bir özeli var. Jale kapkara saçlı yerden bitme ama güzel bir şey. Türkan Şoray gibi gözleri var. Her şeyi minicik... Elleri, ayakları, yüzü, burnu, her şeyi işte... Evlerinin arkasında bir kavaklık var. Ben haber salınca oraya gelecek, akşamları. Buluşup konuşacağız.

Haftası oldu haber salamadım. Bir sakatlık falan çıkacak. Tırstı diyecek, adamlığımın gazı kaçacak. Erol’dan haber gönderdim. Bu akşam saat sekizden sonra gelsin. Kış vakti soğuk, sekiz gecenin en deli karanlığı. Birisi görse kim bilir ne sanacak? Hırsız da yaparlar adamı, uğursuz da. Köpekler havlar kıllanırım. Bir çıtırtı duysam aklımda bin tane senaryo. Fazla bekletmedi neyse çıkıp geldi. Yanında yine o kız. Ağzından bal damlıyor. Beni öyle bir anlatıyor, öyle bir beğeniyor ayaklarım yerden kesildi kesilecek. Benim bildiğim bunu erkekler yapar. Ben de bir iki laf edeceğim ama o kız var. Biraz öteye git bekle desem havamız kaçacak. Bir sigara yaktım. Bir de Jale istedi. Başımızda jandarma gibi dikilen kız kısır mı kalsın?

Birkaç ay sürdü böyle köşe bucak. Bir posta güvercinimiz Erol vardı. Bir de jandarma başımız Nursel. Manisa’ya kaçalım bir pastaneye gideriz dedim. Olur dedi, sonra aylarca oyaladı bu gün yarın… O konuşunca çayırdaki öküze öykünen kurbağa gibi şişiyordum. Kavaklıkta geceleri beş altı kez buluştuk. Kışa aldırmadan tiril tiril geliyordu. Orası burası göründü görünecek. Sıcacıktı, çok tatlı ve kapkara. Onun kadar güzel gülen başka birini hiç tanımadım. Nursel gözlerini kapatsa elini tutacaktım belki. Sarılamadım, dokunamadım, bakmakla yetindim. Sonra başkaları girdi araya. Ben şöyle demişim. Filancaya bakmışım. Eften püften bir döngüye girdi. Komşular görmüşler bizi. Canını seviyorsa bir daha bu sokaktan geçmesin demişler. Erol’ la haber saldım. Korkup kaçtı demesin istedim. Bütün düğünlere gittim. Dayağı göze alıp sokağından da geçtim. Ses soluk çıkmadı. Balıkesir’e gönderdiler dedi Nursel. Teyzesinde kalacakmış. Bütün âşıklar gibi birkaç şiir kaldı geriye. Bir kaç mektup. Aşkı şöyle dursun tirit suyuna çorba gibiydi. Geçip gitti.

İki gözü iki çeşme ağlıyordu. Yanına oturdum. Hem ağlamasın istiyordum. Hem de hüznü ile baş başa kalmasını. Ama böyle eli kolu bağlı da durulmazdı ki. Usul usul konuşmaya başladım. Sana üzülme demeyi isterdim. Üzülme, bak sen iyisin ya. Biraz sabırlı ol. Bir kaç gün sonra acın biraz daha azalacak. Sonra bir gün, bir gün daha derken aylar geçecek. Diğer insanlar gibi onunla yaşamayı öğreneceksin. Ya da aklını kaçırıp deli olacaksın. Sakın ola aklını kaçırma. Sana güzel cümleler söylemeyi isterdim. Yüreğine su serpecek bir şeyler. Ama ne söylersem söyleyeyim hiç yararı olmayacak. Çünkü bu acıyı azaltabilecek kadar güzel cümleler henüz kurulamadı. O tılsımlı sözcükler keşfedilemedi. Ben sadece yanında olmak istiyorum. Ve öylece dereden tepeden konuşmak… Çünkü elimden başka türlüsü gelmiyor.

Bazı insanlar içip unutmaya çalışırlar. Ben daha önce denedim. Hiç işe yaramıyor. Sızıp uyuyabilirsin belki. Ama uykunda bile ağlamaya devam edeceksin. Nasıl yapılır, nasıl baş edilir bilmiyorum. Ama dayanmanın, bu acıyla baş edebilmenin bir yolunu bulmalısın. Bana ; “ Hastaydı zaten. Yaşı da epey vardı,”dediler. Babasını yitiren ilk insan sen değilsin. Haklıydılar belki. Ama o benim babamdı. Hiç kimsenin acısı ve babası ötekine benzemez.

Bursa Mart 2014
Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Hamdi Topçuoğlu

 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


  OĞUL YASI

Oğulun ölümünü haber veriyor arkadaşları
Ala bula yüzlerinde acı ve sevinç
Tek tek sarılıp öperken onları ana
İnliyor ıssız mağaralardan daha derin
Kokmuyor çünkü kendi oğlu gibi hiçbiri

Ağıtlar alazlanıyor dilinde, gül kokuları zehir
Sular çekiliyor ayaklarından, donuyor okyanus
Hangi çağlayanlardan akmalı şimdi
Hangi kervanın peşinde ulaşmalı
Saçları zifiri karanlıkların yolları
Çığlık çığlığa yeniden doğsa da güneş

Oğuldur, solmuştur küstüm çiçeklerinden çabuk
Üşümüştür kardan, boralardan uzak
Türkülerinde sarkıtların dikitlere kavuşma sabrı
Şiirlerinde denizatlarının özlemi dağlar
Ve öfkelerini yıldızlarda unutmuş sarnıçlar

İz sürülecek uzun bir zaman
Gülüşü aranacak satır aralarında
Sonra Ashab-ı kehf'ten biri gibi
Yeni bir ömre başlanacak
Her şafakta is bağlasa da bu yürek

Kaç pınarın ırmağı bu,
Hangi yurtsamanın sığınağı
Akışında yaşamın yeryüzüne doğru
Kayıklar bekliyor bizi
Belleklerde oğulkıran fırtınalar
Aynımız sularda, avuçlarımızda güneş
Çiçekler koparıyoruz
Hayret, insan kokuyor.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Reklamlar : Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...

Oldum olası sevmiyorum “Zapping” denen olayı. Reklamlar başlayınca bile elim varmıyor bir türlü kumandaya. Tembellik de diyebilirsiniz, reklam sevdiğimi de düşünebilirsiniz. Son zamanlarda da; “Kekimi ye beni yeme” nakaratı eşliğindeki reklamları seviyorum. Aslında çok da yeni değil ama bugünlerdeki gündemimize benzettiğimden olsa gerek seyrediyorum bu reklam dizisini. Genellikle; gerçekle pek de örtüşmeyen bir durumda ( yalan dememek için zor tuttum kendimi ) bulunan kişinin, ıvır-kıvır türünden lafları üzerine kurgulanmış birkaç senaryosu var. Akılda kalıcı o nakaratını; bazen laf aralarında ve fakat çoğu zaman reklamın finalinde kullanıyorlar. Başarılı buluyorum ve başka kanala dikey geçiş yapmadan izliyorum. Örneğin; genç bir erkek ( aslında gerçek düşünceleri öyle olmadığı halde ) :
“Abi, bu kadınlar çok farklı bir yürek ya... Hmmm, bambaşka... Ne bileyim abi, ben bi kadını görünce önce gözlerine bakarım.. İlk önce gözler yani...”
şeklinde masal gibi konuşuyor. Veya; henüz hazırlanmaya başlamamış genç bir kız :
“Ayyy, siz vardınız mı ? Ben 5 dakikaya kadar ordayım zaten... Levent-Pendik arası ne ki yaa, ben geldim sayılır...”
şeklinde telefonda arkadaşına maval anlatıyor. Daha komik bir diğer genç kız :
“Ya ben şeyi anlamıyorum... Kadınlar saatlerce bi kuaförde oturup sarışın olmaya çalışıyorlar ki; doğal olmayınca hiç bir anlamı yok.. Ben küçükken sarışınmışım... Zamanla koyulaşmış... Eee, yani zamanla esmerleşmişim...”
şeklinde tam bir martaval okuyor. Sonunculardan birisi de; hani sınavı gayet iyi geçen Jale’nin arkadaşlarına söyledikleri...

“Gezi olaylarında ağaç ve çevre bahanedir, gerisi şahanedir... 17 Aralık girişiminde de; yolsuzluk ve rüşvet sadece taciz-ül hanedir... Biz; 3Ye ile mücadele ederek yola çıktık. Hiçbir yolsuzluk girişimine asla göz yummadık... Velakin; sırtımızdan vurdular, doğrusu hiç ummadık...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Bu ülkeye, bu millete beddua edenlerle değil, hayır duası yapanlarla birlikte daha da yükseğe taşımak için... Aile ortamı kurduk, aile havasını hiçbir zaman bozmadık. Hayır duası için bağış toplanabilir... Alnımız ak, başımız dik bir şekilde görevi devretme gururunu... Ben rahatım... Sarkozy gibi balığa çıkabilirim... Veya balık kavağa...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Biliyorsunuz sünnetlerde adettendir, sünnet çocuğunun koluna da genellikle saat takılır. Ayrıca; geçenlerde havaalanına gittim, aaa bir de ne göreyim... Meğer; charter seferleri düzenlemişler, dolmuş gibi adeta... “Nereye ?” diye soramadan binivermişim... Demre’ye demezler mi uçakta... Mecidiyeköy’ü geçmişiz, zar zor inebildim Okmeydanı-Çağlayan sapağında...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Eskiden de birkaç kuruşun hesabını bilmezdi bizim mahdum... Kimbilir; belki de 6 tane sıfır atılması gerekiyor zannetmiştir söylerken kerata... Güler geçerim genellikle böyle olaylara... Medya’nın tiki atmaya görsün, allem ederler, kallem ederler. Örneğin; “Kendimi saat yönüne atarım” dersin, “o saat önüne yatarım” derler... Derleeer, derler...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Özgürlüklerin güçlenmesini arzu ederiz, gerilemek söz konusu olamaz. Feysbuuk, Yuuturp dünyada geçerli platformlar, kapanması söz konusu olamaz... Sıkıntılı durumlar vardı ama noksanlıkları düzelttiler diye bastım onayı... Yoksa; ooo...”

“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Mecidiyeköy’de kaç saat süreyle süreyle görev yaptığımızı hatırlamıyorum...”
“Belki de 1-2 gün bu mahalde görevde kalmış olabiliriz, hatırlamıyorum...”
“Talimatla geldim, taktığım kaskta numara olup olmadığını hatırlamıyorum...”
“Olaylar çok uzun sürdüğü için hangi tarihte nerede olduğumuzu da hatırlamıyorum...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Avrupa Parlamentosu’nun 2013 raporunda büyük eksiklikler, haksız alınmış karar ve eleştiriler var... Zaten ağızlarının payını vermiştir diş işlerimiz... Düş işlerimiz miydi ? Duş işlerimiz mi tuş işlerimiz mi ..? Dam camadana, camcama dana gibi hay dilimi şey ettiğiminin şeyi... En iyisi; işi ehline bırakalım...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

“Kırım’da Tatar kardeşlerimizin haklarını, hukuklarını ve geleceğinin korunması noktasında, virgülüne kadar adım atılmasını yoğunlaştıracağız... Sıfır sorun demiştik, sıfırın yerini sorun dememiştik... Genel Sekreter ile o bahsettiğiniz konu hiç açılmadı, zaten onları ilgilendiren bir konu da değil... Bu husus kendi aramızda konuşacağımız bir meseledir...”
“Ye Kekimizi.. Yeme Hepimizi...”

AP Raportörü; yargı alanındaki son gelişmeleri eleştirerek şunları söyledi : “Artık yargı bağımsızlığı yok, çünkü talimatları Adalet Bakanı veriyor. Türkiye’ye bundan kurtulmasını söylemiştik. Zira; bağımsız ve tarafsız adalet gerektiren Kopenhag kriterleri dediğimiz şeye uymuyor. Kuvvetler ayrılığı, Avrupa ülkelerinde hepimiz için bağlayıcılığı bulunan en önemli araçtır.”

Heey APe, be heey ABe, de heey AbeDe, geri kalan bilumum coğrafya bi de..
Kuzey güney de ney, işte meydaney, delikanlı kim bey, nerdesin haney...

“Ye Hepimizi.. Yedirtmeyiz Kekimizi...” 

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


TEKNOLOJİ VE KÜLTÜR

Batı bilim ve teknolojisini edinme yarışına eşzamanlı diyebileceğimiz şekilde bizimle birlikte başlayıp bu gün teknoloji üretiminde Batı’yla at başı giden Japonya, kendine has, kendi kültürünü yansıtan teknoloji ortaya koyamamakla eleştirilir. Japonya, Kore ve sonrasında Çin’in yaptıkları Batı teknolojisini iyi bir taklitle üretmektir.

Yüzyıllarca dünyanın en güçlüsü iken Batı’nın ürettikleriyle birden bire karşılaşmamız bugün bile bizi hala kendimize getiremedi. Batı yıllarca sürdürdüğü bilimsel çalışmalar sonrasında kendine yeni bir dünya, Doğu’ya göre adeta cennet kurmuştu.

Öyle bir şaşkınlık ve bir taraftan da kabullenememek yaşadık ki uzun süre ne yapacağımızı bilemedik. Çok sonraları tanımak için elçiler gönderdik Batı’ya. Kolay olan Batı’nın üstünlüğünü kabullenmek, onlardaki yenilikleri ithal ederek Batılılaşmaktı. Bu doğal yaklaşım Karlofça barışıyla birlikte ‘Lale devrini’ sonuç verdi.

Ancak din veri tabanlı bir toplumduk. İslamiyet, Hıristiyanlık değildi. İnsana ve dünyaya hitap eden her şeyi İslam, Hıristiyanlık gibi kabullenemezdi. Batı’nın bariz dünya üstünlüğünü gören Osmanlı okuryazarlarının hemen tamamı toplumlarının veri tabanından dolayı eksikliği adeta ‘Din’de gördüler. İşi mevcut veri tabanıyla birlikte yürütmek isteyen az sayıdaki Osmanlı aydını, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in birbirleriyle uyuşmayan din veri tabanlarını doğru teşhis ettiler. Ama sorunu ve yapılması gerekeni net olarak ifadede zorlandılar. Halkın genel çoğunluğu din veri tabanından dolayı ‘gavurdan’ gelen her şeye karşıt tepki verdiler. Zira Batıdan gelen her şey onlara ‘kafirlik’ ifade ediyordu. Bunun halk dilindeki ifadesi “gavur icadıydı”.

Batı, Doğu’ya göre yeni bir dünya ortaya koymuştu. Bunu yaparken Hıristiyanlık veri tabanından kesinlikle ayrılmadı. Bu veride mevcut kültürünü bir anlamda geliştirip dönüştürerek ürettiği tüm teknolojiye yansıttı. Güçlü ve üstün aletlerle birlikte bunlara yansıttıkları çok güçlü bir Hıristiyan veri tabanlı kültürleri vardı artık. Tüm dünyaya hükmetmeye hazır bu kültür, amazon ormanlarının en derinliklerine kadar yayılmaya hazırdı ve yayılacaktı da. Halkın ‘gavur icadı’ diyerek anlatmak istediği Batının teknoloji ürünlerine yansıttığı bu kültürdü. Bu bağlamda bisiklete başlangıçta ‘cin atı’ denmesi manidardır.

Dindar Osmanlı aydınları da aslında bu gerçeği yerli yerinde bir zemine oturtup doğru ve eksiksiz bir değerlendirme yapamadılar. Batıdaki gelişmelere çaresizdiler; mecburen alınmalıydı. Ama devamında Batının kültürünü de tevarüs ediyorduk. Teşhis eksik yapıldığından en son dindarlar slogana sarıldılar: “Batının bilim ve teknolojisini alalım ama ahlaksızlığını almayalım”. Onların ahlaksızlık dedikleri Batı kültürüydü ki zaten bilim ve teknolojiyle istemesek te onları da alıyorduk. Bu, din veri tabanlı toplumda, etkisi hala süren müthiş ve korkunç bir sarsılmaydı.

Hoş ya takliden bile olsa, bir Çin kadar, Batı teknolojisini üretmekte montaj aşamasının çok fazla ilerisinde değiliz. Veri tabanımıza zıt kültürüyle bile Batı bilim ve teknolojisini tam olarak edinemedik. İthal ettik ama aynısını veya benzerini taklitte olsa imal edemedik. Bu, maalesef en acınası durumumuz. Abdülhamit dönemi Avrupa’ya at başı ithal ettiğimiz Batı teknolojisini 30’lu yıllarda tek kalemde bile olsa imal etmeye başlamamıza rağmen, nedense bir teknoloji ürününü bile bugün yüzde yetmiş seksenler düzeyinde de olsa üretiyor değiliz.

Japonya ve Çin gibi Batı teknolojisini tamamen üretme aşamasına gelmemiz hedefimiz ama bu hedefte henüz fazla bir yol kaydetmiş değiliz.

Bir Japonya olmayı başarsak bile sonuçta elin gavurunun teknolojisini üretmiş olacağımızdan Batıya göre hep bir adım geride kalacağızdır. Bu da Batının, ‘tereciye tere satmak’ deyimi esinli olarak bize dudak bükerek bakmasına neden olacaktır.

Dünyaya bir şeyler vermek, dünyayı etkileyip yönlendirmek istiyorsak, öncelikle, şu Batıya karşı durumumuzu, din veri tabanımızı tamamen kaybetmeden yerli yerine oturtmak ve kendimize özgün bilim ve teknoloji ortaya koymak zorundayız. Bulunduğumuz konum düşünüldüğünde bu, gerçekleştirilmesi çok zor bir ideal. İdeali olmayan bir toplum ise dağılmaya mahkumdur.

Hasan Tülüceoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Alkım Saygın

 Şâir-Yazar : Alkım Saygın


  Fırtına göründü!

Fırtına göründü,
bu yükle bu gemi batar!
Herkes, en değersiz şeyini atsın bakalım,
yanımızda taşıdıklarımızdan geriye ne kalır?

Muhafız alayı düştü,
yağmacılar adımlıkta!
Emre itaat esastır civan oğlum,
ihtiyar bir dul gibi bekleyemezsin ölümü.
Nasıl yeniden durabilirim sanırsın, hatırla!
Unutmak çünkü, ilk günâh.
Bütün günâhlar unutmayla başlar,
ettiğimiz yeminleri hatırla!

Sesler çalınır,
uzak fener karşı kapısı.
Dalıp çıkmak,
bir servi ağacından atlamak olmaz!
Kulaçlar kırınır,
senin için ve sana doğru;
hayatlar biter, hayatlar başlar.
Söylesene, hangisi daha korkunç?

En çok da kendinden beklersin hani,
yiğit gece nöbetlerinde.
Hiçbir şey, son bulmuyor ki!
Var gönlüm, gel de dayan buna!
Yalanların ekonomisi bu;
bir koyarsın, bin alırsın.
Her gün bir başka yerde olmak yetmez;
sen kaçarsın, izlerin seni bana taşır.

Ey feleğin gediklisi!
Ne içerdesin, ne de dışarda;
yalnızlığın tam ortasında.
Gün gibi iniyorsun geceye,
dayanmak gerekiyor yine de.
Uzaklar çağırıyor yollanıp geçmişe.
Hazır mısın civan oğlum,
az sonra koşacağız menzile.
Ya varırız, ya da varmayız.

Fırtına göründü,
bu yükle bu gemi batar!
Herkes, en değerli şeyini kendisine saklasın bakalım,
fırtına dindiğinde yeminlerimiz kime kalır?

Alkım Saygın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
Feride Özmat
"Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"

Yitik Ada Günceleri
Feride Özmat
"Yitik Ada Günceleri"

Hazırlayan: Kadir Aydemir
"Olimpos Öyküleri
Mavi Mağara
Sedef Özkan"
İyi Kalpli Seri Katil
Semih Bulgur
"İyi Kalpli Seri Katil"
80'lerde çocuk olmak
Hazırlayan: Kadir Aydemir
"80'lerde çocuk olmak
Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
Şebnem Çağlayan"
Temiraga Demir - Buğu
Temiraga Demir
"BUĞU"


Sedef Özkan
"Aynı Yaprakta Olmak"
Zabit Londra da
Semih Bulgur
"Zabit Londra'da"
Karyadan İyonyaya
Hamdi Topçuoğlu
"Karya'dan İyonya'ya"
Kesin Bir şeyler Olacak
Tarkan İkizler
"Kesin bir şeyler olacak!"


Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ
Yedi Karanfil









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20140314.asp
ISSN: 1303-8923
14 Mart 2014 - ©2002/23-kmarsiv.com