|
|
|
21 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Paran kadar fırçala!... |
Merhabalar,
Şu Amerikalılar ilginç adamlar. Buşumu parasını ödeyip fırçaladığın bir site açmışlar, olağanüstü ilgi görüyormuş. Şimdi buna ne demeli bilmem ki... Demokrasi mi demeli yoksa özgürlük mü? FBI ne kadar tahammül eder bilinmez ama bunda da parmakları olduğunu düşünmemek elde değil doğrusu. Hiç olmazsa denetimli ve kontrollü bir fırçalama sitesi. Kredi kartını kullanıp parayı ödüyorsun sonra da giydiriyorsun. Ve tabi fişleniyorsun. İyi numara vallahi. AKP'ye fifti fifti kırışacağımız bir proje icat etsem kabul eder mi dersiniz? Hadi ordan lan, hiç eder mi? (Pardon, pardon klavyemden kaçtı.)
Kulaklarımın durumunu merak eden, hiç tanışmadığım ama Kahve Molası ortak paydasında buluştuğumuz sevgili dostlarıma buradan bir teşekkür etmek istiyorum. Bu vesile ile son durum hakkında bilgi de veririm artık. Efendim 3 hafta önce dehşetli kulak çınlaması şikayetiyle başlayan KBB serüvenimiz 3 haftada tüptü, basınçtı, oksijendi derken epeyce yol aldı ve inanılmaz bir şekilde başladığı yere döndü. Şu anda aynen 3 hafta önce olduğu gibi çınlamalarım ve ben birbirimize tahammül etmeye çalışıyoruz. Gereksiz bir tedaviye ödenen parama mı yansam yoksa gidip doktorla kavga mı etsem kararsızım. Her neyse Allah başka dert vermesin.
Bugün sizlere daha önce Secret Love adlı harika melodisini dinlettiğim Nicos'tan bir diğer güzel şarkıyı çalacağım. Nihavent Oriental ve Nicos. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
DÜNYA! ŞİMDİ SENİN DE HİPERMETROP DÜŞÜNCELERİN…
En eski kalınlıkların bile inceliyor olduğunu görmek tuhaf şey. İnsan öylesine yaşarken bile çok şey öğreniyormuş demek. Yeni bitişlerden başlangıçlar bulma telaşının diğer adına hayat diyorum bu günlerde. Ve “onu unuttum demek bile onu hatırlamaktır” diyen komik bitişler sarmış bütün yansız taraflarımı.
Yazdıklarını kazımamalı insan. Gün gelir her şeyden bıkkın sabahlara uyanırsın. Sıkılırsın kapını çalıyor olanlardan. Sesini duysun istediklerin uzaktır. Çoğuna ulaşamazsın. Ulaşım pratikte hep imkan dahilidir. Ama ben yaşantıma dahil ettiğim hiçbir kimlik için teori denemedim. Öğretilenlerin yalan olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. Yeni yetmeyken okul sıralarında öğrenmiştim zaten ne dmekti ayrımcılık. Sonra büyüdüm. Yalanların katmerleşip kabuk tuttuğuna da şahit oldum. Okulda öğreniyor olunanların tamamı yalan. Hayatıma dahil ettiğim hiçbir kimlikte teori aramadım.
Hangi kıtaya gitmeyi düşünür olsam korkuyorum artık. Babam demişti de inanmamıştım. Ben her gideceğim dediğimde “hala bilmediğin çok şey var! Biraz daha zaman “ diyordu. Nasıl da doğruymuş söyledikleri. Babamın ,ona söylediğim her fikrim için perdemin arkasına gizlediğim sandıklarımı görmesi beni artık eskisi gibi sinirlendirmiyor. Zaman tek başına olmasa bile insanı büyütmeye yetiyor. Yanlış yapıyor olmak en çok büyüklere yakışıyor. Ben bilerek hata yapamayacak kadar toymuşum demek. Babam hatalarının yapıyor olduklarını bilinç çerçevesinde gerçekleştiriyor, bütün diğer babalar gibi…
Zaman denilen uçurtma oyun zevk vermiyor bu sabah. Okuduklarım canımı acıtıyor nicedir. Kapıyı çalıyor olanlar görmek istediklerim değil. Hangi havzaya gitsem bitmez bu depresif sabahlar. Alçak yalanlar değil beni sıkan ,bu bitmeyen oyunlar. Kuralıyla oynamayı bilmiyor oyunları oynayanlar. Kuralsız yaşamayı kahramanlık sayıyor onlar. Hep karşı çıktıklarını anlamamak için diretiyorsan bir anlamın olmalı hayatta. Ama oyunu kuralsız oynayıp, her söyleme karşı çıkanlar, kuraldışı bir çember açısında yaşıyorlar. Beyhude, öylesine, buğulu bir cam gerisinde…
Şimdi ben hangi kıtalar arasına gitsem toplayıp toparlak acılarımı;orayı sevimsiz bulacağım ihtimal. Her sevdiğime bir ölümdü bulaşan. Çok fatiha okudum yumuşak mezar toprağı içinde uyuyana. İçimde her biri ayrı bir acı açtı. Şimdi toplayıp toparlak acılarımı gitsem bir başka kıtaya ;yine fatiha okurum gördüğüm bütün yeni, taze, masum mezar toprağı içinde uyuyana..
Artık ne kadar silsem gözlük camlarımı ,parlak değil gördüklerim. Öyle çok haksızlık var ki bütün kıtaların havaalanlarında ;kireç tuttu görmeye şahit gözlük camlarım. Bütün silinenler temizlenmeye çare değil. Üstelik bazen silsile bir silimse yaratmak istediğin, o zaman hiçbir sildiğin geri dönmeyecek bilirsin…
Valizime toparlak acılarımı toplamaya cesaret edemedim bu akşam. Gitmeye gönülsüzüm onca duyduklarımdan sonra. Ama kalmaya gönülsüz olduğum kadar tahammülsüzüm. Gittiğim bütün kıtalar arası sevimsiz olacak artık . toparlak acılarım bütün başkentlerde sahte duracak. Benim gözlük camlarım silinerek temiz göstermez artık. Tüm yollar yalan, sahte acıyla uzatılmış bir başka kente diye.. uzaklar kadar yakınlar bile bulanık artık. Çekip gitmek değil ki ;hangi derde dermansız çare.. gün gelir bu bulanıklık göstermez olur hiçbir ört bas edildi sanılanı. Ve silmek, temizlenmek için yeterli değil artık. Dünya!hangi kıtaya varsam öyle dolambaçlısın ki artık; ırka gerek yok! Evrensel bir kanıtla hipermetrop şimdi bütün yaşattıkların…
Sarahatun Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Hüseyin Enes Öncel |
Bir Bana İki Sana
hem var hem yok gibi bir şey
bu yanımda olmaların
kaybolmaların
içime umut ve serinlik koymaların
oysa bir adem ve havva sebep gösterilmektedir varoluşumuza
hayatı anlamak ve anlamlı yaşamak belki mümkündür kısıtlı aklımızla
bir de sen gelsen yanıma
beraber çıksak arşa
çakılsak göklerden toprağa
aynı trene binsek ve gitsek uzağa
her uzak yakındır nasılsa
ağlamaz bile gözlerim
sözlerim seni konuşur ağızlarda
dökülen saçlarım gibi dökülmekte takvim yaprakları
minnetim var tanrıya
o yazdı seni bana
ve yaşattı hükmünce sevda yanımda
öpülesi
sevilesi bir çocukluk kaldı yüzümde
soğuk ayaklarım
ve kış gelmiş aklıma
aklım sende kalsın
çünkü sen de varsın hatırımda
güllerle süsleyemesem de yollarını
en güzel gülüşlerimi dağıtırım yüzümden geldiğince
hesap yapmıyorum artık elde ne kaldı diye
ne varsa onu yaşıyorum sessizce
ve hem gülüp hem ağlayabiliyorum gönlümce
hatalar ve cezaları büyük yer tutuyor insan ömründe
ne yazık ve ne güzel ki dönüş yok geriye
her şey yerinde güzel biliyorsun
belki sevdiğinden daha çok seviliyorsun
cevaplarımı sende gördüm sormadan soruları
güzelliklere gebedir belki diye sevdim acıları
büyüttüm acıları
ve büyüdüm acılarla
kocaman bir yürek var yüreğinin tam karşısında
gel damarlarımızı birleştirelim
yürek kardeşi olalım seninle
sorma ne kadar seviyorsun beni diye
gördüm ki
seni iki düşündüysem
kendimi bir kere düşünmüşüm düşününce
H.Enes Öncel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı ADAM OLMAK |
|
Adam, bizde adı çok geçen ama pek az bulunan bir nesnedir. Ne yenilir ne içilir; tatlı dili, derler. Oysa çoğu zaman tersi olur hep. Mülk gibi alınıp satılır adamlar, yoksulluk yüzünden yük olur can gövdeye. Anneler babalar çocuklarının adam olması için çilelere katlanırlar ama ünlü fıkrada olduğu gibi, evlat doktor olur, mühendis olur ama bir türlü adam olamaz nedense.
Adamdan sayılmak, adam yerine konulmak hepimizin hoşuna gider. Sürücüler birdenbire önlerine çıkıveren yayalara kızarlar, "Çiğnendiğine yanmam, seni adamdan sayarlar da benden hesap sorarlar, ona yanarım" diye bağırırlar. Seçmenler dört beş yılda bir olsa da adam yerine konuldukları için çok sevinirler, ne kadar kızarlarsa kızsınlar, politikacılara oy verirler, onları koltuk sahibi ederler.
Bir türküde, âşık, sevdiğine, "Kaçma güzel kaçma, ben adam yemem" diye sesleniyor ama bir tenhada yakalasa onu, karnım tok da demez hani...
O kadar adam canlısıyız ki, hiçbir işimizi adamsız yapamaz, her işin bir adamı olduğuna inanır, adamını bulmaya çalışırız. Herkes her şeyi yapamaz, her işin bir adamı vardır. Olmaz olmaz deme, adamını buldun muydu akan sular bile durur! Birisinin dostumuz ya da çıkar ortağımız olduğunu belirtmek için, "O benim adamımdır" diye övünür, caka satar, adamlık taslarız. "Adamım" sözcüğünü kimi kadınlar kocaları için kullanırlar.
Anneler babalar çocuklarını azarlarken, "Koca adam oldun. Bu yaptığın sana yakışır mı?" derler ama adamlığa yakışmayan işler yapmakta onları bastırırlar. Birisinin iyi bir kişi olduğunu "adam evladı" diyerek belirtiriz. "Adamın yüzüne şöyle bir baktım mıydı, onun nasıl bir adam olduğunu hemen anlarım" diyerek adam sarrafı geçiniriz.
Bizi hayal kırıklığına uğratanlara, "Kalıbına bakıp da adam sanmıştım seni" der, kızdığımız kişilere, "Sen de adamım diye geziyor musun, adamlık nerde sen nerde!" diye sesleniriz. Adam olmayı kolay sanan küçüklere, "Senin adam olman için kırk fırın ekmek yemen lazım" diyerek hadlerini bildiririz. "Adam olacak çocuk ...den bellidir" diye bir söz vardır ama bence geçersizdir, kimin ne olacağı önceden pek belli olmaz. Zaten adamlık anlayışımız başka başkadır. Kimi kaynağı ne olurda olsun, çok para kazanmayı adamlık sayar, böylelerini büyük adam sananlar vardır. Kiminin adamlığı torpille, dayıyla yüksek mevkilere çıkmak, caka satmaktır. Kiminin adamlığı herkese tepeden bakmaktır, kiminin adamlığı ona buna çamur atmaktır. Adamdan sayılmayan küçük adamlar bütün yükü çekerler de gık bile demezler, büyük adamlar gibi hazırdan yemezler, onun bunun sırtından geçinmezler. Asıl adam gibi adam olanlar bunlardır ama ne yazık ki değerleri bilinmez.
Adam var adamcık var yani! Adam tutarken, adam seçerken adamakıllı düşünmeli. Rodin'in "düşünen adam" heykeli ünlüdür. Buradaki adam ne düşünüyor acaba? Sakın, ne olacak bu insanların hali demiş olmasın! Kimi Özde kimi sözde adamdır. Sözde adamı bir şiirimde şöyle dile getirmiştim: "Kişiliği çember: Dönüyor/Merhameti komada: Ölüyor/İlgisi saman alevi: Sönüyor/Ağlayan var şurada: Gülüyor/Çevreyi durmadan kirletiyor/ Adama bak adama/ Yaşıyor(!)"
Bir fıkrayla limana götürelim peynir gemimizi.
Adamın biri Karadenizli dostunun konuğu olmuş. Ev sahibi onu gezdirirken yolları mezarlığa düşmüş. Mezar taşlarının üstünde yazı yerine dikey yatay çizgiler varmış. Adam bunların ne olduğunu merak etmiş. Şöyle demiş bizimki: "Şeref işaretidir bunlar. Şu üç dikey, bir yatay çizgi çok şerefli adamımızı belirtir. Vurdi vurdi vurdi, vuruldi demektir. Yanındaki de şereflidir: Vurmiş vurmiş vurulmiştir. Onun yanındaki de şerefli sayılır; vurmiş vurulmiştir." Adam başka bir mezarın önünden geçerken hiçbir işaret görmez, "Peki bu kim?" diye sorar. Karadenizli yüzünü buruşturur; "Geçelim oni" der. "Ne vurmiş nede vurulmiştir o, eceliyle öldü, adam değildir."
Şaka bir yana, adam gibi ölmesini bilmek de iyidir ama en önemlisi adam gibi yaşamak, adamlığına leke sürdürmemek, ne olursa olsun, adam olmaktan vazgeçmemektir
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Reyhan Yıldırım |
GÖÇ YOLU
Göz kıyılarımdan akıp giden şehri hiç tanımıyordum. Gecenin bir yarısı! Tekin yerler değil. Tüm kepenkler kapalı. Ay, sınırlarını belirlemek istercesine mavi mavi çizmiş şehri. Her kapı, her pencere, her çatı, her baca, ağaçlar, arabalar, yelloz sokak kedileri ve köpeklerin gadidi çıkmış gövdeleri, göz önündeler. Yolda yağ gibi kayıyor araba.
Şehrin varoşlarında denize yakalandım. Kuzey rüzgârlarının koylara yığdığı, ölü saz yığınlarınınkine karışan cılız bir lavanta kokusu sokuldu camlardan içeri. Aysel'i hatırlattı bana. Uyuyordur şimdi ve beni sarmış olmalı kollarıyla.
Belli ki, göçe hazırlanan göçmen kuşların şehirdeki son durağı da, girmekte olduğum bu kasaba. Sol yanımda ince bir çizgi gibi ağardı siluetleri. Dört kişiydiler. Bir virgül, bir nokta, bir ünlem ve bir soru işareti… Yalnız yolculuk etmeyi hiç sevmem. Yavaşlayıp, "Götüreyim mi sizi?", diye sorduğumda nazlanmadılar. Durdurdum arabayı. Yaşlı adam ve küçük çocuk yanıma oturdular. Kadınla adam da arkaya! Oğlan "Düüüt!", dedi, "düt" ün ucuna asılmış küçük bir kıkırdamayla. Bakacak oldum: ayla boyanmış yüzü. Kocaman açılmış gözleri iki meraklı pencere. Yola çıkarken usulca dokundum klaksona. Sevinçle ellerini çırptı. Aynadan gördüğüm çiftin yüzleri ifadesiz. Her biri kendi düşüncelerine gömülmüş! Diken üstünde oturuyorlar, arka koltukta.
- Yolculuk nereye baba? diye sordum, gülümsedi ihtiyar, kafasını salladı aşağı yukarıya.
- Ya, ya….
Kulakları duymuyor galiba. Yılların kamburlaştırdığı sırtına yüklediği, yaşamın sırlarını duyayım isterdim. Bunun yerine o sordu;
- Karın yoktur?
- Var ama evde. Çok uzakta, taa İstanbul'da! Ben iş nedeniyle yollardayım.
- Ya, ya… Ay'dan nur yağıyor ovaya. Pek güzel. Teşekkür ettik size, bizi aldınız.
- Başım üstüne baba.
Adamın duymadığına emin oldum. Arkadakilerin de lafa giresi yok. Ben ne konuşayım başka. Motor sesi, ninni gibi geliyor insana. Son evler de geride kaldı. Hakikaten pek güzel; bu gece ay, ovanın her köşesine değiyor adeta. Öyle ki, üşenmiyor, tarlaların sınır çizgilerini bile sırma gibi parlatıyor mavi karanlıkta. Yakomozlanıyor yüreğim, ne var ne yoksa içimde su yüzüne çıkmaya durmuş! İyisi mi konuşalım. Aynadan baktım genç olan adama. " Tam nereye yolculuk?"
- Gürüldere'ye beyim.
- Ziyaretten mi?
- Mevsimlik işçiyiz. Köyümüze döneriz.
- Tarla işi ha?
- Meyve topluyoruz babamla, ailem de lavanta tarlalarında.
- Nasıl? Burada lavanta tarlaları mı var?
- Var ya, şu sağdaki tepelerin ardı silme lavanta… Zamanı gelince yurt dışına yollanıyorlar tırlarla.
- Hımm…
Ayselin kollarına, bağrına süzülen koku doldu yine burnuma. Burnum sızladı, kaşındı gözlerim. Şaşılacak şey! Bir koca bağ toplayıp götürseydim karıma ya…
Konuşmadık sonra. Kendine kapanan evler gibi çekildiler içlerindeki öykülere. Gün ağarırken Gürüldere tabelasını görüp uyandırdım onları. Güzel oğlan "Düüt!" dedi. "Yine bindirirdim seni, burada olsaydım." Dedim. Güldü, saçları parladı güz ışıltısıyla. İki büklüm indi yaşlı adam, çocuk, genç adam ve en son da kadın. Tam yola çıkacağım ki, kadın; "Ağabey", diye ünledi camdan içeri. Ben ve yoksulluğun arasına girmiş, meşin yüzü, ceylan gözleriyle ta içime bakıyor.
- "Al bunu, ablam için."
Şalvarın üstüne dökülen katlardan sıyırdığı bir torba lavanta. Ben dönene kadar kurumuş olacağı bes belli. Teşekkür ettim sahici bir sevinçle. Onlar gide dursun, ben kalabalıklaştım. İçimde ılık ılık akan bir şeyler var. Bir elim direksiyonda, diğeri ile lavantayı burnuma yapıştırdım.
- "Az kaldı" dedim Aysel'e. "Çok sürmez, koynundayım. "
Reyhan Yıldırım
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç DOĞANIN GİZEMİ |
|
Doğayla ilgili olarak Türkçe Sözlükte şu ifadelere yer veriliyor: “İnsan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç, canlı ve cansız maddelerden oluşan varlığın hepsi, tabiat…Bir kimsenin eğilimlerinin, içgüdülerinin hepsi, huy…İnsan eliyle büyük değişikliğe uğramamış, doğal güzelliklerini koruyan çevre…Evrende meydana gelen olayları denetiminde, egemenliğinde tuttuğuna inanılan soyut güç…”
Bunlar doğanın sözlüklere yansımalarından birkaçı…Her biri doğayı farklı yönden ele alıp dikkatimize sunuyor. Doğanın gizemini farklı cephelerde nazar-i dikkatimize sunuyor bu ifadeler….
Allah’ın bize verdiği en büyük nimetlerin başında gelir doğa… Bazıları inanç yokluğundan dolayı doğayı “yaratan” olarak nitelendirir. Oysa doğa da diğer mahlukat gibi yaratılan bir varlıktır. Bütün yaratılanların üstünde bir güç olan Rabbimiz, doğayı yaratarak biz insanların istifadesine sunmuştur.
Doğayı yeni bir yaratıcı olarak görüp Allah’ın yerine koymak elbette şirktir; kâinatın mimarı olan Rabbimize ortak koşmaktır.
Doğa, insanlığın ortak kullanım alanıdır, daha doğrusu evidir. Onun için tabiatı kendi evimizden daha çok sevmeli, korumalı ve de sahiplenmeliyiz.
Ona sahip çıktıkça geleceğe dönük umutlarımız yeşerecektir. Aksi hâlde düşlerimiz harap olacaktır.
Doğanın doğallığı esastır. Fakat gelinen noktada görülüyor ki doğayı doğallığına, tabiî akışına bırakmamışız. Ona sürekli müdâhâle etmişiz. Doğa kendini yeniledikçe biz insanlar hoyrat ellerimizle filizlenen ve yeşeren dallarını kırıp onu tarumar etmişiz. Dengesi sarsılan tabiî çevre tehlike sinyalleri verse de bunu görecek basiret sahibi gözlerden mahrumuz. Bakar körlere dönüşmüşüz adeta.
İnsanoğlunun gözü doymaz. Onun için doğayı tükenmez bir hazine sanır. Oysa her şey sınırlıdır. Mevcut kaynakları yerinde ve iktisatlı kullanmazsak ilerde büyük sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Bunun sinyallerini almaya başladık bile. Fakat hâlâ kör numarası yapıyoruz.
Sanırım dünya dünya olalı tabiata hıyanet eden böyle zalim bir nesil görmedi. İçinde yaşadığımız dünyanın mevcut kaynaklarını ve güzelliklerini sınırsız bir tamahkârlıkla iç ediyoruz.
Doğa, taş ve betonun hıyanetine maruz kaldı. Doğaya ihanet eden bugünkü nesil çok katlı binalarla göğe merdiven dayayarak topraktan uzaklaştı.
Topraktan uzaklaştıkça öfkesi, stresi ve omzundaki yükü ağırlaştı. Çünkü insanın hammaddesi topraktır. Balçıktan yaratılmışız. Toprak bizim anamızdır. Ölürken de onunla kucaklaşırız. Hayat belirtisi kalmayan bedenimizi topraktan başka hangi varlık kabul eder ki?...
Doğa çiçeğiyle, böceğiyle, kurduyla, kuşuyla bir bütündür. Bu bütünü meydana getiren unsurların doğal dengesini sarstığınızda başınıza gelecek felâketleri tahmin edebilirsiniz. Çünkü geçmişimiz bunun acı örnekleriyle doludur.
Bir zamanlar yemyeşil görüntüleriyle gözlerimizi kamaştıran, gül bahçeleriyle hayat bulduğumuz şehirlerde bugün toprak karası görmekte zorlanıyoruz. Varsa yoksa beton… Sanki dört duvar arasına hapsedilmiş çağdaş mahkûmlar gibiyiz. Ellerimize bu kelepçeleri başkaları bağlamadı. Kendimiz taktık esaret zincirlerini kollarımıza… Belirsizliğe ve ötesi görünmeyen uçurumlara sürdük hayalimizdeki süvarileri.
Pek çok bitkinin ve hayvanın nesli tükendi bugün… Dünyanın en nadir kuşlarından “sürmeli kızkuşu”nu bulabilmek için neler vermeyiz şimdi? Oysa ceddimiz kuşlar için dernek ve vakıflar bile kurmuştu. Kuşların korunması, beslenmesi ve barınması için kuş evleri yaygın bir şekilde şehirlerimizi süslemekteydi.
Günümüzde kanalizasyonları denizlere akıttık yüzümüz kızarmadan. Bunu yapan biz değilmişiz gibi balığı esirgeyen denizlere lânet yağdırdık ar damarımız patlamışçasına. Savaş açtık yarınlarımıza… Bindiğimiz dalı kesmekten çekinmedik. Kim bilir belki basiretimiz bağlandı. Çünkü bunların sağlıklı bir kafayla yapılması akıl kârı olmasa gerek.
Oysa ne güzeldir tabiatla dostça, kardeşçe, kucak kucağa yaşamak. En büyük yorgunluklarımızı bertaraf eden, sevgilinin elinden alınan bir demet kır çiçeğini hiçbir şeyle değişmeyiz. Gök kubbenin altında hemcinslerimizle uyum içinde yaşamak varken hoyrat ellerimizle yaşamımızı ve yaşam alanımızı riske atmak neden? Hangi lamba yıldızların ve ayın doğal ışığını verebilir size?
Yağmur damlaları altında paklanan ruhunuzu ve bedeninizi hangi hamamda arındırabilirsiniz?
Siz hiç güneş görmeyen çehrelerin sancısını bilir misiniz? Ya dudakları susuzluktan çatlayan, suya hasret yüreklerin körüklenen ateşini? Hanginiz tabiat kadar cesur olabilirsiniz dış etkenlere karşı? Taşıyabilir misiniz milyarlarca insanın ağır yükünü? Tahammül edebilir misiniz onca kirli ayağın üzerinizde pervasızca dolaşmasına?
Tabiat sabrın acı meyvelerini sunar insanlığa… Hepsi acı olsa da ab-ı hayat misali diriltir ruhumuzu. Bir söğüt ağacının gölgesinde diner çağlayan acılarımız…Bir servinin sayebanında dinlenir yorgun bedenimiz. Dalar gideriz asırlık uykulara.
Dereler yoldaşımız olur en ateşli sara nöbetlerimizde. Suyu kan olarak algıladığımız hararetli dar vakitlerde imdadımıza yetişir akan suların yumuşak esintisi… Ve en sonunda yine tabiata sığınırız bir daha geri dönmemek üzere… Uzanır soğuk bedenimiz boylu boyunca, yüzükoyun… Isıtır bizi toprak bir anne şefkatiyle…Utanırız doğaya verdiğimiz bunca eziyetten… Fakat dönülmez bir yolculuktur çıktığımız. Özür dileyecek fırsat ve zaman bulamayız bir daha… Öylece kalakalırız pişmanlıklarımızla ebediyete kadar….
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Çekip gitmek gerek arasıra..
Kimseye haber vermeden, telefonunu yanına almadan, içinde bir şort, iki tişört, bir sandalet olan küçük bir çantayla. Kredi kartlarını da almamak lazım çok para da. Kredi kartı bana şehri hatırlatıyor çünkü. Arabana binip gideceksin buralardan. Kafana estiği gibi yol alacaksın. İstediğin yerde durup çeşmeden su içeceksin, istediğin yerde sağa çekip ufku seyredeceksin. Sonra karnın acıkacak. Duracaksın bir yol üstü kahvesinde. Otlu gözleme, tereyağında çift sarılı yumurta yiyeceksin. Ama öyle teflon filan değil eski usul bakır ya da aluminyum tavada pişmiş olanından, şöyle ekmeğini bulaya bulaya tavanın dibini sıyıra sıyıra yiyeceksin yumurtanı. Yanında da en tavşan kanından çay hem de su bardağında. Sıcacık köy ekmeği gelecek masaya taş fırından yeni çıkmış, kabuğu kalın çıtır çıtır. Süreceksin sapsarı taze köy tereyağını, aman diyeceksin bu haftasonu kolesterol de tatile çıktı. Eski kaşar, mis gibi taze kaymak. Hepsinden yiyeceksin. Üzerine de içeceksin bir keyif çayı ince belli bardakla. Tam olacak keyfin. Uzatıp ayaklarını bakacaksın yemyeşil otlara, ağaçlara, sinekleri kovalayan karabaşa. Hayat bu diyeceksin başka birşey düşünmeden. Hatta düşünmeden. Yaşayacaksın o güzel 2 günü.
Didem Yönel
<#><#><#><#><#><#><#>
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.287 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Anlayamazsın...
Anlayamazsın
Yağmur damlalarındaki anlamı
Farklı dünyalarda farklı lisanlar konuşulur
Senin dünyanda yağmur bir başka konuşur
Burada bir başka...
Seni anlattığımda ona ağlamalarımla
Siler gözyaşlarımı dokunurcasına
Gecenin sessizliğinde en güzel şarkılarını söyler bana
Karşımda resmin,
Kadehimdeki seni çekerim içime
Sensiz yağan bu yağmurlarda....
Kalbimi sızlatır,
Dermansızlığım kazınır hep aklıma,
Kah isyan eder kah yalvarırım,
Sensiz yağan bu yağmurlarda
Anlayamazsın...
Senin dünyanda yağmur bir başka konuşur,
Burada bir başka....
Özlem Gökdem
Yukarı
|
Sudoku #3
Çözüm: Sudoku #2 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Havalar yavaş yavaş ısınmaya, kanı kaynayanların adrenalin miktarı artmaya başladı. Büyüklerimizin söylediği gibi Mart önceden sıcakları gösterip, ince ve dikkatsiz giyinenleri çarpmaya ve hasta etmeye başlayacak. Önleminizi alsanız bile soğuk algınlığı ve kırıklıkla başı belada olanlara http://www.gecmisolsun.net/ kısayolunu tavsiye ediyor, geçmiş olsun diyorum.
Madem açık havada dolaşmak soğuk algınlığı açısından bu kadar riskli, öyleyse biz de biraz kültr yapalım diyenlere öncelikle tiyatroları tavsiye ediyoruz. Sanatçının emeğini, canlı performans kıvamında, hem de hissederek seyredebileceğiniz sayılı yerlerdendir tiyatro. http://www.sehirtiyatrolari.com kısayolundan İstanbul Şehir tiyatrolarının oyun ve sahne bilgilerine ulaşabilirsiniz.
Diyelim ki İstanbul dışındasınız veya farklı tiyatro alternatifleri arıyorsunuz. Öyleyse size Devlet tiyatrolarının hem oyunları takip edebileceğiniz, hem de online bilet alabileceğiniz http://www.devtiyatro.gov.tr web sayfasını tavsiye ediyorum.
Tabi ki bir de tiyatro meraklılarının arşivlerinde bulunması gereken bir web sayfası http://www.tiyatrokeyfi.com Popüler oyun tiradlarını bulacağınız tiradlar kısmını meraklılarına tavsiye ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
avast! 4 Antivirus Home Edition [9,84 MB] W9x/2k/XP FREE
http://www.avast.com/eng/download-avast-home.html
Alın size bir tane daha mükemmel bir antivirüs programı. Hem de bedava. Hala bir antivirüs programı edinemediyseniz ya da eski programınızın süresi dolduysa, bunu mutlaka kullanıp deneyin derim. Türkçe olarak yükleyip ömür boyu güncelleyerek kullanabilirsiniz. Benden söylemesi.
Yukarı
|
|
|
|
|
|