|
|
|
28 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Süreç bal gibi sürüyor!.. |
Merhabalar,
Resmi bulabilseydim şurada tek bir laf etmeme bile gerek yoktu. Bir saattir arıyorum bir türlü bulamadım mendebur fotoğrafı. Birand'ın günün fotoğrafı diyerek ekranda 15 saniye tuttuğu kadarıyla aklımda ama. Bir sarı lokomotifin kapısında cüppeli sarıklı çember sakallı bir makinist. Belki görmüşsünüzdür. Ya da siz bu satırları okurken bir gazete yayınlamıştır umarım. Devletin demir yollarında çalışan bir görevli ve yasalar, rüzüklere, iç hizmet kanununa uygun kıyafeti(!?). Biz türbanla, karikatürle uğraşalım atı alan Üsküdar'ı geçmiş, Beylerbeyi'ne dayanmış. 28 Şubat sürecinin başlangıcının yıldönümünde pek hoş bir fotoğraf doğrusu. 28 Şubat'ın faili zat-ı muhterem aldığı hapis cezasını evde çeksin diye binbir fırıldak çevriliyorken de epeyce anlamlı. Ajansların bildirdiğine göre TCDD soruşturma başlatmış. Herif kaç zamandır öyle işe geliyor acaba da, amirleri ancak farkına varmışlar. Adam kendini de savunmuş. "Mesai bitip eve gitmiştim. Acil bir iş için geri çağırdılar, ev kıyafetiyle gitmek zorunda kaldım." Adam makinist yahu, bu nasıl bir acil iştir. Lokomotifi yanlış bir yere park etmiştir de çeksin diye mi çağırmışlardır? Ha bu arada eve dönmesiyle işe alele acele gelmesi arasında uzayan koca çamber sakalını hiç saymıyorum bile. Yahu biz daha dün anaokulu müdürü işe gelirken türban takar mı takmaz mı diye tartışmıyor muyduk? Peki bu ne? Ve sizce acaba bu adam türünün tek örneği mi?
( Not: Söz konusu fotoğraf daha sonra bulunarak yazıya iliştirilmiştir. )
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
BABA BİR MASAL ANLAT BANA…
Ben yine telaşsız yaşayayım. Baharlarım acısız dursun tomurcuğa. Beraber Pazar alış verişlerinde elmalar beğenelim. Ve sen hiç ihmal etme bir poşet beyaz leblebimi..
Artık büyümeyeyim! Hiç değilse şimdi dursun zaman. Saçlarındaki beyazlıklar da böyle kalsın. Gözlerindeki hüzün perdesi grileşiyor her gün…
Hadi baba, ben yine o Ankara kışındaki kızın olacağım bu akşam. Sen cebindeki bozuk paraları ellerime tutuştur. Cuma akşamları gözlerine bakıp; “ lütfen baba, bu akşam dokuzda gitmeyeyim yatağa” diyeyim.
Altıncı yaş günümdeki o yeşil bebeği almadım say ve kocaman paketle yeniden zıplat yüreğimi.
Artık istemiyorum büyümeyi… hiç değilse şimdi dursun zaman. Ben büyüdükçe masallar yalanlaşıyor. Her masal, kendi yaşadıklarımızın içinden çıktıkça; geriye sadece acı kalıyor baba!hadi, sen bir masal anlat bu gece. Say ki hiç olmadı acılarımız. Ben büyümedim. Hala sağ dizinde uyuklayan kabarık saçlı kızınım… ve kumbaramdaki hüzünlere sevinç eklemek istiyorum bu akşam.
Büyük istekler, küçük mutlulukları alıyor görüş fikrimizin perdesiz penceresinden. Masallara vakit kalmıyor;çünkü artık hayatın kahramanı oluveriyoruz hiç farkında değilken… ama ben hala, yıllar sonra biraz yoksul çocukluğumu özlüyorum. Kardeşim doğduktan sonra eve gelen o sihirli ama vakur telaşı.. daha bir çocukken; kucaklarınızdan inip, abla oluverdiğim o eşsiz zamanları. Ağaçkakan kuşunun o güzel gülüşünü taklit etmeyi. Lambada eteğimi… yap bozlarımı.
Tezgaha boyum varmazken inatla sandalyeye çıkıp; büyük bir gururla yıkadığımı sandığım bulaşıkları. Ve annemin bana hissettirmeden;onları yeniden yıkadığı eylül Ankara ikindileri….
Kaf dağı çok mu uzak şimdi baba? Zümrüdü Anka kuşunu neden dönemez uzaklara uçurduk. Rapunzelin saçları hala . değil mi uzun ve üç salatalık güzeli , pinokyo, peter neden burada değiller artık baba??
Şimdi törensiz, farkında olmadan tuğla gibi kitaplar almış boya kitaplarımın incecik ama dolu karelerinin acemice boyanmış raf düzensizliğini. Bu gün masamın çekmecesine takıldı gözüm ne zaman kaldırdım keçeli kalemlerimin boyası akmış gazete kupürlerini ; inan hiç hatırlamıyorum baba!
Büyümek, o çılgın şarkılar eşliğinde eteklerimi havalandırmayı, boya kalemlerimi, senin gülen gözlerini aldı avuçlarımdan. Geriye, kocaman evin büyük metre karesinde kendini çok çalışmaya adamış bir büyük, kocaman kız; yaşlanmış saçlarına kırlar düşeli nice olmuş bir yorgun adam getirdi. Şimdi aynı evde birbirlerine ayıracak kocaman vakitleri yok baba kızın… günaydın, iyi çalışmalar, kahve içer miydin, ve çok nadiren birbirlerine ayırabildikleri iki üç küçük saatsiz zamanlar geriye kalan….
Bu gece sen bana bir masal anlat kır saçlı adam! Sanma ki şimdi bitirdiğim onca kalın kitap özletmiyor, komik buluyor senin uydurduklarını.
Hadi, dursun şimdi zaman! Gel de kumbaramı açalım artık. İçinde onca birikmiş çocukluk özlemine inat; senin astar cebinde belki kalmış olan sevinçlerden atalım baba. Say ki ben hiç büyümedim. Sen yaşlanmadın. Anka kuşunu, kaf dağını, heydinin çoban arkadaşını çok özledim ben baba! Hadi , hadi bir masal anlat bana…
Sarahatun Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
ÜTÜ
Ay şekerim, sorma başıma gelenleri. Benim bir arkadaşımın oğlu bir ütü işine girmiş. Hani şu eve gelip tanıtım yaparlar, sana istemediğin ve ihtiyacın olmayan şeyleri aslında ne çok istediğini ve ne çok ihtiyacın olduğunu, ve hatta artık onsuz bir saniye bile yaşayamayacağını anlatırlar ya, işte öyle bir iş. Arkadaş da, senden iyi olmasın, sevdiğim bir arkadaş, haliyle kıramadım, çocuğun gelip tanıtım yapmasına izin verdim. Başkası olsa hayatta evime adım atamazdı ya neyse... Çocuk geldi pazar günü. Aman yok canım ne gelmesi, biz beyefendiyi 'allasen bize tanıtım yap' diye evinden aldık. Evine gittiğimizde de bizi donla karşıladı 'ben hemen geliyorum' dedi, nerdeyse bir saat bekledik. Neyse seninki iki dirhem bir çekirdek geldi. Aklanmış, paklanmış, kokular sürünmüş falan, 'iyi' dedik 'bari saygılı bi çocuk, gerçi bizi donla karşıladı ama neyse'.
Gittik bize, 'yok kola isterim, yok çay isterim, yok karnım aç, ısrar edin yemek yiyecem, bu evde sigara içiliyor mu, içilmiyorsa giderim bak' falan burnumuzdan getirdi, şekerim bizim ananelerimizde eve gelene, satıcı da olsa, misafirperverlikte kusur edilmez. Ay ben bir yandan Ahmet bir yandan, çocuğun etrafında fır dönüyoruz. O da Ramses gibi oturmuş 'onu getirin, bunu götürün, şu kutuyu açın, ütüyü çıkarın, sizin ütü tahtanız yok mu, getirin, kurun, oradaki düğmeye bas bak şu yeşil olana, o değil, O DEĞİL KÖREŞ, öbür düğme, hah işte o salak, ananas suyu yok mu? kültablası nerde, şu ufaklığı da alın burdan gözüm görmesin, dikkatimi dağıtıyor' falan.
Neyse, anlatmaya başladı, ay ütü ütü diye bir kafamızı ütülediyse de, yok cilt bakımı, yok kuru temizleme, yok toz alma, yok zart, yok zurt diye, biz birden aslında hep bu günü beklediğimizi, hayatımızın ütüsüyle karşı karşıya olduumuzu, bunu asla kaçırmamamız gerektiğini anlayıverdik. Hatta bu ütünün boş zamanlarında psikolojik danışmanlık hizmeti verdiği bile rivayet ediliyormuş. Hatta bekarlar için yerine göre şişme kadın, yerine göre vibratörlük hizmeti bile veriyomuş. Hatta wap özelliği ile internete bağlandınmı taaa Amerikadaki adamın ütülerini bile yapabiliyormuşsun. Hatta ve hatta, benim bir arkadaşım, kullandığı ütü bir senelik olduğu ve evde bir tane de hiç kullanılmamış fıstık gibi bir ütüsü olduğu halde bundan almamış mı? Ay şaştım kaldım, yani salak mı diyeyim ne diyeyim bilemedim. Gerçi ütüyü görünce hak vermedim değil ama... Yani buna ütü falan denmez, bu...bu... bu bir melek, Allahın bir lütfu (Zaten kendisine de 'ütü' denmesine biraz içerliyormuş, onun için nüfüs cüzdanına 'Rıfkı Bayram' yazdıracağız).
Böyle bir fırsatın ayağımıza gelmiş olmasından dolayı ne kadar şanslı olduğumuza inanamayarak hemen anlaşmalar yapıldı, imzalar atıldı, gerçi Ahmet biraz diken diken görünüyordu ama anlamadım neden? 6 ay vadeyle ütüyü aldım şekerim. Ayda 65 ABD doları. Hazret gitti gecenin üçünde. Belki de iki falandı. 11:30 da olabilir. Zaten baktık gitmiyor, alalım da kurtulalım, yoksa sabahı edeceğiz diye düşündük. Bir ara 'acaba eve bırakmamızı ister mi' diye düşündüm, tansiyonum falan fırladı, bayılacak gibi oldum ama neyse Allahtan istemedi.
Bak bu gün perşembe, devlet yatılı okullarının çamaşır işine talip oldum, hergün 12 kazan çamaşır yıkıyorum ütüleyeceğim diye, ama bil bakalım ne? Henüz ütüm gelmedi. Düşünebiliyor musun, bir de bana 'yarın, en geç öbürgün elinizde olur' dedi. Yok teyzesi onlara mı geliyormuş, onlara mı vereceklermiş de o getirecekmiş, yoksa bir damat komşuları mı varmış, ay bunlardan bana ne ayol? Benim de halam, dayım, amcam var ama görgüsüzlük edip orda burda olur olmaz lafını etmiyorum değil mi? Üstelik bunların benim ütümle (henüz göremediğim, kokusunu içime çekemediğim, doyasıya sarılıp bağrıma basamadığım) ilgisi ne? Annesi de, senden iyi olmasın, çok iyidir. Bana her sabah oğlanın notlarını gösteriyor, yok ütüye gidermiş, yok yazıkmış, günahmış bilmem ne? Bir şey de anlamadım ya, anlamış gibi yapıp güldüm. Hani bu kızı da severim, iyi kız hoş kız da, koca ütü kutusunu görsün diye oğlu not yazıyor düşünsene, gerçi bunun da benimle alakasını anlamadım ama kız benimle alakası varmış gibi konuşuyordu. Ben de salak gibi notları okuyup 'kah kah' diye güldüm. Biraz da benden özür dilermiş gibi bir hali vardı, bunu da hiç anlamadım ama bu tip durumlarda her zaman söylenen lafları sıraladım 'aman canım, bişi olmaz, üzülme bu kadar, n'olacak, hiç mühim değil' dedim ama neye üzülmeyecek, ne oldu, mühim olmayan ne, merak etmedim değil.
Bak şimdi laf nerden nereye geldi, benim ütümün gelmediğinden bahsederken alakasız bir şekilde arkadaşımın oğlunun notlarına geldik. Şu ütüm bir an önce gelse de ütülerimi yapsam. Hayır yani okuldan da ikide birde arıyorlar, çocuklar çarşafsız yataklarda yatıyormuş, donsuz geziyormuş falan, ama n'apacaksın, bekliyoruz işte...
Banu Bayram
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı KAHVENİZ KONUŞUYOR |
|
Ben bir mahalle kahvesiyim. Kahve deyip geçmeyin, soğuk sular içmeyin. Erkeklerin toplanma yerleridir kahveler. İşlisi işsizi, yaşlısı genci, evlisi bekârı orada buluşurlar. Konuşur oyun oynar, gazete okur, streslerinden kurtulurlar. Eskiden daha çok işlevim vardı. Sazlar çalınır, diş çekilir, traş olunurdu. Şimdiki gibi hazırcı değildi kahveciler, kolalar, renkli gazozlar değil , koruk, nar şerbetleri, limonatalar, ayranlar sunarlardı. Neyse, lafı fazla uzatmayayım da başımdan geçenleri anlatayım sizlere.
Eskiden şimdiki gibi motorlu taşıtlar pek yoktu. Her iş atla, eşekle görülürdü. Eşek yoksul kişilerin eli ayağı gibiydi. Köylü kadınlardan biri önüme geldi, içerdekilere bakmaya başladı. Birini arıyordu belli ki. Atçalı Asım amca kadını görünce ayağa kalktı. "Bu kadın bizim oralıdır. Bakayım ne istiyor" dedi, kadının yanına gitti, ne istediğini sordu. Kadın onu aradığını söyledi: "Ben sene eşek demeye geldim" dedi. Amcamız onun eşeğini istediğini anladı ama anlamamazlıktan geldi.
"Bu koca kahvede benden başka eşek diyecek kimseyi bulamadın mı sordu.
Kadın boynunu büktü:
"Ne yapayım yavrum, dedi. Tanıdığım sen varsın. Sene eşek demeyecem de kime diyecem?"
Radyoda bir şarkı başladı, hem de kahveli bir şarkı:
"Bir fincan kahve olsam kırk yıl hatırım vardı/Ömrümü sana verdi, dönüp baksan ne vardı!"
Derken fincanlı bir türkü çıktı ortaya:
"Fincanı taştan oyarlar/İçine bade koyarlar/Sem bize gelme duyarlar. . . "
Bir müşteri espri yaptı:
"Bu türkünün son kısmı yanlış, dedi. Gözünü açmazsan kabak gibi oyarlar, olacak!"
Bir İstanbul türküsü meydan aldı:
"Kadifeden kesesi/Kahveden gelir sesi/Oturmuş kumar oynar/Ciğerimin köşesi!"
Fincan denince aklıma geldi. Eskiden fincan oyunu oynarmış kızlar. Fincanları kapatırlar, birinin altına yüzük koyarlarmış. Yüzüğü kim bulursa nişanlanıp evleneceğine yorarlarmış. . .
Fincanlı bir maniye geldi sıra:
"Fincan fincan içinde/Hepsi başka biçimde/Ben yarimi tanırım/Yüz bin atlı içinde!"
Tam bu sırada bir kahve fincanının kulpu kırılmaz mı!Kahveci çöpe atacaktı ama bir müşteri. "Atma da Ankara'ya yolla. Orada politikacılar bir kulp takarlat" diye dalga geçti.
Yaa işte böyle. Daha söyleyeceklerim çok ama başınızı ağrıtmayayım. Onları gelecek yazıya ayırayım.
Ben bir kahveyim. İçi köpüklü cezveyim. İnsanların bende dertlerini unutmalarını, yeşermelerini, çiçek açmalarını isterim. Teselli ederim, unuttururum kötülükleri, çirkinlikleri.
İki şekerli bir sade/Hadi bana müsaade
Geçsin bütün ömrünüz/Kaygılardan azade!
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
BAŞAK SAÇLI KIZ
Rachel Corrie'nin anısına…
Kızıldı yüzün ve bir demet barış vardı ellerinde
ki hangi tanrı kabul edecekti
kendi ölümünü biçen gözlerindeki umudu?
Ahh! Başak saçlı kız.
Seninde mi ruhunda ölü çocuklar gezdi,
uykularını mı böldü sakat çocuklar,
yıkılan evlerin uğultusu mu çağırdı seni?
Ahh! Rachel,
beş çayında
kek,
post modern yataklarda
çığlık çığlığa sevişiyor
pantomimle.
.
Sende seviştin,
seviştin ölümle
ve
bekâretini
akıttın
oluk oluk
Gazze toprağına.
Gayrı çolak bir cesarettir umut.
Tut ellerinden ölü çocukların
ve sende gezin ruhumda
gezin ki
sol eli sağlam kalmış yalnızlığım
senin yüreğini kuşansın;
puşt aşklara yazılmış insanlığa inat.
Ömer Davultaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Gözümü alamadım göze aldım…
İnsanlar bazen mutluluklarını için bazı şeyleri riske edebilmeli. Risk değişik bir kavram tanımlanması zor bir kelime….
Bir gün üniversitede derse giren bir profesör final sınavında “risk nedir?” diye sormuş. Sınavdaki tüm öğrenciler bu soru karşısında şaşırmış bir çoğu cevap verememiş. Bir öğrenci kağıda kocaman harflerle “risk budur” yazmış ve kağıdı vermiş. Yani koca sınav kağıdında sadece “risk budur” yazıyormuş. Ve öğrenci verdiği bu riskli cevapla dersten tam not alarak geçmiş…
İşte risk bu olsa gerek…
Bazen insan bazı şeyleri riske edebilmeli. Daha mutlu bir hayat ümidi varsa, daha farklı bir yaşam bir adım ötesinde soyunarak gelip kendisiyle sevişmeni bekliyorsa sende bir takım şeyleri riske etmelisin. Bulunduğun şartları kaybetme uğruna da olsa bazı riskleri göze alabilmesin…
Elde ettiğin şeylerin arkasına sığınarak bir ömür boyu basmakalıp bir hayat yaşarsan mutlulukta bekleme…
İnsan bazı şeylerden gözünü alamayınca göze almalı…
Ben şimdi hiç bilinmedik bir yola, kimsenin bilmediği yalnızlıklarla çıkıyorum…
Koynumda birikmiş bir umut yumağı…
Riske ediyorum tüm hayatımı…
Sevdiklerimi,gözlerimi,yaşantımı,bir sonraki baharımı,ömrümün geriye kalanını,riskimi riske ediyorum. Gözümüzü alamadığımıza göre şimdi göze almalıyız…
Belki birbirimize dokunursak yanarsız…
Belki de dokunduğumuz anda havaya yükselecek bir ışık ertesinde aydınlık bir yaşam süreriz. Ama dedim ya riske edilmeli bazı şeyler gözünü alamıyorsan göze almasın…
İnsanın yaşantısı boyunca birkaç kerede olsa bu türlü durumlar karşısına çıkar…
Bir bocalama evresi içerisinde geçen günler ardında yapılması gereken iki şey vardır ya hazır olan düzen ile devam etmek ya da hazır olanları riske edip bir başka yaşam için bazı şeyleri göze almak
Şimdi biz bir çok şeyi göze alarak çıkıyoruz yola… belki yolda kalmak pahasına…
İçimizde biriken umutları saymasak ve gözlüklü hayran bakışlarımızı, hiç bir şeyimiz yok.
Belki de hiç duyulmamış bir kıtayı keşfetmeye çıkıyoruz. Gözükenlere değil gözükmeyenlere bakmaya gidiyoruz. Yasaklanan elmalardan yemeye,kim bilir belki sevaba girmeye…
İnsanlar yaşam içerisinde mutsuz eden en önemli sebeplerden birisidir “ne gözünü alabilir ne göze alabilir”
Gelecekte hayran gözlü gözlüklü çocuklar olarak koşacağız uçsuz bucaksız çayırlara…
Gözlerinin içinde kalmış bir aşk enstantanesi…
Görülmemiş bir dünya yaratılması için yaratana dualarımız her gece seherinde…
Gelip geçici kalıcılıklar sarmalamasın benliğinizi,siz sever adımlarla koşun ekvatora doğru.
Kullandığınız saatleri mutluluğa kurun ve daha büyük mutluluklar için o arkasına sığındığınız basitliklerden vazgeçin…
Ya gözünüzü alın ya da göze alın…
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
• HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ •
|
Hikayeci : Tarkan İkizler KAR TANESİ |
|
Daha şimdiden, soğuktan donmak üzere olan kulaklarını atkısıyla şapkasının üzerinden sıkı sıkı kapamıştı. Traktörün arkasına bağlı römorkta, karları küremişler kendilerine seçtikleri köşede iyice birbirlerine sokulmuşlardı. Kasabaya giden yol kısa olmasına karşın, kar yüzünden yolculuk, yürüyerek çok zordu. Elif'in babası bunu bildiği için, muhtarın Cemal'le ortak bir traktör tutup yola çıkmışlardı.
Kasabaya vardıklarında ihtiyaçlarını almaya başlamışlardı, babası "Şimdi sıra en önemlisine geldi.... Kuş, evet, kuş" dedi, Elif doğru duymuştu. Köşeyi dönüp de caminin karşısına geçtiklerinde kuşçuyu gördüler...
Adam kalın paltosunun üstüne, içi kürklü deri yelek giymiş, kafasına da küçük kardeşininki gibi kırmızı-mavi kalın çizgili yün bir şapka takmıştı...
Adamın şapkası Elif'in komiğine gitti, kuşçu sanki bir yolunu bulup küçük kardeşinin şapkasını aşırmıştı...
Kuşçu, Elifin başını okşadı "Hoşgelmişsen küçük bacı"...
Elif gülümsedi...
Elif, at arabasının üstündeki kafeslerde duran kuşlara bakıyordu, acaba kuşlar da onun kadar üşüyorlar mıydı? Babası kuşçuyla konuşmaya başladı...
"Bak şimdi, bana öyle bir kuş vereceksin ki, taaa vilayette salsan geri gelecek haa ona göre. Bak, biz yabancı değiliz iyisinden seç, tam okulluk olsun..."
"Madem öyle, nah işte tam sana göre bir çift, çifti yüzbin lira olur"
"Yok iki tane fazla, hem de pahalı"
"E! Sen demedin mi, iyisinden olsun, taaa vilayetten bıraksan geri gelsin diye"
"Dedim amma..."
"Sen al bunları, al. Vilayetten tek başına benim kocakarı bile evi zor buluyor, değil ki tek başına bu kuş bulsun..."
"Çift mi olacak illaki?"
"Çift olacak tabii ya, erkeği alacan yanına, dişisini yuvada bırakacan, bırakacan ki erkek dişisine dönmek için evin yolunu bulsun..."
Gelirken bindikleri kırmızı traktör, caminin yanındaki yoldan göründü. Muhtarın Cemal, traktörün arkasında yerdeki çuvallardan bacaklarınla destek alıp, hiç bir yere tutunmadan, ayakta durmaya çalışıyordu. Kısa mesafeyi hızla katedip kuşçunun önünde sert bir frenle zor durdular. Yolun kenarından camiye giden yaşlılar, etrafa çamurlar sıçratan traktörün şoförüne "Burayı İstanbul belledin herhal!" diyerek, dik dik baktılar. Muhtarın Cemal traktörün arkasında düştüğü yerden kalkıp, Eliflerin yanına gelirken üstünü başını temizliyordu...
Elifin babası kuşçuya;
"İyi, olsun bakalım, yemleri senden ama" dedi.
Elifi kucağına alıp çuvalların üstüne oturttu babası. Elif'in elinde altıyla üstü tahtadan, tel kafes, minik yüzünde acımayla karışık bir gülümseme, yola koyuldular...
Elif ne yapıp edecek, gözünü dört açıp yolları ezberleyecekti. Yaz gelince büyük oğlanlarla birlikte kuşlarını azad edecekti...
Eve geldiklerinde annesi Elif'i baştan aşağı soydu, sıcak sıcak giyindirip sobanın yanında, yemeğini önüne koydu.
"Ah benim Elif'im büyümüşte, okulluk kuş mu bakarmış?"
"Yolları iyice belleyecem ana, her seferinde dolu kafesle gelecem"
"İnşallah Elif'im, İnşallah"
"Yazında Azad edecem, görürsün bak."
"İnşallah yavrum, yaza kadar abinde gelir nenenlerin yanından, beraber gidersiniz azada... Adları ne bunların?"
" 'Kar tanesi', şu beyaz olan... ötekideeee 'Kınalı' olsun..."
"Olsun yavrum, olsun. Kuşlar senin değil mi, adını da sen koyacan elbet"
Sabah oldu kalktılar, Elif'le babası kuşları sınamak için, kuşçunun dediği gibi dişisini kafeste tutup, erkek olanı, yani 'Kar tanesi'ni saldılar... Kar tanesi sanki bu evde doğup büyümüş gibi, evi tanıyıp geri geldi. Dişisinin yanında, kafesin etrafında dolanmaya başladı. Bir kaç kez daha denediler, Elif önce böyle bir şeye inanamamış, sonra alışıp, kuş geri geldikçe sevinip, hoplayıp zıplamaya, kendince oyunlar yapmaya başlamıştı.
Elif'in babası "Bunlar hep yakındandı, bir de uzaktan sınayalım" diye, 'Kar tanesi'ni aldı yanına. Dediğine göre, taaa köyün dışındaki ormanlıktan salmış kuşu 'Kar tanesi' yine bulmuştu evin yolunu. Kuşçunun dediği gibi "Her geri geldiğinde" yemlediler 'Kar tanesi'ni...
Babası "Yarın okula gidince de, sen sınayacan, hadi bakalım hayırlısı" dedi... Elif o gece rüyasında, sabaha kadar hep 'Kar tanesi'ni gördü, önünde, kolunu uzatsa tutacak kadar yakın, sağa-sola, yukarı-aşağı, oynaya oynaya, Elif'in etrafında döne döne, Elif'le birlikte okul yolunda eve dönüyorlardı...
Sabah olupta gün ışıyınca heyecanla kalktı yatağından Elif, çantasını hazırladı, annesinin çevirdiği çorbanın, iştah açan kokuları, evin içini sardı... Okul vaktine kadar zor sabretti Elif... Saatin küçük kolu, abisinin işaretlediği yere gelince sıkı sıkı giydirdi Elif'i annesi... Elif yola koyuldu, bir elinde üstü iple bağlı tahta çantası, bir elinde kafes, karlara bata çıka, düşe kalka okula vardı... Bütün çocuklar gibi o da, yakmak için, çantasında tezek getirmişti, üstünü başını çıkarmadan, çantasından tezeği çıkardı, sobanın yanında yığılı diğer tezeklerin üstüne koydu.
Çocuklar, Elif'in sırasına bıraktığı kafesinin etrafında toplanmış, ellerinde tuttukları kafeslerdeki kendi kuşlarıyla 'Kar tanesi'ni kıyaslıyorlardı...
Öğretmen gelince, bütün sınıf yerine geçti, derse başladılar... O gün de, ders bitiminde öğretmen, her zamanki gibi tek tek hepsini giydirdi, evlerine yolladı. Farklı olan tek şey, Elif'in 'Kar tanesi'ni sınayacak olmasıydı... İyice uzaklaşıp, okul görünmeyecek kadar küçülünce, açtı kafesin kapısını Elif, elinle şöyle bir okşadı 'Kar tanesi'ni "Haydi 'Kar tanesi' var git 'Kınalı'nın yanına" diye, avazı çıktığı kadar bağırdı uçan kuşun ardından... 'Kar tanesi' göz açıp kapayıncaya kadar, uçarak kayboldu karların üstünde... Elif her zamankinden daha hızlı, neredeyse koşa koşa düştü evinin yoluna... Annesi kapıya çıkmış, uzaktan görsün diye, elinde salladığı örtüyle, kızına müjdeyi veriyordu; 'Kar tanesi' evi bulmuştu...
Minik Elif'in sıcak evi ve güzel okulu arasındaki bu zorlu gidip gelmeler, böylece devam etti, taa ki aradan bir iki ay geçipte, havalar iyiden iyiye bozmaya başlayıncaya kadar. Artık kar sabah akşam dinlemiyor, saatli saatsiz hiç durmadan yağıyordu. Kar yağdıkça okula gidip gelmek zorlaşıyor, okula giderken bırakılan izler, okul dönüşü tamamen kayboluyordu. Elif, o gün yine erkenden kalktı, ahıra gitti, inekleri sağdı, sütü güğüme boşalttı. Annesinin ekmek pişirmesini bekledi çorbasını içti, kardeşinle oynadı, giyindi ve çantasını, kafesini alıp yola koyuldu.
Hava çok soğuktu tipi başlamadan okula varsa bile, dönerken yakalanacaktı, biliyordu, bugün sabahtan beri içinde bir korku vardı ama, kendine bile söylemeye cesaret edemiyordu. Binbir zorlukla okula vardı, bütün çocuklar onun gibi üzgündü, herkesin derdi aynıydı... Vakit ilerledi, dersler bitti, öğretmen sessizce sınıfı süzdü. Elinle, alnını saçlarına doğru sıvazlayıp, derin bir nefes aldı, sonra "Yamaçlılar, Öğütlüler, Kesenceliler beklesin" dedi, der demez de çocuklar hüngür hüngür ağlamaya başladı...
"Tamam çocuklar, tamam biliyorum, ben de çok üzülüyorum ama, yapacak başka bir şey yok. Zaten bunun için almadınız mı kuşları, yine alırsınız, hem de daha güzellerini." Öğretmen çocukları yatıştırmak için konuştukça çocuklar olacakları gözlerinin önüne getirip daha da üzülüyor, üzüldükçe daha da kuvvetli, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı...
Yolu en uzak olan Elif çıktı önce bahçeye, kendi ellerinle teslim etti kafesi öğretmenine. Öğretmen küçük kafesin içine elini zorla soktu, tuttu 'Kar tanesini' iyice kavradı, elindeki bıçakla minik bir çentik attı kuşun bacaklarından birine, sonra attı havaya kuşu, Elif'e de "Üzülme, baharda telafi ederiz eksik derslerini, yarından sonra da havalar iyice açıncaya kadar gelme artık" dedi. Sarıldı öptü Elif'i "Haydi bakalım yolun uzun, kar kapamadan izleri, düş kuşun ardına, derslerini tekrar etmeyi unutma sakın" diye de tembih etti...
Elif 'Kar tanesi'nden damlayan kan izlerini kaybetmemek için, hızlı hızlı yürümeye başladı. Dört bir yanında, bembeyaz, uçsuz bucaksız ovalar vardı... Arkasına baktığında, okul artık görünmüyordu, evinin yolunu biliyordu ama, kardan, yolu görmek inkânsız hâle gelmişti, Nereye bakarsanız bakın her yer bembeyaz bir boşluktu. Elif'in aklı 'Kar tanesi'nde , 'Kar tanesi', 'Kar tanesi'... Bir eve varayım bak sana nasıl bakacağım, önce yaranı sarıp iyi edeceğim seni, sonra bol bol yem veririm, yeter ki sen ölme, azada gideceğiz senle, salacağım hem seni, hem kınalıyı. Söz sana yeter ki bir eve var sen, bakarsın nenemde iyileşir, abim de gelir bizlen o zaman azada...
Bir yandan da soğuk artıyor, rüzgâr şiddetleniyor, rüzgâr şiddetlendikçe soğuk artıyordu...Alışıktı böyle şeylere Elif ama, yine de kaybolma korkusu taşıyordu. Yoksa kurttan, kuştan korkmazdı o...
Uluyan bu kurtların hiç birini görmüşlüğü olmasa da, kendisine ulaşan seslerin daha en başında sesin tonundan, kurdun ne kadar ve nasıl uluyacağını anlayabiliyordu. Sanki duvarın kenarından kendini biraz gösteren birinin, görünmeyen kısmını tahmin eder gibi, aklından sesleri tamamlıyordu. Sesler gittikçe yaklaşıyor, sesler yaklaştıkça, Elif karların içinde koşuyordu...
Ev görünmeye başladığında 'Kar tanesi'nin kan izleri de gittikçe kaybolmaya başlamıştı. Ter içinde sırılsıklam eve vardığında, kapıda, karların içinde, dizlerinin üstüne çökmüş vaziyette ağlayarak, Elif'i bekleyen annesi, Elif'i görünce iki avucunun içinde tuttuğu 'Kar tanesi'nin cansız bedenini yere bırakarak, kendisine koşan kızına sarıldı, artık ana kız birlikte ağlıyorlardı...
Tarkan İkizler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.287 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
elde var şiir
I
ayazı avuçladığım gecelerde
soluk soluğa
ağır
soğukluğu mutlak kahır
arşive kaldırdığım şiirlerim gibiydin
yazıp yazıp kaybettiğim
II
en kötüsü
ümitle durgunluk içinde
çıkagelmeni beklemekti
sessiz müzikler dinlemek
orda burda
deli danalar gibi dolanmak karanlıkta
III
sonra rüzgarın ıslığı
sessiz bir seslilik içinde
gelirdi yalnızlığıma doğru kaybolurdu
kaybolurdun yalnızlığıma
bir canına kıymışlık beklerdi beni
kalkıp ona giderdim
IV
bir bakıma
büyük bir cevherdi bende yalnızlık
bütün çöpe atardım
kitaplarımı çantamdaki
denize atmak en iyisiydi
en çok geceleri yazardım
neden siyaset meydanlarında kaybolduğumu
V
az sonra
dağınık yıldız tozları
ve uzaklığını dinlemişliğim uzayın
deniz kumlarının
kayıp kayıp yitmişliği
en dip derinlerde deprem
ve terkedilmiş çiçekler
şimdi mıh gibi ortada kalmışlığım
Volkan Öten
Yukarı
|
Sudoku #8
Çözüm: Sudoku #7 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Macaristan'dan bir sanat sitesi.. 1100-1850 yılları arasında yaşamış büyük ressamların eserlerini klasik müzik eşliğinde bulacaksınız. Harika bir müze! 14.500 kadar eser yer alıyor. Rehber esliginde turlar da var.. www.wga.hu
Yılbaşında 25 bin adet lambayla evini süsleyip, Trans-Syberian Orchestra'nın "Wizard in Winter" şarkısına senkronlayan bir mühendisin
harika çalışması. Mutlaka sesli izleyin.http://media.putfile.com/Wizards-of-Winter-Christmas-Lights
Diyelim ki İstanbul dışındasınız veya farklı tiyatro alternatifleri arıyorsunuz. Öyleyse size Devlet tiyatrolarının hem oyunları takip edebileceğiniz, hem de online bilet alabileceğiniz http://www.devtiyatro.gov.tr web sayfasını tavsiye ediyorum.
Tabi ki bir de tiyatro meraklılarının arşivlerinde bulunması gereken bir web sayfası http://www.tiyatrokeyfi.com Popüler oyun tiradlarını bulacağınız tiradlar kısmını meraklılarına tavsiye ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Spy Sweeper 4.7.9 [8,52 MB] W9x/2k/XP Deneme - 29.95$
http://www.webroot.com/consumer/products/spysweeper/latestv.html
Eğer salim kafayla internette dolaşmak, girdiğiniz sitelerin sizi taciz etmesini önlemek istiyorsanız mutlaka bu programdan edinin. Denediğim pek çok programdan sonra bunda karar kıldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Deneme sürümünü kullandıktan sonra paraya kıyıp tam sürümünü satın almanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Haydi iyi traşlarr:-))
Yukarı
|
|
|
|
|
|