|
|
|
20 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Eşeğin kulağına su kaçtı!... |
İyi haftalar,
Teşbihte hata olmaz. Eşeğin kulağı su kaldırmaz oldu artık. Karikatür diye başlayan protestolar katliama dönüştü bile. Elbetteki tek taraflı değil. İtalyan bakanın ettikleri tam sopalık ama bu bile fakir müslüman ülkelerde başgösteren cihadı haklı çıkarmaz. Bu bir oyun. Oyuna gelen, tuzağa düşenler de gene biz garip müslümanlar. Terör boyutlarına varan protesto gösterileri, kundaklamalar, linçler, adamların ekmeğine yağ bal olmakta. Belki biraz da alan memnun satan memnun hali var kimbilir. Öyle ya, ezilmiş halkların başkaldırısının artık bir haklı nedeni var. Tıpkı İslami terörü bahane edip hesap yapanların olduğu gibi. Dünya, medeniyetlerin uzlaşmasında İspanya ve Türkiye'den medet umuyor. Medet umdukları başbakan, hasbelkader seçim kazanmış bir teröristi danışmanının aklına uyarak memlekete çağırıyor. Sonra ettiğine kendisi bile utanıp ne yapacağını şaşırıyor. Hamas'ı adam yerine koyup ülkeye sözde arabulmak için çağırmak kimin aklıysa alsın başına çalsın. Bu kadar plansız, bu kadar beceriksiz bir organizasyonun memleketimize neler kazandırdığını eminim Tayyip Bey, her zaman yaptığı gibi, gayet iyi açıklar açıklamasına da, o bize uyar mı, onu da Allah bilir.
Gelin ben açtığım bayramlık ağzımı tedbirli olarak kapayayım onun yerine pikabın sesini açayım. Olivia Newton John söylüyor, Hopelessly Devoted To You. Hepinize iyi bir çalışma haftası diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KARADENİZLİ 'BİR DOST' TAN MEKTUBUM VAR!
Sevgili Serap,
Adını Kahve Molasında gördüğümde heyecanlandım. Önce yanılıyor muyum diye düşündüm. O olabilir mi? Bir süre yazılarını takip ettim. Sonra tamam işte bu 'o' dedim. D blok 318 numaralı odadan… Ben karşı koridorun sonundan 321 Fatoş. Maliyede okuyordum. Seninle kavga etmiştik aynaların önünde! Hatırlarsın. İdareden 'Safinaz' ile ısıtıcıları topluyor diye tartışıyordum. Sende gelip benden taraf olmuştun. Sonra bir şekilde konuşmaya başladık. Kantinde çay içer, laflardık. Gece tütünü biten diğerinin odasına gelip isterdi. Ne güzel günlerdi… Sonra ne oldu bize? Evlimiz evine, köylümüz köyüne…
Dedim ya bir süredir senin Kahve Molasında yayınlanan yazılarını okuyorum. Bazıları gerçekten ilgi çekici. Yalnız çok sık tekrarladığın bir ayrıntı var. Sanırım okuyan herkes bunu anladı: Sen Egelisin ve tam bir Ege aşığısın. Bunu tekrarlamaktan vazgeçmen gerekmez mi? Belki sana yardımım olur diye; sana memleketimi anlatmak istedim. Hem merhabama cevap verirsinde, bir gün buluşur; eski günleri yâd ederiz.
Sen yeşilin bin bir tanesini, bir arada gördün mü? Burada renk kartellerinde bile göremeyeceğin tonlar vardır. Bizim Karadenizsimiz de dağlar görmediğin yeşillere bulanmıştır. Tanrı bu örtüyü dağlarımızın üzerine öyle bir sermiştir ki bakmaya doyamazsın. Seyre daldıkça gözlerin sana bir şeyler fısıldar... Kirpiklerinin arasından yeşile ait o huzur, öyle bir dolar ki yüreğine; bu huzuru hissedemediğin anlarda, bu anın hasreti ile yanarsın. Bu sebepten çok uyumaz bizim insanımız. Bilirsin; insan bir ağaca da âşık olur, denize de, bir avuç toprak parçasına da. Buralarda ki insanların doğaya olan aşk ve tutkularını gel de bir gör! O zaman ne demek istediğimi anlarsın.
Bize yükseklerinde kucağını açan tabiat, yaz günleri hayatımıza su serper. Havasını içine öyle bir çekersin ki canına can katılır. Bunun farkına inan varırsın. Yaylaların hemen üzerinden geçen bulutları; kardeşin sanırsın. Çok yükseklerde isen; dönüp aşağıya baktığında; bulutların geldiğin yolu kapadıklarını görür, gülümsersin. Bazen bulutların gölgeleri düşer ovaların üzerine, bir mucizenin içindeymişsin gibi, kendini özel sanırsın.
Bizim dağlarımız da; ağaçların olmadığı yerler bile yeşildir. Bizde bozkırın rengi bile yeşildir desem, yeridir. Bir ağacın dibinde kendiliğinden bitiveren yabani çileklerin pembesine bakıp düşlere dalarsın. Bildiğin bütün çocuk masallarındaki düşler ülkesinin burası olduğunu anlarsın. Yer yer açılmış keçi yollarını fark edersin. Bu yollarda kurumuş otlar görürsen; bil ki bu izler katırların suçudur. O yollarda; sırtına kurumuş ağaç dallarını yüklenmiş nineler de görürsün. Senin oralara yapılan nankörlük, çok şükür yoktur bizim buralarda. Otel yapacağım diye, ormanlarımızı kendi insanımız yakmaz. İhaneti bilememek ne güzel, değil mi?
Sen; zeytin toplamayı bilirsin, ben; çay toplamayı… Mayısta bir başlarız, Ekime kadar sürer tela şemiz. Bir hasat dönemi; üç sürgün dönemi demektir. Anlayacağın; büyürler, toplanırlar yine büyür ve yine toplanırlar. Üçü geçip, dördüncüyü de topladığımız olur. Hasatta iki yaprak bir tomurcuk toplarız. Çayın; kaliteli ve lezzetli olması için bu gereklidir. Hasadı erken ya da geç yaparsan verimin azalır. Bir de; her hasatta olgun yaprakların hepsini toplamazsın ki bir sonraki hasat için bitki güçsüz kalmasın. Neyse. Demem o dur ki: Senin zeytinin, yağın dillerde tat bırakırsa, bizim çayımız da gönüllerde keyif yaratır...
Bizim buralarda fındıkta vardır. Ben pek bilmem ama. Bildiğim tek şey şu reklâmı her gördüğümde sinirlendiğim! Hani var ya bir adam; 'aganigi naganigi' diye bağırıyor. Deli oluyorum her duyuşumda. Bağıranın saçını başını yolacağım geliyor. Eskiden kuşdili diye bir şey duyardım. Söylenen sözler ona benziyor. Ninemle dedem konuşurdu kendi aralarında. Hayran hayran anlamaya çalışırdım ne söylerler diye. Çocukluk işte… Bizim buralarda, arazi yüzünden evlerin arasındaki mesafe çoktur. Kopuktur yerleşimler. Eskiden; köyde birbirimize ıslıkla haber verirdik. Sabah okula giderken bu ıslık; 'ben yola çıktım hadi sende çık' demekti.
Bizde her mevsim yağmur yağar. Sizin oralarda ki gibi serpiştirip de geçmez. Ben Karadenizin doğusuna yakın yaşarım. Bizim buralar bölgenin en yağış alan yerleridir. Dağlar birden bire denizin önünde yükselince, bulutlar da hiç üşenmez; üzerimize damlalarını bırakıverir. Buralarda; doğa da inatçıdır, insanlar da. Yaşamak kolay değildir. Mücadelemiz; hem kendimizle, hem birbirimizle. Yaşar gideriz işte…
Bir de küçükken dedem bir şey anlatırdı. Masal gibi bir şeyler. Hiç aklımdan çıkmadı. Ona göre; bizim insanımızın burunlarının uzun olmasının nedeni; bu yağmurmuş. Hep yağmur altında yaşadığımızdan, üşütür burnumuz akarmış. Aslında burnumuzu sile sile kendimiz uzatırmışız. Çocukken inanmak ne kolaydı, değil mi?
Sana, bir de denizimizden bahsetmek istiyorum. Senin denize karşı olan tutkunu bilirim. Yatağının başına ağ asmıştın. Garip gelmişti o zamanlar. Birde ne vardı? Hatırlayacağım şimdi. Kurumuş denizyıldızları üzerinde… Neyse!
Karadeniz kimine göre siyahtır. Kimine göre hırçın mı hırçındır. Kimi asi bir çocuğa benzetir, kimi öfke kusan bir adama. Gördüğünü illaki benzetecek bir şeyler bulursun. Bana göre gerçekten hissettiğin; özgürlüktür, dokunulmazlıktır, gizemdir. Bakar bakar durursun da; inat eder, bir türlü sırrını sana söylemez. Nuh der, Peygamber demez anlayacağın. Kim bilir, belki de Nuh'un Gemisini içinde sakladığından böyledir. Sende; zamanı gelsin, söylesin diye beklersin. İşte burada da sabrı öğrenirsin! Bu denizi, ben her mevsim gördüm. Lisede kapalı deniz diye öğretmişlerdi. Kapalı olan buysa açık denizler nasıldır, bilir misin?
Ben, biz kadınlara benzetirim bu denizi. Hani laf aramızda tam da bize benzer. Rüzgârlarla sevişirken, öyle bir coşar ki zapt edemezsin. Dalgalar; kıyılardaki kayalıkları öyle bir döver ki köpükleri daha bir beyaz olur. Bazen de rengi maviye döner, durulur. Gerçi ben, oldum olası sakin duran denizi sevemedim. Bilirsin; çarşaf gibi derler ya... Gerçi deniz durgunken bile; üzerinde beyazımsı yol yol dalgaların izi saklıdır. Mutlaka görmelisin…
Siyaha çalar genelde rengi. Bu dibinde çamur olmasıyla ilgili değildir. Bulutlarla kavga etmiştir! Öfkelidir, rengi yüzüne vurmuştur. Bazen; yorgun ve yılgın bir savaşçı gibi, yalnız kalmak ister. O zaman balıkçılar bilirler, hiç biri üzerine kayıklarını salmaz. Bazen kedinin fareyle oynadığı gibi, nadir kumsallarla oynar. Dalgalarını uzatır, geriye çekiverir hemen. Bir sonraki; ya daha büyük ya daha küçük... Keyfi bilir, canı nasıl isterse! Ne zaman ne yapacağı bilinmez. İtiraf etmeliyim; gerçekten dilinden anlamayan, çözemez bizim denizimizi.
Ah Serap! Gelip bir görsen bizim buraları. Ölmeden gözlerine cenneti göstersen. Kulaklarına huzurun sesini, ciğerlerine iyodun kokusunu çeksen. Dalgaları görünce; kalbinin atışı değişse. Elimiz de rakımız, önümüz de balığımız, dilimiz de 'dışarıda deli dalgalar' diye türkümüz, tüm bu güzelliklerin şerefine kadeh kaldırsak…
Şimdilik benden bu kadar. Merhabamı dedim. Gerisi sana kalmış. Dilerim bir gün yolun bizim buralara düşer. Düşer de; denizimizi, dağlarımızı, rüzgârımızı ve yağmurumuzu görsün. Görürsün de bizim yüreğimizin neden asi olduğunu anlarsın.
...
Serap Ezgi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Gülfem Çetin Sevgililer günü için bişii yazdım! |
|
bişii,
bişii,
bişii,
....
Bizim hep kutlamalı günlerimiz oldu.
Bir sıralamaya başlarsam, satırlarca sürecek bu günlerin gecelerinde toplandık,
güzel yemekler yedik, güldük, konuşmalar yaptık, hediyeler sunduk birbirimize...
Ama şimdi anlıyorum ki bu kutlamalar alışkanlık değil, tahammülsüzlük yaratmış bende...
Aslında dürüst olmalı, tam da ayıramıyorum, bu tahammülsüzlük durumunun nedenlerini kabaca söylemek kolay da, her konuya dahil etmek biraz adaletsizlik gibi de geliyor.
Tamam tamam, o kadar da tahammülsüz değilmişim...bir an hayalini kurduğum kutlamalı günler geldi de aklıma, o günleri kimbilir ne zamandan beri bekliyorum, heyecanla ve hevesle, bu yüzden haksızlık yapamam...
Bu yüzden belki de, çocukluk coşkusunun, yerini, alışmışlığın duygusuzluğuna bırakmış olmasından kaynaklanan bir evrim geçiriyorumdur şimdi de...
Bu yüzden artık kendi doğum günüm dahil ve hatta başta olmak üzere, süslemiyorum o günlere yaklaşan tarihleri hayallerimle...
Bu yüzden artık o kutlamalı günlerde özel giyinmiyorum, hatta anneme yardım etmiyorum, hatta bu tarihleri unutuyorum, hatta ve hatta orada olmak, katılmak ve kaynaşmak istemiyorum...
Bu yüzden artık, ne yılbaşı, ne bayram, ne doğulan ne ölünen kaydedilmiş tarihler ne sigarayı bırakma, aids, barış günleri ve hatta ne de sevgililer günü beni heyecanlandırmıyor...
derken....
Geçen yıl dünyanınsevgililergünütarihi'nde bir sevgilimin olmadığını ve ağladığımı hatırlıyorum...
Canımtelevizyonumunkahrolasıtürkdizilerindenbiri'nde gördüğüm iki kelime yetmişti içimdeki göğün gümbürdemesine...
Biri için mi ıslanmıştı gözlerim yoksa sevilmediğim için mi sorgulamasına girip beynimi yormama isteğimi lütfen mazur görün.
Zira ne o anki konu bu sorular ve yanıtlarıydı,
ne de bundan önce herhangi bir sevgililer gününde böyle bir kaos yaşadım...
Sanırım ben daha çok planlayamadığım sürprizler, hazırlayamadığım ilginç, komik, şaşırtıcı hediyeleri, akla kazınan mutluluk ve ne yapacağını bilememezlik anlarımı özlediğim için ağladım...
Birine, kim olduğu benim için önemli olan hayatımdaki herkese, hissettiremediğim "sen benim için çok önemlisin ve seni seviyorum" sözlerini bakarak anlatmayı özlediğim için ağladım...
O garip fikirlerin aklıma gelip, her birini gerçekleştirmek için harcadığım tüm emekleri ve paylaşma anını beklemeyi özlediğim için ağladım...
Tüm bunları yaparken aslında kendimi belki de karşımdakinden çok daha mutlu ettiğimi hatırladığım ve bu mutluluğu özlediğim için ağladım...
Sanki özlediğim her şey, bir daha asla geri gelmeyeceklermiş, tekrar yaşanmayacakmış gibi uzaklaştıklarını düşündüğüm için ağladım...
Eğer artık, her şey daha bir anlam kazanmaya başladıysa eskiye göre,
hani her şeyin daha zor gelmesi büyümekle ilgili bir gerçek olarak damgasını vuracaksa hayatıma,
şimdi sonrayı düşünerek yaşıyorsam daha önce hiç olmadığı kadar,
o zaman istiyorum ki bu sevgililer günü,
ilk ve son olsun benim için...
Bu sevgililer gününü,
aynı tarihte kutlamak son olsun
ve
bu sevgililer günü,
bundan sonraki her günümü,
özlediğim bütün duygularımı,
sevgilimle,
sevdiğim herkesle paylaşacağım,
özlediğim bütün duygularımı geri alacağım
ilk günüm olsun istiyorum...
olur mu?
Gülfem Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
KADIN KADININ KURDU MU?
Kadın olmak, “zor zanaat” bu memlekette. Velhasıl güzel ve akıllı kadın olmak büsbütün zorlaştırıyor, “kadın” yaşamını. Evlisi, bekarı hep aynı dertten muzdarip. Dünyanın yükü, ailenin yükü, çalışma hayatının yükü sanki elbirliği etmiş kadının pestilini çıkarıyor. Çirkin kadın olmak da var doğanın dengesi gereğinde. Sevgiyle donanmış kadının yanı sıra, sevgisiz kadınlar da yok değil hani? Birbirini çekemeyen kadınlar da tanıdık geliyor ve televizyon kanallarını zapt etmiş reeting kraliçeleri, ortaya attıkları abuk-sabuk, saldırılarla gündemde kalmalarının yolunu buluyor.
Sataştıkça sataşıyorlar..
Şarkıcı hanım, kaset çıkaracaksa ya da adından söz ettiremiyorsa; kolayı var. Çağır paparazzileri ve “aç ağzını yum gözünü” başka bir meşhur hatuna.
“Bu ne ya?” kim takar bu kavgaları.
Zira, bu haller demode oldu, hanımlar.
Gelelim normal yani ünlenmemiş kadınlarımıza. Kadın her daim kadındır ve biri ötekini için için kıskanır mı acaba? Kimi kadın kocasını, kimisi sevgilisini kimi de öteki kadının başarısını kıskanır. Niçin?
Kıskandığı ya da özendiği veyahut ta “sidik yarışı” yaptığı öbür kadına gizli bir öfke duyar bazen. Ondan mı?
Şimdi sesinizi ve bana sorunuzu duyar gibiyim:
“Nereden biliyorsun?” diye soruyorsunuz değil mi?
Ben de bir kadınım ve onlarca hem cinsimle dost ahbap olsam da çoğunun kıskançlığına tanık oldum.
Sevgiyi kıskanan bir arkadaşım vardı ve sevgime ve de sevdiğime mana bulup dururdu. Neden?
Nedeni besbelli.
O benim yerimde olmak istiyordu çünkü.
“Kurt”tu, ya… Sevgilimi bana kötüledi, durdu ve hatta sevgilimi yerin dibinde görmem için elinden geleni adına koymadan senaryolar, üretti ve o, kötülediği sevgilimle şeker şerbet arkadaş oldu. Hem mıhına hem ıhına.
Gene sorular duyuyorum…
“Herkes böyle mi?” diyorsunuz.
Maalesef.. İkici hatta yirmi ikinci olabilir, bir çok vukuattım daha var, bu “kadının kurdu” kadınlardan.
“Dostum, arkadaşım” diye sarılan menfaat dünyasındakileri de gördük, evvel-Allah.
Güya kendi halinde ortalıkta gezinen gerçekte “pop-osuna” yer yapmaya çalışan, çok zavallılar da gördük ama, o zavallılar, bendenizin ekmeğinin elinden alınmasına sebep olmuşlardı bir zamanda.
Gene bir neden? Apaçık ortada bir neden..
“Yapma iyilik, bulma kötülük.”demiş atalarımız.
Evini aç, kolla ve zamanını ver… kullansın seni… çevreni. Kadının elinde bir de “dedikodu” malzemesi varsa, (…ki, çoğu kendi senaryosudur ve kulaktan yalan yanlış uydurmalardır.) üstüne yalakaysa; yani, “kimin atına binerse onun türküsünü çağırıyorsa”, bu kadın, öteki kadınların “kurdu” değil de nedir? Bu ne şimdi? Demeyin bana.
Bu şimdi: Şimdiki “kadının kurtlarına” bir örnek.
Bir güzel kadın ve ondan daha güzel bir kadın… İşte bir bela daha…
O mu güzel, ben mi güzel(?) birinci hem de en birinci şart.
Güzellik yarışması sanki…
Velhasılım kadın milleti, yüz yaşına da gelse birbiriyle bir yarış içinde…
Kurnazlıkta kim kimi geçecek, onu da yaşayıp göreceğiz.
Sevgili kadın okurlarım; siz siz olun “kadın kurtların” bu dünyada aramızda hem de çok yakınımızda olduğunu göz ardı etmeyin…
Onlara “hodri meydan” demesini bilin.
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
MuratHoca : Faik Murat Müftüler KİMİM BEN? NEREDEYİM? HANGİ YILDAYIZ? |
|
Düşünün! Bir gün dünyaya irice bir meteor düşüyor ve tüm dünya aynı anda hafızasını yitiriyor. Öyle böyle değil ama… Adını, sanını, milliyetini, dinini, anasını, babasını, çoluğunu çocuğunu, mesleğini, sahip olduklarını, mevkiini ve gücünü… Her şeyi ama her şeyi unutuyor insanlar. Geriye sadece temel içgüdüler ve konuşmak, okumak gibi motor beceriler kalmış. Konuşmasına konuşabiliyorlar ama cisimler ve kavramlarla, sözcükler arasındaki bağlantıyı kurmakta da zorlanıyorlar biraz.
İşte o sabah, Washington'da, başkanlık konutunda …
ABD başkanı neler olduğunu anlamamış durumda. Yanında halen uyuyan kadının kim olduğunu bir süre düşünüyor ama çıkaramıyor. Yataktan kalkarak geniş yatak odasından çıkıyor. Evin koridorlarında gezinmeye başlıyor. Karnı acıkmış tabii ki. Yiyecek bir şeyler bulmalı.
Merdivenlerden alt kata inerken bir adama rastlıyor (Adam başkanlık konutunun güvenlik görevlilerinden biri) . İkisi de irkiliyorlar.
"Kimsin?"
"Bilmem? Sen kimsin?"
"Ben de bilmiyorum. Burası neresi?"
"Ne bileyim? Yukarıda uyandım. Bir kadın vardı yanımda"
"O kimmiş?"
"Bilmem?"
"Ben açım"
"Ben de. Buralarda yiyecek bir şeyler yok mudur?"
"Hadi arayalım"
"Hadi"
İki adam binada gezmeye başlarlar. Geniş bir salondan geçerlerken güvenlik görevlisi duvardaki büyük boy portre fotoğrafı görür. Bu, başkanın fotoğrafıdır. Altında "George Bush. ABD Başkanı" yazmaktadır. Güvenlik görevlisi resmi gösterir;
"Bak! Bu sensin. Sen ABD başkanıymışsın"
"ABD ne ki?"
"Bilmem? İyi bir şey mi acaba?"
"Bilmem? Bak şurada merdivenler var. Hadi aşağıya inelim"
"Hadi"
Alt kata inerler. Bir süre gezindikten sonra konutun mutfağına ulaşmışlardır. Buzdolabında buldukları yiyecekleri tezgâhın üzerine çıkarıp yemeye başlarlar.
"Demek adım George'muş. Senin de bir adın var mı acaba?"
"Bilmiyorum"
"O halde şimdilik sana Linda diyeyim"
"Olur. Güzel isim. Ne demek?"
"Bilmem?"
"Bunların tadı güzelmiş. Ama şuradaki yeşil olanlar çok sert ve tatsız"
"Hıı. Fark ettim. Şu siyah şeyin de dışını ye. İçindeki çok sert. Isırdım ısırdım kıramadım"
"Şu yukarıdaki resmin yanında büyük bir kumaş vardı gördün mü? Perde falan değildi. Ne işe yarıyor ki?"
"Şu üstünde kırmızı beyaz çizgiler ve yıldızlar olan mı?"
"Evet. O işte"
"Bayrak. Evet evet. Bayrak. Ama ne bayrağı?"
"Bir şeyin bayrağı mı oluyor?"
"Evet. Şeyin"
"Neyin?"
"Şeyyy. Boş ver. Şu kavanozdaki kırmızı toz çok acıymış. Ağzım yandı"
"Ya?..."
George ile Linda kahvaltılarını bitirerek mutfaktan, hatta evden çıkarlar. Geniş bahçede yürürlerken Bush'un köpeği Spotty neşe içinde koşarak bizimkilerin üzerine doğru gelmeye başlar. Linda ani bir refleksle tabancasını çekerek köpeğe "Dur!" diye bağırır. Eğitimli köpek komutu anlar ve zıngadak yerinde durur. Bir yandan kuyruğunu sallamakta, bir yandan da mızıldanmaktadır. Sahibinin bu endişeli ve korkmuş bakışına hayıflanmaktadır. Bush sorar;
"Bize zarar verir mi?"
"Bilmem? Hareketleri pek düşmanca gelmedi bana"
"Düşman mı? O ne demek?"
"Şey demek. Hani şey var ya? Eeee"
"O elindeki ne?"
"Bilmem? Şey. Hah! Tabanca"
"Şu yaratıkla alâkalı bir şey mi?"
"Yaratık?"
"Şu bize saldıran"
"Saldırmak? Hı. Tamam. Saldırı. Yok. Zannetmiyorum"
"Neden çıkardın o zaman onu?"
"Ne bileyim ki. İstemsizce yaptım"
"Ama yaratık. Eee. Şey. Hah! Köpek köpek. Hay Allah. Köpek durdu yani. İşe yaradı"
"Hay Allah mı? O nedir?"
"Allah? Tanrı yani. Yaratık, yaratmak falan. Onlarla ilgili"
"Anlamadım ya neyse"
"Linda; bu bina. Ev yani. Biz oradan çıktık. Burası bizim olsun istersen. İçerde yemek de var"
"Tamam. İyi fikir. Ya içerdeki kadın? O ne olacak?"
"O da bizimle kalabilir isterse. Belki iyi bir insandır"
"Zaten içerde senin resmin olduğuna göre ev de senin olmalı"
"Doğru. Hem ben başkanmışım da. Sen de başkan mısın acaba?"
"Belki. Aynı evde kaldığımıza göre; ama mutlaka başka bir şeyin başkanıyımdır. ABD başkanı sensin"
"Arada C eksik"
"Neyin arasında?"
"ABD'nin işte. ABCD'dir ya alfabe"
"Doğru yaa. Belki C'nin başkanı da benimdir"
"Olası… Bunu araştıralım"
"Tamam. Araştıralım. Şeyy. Araştıralım dedin de. Bizim mutlaka bir geçmişimiz vardır. Onu araştırsak ya"
"Olur da nereden?"
Çevrelerine bakınırlarken Linda bir kütüphane görür.
"İşte oradan. Bak. Kütüphane"
"Hadi gidelim"
Kütüphaneye girerler. Uzun kitap raflarının arasında gezinirlerken tarih kısmına gelmişlerdir. Binlerce kitaptan hangisine bakmaları gerektiğini bilmeden birini alıp öbürünü bırakmaktadırlar.
"Bak Linda; burada Yunan ve Roma tarihi var"
"Hangisi bizimki?"
"Bilmiyorum. Okuyalım bakalım"
"M.Ö. 7. yüzyılda Yunanlılarla Truvalılar arasındaki savaş Helena adında … Mnmnmn… M.Ö. 264 yılında Birinci Kartaca savaşı… Mnmnnınnmn… M.Ö. 210 yılında İkinci Kartaca savaşı"
"Birinci savaş neden ikinciden sonra olmuş?"
"Bilmem ki? M.Ö. diyor ya. Onunla ilgili olabilir."
"Belki… Bu insanlar neden savaşıp duruyorlarmış yahu? Ne alıp veremedikleri war birbirleriyle? Baksana karnımız doydu, ne güzel geçinip gidiyoruz"
"He yaa. Valla"
"Sahi ya? Biz hangi yıldayız? Bu savaşlar olalı çok oldu mu acaba"
"Dur bak şu şeyin. Eee. Hah! Saatin içinde yazıyor"
"Kaç yazıyor?"
"2006. Oooo. Bu savaşlar çok eski. Binlerce gün geçmiş üstünden"
"Gün değil yıl"
"Ha. Evet. Yıl. Bir yıl ne kadardı?"
"Eee. Deminden beri ne kadar geçti ki?"
"Az sonra saate bir daha bakalım. Oradan anlarız"
"Tamam. Ben sana hatırlatırım"
"Başka ne kitapları var?"
"Resimlere bakılırsa bu olaylar çok eski. Daha yeni şeyler bulmaya çalışalım"
"Bak, Şurada 20. Yüzyıl diye bir kitap var. Ona bakalım"
"……Mınınmnmnn. Birinci Dünya Savaşının bitmesiyle birlikte…. Hoppalaaa. Yine savaş yaa. Ne bu böyle?... Mınınmnmn… Japon kamikaze uçaklarının Pearl Harbour kentine yaptığı saldırının ardından İkinci Dünya Savaşı'na . Aha! Bak bak . ABD diyor. Amerika Birleşik Devletleri"
"Ne? Yani sen Amerika Birleşik Devletleri'nin mi başkanıymışsın? Woaaaay. Acayip bir şey yaa. Çok şanslısın ahbap"
"Aman Allah'ım"
"Bak yine o şeyi dedin"
"Neyi?"
"Allah"
"Hı evet. Şaşırınca şey ettim"
"Yani şimdi C diye bir şey yok muymuş? Yani benim başkanlığım falan"
"Ee. Galiba yok. Ama senin için bir şeyler yapabilirim. Benim forsum iyi anlaşılan. Mesela Amerika Birleşik Cumhuriyet Devletleri yaparız senin için"
"Sahi yapar mısın?"
"Neden olmasın?"
"Cumhuriyet ne?"
"Bak burada yazıyor. Çin Halk Cumhuriyeti diye"
"Evet. Harita da var"
"Evet yaa. Nasıl oldu da aklımıza gelmedi. Hadi iyi bir harita bulalım"
"Hadi. Hah! Bak şurada var"
"ABD, ABD, ABD mnmnmnm. Hah! Şurası işte"
"Wavvv. Baya da büyük. Nereden baksan İngiltere'nin on katı kadar var"
"İngiltere ne kadar?"
"Bilmem? Öylesine dedim işte"
"Ben sıkıldım. Hadi biraz daha şehri dolaşalım. Diğer insanlara karışalım. Bir başkan olarak insanlarımın sorunlarıyla ilgilenmeliyim"
"Evet. Doğru. Hadi gidelim"
Linda ile Bush sokağa çıkarak halkın arasına karışırlar. Tabii doğal olarak tüm insanlar ortalıkta ruh gibi dolanmaktadır. İki adam görüp yanlarına giderler.
"Günaydın beyler. Ben ABD başkanı George Bush… Arkadaşım da C başkanı Linda. Sorunlarınıza çözüm bulmaya geldik"
Adamlar anlamaz bir edayla birbirlerine bakarlar. Bir tanesi sorar;
"ABD nedir?"
"Amerika Birleşik Devletleri… C de Cumhuriyet demek. Sizler benim halkımsınız. Söyleyin derdinizi derman olalım"
"Biz kimiz? Yani arkadaşım ve ben. Bunu çözebilirseniz seviniriz"
"Eee. Şeyy. Zor bir soru; ama tabii ki her şeyi devletten beklememek lazım değil mi? Başka sorunuz varsa alayım. Yoksa eğer bize müsaade. Vatan bizden hizmet bekler"
Adamlar "Tövbe estağfirullah. Çattık be" dercesine bir hareket yapıp yürümeye başlarlar;
"Yürü ahbap gidelim. Bunlar kafayı yemiş"
George ile Linda öylece kalakalmışlardır. Bir duvarın üstüne otururlar.
"George ya! Herkes bizim durumumuzda"
"Ee?"
"E'si böyle bir yere varamayacağız. Önce insanlara ABD ve C'nin ne olduğunu anlatmak lazım. Bu ise çok zaman alır. Baksana çok kalabalık"
"Doğru. Böyle olmayacak. Başka bir yol bulmalı"
"Bulmalı da nasıl? Ne yapabiliriz yani?"
"Buldum! Hadi yeniden kütüphaneye gidiyoruz!"
"Ne olacak orada?"
"Hadi çabuk ol. Oraya varınca anlatırım"
George ve Linda soluğu kütüphanede alırlar. George arkadaşını kolundan tutup yeniden dünya haritasının başına götürür.
"Tarih kitaplarını hatırla. Birinin en başında 'Tarih tekerrürden ibarettir' yazıyordu. Hep savaşlar vardı kitaplarda. Hadi şimdi gözlerini kapatıp parmağını haritanın üzerine koy"
Linda söyleneni yapar. Parmağı haritanın bir yerine çakılı durumdaki Linda gözlerini açar. İki adam da parmağın işaret ettiği yere bakmaktadır.
"Ne yazıyor?"
"Irak. Evet. Irak yazıyor. Ne olacak şimdi?"
"Ne olacağı var mı aslanım? ABD başkanı olarak Irak'a savaş açıyorum"
"İyi ama neden?"
"Ülkemin ikinci adamı olarak nedenleri bulmak da senin işin. Hadi, hemen dışarı çıkıp bunu insanlara duyuralım. Bu milleti başka türlü kendine getiremeyiz"
"Muhteşem fikir! Tuttum bunu! Çak!"
İkisi de koşarak kütüphaneden çıkarlar. George yüksekçe bir duvarın üstüne çıkar. Linda ise avazı çıktığı kadar bağırır;
"Eeeyyy ahaliiii! Duyduk duymadık demeyin! ABD başkanı Sayın George Bush Irak'a savaş açmıştır! Çünkü Iraklılar şey yapmıştır!"
İki adama da hayretler içinde bakan kalabalıktan biri Linda'nın duyurusundan sonraki kısacık sessizliği bozar;
"Ne?"
"Şey işte…"
BİTTİ…
mi acaba?
Bitti ne demek?...
Faik Murat Müftüler murathodja@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Yeni haftanızda gerçekten güzel fırsatlarla karşılaşacaksınız sevgili koçlar. Sizlere sunulacak olan yeni olanaklardan azami şekilde faydalanabilmeniz için kapılarınızı dış dünyalara ardına kadar açık tutmalısınız. Kendinizle barıştığınız andan itibaren içinizden yükselecek heyecan ve heveslerin eşliğinde sosyal yaşamlarınızın cıvıl cıvıl edişlerini sevinçle göreceksiniz.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Haftanızın şans ve mutluluklarla burcunuza eşlik edeceklerini şimdiden söylemeliyim. Ayrıca perşembe ve cuma günleri duygular dolup dolup taşacak ve kalp atışlarınız bir hayli hızlanacaklar, bunu da bir köşeye yazıverin sevgili boğalar.. Böylesine güzel rahatlıkların getirecekleri rehavetlere kapılarak aşırı harcamalarda bulunmamaya özellikle dikkat etmelisiniz.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Başınıza buyruk hareket etmek alışkanlıklarınızdan sıyrılarak çevrenizdeki değerli insanlarla ortaklaşa girişimlere yönelmenizin artık zamanı geldi ikizler. Tansiyonları bir hayli yüksek bazı günlere rağmen bilhassa esnek davranışlarla kuşanmalı ve yapıcı olmaya özen göstermelisiniz. Ancak bu şekilde yeni haftanızın nimetlerinden faydalanabileceksiniz. Haftanız ekip çalışmalarına oldukça açık unutmayın.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Etrafınızda yeşeren sevgi tohumcuklarına rağmen kendi kendinize inşa ettiğiniz virtüel duvarların esiri olan yengeçlere tek tavsiyem tansiyonları indirmeniz olacaktır... Aşkların gönüllerinizi sarmalayacakları gelecek günlerde kabuklarınızı kırmalısınız. İçinizde biriken sıkıntıları atın ve ağlamanız gerekiyorsa gözyaşlarınıza asla hakim olmayın. Sevgilere mutlaka yer açmalısınız yengeçler...
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Yeni haftanızın rengârenk günlerini ağırlamaya hazırlanırken yıldızların bir takım tavsiyelerini de göz ardı etmemelisiniz sevgili aslanlar. Maddi konularda yoğunlaşacak uğraşlarınız sırasında herşeyin mal mülkle bitmediğini unutmayın oldumu aslanlar. Yaşamın mutlak bir gerçeği olsalarda maddi bağımlılıklara kendimizi kaptırmadan enerjilerimizi dostlarımıza ve sevenlerimize saklamasını bilmeliyiz...
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Ben merkezci düşünce ve davranışlarınızın haftanıza düşürecekleri gölgelerden sıyrılmak istiyorsanız mutlaka diyaloglara önem vermelisiniz sevgili başaklar. Gelecek günlerde sizlere yardımcı olmak isteyenlerin samimiyetlerine inanın ve söyleyeceklerine azıcık kulak verin. Toleranslı ve sabır dolu davranışlarınızın mükâfatlarını çok geçmeden toplayacaksınız. Bekleyen derviş...
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Yeni haftanız içinizden geçen tüm delilikleri doyasıya yaşamanıza öylesine müsait ki teraziler... Şaka değil gerçekten şimdiye kadar ertelediğiniz bir takım heveslerinizi yaşamaya bire bir haftanızın kıymetini siz siz olun da mutlaka bilin. Harekete geçin ve isteklerinizi doyasıya yaşamaktan çekinmeyin. İnce eleyip sıkı dokumalara kalkışırsanız çok yazık olacak, benden söylemesi...
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Formunuzun zirvesindesiniz akrepler. Maddi konularda vuku bulacak bir takım müşkülâtları anında yok etmelisiniz ve edeceksiniz de.. Formunuzun zirvesindesiniz mesele yok. Sabırlarınız sınanacak olsalar bile. Gerçekçilikle ele alınmayı bekleyen kararlar önünüzdeler. Herşeye rağmen sevgiler deryasında yüzeceğiniz haftanızı zindelikle bitireceksiniz sevgili akrepler.
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Yeni haftanıza girerken sizleri çevreleyen elektrikli atmosferlere rağmen sakin ve olumlu davranışların tek akıllı yol olacaklarını bilmelisiniz yaylar. Gelin bu hafta içlerinizi kemiren şüpheleri, güvensizlik duygularını bir çırpıda yok edin. Mümkün değil diyorsanız o halde hiç beklemeden dostlarınıza ve sizleri gönülden sevenlerinize sığının... Melodramaların insanları değilsiniz artık bu kesin...
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Haftanızın altın kelimesini hemen aklınızın bir köşesine yazın sevgili oğlaklar. Disiplin ve yine disiplin... Kimseler size dayanamayacak, ne isteklerinize ne de kararlılıklarınıza. Yeterki her atılımınız disiplinle perçinlensin. İçinizden yükselen ve gittikçe tüm benliğinizi kaplayan hatta üstünüze dalga dalga gelmekte olan değişim rüzgarlarının farkındasınız değilmi... Yaşamınızda ıskaladığınız anların bir anda önünüze gelmelerini normal karşılamalısınız. Kabuk değiştiriyorsunuz ya...
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Çok ama çok bereketli günlerle dolu bir hafta sizleri beklemekte sevgili kovalar. Özellikle para ile ilgili konularda başarılar gündemde olacaklar. Sakın kendinizi gevşek tutmayın tam aksine elinizden geldiğince ideallerinize asılın. Yeni projelere yoğunlaşmaktan kaçınmayın. Uzun vadede yararlarını göreceğiniz ciddiyetlerinizi ve motivasyonlarınızı dağıtmadan adımlarınıza bir adım daha katarak ilerleyin.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Yeni atılımlara yönelmenin gerekliliğini gittikçe hissediyorsunuz değilmi balıklar... Haklısınız çünkü önünüzde bulunan yeni dönem hak ettiğiniz başarıları beraberinde getirmekte. Hayatınız boyunca kazandığınız tecrübelerin ışığında yeni projelerinize yaşam vermelisiniz. El yordamıyla yürüyüşlerin son bulacakları ve nihayet gün ışığında ilerlemeye başlayacağınız güzel dönemlerin eşiğindesiniz sevgili balıklar.
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.287 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Yoksa Bu Aşk mıydı?
Kaybetmek için bulduk.
Açmak için solduk.
Yok olmak için olduk.
Köleydik kulduk.
Bitsin diye sevdik.
Gitsin diye geldik.
Gelsin diye kovduk.
Yaksın diye söndürdük.
Giderken geldik.
Hep bir umut verdik.
Gideni de gelenide yerdik.
Aslında içimizi dışarı serdik.
Vardık diye kandık.
Yola çıktık sandık.
Yarı iken tamdık.
Aslında toptan yalandık.
Yoksa bu aşk mıydı?
Semih BULGUR
Yukarı
|
Sudoku #2
Çözüm: Sudoku #1 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Sizin bir hamster'ınız varsa onun için web sayfası yaparmısınız? Hadi canım demeyin. Tabi ki olur yaparım diyenleriniz de vardır biliyorum. Cevabınız ne olursa olsun http://vivi.exworks.jp/soffy.html kısa yolundaki web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
illusion yada bizdeki okunuşuyla ilüzyon severmisiniz? Ben bayılırım. Bu teknik sayesinde cisimler ya da olaylar olduğundan farklı bir bakış açısıyla size sunularak görüntüyü farklı algılamanız sağlanır. Bazıları buna sihirbazlık bile diyebiliyor! http://www.grand-illusions.com/ kısa yolunda çok hoş örnekler bulacaksınız.
Birbirinden muhteşem resimlerin bulunduğu harika bir web sayfası. Hatta aslında bir fotoğrafçını seyahat günlüğü de diyebilirsiniz. http://www.drewnoakes.com/gallery/index.jsp Aslında bu web sayfasına girdiğimde ilk olarak sağ üst taraftaki leke ilgimi çekmişti. Sanki az önce kahvesini bitirmiş ve ardında bıraktığı lekeye aldırmadan işine devam eden, işkolik bir adamın çalışma masası gibi göründü gözüme. Hele bir de işin içinde kahve de varsa...
Gözünü bilgisayarından ayıramayanlara özel, günlük gazetelere ulaşabileceğiniz bir web sayfası http://www.gazeteler.com/ Açık söylemek gerekirse biraz abartıp ulusal, yerel, konulu demeden tüm gazeteleri listelerine dahil etmişler. Editörü tebrik ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
avast! 4 Antivirus Home Edition [9,84 MB] W9x/2k/XP FREE
http://www.avast.com/eng/download-avast-home.html
Alın size bir tane daha mükemmel bir antivirüs programı. Hem de bedava. Hala bir antivirüs programı edinemediyseniz ya da eski programınızın süresi dolduysa, bunu mutlaka kullanıp deneyin derim. Türkçe olarak yükleyip ömür boyu güncelleyerek kullanabilirsiniz. Benden söylemesi.
Yukarı
|
|
|
|
|
|