KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



Hepinize kucak dolusu teşekkürler...

Kahveci Soruyor?

Xasiork Dergi


1.YILIMIZI KUTLUYORUZ
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 2 Sayı: 244

 17 Nisan 2003 - İYİKİ DOĞMUŞSUN KAHVE MOLASI...


Merhabalar,

Hepiniz harikasınız. Yolladığınız mesajlarda hep bana teşekkür ediyorsunuz, oysa asıl teşekkürü hakedenler sizlersiniz. Attığım mütevazi temelin üzerinde yükselen "Kahve Molası"nın her zerresinde sizin emeğiniz, hoşgörünüz, engin gönlünüz, tükenmeyen desteğiniz var. Bana ve "Kahve Molası"na kattıklarınız için sağolun, varolun. Adlarını aşağıda sıraladığım okuryazarlara ve ismini bilemediğim yüzlerce kahveci okura tek tek binlerce teşekkürler. Sizlerden aldığım bu enerjiyle daha çok doğum günleri kutlayacağız, emin olabilirsiniz.
Ne mutlu bana ki seni akıl etmişim "Kahve Molası".
İYİKİ DOĞMUŞSUN KAHVE MOLASI...

"Arkadaşlara Önerme Günü!" yoğun istek üzerine 2 gün daha uzatılmıştır:-)) Ha gayret, elimizden geleni ardımıza koymayalım. Ailemize yeni katılacak dostları kucaklamaya hazır olduğumuzu cümle aleme ilan edelim.

Anma sayılarımız bugünde tüm hızıyla sürüyor. Sevgili Mehtap'ın fırından yeni çıkmış yazısıyla birlikte, Betül, Ozan ve Filiz'in hatırlama yazılarını bulacaksınız aşağıda. Ayrıca Sevgili Sema'nın hoş yazısı "Dost Meclisi"nde sizleri bekliyor olacak. Epeyce yüklü olan bugünkü sayımızda, lafı fazla dolandırmadan, sizleri dopdolu yazılarla başbaşa bırakıyorum. Şimdilik hoşçakalın ama hep böyle kalın...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Sarı kelebeğim...

Hatırlar mısınız, çok yıllar evvel bahar ayı gelip, ağaçlar yeni yeşil yapraklarını giyinmeye başladığında dut ağaçlarının altında en yeni ve en taze yaprağın peşine düşer, ağaçlara tırmanırdık. Sokaktaki satıcıdan ya da iyi yürekli bir arkadaşımızdan edindiğimiz ipek böceklerimize her sabah en taze yaprağı bulmak için mahallenin bütün dut ağaçlarını talan ederdik. Bütün heyecanımız, tırtılımızın ipek kozasının içine gizlenişini izlemekti. Bütün hayalimiz ise, narin bir kelebeğe dönüşüp ilk uçan tırtılın bizimki olmasıydı.

Bir yaşam serüveniydi ellerimizle beslediğimiz. Günü geldi ve mavilere uçtu gitti kelebeğimiz... Oniki yıldır bildiğim en ulu ağaçların en uzak dallarındaki en taze yaprakları özenle toplayarak büyüttüğüm sarı ipek kelebeğim aylık dergisini okuyor şimdi karşımda. Ne zaman kelebeğime doğru baksam okuduğu derginin kapağındaki acemi, şaşkın ama sevimli bir genç çocuk ile göz göze geliyoruz. Ben geç kalan bahar yüzünden bir türlü açamayan lalelerin rengini merak ediyorum. Kelebeğim pofuduk topuklara sahip olmanın sırlarını...

Son bir yıldır bu dergilerden iki tanesi her ay giriyor eve. Önce o okuyor sonra da ben. Ne okursa okusun, mutlaka ben de okuyorum. Acaba ne okudu? Neleri biliyor? Ne kadar öğrendi? Bu soruyu şimdi neden sordu?. Kafasında ne gibi sorular oluştu? Bana sorduğu sorulara anlam vermenin ve onu ikna etmenin tek çaresi o anlamsız dergileri, korku kitaplarını satır satır okumak. Büyümenin şaşkınlığı ile şaşkınca işler yapan kelebeğime uçmayı öğretmek için neler yapmıyorum ki?

Bu saçma sapan dergileri okumak zorunda kalmak işin küçük bir kısmı. "Niye aliyorsun ki?" diyebilirsiniz kolayca. Alıyorum çünkü benim sarı kelebeğim hala ipek kozasında ve yakında uçacağı uçsuz bucaksız mavilikleri çok merak ediyor...

Ayrıca almamak çözüm mü? Burada yazan saçmalıkları arkadaşından duymasını nasıl engelleyeceğim peki? Neyi ne kadar öğrendiğini nasıl denetleyeceğim? Kaç arkadaşını tanımam gerekecek bu bilmeceyi çözmek için?...

Sarı ipek kelebeğimin yaşlarındayken ben de "Hey" dergisi okurdum... "Erkekim Benim" (!) hiç böyle bir konu başlığı hatırlamıyorum... "Erkek Ölçer", "Erkek Tavlamaca", "Prezervatif Kullanma", "İlk Öpüşme", "Onun İçin Güzelleşme"... bu gibi alt başlıklar da yoktu hiç...

Bu ay çıkan genç kız dergilerini de okudum. Neler yok ki içinde genç kızlarımızın gelişimine faydalı ?!..

Marka tanıtım sayfalarından incilere bakalım önce... "Replay'ın 2003 ilkbahar yaz kolleksiyonunda kadın, aşka ve dış dünyaya tutkulu ve bağlı, şeker kadar tatlı, limon kadar keskin, bir parça biber ve baharatla rekabeti ateşlemekten korkmayacak kadar cesur". (?)
* * *
"Seksi misin?"; "Küçük kızlara sıkı bir quiz: Erkek arkadaşın hiç yapıp yapmadığını sorarsa ne dersin?"; "Birinin senin harika bir .... var! dediğini duymayı çok istersin"; "Filimlerdeki seks sahneleri seni kikirdetir mi, utandırır mı?". (?)
* * *
Pofuduk ayaklar: 1 yemek kaşığı konsantre böğürtlen suyu, 2 yemek kaşığı çekirdeksiz üzüm yağı, 6 yemek kaşığı toz şekeri karıştır. Leğeni sıcak su ve böğürtlen doldur. On dakika ayaklarını bu suda beklet sonra hazırladığın peeling karışımı ile ayaklarına masaj yap. (?)

* * *
Genel yayın yönetmeninin bizzat cevapladığı bir kızkıza sayfası var ki akıllara ziyan. "13 yaşındayım, 13 yaşındaki erkek arkadaşım çıkmaya başladığımız ilk gün ateşli bir ilişki istediğini söyledi. Öpüşmeli falan. Telaşlanıyorum.. Onu seviyorum ama bunun doğru olup olmadığından emin değilim". Yayın yönetmeninden cevap: "Bunda telaşlanacak ne var? 13 yaşında bir erkeğin en merak ettiği şey, bir kızla öpüşmenin nasıl birşey olduğudur. Hadi itiraf et sen merak etmiyor musun mucuk muck yapmayı? Vallahi ben çok merak ediyordum o yaşlarda.... Benim sana tavsiyem dergideki 'ilk öpücük' yazısını okuyup öpüşmenin inceliklerini öğrenmen. Hadi sana iyi öpüşmeler". (?)
* * *
"İlk öpücük... Midende pır pır uçuşan kelebekler ve ..."
(?)
Derginin güzellik editörü kaleme almış yazıyı. İlk cümleyi okudum ve öpüşmekten soğudum. Yazının gerisini tüm ev halkına bağırarak okudum, eğlence niyetine...

Degiyi çıkaranlar benim sarı ipek kelebeğimin ilk öpücük hayalini berbat ederse ben de onlara cezalarını acilen veririm elbette. Kelebeğime dönüp "Ben bu ilk öpücük yazısını yazan kızı tanıyorum, onunla herhangi bir erkek öpüştüyse gel yüzüme tükür, gördüğüm en iğrenç dudaklı kadındır" diyiverdim. "Bak kelebeğim, ilk öpücük gerçekten çok özel bir andır. Okuyarak öğrenilmez, günü gelince asla dayanamazsın ve kendini onun kollarına bırakırsın" diye ekledim. Negatif bir görüşü pozitif bir görüş ile tamamlamam gerekiyordu çünkü. Allahım hamama giren terler dedim ya, gel bakalım kurna başına... "Anne sen ilk kiminle öpüştün?" diye başladı ve beni öyle bir terlettiki sormayın. İlk önce ondan bir daha bu dergilerde yazılanları ciddiye almayacağına dair söz aldım. Sonra da, ilk öpücüğüme dair bildiğim, yaşadığım, hatırladığım ne varsa ipek kozasına ipek sarar gibi uzun uzun anlattım ona. Pır pır eden kelebek ile ilk öpücük arasındaki ilişkinin midede değil, dut ağacı yaprağında beslediğimiz tırtılın kelebeğe dönüşüp, özgürlüğe uçtuğu günün hikayesinde olduğunu anlattım...
* * *
'İşte bebeğim, sen benim özenle büyüttüğüm, sarı ipek kozasını dokurken herşeyden sakındığım, özgürlüğe uçmasını ve bir günlük bile olsa yaşayacağı tüm ömrünün doğru, mutlu ve sahici olması için dualar ettiğim minik tırtılımsın. Ben tırtılıma hayranım... Günü gelince sen de dünyanın en güzel kelebeği olup mavilere uçacaksın. Çiçeklere konup, konduğun her çiçeğe yaraşacaksın.'
Şimdi ipek kozası içindeki benim güzel kelebeğim için bir tek şey diliyorum.

'Sarı kelebeğim uçmak için acele etme ne olur'...

mehtap_akdeniz@yahoo.com

NOSTALJİ - İlk Yayın: 5 Kasım 2002

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


EYVAH BÜYÜDÜM!!!

Eyvah! Büyüdüm… Ben büymüüücem diye verdiğim onca çabaya rağmen büyüdüm, yada büyütüldüm. Hiç zevkli bişiy değil büyümek. Artık sol elinizin işaret parmağını sağ elinizle geriye doğru bastırıp "bak ekponansiyer(!) artan fonksiyon yaptım" dediğinizde kimse gülmüyor. Oysa bundan 2-3 yıl önce bir anda herkesin favori geyiği olmuştu bu espiri. Şimdiyse insanlar marstan gelmişim gibi bakıyor ara sıra kazara bu espiriyi yaptığımda. El aynı else, ses aynı sesse bir yerlerde bi farklılık var ama ne diyerekten farkettim büyüdüğümü. "Ekponansiyer" şokunun ardından, şimdilerde daha dikkatli yaptığım iki elin işaret ve başparmaklarını çene altında birleştirip, "tamam yanlış bişiy yaptım ama ne olduğunu bilmiyorum, yinede affet beni" numarasıda artık tutmamaya başlayınca tamam dedim hakkaten yaş kemale ermiş. Artık ağır ablayı oynama zamanıdır. Oturmasını, kalmasını bilme zamanıdır artık. Hem şimdi sorumluluklarımda var. Her gün uyanmalı ve işe gelmeliyim. Yaaa bugün işi eksem noolurki, hem devamsızlığımda fazla değil deme şansım yok. Annem nasılsa toplar psikolojisiyle mutfağı ve odamı dağınık bırakıp çıkamam evden, yatağı düzeltmeli, bulaşıkları yıkayıp öyle çıkmalıyım. Kot üstüne t-shirt, üstüne kısa kollu gömlekte giyemem. Renkler uyumlu olmalı. Makyaj namına da bişeyler sürüştürmeliyim suratıma. Aman Allah'ım topuklu ayakkabı edinmem gerek. Ama ben onun üstüne çıkamamki:(

İlk zamanlar ağır ve zorlu bir öğrenme süreci ile geçti benim için. Sudan çıkmış balık modeli:) Ayakta kalmayı üniversitede öğrenmiştim (sanırım) ama şimdi zemin biraz daha hareketli sanki, eskisi kadar kolay olmuyor ayakta durmak. Dünya daha mı hızlı dönüyor ne? Küçükken düşmek oyun gibi. Ama büyüdüğünde düşmek bile eskisi gibi olmuyor. Küçükken düşünce bir sürü el uzanıyor seni kaldırmak için. Zamanla bu ellerin sayısı gittikçe azalıyor. Bir gün bir bakıyorsunuz ki tek başına kalkmak zorundasınız. Hem uzanan eller olsada siz istemiyorsunuz. Öyle ya koca adam olduk artık, kendi başımıza kalkamadıktan sonra ne anlamı kalırki koca adamlığımızın diyerek gurur yapıyoruz biraz galiba.

Bu işleri şu tarihe kadar bitirmeli, şu şu şu kişilerle tekrar bağlantıya geçilmeli, bu kişilere cevap dönülmeli, arada eş-dost aranıp hatırı sorulmalı, ha anneyle babaya da iyi olunduğu söylenmeli ki merak etmesinler. 1-2 faturanın ödeme tarihi gelmiş, hesaba para aktarmalı. Daha disiplinli spor yapmak gerek, bütün gün oturmaktan Tutankamun gibi olmuşum. Hem enerji fazlamıda atarım böylece. Yarın alış verişe gitmeli, evde yiyecek bişiy kalmamış. Dişçiye de gidemedik, yeni bir randevu almak gerekecek şimdi. En iyisi ben son haberleri seyredip yatayım, yarın bisürü iş var ama güzel ülkemdende haberdar olmalı...

Peki ya içimdeki çocuk ne olacak? Bütün dağlara tırmanmak isteyen, nehirden ayakkabıları ile geçmek isteyen, parklarda bank yerine yere oturup karıncaları seyretmek ve her birine farklı isimler vermek isteyen çocuk ne olacak? Ne zaman ilgilenilecek onunla? Böyle devam ederse dünya zamanına göre hangi tarihe kadar içimde kalmaya tahammül edebilirki? Üsküdar sahilinde dolaşırken pamuk şekeri almazsam küsmez mi bana.

Zaman zaman bu düşünce içimi parçalıyor. Gerçekten büyümekle, büyümüş gibi yapmak arasında gidip geliyorum. Aslında bana sorarsanız en iyisi büyümüş gibi yapmak. Ama insanları ne zamana kadar kandırabilirsiniz ki? İlk zamanlar kolay oluyor. Yeni tanışmışlığın verdiği resmiyet ve ciddiyetle saklayabiliyorum biraz kendimi. Ama sohbet muhabbet derken nasıl oluyor, nerden geliyor bilmiyorum, içimdeki palyanço hortlayiveriyor. Keşke büyümekte takılıp sökülebilen birşey olsaydı. Sabah saçımızı taradıktan sonra bir aksesuar olarak boynumuza takıp çıkabilseydik evden. E bu da mümkün olmayınca "büyümüş gibi yapmalar"ın arasına sıkıştırılmaktan sıkılan içimdeki çocuk yavaş yavaş beni terketmeye başladı sanırım. Bunu farkettiğimde ise geç olmuştu, birazı çoktan büyümüştü bile. Şimdi geri kalanını kurtarmaya çalışıyorum ben. Büyümemek konusunda eskisi kadar ısrarlı değilim ama elimden geleni yapacağım. Çünkü büyümek gerçekten hiçte zevkli değil:(

Şimdi daha da büyüklerin "hadi canım sende, daha bu neki" dediklerini duyar gibiyim. Aman sakın demeyin, bünyem bu kadarına bile henüz adapte olabildi, daha fazlasını kaldıramaz sanırım:)

Mutlu kalın ve içinizdeki palyançoyu biraz şımartın tamam mı:)

Sevgiyle...

BeT
bet_ayh@mynet.com

NOSTALJİ - İlk Yayın: 9 Eylül 2002

 Kahveci Ozan : Ozan Özkaracan


(A)yazdım

Sonbahara giyiniyor çıplaklığım ve sarıya çalan bir takvimden kopan yapraklar gibi eskiyorum, eksiliyorum.. Gövdemde yazdan kalma bir güneş yanığı, yüreğimde deniz dalgası, iyot kokan ikindilerin gölgesinden birikmiş yalnız gölgemle, sonbahara soyunuyorum...

Sanki deri değiştirip derimin altında saklı çıplaklığı giyiniyor gibiyim.. Hiç dokunmamış, dokunulmamış etimin bakir mahremliğini, sonbaharın meltemiyle seviştirme isteğiyle, rüzgardan döllenmiş gövdemden ayaklarımın dibinde birikecek, her yanı hüzün şiirli, rengi solmuş yaprakların heyecanına gebeyim.. Yeni bir iklimi eskimiş bir yürekle yaşamaya baş kaldırırcasına isyankar ve cesur bir kırışık daha yaş almış bedenim.. Yeni hikayeleri gönül sayfama kazıyarak yazacak kadar boşaltılmış iç hikayem.. Bir iklime giyinip bir iklimi soyunma senaryosunun, yüzlerce kostumsüz provadan sonra acemiliğini yenmiş oyuncusuyum.. Anadan doğma bir kostümle, kahverengi tonlarda bir sahnede, başrol oynayacağım son oyuna, rengarenk takvimler eskitiyorum...

Gökkuşağına salıncaklar kurup özgürce sallanan sapsarı saçlı, pespembe tenli, maviş gözlü bir kız çocuğu güzelliğinde uykulardan, mendil satan, kirli, çıplak ayaklı bir sevgi yetiminin ayazda kalmış gözlerindeki soğuk gerçekliğine uyanışlarımın, yeter noktası, kahverengi bir durağa yolum.. Yürüdükçe sarının tüm tonlarını giyiniyor, kat kat delilikle sarıp sarmalıyorum üşüyen yanlarımı.. “Sarı odalar” ın duvarlarından yankılanan hırçın, baş kaldıran koskocaman bir insan sesinden güç alıyor, efeliğini deliliğime kalkan yapıyorum...

Yazın doğmuş bir kış çocuğunun arife günleridir sonbahar ikindileri.. ilk yağmurlar ilk kanamaları gibidir aşk gazisi kırmızı saçlı sevgilinin.. Ilık meltemler ilk sevişme öncesi fısıltıları gibidir.. Grinin gökte ilk gölgelenişi bir aşkın yazılmaya ve oynanmaya başlayan ayrılık senaryosu hüznünün yüreğe ilk düşüşü gibidir.. Sonbahar, yaşam öncesi yaşanmışlıklarının bütünü gibidir.. Aslında hayat biraz sonbahar gibidir...

Kahverengiliğin öldüğü, kahverengiliğe gömülüşe kefen, kahverengi bir mevsimdir sonbahar.. Hırkasını giymiş, terkedilmeye yüz tutmuş sahil ikindisi burukluğunun ismi, göbek adı konmamış buruk zemheri çocuklarının imdada yetişeni, bir ayrlığın ilk günlerinde yetişkin bir gövdenin yıldızlı hüzün gecelere uyku tulumu sığınağıdır sonbahar.. Yemyeşildir, huzurludur sonbahar...

Huzursuz, marazi yüreklerin kafesidir sonbahar.. Kilidi paslı bir hapsedilişin infaz öncesi, birçok ölümün kuluçka uykusuzluğu, birçok siyah matemin ilk fırça darbesidir sonbahar.. Aşktan ölenlerin resmedildiği aşka dair mor tonlarda bir resimdir sonbahar...

Denizi karaya tercih edişlerin sebebi ilk dalgaların kıyıya vuruşudur sonbahar.. Güneşi örten ilk örtünün gel git desenli rengidir, bronz rengi iki çıplaklığın, yazdan kalma, tene sinmiş tuz tadının kana kana içildiği, sevişmelerinin teridir; şehvetin bir başka rengidir sonbahar.. Kırmızı rujuyla çapkın gözlerle etrafı süzen bir kadının bar yalnızlığı, üzerindeki toplum baskısına inat özgürlüğünü bedenini parasız satarak kazanan bir eşcinselin anarşizmi, genelev köşelerinde cinselliğini olgunlaştıran büyük şehir yabancısı bir delikanlının gözünden süzülen yeni yeni biten bıyığındaki teri, bir coğrafyanın cinsel kimliğini sorgulatan karanlık arka sokak mevsimidir sonbahar..

Fırtınada seyrine düşülen göz kırpacak bir deniz fenerinin ehemmniyeti, emniyet tabelalı bir binadan yükselen işkence feryatlarının ehemmniyetsizliğidir, bir yüzü siyah, diğeri beyaz iki yüzlü bir maskedir sonbahar.. Biraz ben, biraz sen, biraz herkestir sonbahar..

Biraz ilkbahar, biraz yaz, biraz sonbahar, biraz kışım.. Takvimler sarardı yine, zaman kahverengiye yol aldı.. Uyandım yaz bitmiş, uyandım sonbahar gelmiş... Uyudum yazdım, uyandım ayazdım...

Ozan Özkaracan

NOSTALJİ - İlk Yayın: 13 Kasım 2002

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


BALIĞIN BÖYLESİ

Lise zamanlarımızdı. Beş kız arkadaş bir tatil günü İstinye kıyılarında geziyorduk. Neler konuşmuyorduk neler. Dünyanın en büyük tasasıdır dersler, sınavlar ve ilk aşklar o dönemlerde. Okul da, sıkıntılar da hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Sonradan ne hikmetse özlenir o yıllar.

Deniz masmavi... Kıyılarda balık meraklıları..Oltasını alan koşmuş gelmiş... Oltanın ucundaki yemle saatlerce beklemekten ne anlıyor erkekler hala çok merak ediyorum. Ne düşünüyorlar o kadar süre? Gerçi bayanlar da gidiyor balığa ama çok çok az karşı cinse kıyasla. Bir erkek arkadaşımla konuştum bu konuyu. Önce yukarıdaki soruları yönelttim kendisine. Diyalog aynen şöyleydi:

O - Yaradılışımızda var avcılık.
Ben - İyi de, niye balık?
O - Başka bir şey olsaydı niye o diye soracaktın bu kez.
Ben - Şehirde yaşayanlar için daha kolay, mümkün ve diğerlerine göre maliyeti daha düşük olmasındandır belki... Belki de dinlendiriyordur gerçekten....
O - Neden erkeklerin yaptığı şeyleri merak ediyorsun. Bayanların yaptıklarıyla ilgilensene. Adam Aristo değil ya, ne düşünecek. Tabi ki dinleniyor.

diye bir de payladı beni...Yok yok... Bu böyle olmayacak. En iyisi donanımları hazırlayıp balık tutmayı bilen biriyle balığa gitmek. Erkeklerin maç seyrederken ne kadar zevk aldığını öğrenmek istediğimde, adına "Uygulama" dediğim bu yöntemi kullanmıştım. Babamla maça gitmiştim. Skor, takımım adına hezimetle bitmişti ama öğreneceğimi öğrenmiştim nihayetinde. Maç uğruna her şeyi görmezden gelmelerini, yaşayarak hissederek anlayabilirdim ancak ve öyle de oldu. Yakalayabildim maç izleme ve stadyum freknasını. İmkanı yok,o kadar erkeği tek bir hedef için, böylesine gönüllü olarak biraraya toplayamazsınız. Şimdiki öğrencem olan balığa gitmek, sanırım bir süre daha "yapılacaklar" listesinde bekleyecek. Bize nahoş gelen şeylere burun kıvırıp, aman ne anlıyor bundan demeyi sevmiyor, diyenlerden olmak istemiyorum. Çok dışsal geliyor bu mantık bana. Gerçekten anlamak istiyor, cesaretli olduğunuzu düşünüyor ve sonuçlarına katlanabileceğinize inanıyorsanız sorularınızı geçiştirmek yerine olayın içine girip yaşayarak öğrenebilirsiniz. Riskli bir yaklaşım evet. İnsan kendiliğinden ve elindekilerden kaybedebilir. Veya yapıtaşlarının üstüne yenilerini fire vermeden ekleyebilir. Kazanabilir. Aslında kaybetmek diye gördüklerimiz de bir gün en büyük kazanımlarımız haline gelebilirler.

Balık tutma meselesine takılmamın nedenini merak ediyorsanız sabredin anlatacağım. Ben yine beş arkadaşımla yaptığım çaylak ve aylak geziye döneyim. İçimizden şu anda farkettiğim kadarıyla en çaylak olanı, (Kısaca ismine bundan sonra F diyeceğim) ha bire koskoca kaldırımı bırakıp, denizin kıyısındaki ince şeridin üstüne gidiyordu yürümek için. Bir sürü geyik bir arada... F'nin aramızda olmadığını ancak sohbet aralarında farkediyoruz. Bir baktım kıyıda... Yüreğim oynadı yerinden. Gidip yapıştım koluna ve çektim yanıma. Sen ne yapıyorsun öyle, düşeceksin denize dedim. Allah korusun bir ayak kayımlık işin var. Yüzme de bilmiyorsun.... F'de ses yok. Biz yine sohbete devam ama benim tavşan kulaklar bu kez daha açık, daha dik. Az sonra F yine yok ortada. Nerde tahmin edersiniz artık. Tarih tekerrürden ibaret ya yine tutar çekersin kolundan. Yine aynı anaç nasihatler, azarlar... Sonra mı? Bizimki yine yok!!! E dedim. Kendi düşen ağlamaz. Sen bugün ayvayı yemeye niyetlisin anlaşılan. Tutamadım kendimi, herkese durun bi dakika dedim. F'ye seslendim. Güzelim sen devam et dedim. Düşsen de denize umurumda değil artık. Boğulursun diye korkmuyorum. Bizi duyamayacak kadar epey bir uzakta olan balıkçıları da göstererek; elbet dedim takılırsın birinin oltasına, kurtulursun. Sevdim sevmez olaydım, dedim demez olaydım. Üç adım atmaya kalmadı F'den acı bir çığlık. Baktık denize düşmemiş. Ne olup ta bağırdığını ancak uzaktan bir balıkçı bize doğru koşmaya başlayınca anladık. Adam affedersiniz hanımefendi ama nasıl oldu anlayamadım dedi. Meğer bizim F'yi deniz yerine karada avlamışlar. Hani güzel de bir av. Sarışın bir afet:))) F'nin hırkasına olta saplanmış. Bir sürü iğne. F kıpkırmızı rengi bir alıp, bir veriyor. Biz adamcağıza yardım etmeye çalışıyor ama gülmekten tam randıman veremiyoruz. İğneler ayıklanmaya çalışılıyor ama yok, olmuyor. Ne desem beğenirsiniz. Gördün mü bak, denizde değil ama karada takıldın oltaya. Bu böyle olmayacak çıkarda bırak bari hırkayı... F'den yüzüme öfkeli, utangaç ama haklılığım karşısında suskun bir bakış çakıldı. Neyse bıraktık hırkayı daha sonra alınmak üzere. İşte böyle arkadaşlar.

O gün bugündür acaba erkekler, belki oltamıza bir denizkızı takılır niyetiyle mi bekliyorlar o kadar diye düşünüyorum. Olmaz olmaz demeyin. Bizim balıkçı şanslıydı kız meselesinde. Yoksa biz de pılı pırtıyı toplayıp balığa mı gitsek. Anlarsınız ya... Haydi hanımlarrrr balığaaaa!!!

Filiz Güner Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_93.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


SEYAHAT

"Çok gezen mi yoksa çok okuyan mı bilir?" sorusu bana çok ütopik gelir. Ortasını bulmak önemlidir der, Yunus Emre'nin iki dizesiyle başlamak isterim işin "okumak" tarafından konuya;

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen bilmezsin ya kendini, nice okumaktır.

Pekii.. Biz seyyahlar neden gezmeye bu kadar tutkunuz? Nedir katkısı ruhumuza da yeni yerler görme fırsatı araştırıp dururuz her hamlede?

Ben kendimce gezmeyi, yeni yerlerin en enteresan noktasında durmayı ve uzun uzun havasını koklamayı benliğime doğru bir keşif yolculuğu gibi hissederim. Gittiğim her yerde gözüme kestirdiğim, kendime en yakın hissettiğim noktayı bulur, ne kadar zor olsa da ona ulaşmayı hedef sayar, vardığım yerde de dinlerim kendimi... Ne hoş, ne keyiflidir o an! Sadece keşfettiğim yeni yer, hedeflediğim nokta ve ben... Bir de bulunduğunuz yer hakkında önceden bilgilenmek, gittiğinde bilgi toplamak veya bilen biriyle yola çıkmak mutlak bir zorunluluktur. Yoksa mekanın ruhunu anlamanız imkansızlaşır, hiç bir şey vermez olur gördüğünüz yerler ve sonunda dersiniz ki; "eh işte! burası da gördüğümüz diğer yerlerden farklı değil". Bu tipler sadece "gittim" demek için birilerinin peşinden sürüklenmiş, hızlı hızlı "hadi şurayı da görmedik demiyelim" diye oradan oraya yorgunluk çekmiş ancak kendilerine bir şey katamamış, değişik bir zihniyettedir. Ben pek anlamam bu zihniyeti! Vardır bir bildikleri elbet! Oysa kaşif için her nokta bambaşka bir güzellik, benzersiz renkler taşır. Biraz "aval aval" olmak gerekir seyahatte.. Kokusunu duymak gerekir taa içinde.

O ne büyük bir heyecandır kaşif için hiç görmediği, bilmediği ama düşleyip, varmayı arzuladığı yere doğru yola çıkmak! En güzeli ve unutulmazı da uzun araştırmalar sonunda o yerle ilk karşılaştığı andır şüphesiz. Bir de düşlediği gibi bulursa! Değmeyin keyfine!

Aşk da böyle bir şey işte! Bir insana yolculuğun verdiği heyecan benzemez mi seyahate? Aşkta da sevgiliyle ilk buluşma, ilk öpüş değil midir en unutulmazı? Hedeflediğin yere ulaşıp, orada sevgiliyle yalnız kalıp dinlemek kendini keyifle...

Pekii.. Bilinmezliği çözme, tanıma, onu keşfe çabalama aslında kendimizi arayışımızdan değil midir?

Sema Körpe

Teşekkürler... Ahmet Altan : Ahmet Şeşen : Ahu Yücel : Akın Ceylan : Ali G. Güven : Alp Kahyaoğlu : Altan Kolatar : Altuğ Yücel : Aslı Sarıoğlu : Aycan Sağlam : Ayşe H.Erem : Ayşe Nur Doksat : Ayşegül Tuğlu : Barbaros Haluk Ünsal : Başak Postacı : Beste : Betül Ayhan : Bülent Önder : Ceren Durmuş : Cumhur Aydın : Cüneyt Göksu : Cüneyt Pala : Çağhan Tansel : Deniz Güney : Dilek A. Bishku : Ece Özbatur : Elif Şeref Artun : Engin Sınmaz : Esrari : Ezgi Gizem : Feride Masal : Fikret Cantaş : Filiz Güner Kaya : Hasan Yüksel : Hasan Gezer : Hüsamettin Gezer : İpek Egun : İsmail Baba : Kemal Duykan : Lütfiye Öztaş : Mehmet Emin Arı : Mehmet Salim : Mehtap Akdeniz : Melih Çelik : Meltem Papila : Metin Durmaz : Murat Lafçı : Mustafa Uyal : Müge Ünal : Nedret Türer : Nuray İnöntepe : Nuri Merzi : Osman Günay : Ozan Özkaracan : Sait Haşmetoğlu : Selcan Lafçı : Sema Körpe : Serkan Semiz : Serpil Yıldız : Sevil Yaman : Suat Sungur : Suna Keleşoğlu : Tanju Akdeniz : Tuluğ Başar : Tunca Tünay : Tunç Soyer : Turgut Ankara : Ümran Tatar : Yazmacı : Zeynep Özbatur : Ve tüm kahveciler...


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.186 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


Şiir ve Kahve

Gel desem, bu akşam
Bir kahve ısmarlayayım sana
Bir fincan kahve:
Cezvesinde kaynamış hatıralar,
Köpüklerinde sevgi parlayan,
Fincanında dostluk ile telve
Bir yorgunluk kahvesi.
En iyisi ben sana
Bir şiir ısmarlayayım
Yanında da
Bir fincan acı kahve...

Hasan GezerHasan GEZER

<#><#><#><#><#><#><#>

Umudun Menzili

Kül rengi geceler göz kapaklarında;
Zamansızlık ile yersizliğe yanar.
Sözler mahzundur titrek dudaklarında;
İfadeler hep manasızlığa yanar.
Yarım kalmış hayaller başaklarında
Beklersin; güneş doğmaz, yağmur geç yağar.
Kavuşmanın ninnisi kulaklarında
Umutsuzluk hırçın, ufukları sarar.
Derman var sanırsın da ayaklarında
Yollar uzun, çileli, menzile kadar...
Öfkem dinmez bu şehrin sokaklarında,
Gönül sessiz; yine de bir umut arar....

Hasan GEZER

<#><#><#><#><#><#><#>

İnsan

Aşmak istediğim sınırlar vardı,
Kendimle verdiğim savaş meselâ.
O köz yeniden alevlendi:
Ruhumun gizli köşelerinden
Esecek rüzgârları taşıyabilirim artık.
Mutluluğu ve kederi yeniden tanımladım,
Kıskançlığı ve minnettarlığı da;
Anladım ki kan ve kemik tüm insanlarda,
Farklı olan yürek ve niyet...

Hasan GEZER

 Biraz Gülümseyin


Yönetici

Bir satış temsilcisi, bir personel sekreteri ve bir yonetici yemekten sonra dışarıda bir yürüyüş yaparken eski bir lamba bulurlar. Lambayı oğuşturunca içinden dumanlar arasında bir cin çıkar.

Cin onlara: "Ben hep üç istek yerine getiririm, siz üç kişi olduğunuza göre birer istek hakkınız var.

Personel Sekreteri: "Önce ben, önce ben" diye öne atılır. "Bahama adalarında olmak istiyorum, bir surat teknesi içinde hayata boş vermiş yaşamak isterim."

Puff der ve sekreter yok olur.

"Sıra bende" diye atılır satış temsilcisi. "Ben Hawaii'de kumsalda olmak istiyorum, yanımda sevgilim ve sonsuz Pina Coladas olsun."

Puff der ve satış temsilcisi yok olur.

Cin yöneticiye döner "Şimdi sıra sende" der.

Yönetici: "Bu ikisini öğleden sonra masaları başında görmek istiyorum."

<#><#><#><#><#><#><#>


Amaninnnn...

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Sevgili Kahve Molası Dostları ile KELİME türetmece üzerine " Birlikte Oynayalım " köşesi oluşturmak istedim. Amaç; verilen kelimeler arasında bir köprü oluşturmak, bu köprüyü sadece birer HARF değiştirerek gerçekleştirmek. Bulunacak kelimeler anlamlı olmalı. Her hafta yeni bir soru ve bir önceki haftanın cevabı. Yardımcı olursanız ayrıca sevinirim. Benim bulduğumdan daha kısa hamleler bulabilirsiniz elbette, hediye beklemeyin ama sizi alkışlamaya hazırım...

Editörün Notu: Kural; her hamlede bir harf değiştirerek anlamlı kelime türetmek. Kelimeler sözlük açıldığında şıp diye bulunabilecek cinsten olacakmış, duyurulur. Amaç; Enişte'nin çözdüğünden daha az hamlede çözüp ona "NANİK" yapmak.

1. Hafta / Soru : 7 hamlede SAVAŞ'dan BARIŞ'a ulaşabilir misiniz ?

SAVAŞ - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - ..6.. - BARIŞ

asesen@turk.net

 Kıraathane Panosu




Kahveci Sevgili Mehmet Bilal'in kitabı çıktı.
Kahve Molası ailesi olarak kendisine başarılar ve bol bol okuyucu diliyoruz.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tuncfindik.com/html/narpuz.html
...Hava harika, ne soğuk ne de sıcak, ama kaya yine de soğuk, uzun süre tutunca eller hissiyatı kaybediveriyor. İlk ipteki sarı ve çürükçe negatifte Tom da ben de uğraşıyoruz, rota ellerimizden akan kanla beneklendi! Ara emniyet bol olsa da bu etap ellere zararlı. İp boyu bitmeden otlu bir sette...

http://www.merzifon.de/www/kultur/maniler.html
Merzifondan yöresel kültüre dair inciler ...Altın saatim şıkşak, Küstün ise barışak, Yolumuz ayrı düştü, Küstün ise barışak... yada ...Çan çan çikolata, Hani bize limonata, Limonata bitti, Hanım kızı gitti, Nereye giiti, İstanbula giiti, İstanbulda napıcak, Terlik papuç alacak, Düğünlerde şıngır mıngır gi-ye-cek...

http://www.akvaryumklubu.com/akvgenel/bbsecimi/index.htm
Akvaryumculuk hakkında bilmeniz gereken herşey ...Balıkların birbiri ile uyumu kadar balıkların da bitkiler ile hatta bitkilerin bitkiler ile uyumu son derece önemli bir konudur. Çünkü bazı bitkiler suya saldıkları maddeler ile birbirlerinin gelişimini engelleyebilirler bu konu “ alleothreapy” konusu ile alakalıdır ve bitki almadan önce bu konuyu araştırmakta fayda vardır...

http://www.deepnature.com/ajanda_ilkyardim.htm
İlkyardım kazaya uğrayan birini veya bir hastayı iyileştirme yönünde atılan ilk adımdır. Bu sayfalarda ilkyardım uygulamalarında kullanılan bazı gereçlerle ilgili kısa bilgiler verilmiştir. ...Kanama varsa ya da kırılan kemiğin ucu dışarıda ise temiz bir gazlı bezle derhal sarılmalıdır. Kırılan kemiği ya da yerinden...

 Damak tadınıza uygun kahveler


DVD Master Backup v0.1.1 [1.1M] W9x/2k/XP FREE
http://dvdmb.nlvtelecom.com/download/dvdmb-0.1.1.exe
Filmseverlere müjde!. Artık DVD'lerinizi meşhur format DivX avi ye bu programla dönüştürebilecek ve 700MB'lık bir CD'ye kopyalayabileceksiniz. İhtiyacınız olan bir adet DVD ROM. DVD yi koyduktan sonra bazı ayarlarla oynama olanağınız bile var. Tüm dönüştürme işlemini bu program yapıyor. Yalnız unutmamanız gereken, bu işlemin epeyce bir zaman aldığıdır. Zaman bilgiayarınızın gücüyle orantılı olarak değişiyor.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030417.asp
ISSN: 1303-8923
17 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com