< 15 Nisan 2003 - KAHVE MOLASI
KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi


1.YILIMIZI KUTLUYORUZ
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 242

 15 Nisan 2003 - Festival Günleri Başladı!


Merhabalar,

Dünkü sayıyı yollamadan önce biraz tereddüt ettim ne yalan söyleyeyim. Abarttım gibi geldi. Hani görmemişin oğlu olmuşta tutmuş burnunu ısırmış durumları olur mu acaba diye düşündüm. Tamam 1 günü anladık, 1 hafta neyin nesi diye düşünür müydünüz? Hepsi gereksiz kuruntuymuş anladım. Sağolun varolun. Aldığım mesajlar gerçekten çok güzeldi, hepinize çok ama pekçok teşekkürler.

Gündemin bu kadar yüklü olduğu bir zamanda kaytardığımın da farkındayım. ABD'nin savaşı kısa sürdü ama Irak'ın kendine gelme savaşının bitmesi için daha uzunca bir yol var. Kuzey Irak'taki gelişmeler, tüm alınan sözlere rağmen, bizler için gönül ferahlatıcı değil. Petrol boru hattını devre dışı bırakmak istiyorlar. Çapulcu sürüsünün at sineği gibi yedikleri haltları görünce insanın isyan etmemesi olanaksız. Bunların hepsini endişeli gözlerle izliyorum. Ancak Kahve Molası'nın ayakta kalmak için verdiği savaşı da siz dostlarla paylaşmaktan da geri kalmak istemiyorum. Sırf bu heyecanla sizlere İstanbul Film Festivali'nden söz etmeyi bile unuttum. Hoş ben unutsamda eminim sizler bu güzel aktiviteden haberdarsınızdır. İstanbul'da olanlar için kaçırılmayacak bir fırsat. Hatırlıyorum da, geçmişte İstanbul dışındaki arkadaşlarımızı az çatlatmamıştık. Siz de bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirip, Ankara, İzmir ve diğer kentlerdeki dostlarınızı çatlatmaktan geri kalmayın olur mu?

Kahve Molası'nda nostalji rüzgarları esmeye devam ediyor. Bugün, Sevgili Ali Güven ve Çiğdem Uğur'un dumanı üstünde yazılarının yanında, ilk okuduğumuzda bizlere birbirinden güzel tatlı duygular yaşatan güzel yazılarıyla Sevgili Mehtap, Cumhur ve Bahçıvan Ahmet'i yeniden konuk etmenin zevkini yaşıyorum. Daha önce okumuş olanlar için ikinci baskı olsa bile aynı tadı alacaklarından kuşkum yok. Haydi bakalım, alın kahvelerinizden birer yudum, dayanın arkanıza, gözlerinizi aşağıya doğru hafifçe indirmeye başlayın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Akademik Kahveci : Ali G. Güven


HAYATLARINIZ KENDİ HAYATLARINIZ MI?

Manipülasyon; insanlık tarihi kadar eski bir kavram olsa gerek. Düşünün bir kez, yaşamınızı oluşturan değerler zincirinde, bunu ben kendi kendime oluşturdum dediğiniz bir tane birşey gösterebilir misiniz? Bir kaçınız hariç neredeyse tümünüz hayır demek zorunda kaldınız değil mi?

Evet, insan hayatı bir yerlerde, birileri tarafından kurulup bize hazır haliyle yaşayın diye dayatılıyor.

Çok mu iddialı sizce?

Değil.

Neden böyle? Eğer herkes istediği gibi yaşamaya kalkarsa artık birileri hükümranlık yapamayacak da ondan.

Bunları destekleyecek ne var elimizde?

Siyasal sistemlerin değişkenliği ve özellikle zaman ve mekana göre birisinin diğerinden üstün olduğuna insanlığın inandırılması için yapılanlar.

Tarihte birçok kurum zaman içinde yıkılıp, yenileri kurulmamış mı?

Siyasal sistemler birçok kez, hem de birbiriyle hiç ortak yön bulunmaksızın değişmemiş mi?

Kim bana monarşinin aristokrasiden beter bir sistem olduğunu, komünizmin diktatörlükten iyi olduğunu veya tüm bunlardan iyi olanın demokrasi olduğunu iddia edebilir?

Evet, bugünkü yalancılık ve manipülasyon merkezli demokrasiye inanmıyorum.

Aksini kim kanıtlayabilir?

Hem bugünkü hükümet düzenlerimizin geçici olmadığına inanmak için tarihsel bir neden bulabilir misiniz?

Bu eleştirilere hep aynı cevap gelir: Ama zamanımızda daha iyi sistem yok ki? Şu anda yok olsa bile (tartışılır) niye aramak için çaba göstermiyoruz?

Batı demokrasilerinde yaşayan insanlar için manen huzurlu diyemiyor, bizim gibi elmanın diğer yarısını oluşturanlar için ise ne maddi ne de manevi huzurdan söz edemiyorsak eksik bir şeylerin olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Yönetenler, tarihin her döneminde halka o günün şartlarına göre, -yetecek- kadar özgürlük verip fazlasına yanaşmıyorlar. Şimdi Irak'ta da benzer durum yaşanacak göreceksiniz. Amerika istediği kadar demokrasi götürecek oraya.

Halk yığınları kendi kaderlerini tayin edebilirler.

Nereye kadar?

Yöneten güçlerin hükümranlıklarını devam ettirmelerine aksi bir çabanız görüldüğü yere kadar.

Tarih devamlı bir ilerleme tarihi midir?

Tabii ki hayır.

İnsanlık bu günlere "iki ileri bir geri" gelmiştir.

Öyleyse günümüzde yaşananların bu formülün "bir geri" kısmı olmadığını kim iddia edebilir?

ali.g.güven

NOSTALJİ - İlk Yayın: 8 Mayıs 2002

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


  Sıra dışı bir anı yaşamak isterken, sıradan olay yaşamak.

Hafta sonu öğle saatlerinde alışverişten eve dönüyordum. Cep telefonum çaldı, baktım epeydir yüz yüze görüşmediğim çok eski bir iş arkadaşım.

- Nerdesin, bir programın var mı?
- Alışverişten eve dönüyordum, 3 dakika sonra evde olurum, bana gel.
- Hemen seni almaya geliyorum, dışarı çıkalım. Boğazda birer kahve içelim..
(Bu şu anlama geliyordu. 'Sana ihtiyacım var'.)

- Tamam anlaştık ama bana izin ver alışveriş tipiyim şu an, tipimi değiştireyim bari.
- Yok ben de öyleyim olduğun gibi gel..
(Bu 'Sana hemen ihtiyacım var' demekti.)

Beş dakika sonra arabasındaydım. 'Dur sana bir bakayım', 'Ay, fıstık gibi olmuşsun', 'Çok hayırsızsın', 'Çok şekersin' vs. ıvır zıvır hiçbir gereksiz girizgaha gerek duymadan, konuya girdim.

- Hayrola?
- Kocama sinirlendim.
(Oh çok şükür çalıştığım konu çıktı, kaynak yaptırırken saçları yanmış olsaydı ne yapardım).

- Ne yapmadı yine adamcağız.
(Kadınlar erkeklerin yaptıklarına kızmaz, yapmadıklarına kızarlar genelde)

- Sabahtan beri program yapmasını bekliyorum. Dönmüş bana ben bugün dışarı çıkmayacağım akşam üstü de evde maç seyredeceğim, dedi. Çıldırdım.
(Bildiğim kadarıyla 4-5 senedir evliler, enişte bunu ilk yapıyor olamaz, garanti başka şeye kızdı bahane aranıyor)

- Eve erkek alınca bunların olması normal, niye kızıp cildini bozuyorsun?
(Sevgili ya da sponsor olsa, door to door servis olsa bak nasıl geziyorsun sabah akşam)

- Söylenmeye başladım, 'Lütfen uzatma ben bu evde sorun istemiyorum' demez mi.
(Enişte nihayet ağzındaki baklayı çıkarmış, 'Hayatımı yaşamak istiyorum')

- Zırlamaya başlasaydın.
(Bu evde sorun yok ama sorunlu bir kadın var, bunu ister misin? anlamına gelir).

- Anında program yaptım, seni aradım. Ben gidiyorum diyince de 'Nereye gidiyorsun?' dedi.
- Maç yapmaya deseydin.
(Böylece hem tercih edilmiş olduğun programa tepkini vermiş olursun hem de ondan daha erkek olduğunu anlar)

- Vurdum kapıyı çıktım. Beşte evde ol dedi arkamdan
(Enişteme bak sen, hem kel, hem maço)

- Ne var beşte?
- Maç..
- Ay içim şişti anlatma.

Zırt zırt. cep telefonuna mesaj geldi sesi duyuldu.

- 'Bakkala iki bira bir sigara ısmarlar mısın' diye mesaj atmış..
- hıng!!!!!
- Bizim sitenin ismini söyleyemiyor da bakkala..Dili dönmüyor..
- Anladım!!!!!
(Hiçbir şey anlamadım ama neyse).

Anladığım bir şey var ki kadın bir hoşluk beklemiş ama nafile. Oysa her normal kadın hafta sonu erkeğiyle program yapmak, hatta bu programı da hafta içi mesai saatlerinde diğer hanımlarla tokuşturmak ister. Sıra dışı bir hafta sonu beklentisinin binlerce hazin sonu kadar sıradan bir olaydı bu aslında. Hemen konuyu değiştirip hayata takıldık. Saat altı gibi evime bıraktı beni. Arabadan indiğimde arkasından seslendim.

- Heyyy!!! Meseleyi sakın uzatma.. Maç 1-1 berabere.

Siniri geçmiş ve kocasına dersini vermiş mutlu kadına el salladım.. Peki kocasına sinirlenip, onca zamandan sonra niye beni aradı acaba? Benim aklımda bu soru kalakaldı hala. Kocalara ceza mıyım ben yoksa.. Olur mu olur valla...

Sevgiyle kalakalın..

mehtap_akdeniz@yahoo.com

NOSTALJİ - İlk Yayın: 9 Ağustos 2002

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Göze görünmez ölüler

5 Ağustos 1945 gecesi Hiroşima'da uykuya dalanların hiçbiri, bu geceninn büyük çoğunluk için yaşamlarının 'son gecesi' olacağını, diğer büyük bir grup için ise acı, ızdırap dolu günlerin sonunda gelecek ölümün habercisi sayılacağını bilemezlerdi elbet..

Amerikan B-29 tipi 'Enola Gay' adlı borbardıman uçağı, ertesi sabah kentin semalarında görünecek ve sekiz onbeş sıralarında yaklaşık 140 bin kişiyi öldürecek, binlercesini sakat ve hastalıklı bırakacak atom bombasını atacaktı.. O günden kalan kayıtlar, tanıklıklar inanılmaz büyüklükte bir ateş topunun kenti sarmalıyıverdiğini, ortaya çıkan dehşetin tarifinin mümkün olamayacağını anlatıyor.

Bundan yalnızca üç gün sonra aynı uğursuz kuş bu kez de Nagazaki semalarında uçacak ve ikinci bir bomba ile 70 000 bin insanın ölümüne neden olacaktı. Değişik kaynaklar, her iki saldırıda toplam çeyrek milyon masum çocuk, genç, yetişkin, yaşlının hemen ya da izleyen bir kaç gün içinde öldüğünü, yüzbinlercesinin de sakat kaldığını ve yakın gelecekte radyasyon etkisiyle oluşan değişik kanser türlerinden yaşama veda ettiğini belirtiyor.

Bu büyük felaketlerin hemen ardından Japonya 15 Ağustos günü teslim olacak ve 2. Dünya Savaşı sona erecekti. Çok bilmiş bazı tarihçiler, stratejistler sonraları bu bombalarla daha da büyük yıkımların önüne geçildiği gibi 'değerli' görüşler öne sürdülerse de, Japonya ve dünya bir seferde en büyük masum insan kıyımının gerçekleştiği bu rezaletleri ve insanlık utancını yıllar yılı unutumadı.

Gelin ozanımız Nazım Hikmetin dizelerine kulak verelim şimdi:

Hiroşimada öleli oluyor bir on yıl kadar..
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler..

Kapınızı çalan benim..
Kapıları birer birer..
Teyze, amca bir imza ver..
Çocuklar öldürülmesin..
Şekerde yiyebilsinler..

O tarihten bu yana dünya nice savaşlar gördü, görüyor.. Nice masum insan yaşamlarını yitirdiler bu savaşlarda.. Bir yenisi ise kapımızda, yanıbaşımızda.. Amerika, bu kez Irak'a saldırı planları yapıyor. Bütün dünya , neredeyse günü, saati belirlenmiş bu saldırıyı büyük bir kayıtsızlıkla izliyor. Dahası yine üstadların savaş sonrası için çizdikleri senaryoları konuşuyor..

Oysa.. Oysa, bu savaşta da binlerce masum insanın, çocuğun daha yaşamaya veda edeceğini unutuveriyoruz. Yalnızca bir kez konuk olunan bu evrene; bir kısım politik ve ekonomik gerekçelerle, bazılarının güya mutluluğu ve refahı için veda edecek çocuklar, yaşamlarının hemen başında..

Kapınızı çalanları duyor musunuz? Kapılarınız çalınıyor da, açtığınızda kimsecikleri göremiyor musunuz? Şaşırmayın.. Ölü çocuklardır kapınızı çalan.. Hiroşimadan, Nagazakiden, Vietnamdan, Afganistandan, Angoladan, dünyanın dört bir köşesinden..
"Çocuklar öldürülmesin, şekerde yiyebilsinler" diye haykırıyorlar..

Duyor musunuz? Barış çağrılarını, duyuyor musunuz? Onları göremezsiniz..

Göze görünmez ölüler…

Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr

NOSTALJİ - İlk Yayın: 30 Eylül 2002

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Çekmecede sevgiler..

Kış geliyor dostlar... Olanca soğukluğu, haşinliği, ölgünlüğü ile.. Yapraklar sararmaya, sokaklarda rüzgarın önünde sürüklenmeye başladılar bile kümeler halinde..
Yavaştan, yazlıkları kaldırıp, hazırlık yapmaya başlamak lazım..
Sizler de bulur musunuz zaman zaman eski bir giysinizi, bir sezon öncesinden kalan? Bulup sevinir misiniz? Özlemiş olduğunuzu düşünür müsünüz, unutmuş olduğunuzu?..

Geçen gün, marjinallerin tadı başlıklı yazımda sizlere karlı bir kış günü tasviri yapmıştım.. Sıcak havalarda hep birlikte hayal edip, serinleyelim diye.. Bir okuyucumuzdan hoş bir mail aldım.. Beni yüreklendiren...

Bunun üzerine de bu kez, hadi gelin, hep birlikte bir eski sevgimizi analım dedim..

Araya zaman girmiş, olumsuzluklar, imkansızlıklar solgunlaşmış, güzel anılarsa, simli işlemeler gibi pırıldamakta.

Çekmecedeki sevgimiz, yerinden çıkartılıp, ütü katları açılıp, naftalin kokusu içinde tekrar bakmaya çağırıyor bizi.. Gönlümüz, rüzgarlı ve ıslak günler başlamadan, biraz tazlenmek, ısınmak istiyor, soba kenarındaki kediler gibi..

Önümüz sonbahar.. Bir yıl daha eksilmekte yaşamdan.. Geride, denenememiş, yarım kalmış birşeyler.. Umutlar... Rahmetli Türkçe öğretmenimin dediği gibi, yarım kalan her şeyin güzel olduğunu fısıldamakta bize.. Ve gelin açalım çekmeceyi, tazeliyelim anılarımızı...

Bizi elimizden tutup, güngörmüş, yaşlı, bilge bir kişi edasıyla, sanki beş yaşındaki küçük çocuğunu, bir bahar sabahı parkta gezdirirmişcesine, aklının, gönlünün bahçelerinde dolaştıran eski bir aşkımız..Eski bir ümidimiz.. Ne yapmaktadır şu anda, tam da şu anda acaba?

Biz değil miydik, o içinde ördekler, kazlar yüzen akarsu kenarındaki salaş balıkçı lokantasında rakı içip, gülüp konuşan? Sıcak, parlak bir yaz günü, kumsalda yan yana uzanmış güneşlenirken, ara sıra kafalarımızı kaldırıp okuduğumuz kitaptan, göz dinlendirmesi yapmak için yanımızdakinin yüzüne huzur ve mutlulukla bakan.. biz değil miydik? Ümit eden, bekleyen, isteyen, inanan ve güvenen biz değil miydik? Şimdi, akmakta yıllar.. Günler hıyar tadında.. Ne bir lezzet bırakıyor damakta, ne bir ümit vaadediyor... Duygusal bir boşluk ve tepkisizlik içinde kavrulmaktayken yaşamımız, eski sevgilimiz, ışıldamakta uzaklardan...

Evet gerçekçi değil belki, ama, gene de düşünmek ve hayal etmenin tadı.. vaz geçilir gibi değil.. Belki diyor insan.. belki.. bir gün..
ama ya o gün?..

Kış geliyor, kış... olanca hoyratlığıyla..
Paul Auster 'Yalnızlığın Keşfi' adlı kitabında 'Şimdiki anın doluluğu ve kendine yeterliliği' diye bir kavramdan bahsediyor.. Açınca çekmeceyi, çıkarınca özenle katlanmış eski bir sevgiyi, sevgiliyi.. anınız dolu ve kendine yeterli oluyor mu? Kendi geçmişinize bir hac ziyareti yapmak hoşunuza gidiyor mu? Çekmecede sevgiler... Bakılmanın ve anılmanın hatırlanması ümidiyle bekliyorlar, gün ışığına çıkmaksızın..

Yaşam öyle değil de böyle aksaydı.. O köşeden sağa değil de sola dönseydim...
Yoksa, sadece gizli hazinemizi naftalinleyip, ara sıra açıp bakmak mı istediğimiz... Giyip yıpratmadan.. Çekmecede tutmak, ve çıkarıp bakmak ara sıra.. Okşamak usulca.. dokunmak..

Unutmayın, Pandora başlıklı yazıda söylemiştim.. Pandora'nın kutusudan tüm hastalık, ağır işler ve kötülükler ortalığa saçıldıktan sonra, kutuda sadece 'umut' kalmıştı.. Demek ki... umut, tüm o kötülüklerin bulunduğu kutuya, Pandora yola çıkmadan önce, bir diğer kötülük olarak konulmuştu... Gene de 'umut' edebilmek güzel.. Bir çekmece sahibi olmak da...
Her kış gelişinde yaşlanmakta olduğumuzu düşünüyoruz belki.. Ama, bu konuya da bir başka açıdan bakmak mümkün..

Bakın ne demiş Paul Auster:
'Evet, büyümeyebiliriz, yaşlanırken bile her zamanki çocuk olarak kalabiliriz. Eskiden nasılsak öyle anımsarız kendimizi ve değişmediğimizi duyumsarız. Kendimizi şimdi olduğumuz biçime eskiden soktuk, yıllar geçse de öylece kalıyoruz. Kendi açımızdan değişmiyoruz. Zaman bizi yaşlandırıyor ama biz değişmiyoruz.'

Evet.. endişeye gerek yok.. Zaman bizi yaşlandırıyor.. ama biz,
değişmiyoruz...

aaltan@superonline.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_91.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Özlem Boncukları

Bu eller alışık değildi karşılıklı aşkları anlatmaya. Hep hüzün damlatırdı kağıtlara. Eksik yaşanmış sevdaların içime açtığı yaranın kabuğu kalkardı, kalemi elime her alışımda. Yazdıkça ağlardı yastığım, yazdıkça duvarları yosun kaplardı. Aktıkça parmak uçlarımdan yüreğimin sızısı, köhne, karanlık evimle döne döne yol alırdık, dünyanın en ıssız tepesine. Bahçemde dans ederdi yalnızlık rüzgarı. Temmuz güneşi yakarken uzak tepeleri, çırılçıplak kalırdım ayazlarda. Yorgun ayaklarla dolaşırdım ölü zamanlarda. Kollarım sürüklenirken yerlerde, saçlarım darmadağın, gözlerim yanaklarımdan akardı ölü zamanlarda.

Es geçilen günlerin gecelerinde kuzey yıldızıyla yakardım sigaramı. Dumana boğmak isterdim özlemlerimi, dumana boğmak isterdim yaşanmamış anılarımı, dumana boğmak isterdim yanlış kahramanların süslediği hayal baloncuklarımı.

Her gece aynamda küçük bir kız çocuğu, örgülü saçlarına silerdi gözyaşlarını. Tek bir oyuncağa bile dokunamayan nasırlı elleri vardı. Yumulu ellerine, yalvaran gözlerine baktıkça içim yanardı, ağlardım. Yatağımda genç bir kadın, tedirgin ellerle sarılırdı yorganına. Dönüşü olmayan göç yollarına düşerdi, ellerindeki güvercinler. Ve yalnızlık öptükçe alev alev yanan boynundan, kapardı kanayan kirpiklerini. Geceleri bıçak gibi keserdi iniltileri. Siyah güller açardı rüyalarında, dokunamazdım da içim yanardı, ağlardım. Aynalı yataktaki örgülü saçlı kadının, yaşamadığı yılların eskittiği yüzünü gördükçe tutamazdım kendimi, fırlardım sokaklara. Kan ter içinde kalana kadar, nefesim bitene kadar, cansız yere yatana kadar koşardım, koşardım, koşardım. Yalnızlığıma inat, kol kola damlalar vururdu yüzüme. Öyle tükenmiştim ki gücüm yoktu ellerimin tersiyle yıllardır süren geceyi gündüze çevirmeye. Doğduğum günden beri böyle miydim ben? Hiç mi koşmamıştım maviliklerde? Uçurtmalar hiç mi işgal etmemişti gökyüzümü? Kaç bayram yaşamıştım? Nereye saklamıştım kırmızı pabuçlarımı? Kahkahalı çocukluk dünlerimi ne zaman düşürmüştüm avuçlarımdan? Yasaklı mıydım sarhoş eden mevsimlere? Neden odamdaki radyonun her frekansında acılı türküler çalardı? Hüzünlere mi sevdalıydım, hüzünler mi bana? Tek hatırladığım, kendimi bildim kendimi özlem boncukları biriktirdiğim. Yılların ipine dizip dizip bitiremediğim.

Çiğdem Uğur

Teşekkürler... Ahmet Altan : Ahmet Şeşen : Ahu Yücel : Akın Ceylan : Ali G. Güven : Alp Kahyaoğlu : Altan Kolatar : Altuğ Yücel : Aslı Sarıoğlu : Aycan Sağlam : Ayşe H.Erem : Ayşe Nur Doksat : Ayşegül Tuğlu : Barbaros Haluk Ünsal : Başak Postacı : Beste : Betül Ayhan : Bülent Önder : Ceren Durmuş : Cumhur Aydın : Cüneyt Göksu : Cüneyt Pala : Çağhan Tansel : Deniz Güney : Dilek A. Bishku : Ece Özbatur : Elif Şeref Artun : Engin Sınmaz : Esrari : Ezgi Gizem : Feride Masal : Fikret Cantaş : Filiz Güner Kaya : Hasan Yüksel : Hüsamettin Gezer : İpek Egun : İsmail Baba : Kemal Duykan : Lütfiye Öztaş : Mehmet Emin Arı : Mehmet Salim : Mehtap Akdeniz : Melih Çelik : Meltem Papila : Metin Durmaz : Murat Lafçı : Mustafa Uyal : Müge Ünal : Nedret Türer : Nuray İnöntepe : Nuri Merzi : Osman Günay : Ozan Özkaracan : Sait Haşmetoğlu : Selcan Lafçı : Serkan Semiz : Serpil Yıldız : Sevil Yaman : Suat Sungur : Suna Keleşoğlu : Tanju Akdeniz : Tuluğ Başar : Tunca Tünay : Tunç Soyer : Turgut Ankara : Ümran Tatar : Yazmacı : Zeynep Özbatur : Ve tüm kahveciler...


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.186 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


yüzün düşüyor aklıma

yüzün düşüyor aklıma,
bir yaz akşamı önümü kesen
muzip yasemin kokuları,
öpüşlerin alnımda dudaklarımda,
hani denizden çıkıp sabun kokulu bir havluya
sarılırsın ya,
ve yakamozlar dökülür saçlarından,
denizcilerin sonsuz mavi sevdası,
tenine bulaşır
ve kokun gelir uzaklardan
yorgun bir deve kervanı,
mavi ipekler taşır rüyalarına

sensiz
kayıp bir türkü ruhum,
ve beni çağırıyor
denizin dibine düşen saklı düşler...

seni özlüyorum
mavi olsun adın
aşktan koyu
düşlerden açık...

Mehmet Emin ARI

<#><#><#><#><#><#><#>

ÜLKE

Akdeniz mavisi saklı koynunda
Ey gül yanığı güller ülkesi
Yoldaşlık etsem kanlı gömleğinin acılarına
Küllerle savrulan ay ışığında

Kanadı gümüş bir kuş olup da
Yaz kış demeden dolaşsam dereboylarını
Kırmızı bulutları, sulara dökülen
Gazel yaprağına yazsam çığlığını

Umut hilesiz karanfilse sorguda
Tutuklanmayı bekler kimimiz geceleri
Ey türküleri çiçek döken ülke
Yurtseverlerin, yiğit şairlerin nerde

Ey seher karanlığında açan çiçek
İnce ince yağışı yağmurun köklerine
Başını dik tut rüzgara karşı
Dayan diyedir düşmanın zincirine

O nazlı nilüferler yoksa da sularında
Ceylanlar iner göllerinin aynasına
Ne güne durursun seyirt haydi
Patlayan bahardır dal uçlarında

Ahmet ADA

 Biraz Gülümseyin


Bayan Ajan

İsrailli güzel casus Suriye'den dönüp İsrail Genelkurmayı'na rapor verir:
- Hafız Esad'ın son saldırı planını gece masasından çaldım. Üstelik, bununla kalmayıp oğlunu da hapsettim. Generaller sevinçle haykırırlar:
- Harika, oğlunu hemen bize ver, sorguya çekelim. Güzel casus üzgün bir yüzle cevaplar:
- İşte bu hemen olmaz, dokuz ay beklememiz lazım...


<#><#><#><#><#><#><#>


İman gücüyle ...

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Sevgili Kahve Molası Dostları ile KELİME türetmece üzerine " Birlikte Oynayalım " köşesi oluşturmak istedim. Amaç; verilen kelimeler arasında bir köprü oluşturmak, bu köprüyü sadece birer HARF değiştirerek gerçekleştirmek. Bulunacak kelimeler anlamlı olmalı. Her hafta yeni bir soru ve bir önceki haftanın cevabı. Yardımcı olursanız ayrıca sevinirim. Benim bulduğumdan daha kısa hamleler bulabilirsiniz elbette, hediye beklemeyin ama sizi alkışlamaya hazırım...

Editörün Notu: Kural; her hamlede bir harf değiştirerek anlamlı kelime türetmek. Kelimeler sözlük açıldığında şıp diye bulunabilecek cinsten olacakmış, duyurulur. Amaç; Enişte'nin çözdüğünden daha az hamlede çözüp ona "NANİK" yapmak.

1. Hafta / Soru : 7 hamlede SAVAŞ'dan BARIŞ'a ulaşabilir misiniz ?

SAVAŞ - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - ..6.. - BARIŞ

asesen@turk.net

 Kıraathane Panosu



Dünyanın en iyi gitaristlerinden, neo-klasik Rock müziğin yaratıcısı,
İsveçli Yngwie Malmsteen, son albümü ATTACK! turnesi kapsamında son iki konser için Türkiye'ye geliyor.

Malmsteen, kendine özgü gitar tekniği, inanılmaz hızı ve muhteşem sahne şovuyla;

18 Nisan Ankara Saklıkent Music Hall, Saat 22.30
19 Nisan İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi'nde, Saat 20.30'da


sevenleri ile buluşacak.

Daha fazla bilgi www.malmsteenkonserleri.com da.



15 Nisan Salı İstanbul Magic Club üyelerinin hazırladığı 2003 gösterilerinin son günü.

Altuğ Yücel dünyada ilk kez yapılan mental bir gösteri sunacak ve
yaklaşık 8.000 kelime arasından
doğru tahmin yapmaya çalışacak.

Altuğ Yücel'in de katılımıyla
yapılacak son gösteri ile
ilgilenenler için;

Maya Sanatevi
İstiklal Caddesi Halep işhanı 140/20
Atlas Pasajı
(Ferhan Şensoy Tiyatrosu'nun pasajı)
2. kat Beyoğlu
Tel:252 74 52
Bilet fiyatı:10.000.000.- TL'dır.

Sevgilerimle.
Altuğ Yücel
ayucel@altugyucel.com

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://foldoc.doc.ic.ac.uk/foldoc/index.html
Bilgisayar terimleri sözlüğü olanlardan biri olarak elde veya çantada taşınmasının ne kadar zor olduğunu bilenlerdenim. Verdiğim kısayoldaki sözlük bu konudaki online yardımcınız olabilir. Örneğin: ... A flat rotating disc covered on one or both sides with some magnetisable material. The two main types are the hard disk and the floppy disk...

http://www.btinternet.com/~kurt.grigg/javascript/
Kendi web sayfanızı dizayn ederken bazen sadece size özel ve ziyaretçilerin ilgisini çekebilecek örnek çalışmalara ihtiyaç duyabilirsiniz. Bu adresteki çalışmalar size örnek olabilecek nitelikte. Hatta bu geniş arşivden istediğiniz bir çalışmayı kullanmak üzere bilgisayarınıza indirmenizde mümkün.

http://www.citycreator.com/
Sim city isimli oyunu meraklıları bilir. Kendinize ait bir yerleşim merkezi kurar ve organizasyonu istediğiniz gibi düzenlersiniz. Bu oyuna benzer bir çalışmayı daha sizlere sunuyorum. Çalışma şekli biraz farklı bile olsa diğer örneklere çok benziyor. Deneme yanılma metoduyla ilginç yapılandırmalar gerçekleştirebilirsiniz. İyi eğlenceler.

http://www.section8studios.com/carnage/pq.htm
Çoğunlukla ingilizce gerektiren bir özel ajan oyunu. İpuçlarını tek tek bularak, sonuca ulaşmaya çalışıyorsunuz. Bazı noktalarda tıkansanız bile, bir süre sonra zevli gelmeye başlıyor. İyi eğlenceler dilerim.

http://www.hekimim.com/
Diş hekimleri tarafından hazırlanmış çok güzel bir kaynak site. Konuyla ilgili bilmek istediğiniz pekçok şeye ulaşabiliyorsunuz. Gene de hepinize sağlıklı dişler:-))

 Damak tadınıza uygun kahveler


SmartMorph v1.26 [327k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106194
Güzel ve küçük bir morph programı. Yaratıcılığınızı ölçmek için güzel bir uygulama. Yaptığınız işi avi formatında saklayabiliyorsunuz. Küçük denemeler için ideal.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030415.asp
ISSN: 1303-8923
15 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com