Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 933

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Gülümsemeli!..


Merhabalar,

Gül ki güller açsın yüzünde!..Arabanın başına geldim. Gece yağan yağmurla toz toprağın o evlere şenlik birleşiminden oluşan kaplan sırtı çamur desenini seyrettim. Baktım olmayacak bir bez kapıp ön camı şöyle bir sildim. Bindim, yola çıktım. Köprüyü geçtikten sonra sağa dönüp devam ettim. Ulus'a az kala, trafik işaretlerinde durdum. Önümde bir koca dört çeker. Direksiyonda bir kadın, dışarıda zıp zıp zıplayıp elindeki bezi cama sürmeye çalışan yedi sekiz yaşlarında kavruk bir oğlan çocuğu. Kadın "Yapma" diyor, çocuk her defasında daha fazla sıçrayıp bezi cama sürüyor. Seyrediyorum ama gülerek değil. Hiç adetim değildir bu çocuklardan hizmet alıp para vermek. Her defasında terslerim. Onlara verilen her kuruşun onları sokağa daha bağladığını düşündüğümden olsa gerek. Vakit geçmek bilmiyor. Işıkların üzerindeki sayaç daha 45 saniye var diyor. Bir an evvel basıp gitmek istiyorum. Korkuyorum, ya bana da gelirse, ya bende terslemek zorunda kalırsam. Beklemeye gerek kalmadı, bir ufak el, simsiyah olmuş bir toz bezini camıma dayadı bile. Bu başkası. Altı yaşında ya var ya yok. Git diyorum, istemiyorum diyorum, anlamıyor ya da anlamak istemiyor ne bileyim. Hiç yapmak istemediğim ilk şeyi yaptım. Sola döndüm gözlerini gördüm. Kirden yapışmış saçların çevrelediği yemyeşil iki çipil göz. Yanakları al al olmuş, nasıl sağlıklı görünüyor, hayret. Gene sayaça baktım son 22 saniye diyor, geçmiyor meret. Bu arada hem bana bakıyor hem de elindeki pis bezi cama sürüyor. Pis bezin temizlemeye çalıştığı nemli pis camım artık bir buzlu cam. Kızmak için tekrar ona döndüm ama öylece kaldım. Hiç birşey demeden bana bakıyor ve gülümsüyordu. Sadece bakıyor ve gülümsüyordu. O iki çipil yeşil gözün, al al yanakların altındaki dudaklar kısılı tüm yüzüyle gülümsüyordu. Bu kadar da şeker gülünmez ki be çocuk. Herşeyi unuttum, yüz hatlarım gevşedi. Kızgınlık falan kalmadı, ben de gülümsedim. Ve hiç yapmak istemediğim ikinci şeyi yaptım. Köprü için saklı duran üç yeni türk lirasını eğilip aldım ve ona uzattım. Uzandı aldı. Yeşil yandı hareket ettim. O hala gülümsüyordu. Ben de gülümsedim, hem de bütün bir gün. Olmaz ki be çocuk, sokakta, kir pas içinde böyle de güzel gülünmez ki.

Haydi gelin Sezen Aksu'dan Gülümse'yi dinleyelim bugün. Tanıdık tanımadık herkese gülümseyelim. Varsın deli desinler ne çıkar. Mutlu, pırıl pırıl bir haftasonu dilerim. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Masumiyet

Doğan Cüceloğlu, geçen haftasonu Ankara Kare Kitapevi'ndeki söyleşisinde kısa notlar halinde çeşitli görüş ve gözlemlerini paylaştı. Ben, öncelikle aklımda kaldığı biçimiyle bunlardan öne çıkarmak istediklerimi özetlemek isterim:

"Amerika'da (kendisi otuz yıl bu ülkede görev yapmış bir psikoloji uzmanı) eğitimsiz insandan korkun. Bir sent için keserler adamı. Buna karşılık bir yıllık eğitim bile fark eder insanlar için. Eğitimli yılların artışını, bunun olumlu etkilerini gözle görülür, elle tutulur şekilde izleyebilirsiniz."

"Oysa Türkiye'de durum bunun tam tersi. Eğitim düzeyi arttıkça, ben tanıştığım, karşı karşıya geldiğim insanlardan korkmaya , kendimi nasıl korurum diye düşünmeye başlıyorum. Türkiye'de eğitim ve kentlilik düzeyi arttıkça; yalnızca kendi ve grubunun çıkarını en çoklamaya, bunun içinde her türlü kural dışılığa yönelmeyi görüyorum. Bunun tek istisnası, bir tek gerçek köylülerde kalan yalnızca din korkusuyla davranma, haksızlık yapmama gayreti…"

" Nedeni… Birçok faktörün etkisi olabilir. Ancak bence en önemli neden gerçek anlamda laik, aydınlanmacı, humanist bir eğitimin her seviyede Türkiye okullarında verilemiyor oluşudur. Karşındaki insanı her şeyden önce ve yalnızca insan olduğu için sevmek ve saymak. Her türlü kural dışılığa, bilimin evrensel rehberliğinde ancak insanlara zarar vermemeliyim, haksızlık yapmamalıyım düşüncesiyle de yaklaşmak.. Avrupa, Amerika (kuşkusuz siyasetçilerinin, kendi ülkelerinin çıkarları çerçevesinde dışarıya yönlendirdikleri emperyal saldırganlıklarını ve ikiyüzlülüklerini unutmamak kaydı ile-C.A.) üç yüz yıllık acı ve uğraşlarla ortaya çıkan; dinin, dogmaların bilimden ayrışması ve aydınlanma, hümanizma felsefesiyle yaklaşabiliyor insan ilişkilerine.ve bunu eğitim-öğretimin temeli yapıyor."

Doğan Cüceloğlu'nu dinlerken, yalnızca birkaç ay önce Türkiye gündemi çok meşgul eden Gazeteci Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'nın salıverilmesi sırasında tartışılanlar ile Şubat başında Gazeteci'yi yitiriş yıldönümünde mezarı başında kızı Sibel İpekçi'nin söyledikleri aklıma takıldı: Bugün anımsayabildiğim kadar, "Türkiye; ortak bir vicdan, ortak bir haysiyet ve ortak bir hakikat etrafında birleşmek zorunda. Aksi takdirde kişi ve ülke olarak çektiğimiz acılar sürecektir." demişti İpekçi.

Şöyle bir hafızamızı tazeliyelim: En azından bir kısmımız insan katillerini yıllarca ve bugün "Türkiye sizlerle gurur duyuyor" diye kucaklamamış mıydı? "Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemessiniz" sözleriyle bazı cinayetler ve tetikçileri kollanmamış mıydı?

Uzun yıllardır ama özellikle 1980'den bu yana yönetime gelenlerin en büyük, belki de yegane korkuları "Allah Korkusu" değil miydi? Hemen hepsi görece yüksek eğitimli bu insanların, kendi ülkelerine ve kendi ülke insanlarına reva gördüklerini yalnızca emperyal ülkelerin bizi içine soktukları cendereyle açıklayabilir miyiz?

Bu yönetimlerin ve yönetenlerin hemen hepsinde ortak olan bilime sırt çevirmeyi, doğruyu bir tek ben bilirimciliği, ülke kaynaklarını peşkeş çekmeyi ve çektirmeyi -üstelikte allah korkusuna rağmen- nasıl analiz etmeliyiz?

Nasıl bu kadar fazla ve kolaylıkla kullanıyoruz ve kullandırıyoruz insanları, kendimizi?

Bütün bu kuralsızlığın, yağma ve sefaletin 'parlementer demokrasi' şemsiyesi altında bunca yıldır sürdürülegelmesinin bir nedeni geniş kitlelerin eğiitimsizliğidir de, güya eğitimlilerin niteliksizliği değil midir?

Bugün 3 Mart. Öğretim Birliği (Tevhidi-Tedrisat) de dahil üç önemli devrimin gerçekleştiği gün. Sonrası… Tu kaka edip kapattığımız Köy Enstitüleri ertesi; İmam Hatipler destekli Avrupa'nın birçok ülkesinin nüfusundan fazla gence eğitim vermekle öğündüğümüz yıllara ulaştık. Güya bilgisayar girmeyen okul kalmamasını hedefiyoruz. Üniversite sayımız yüze yaklaşıyor.

Neden bu ülkenin öğretmenleri, eğitim sistemi insanı, onuru, vicdanı anlatamıyor, aktaramıyor gençlere?

Kendileri de bilmedikleri, unuttukları için mi? Böylesine bilim ve bilimsellikten dahası temel insan değerlerinden uzaklaşmış öğretmenleri, hocaları, profesörleri nasıl üretti bu sistem?
…..
Yalnızca birkaç ay önce yönetimine aday gösterildiğim kendi meslek grubumun "çağdaş ve demokrat" temsilcilerinin, diğer temsilcileri alt etmek için geliştirdikleri argumanlara, pazarlıklara, manevralara aklım sırrım ermemiş ve niçin aday olduğumu öğrenmek isteyenlere şöyle seslenmiştim.

"Meslek sorunları. Ülke gerçekleri. Bilim. Hepsi önemli ancak hepsinden önemli;

"Masumiyet"

Vicdanın, onurun, kirlenmemişliğin, hümanizmanın hepsini karşılıyor mu bu sözcük bilmiyorum.

Ancak onu çok önemsiyorum.

Ve özlüyorum... Cumhur




Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  YALNIZLIĞA ÖVGÜ

Alacakaranlık tenhaları usul usul kucaklıyordu. Biraz sonra kalkıp lokantaya gidecektim. Sonra da evime… İyi akşamlar demeye fırsat bırakmadan, ağzımdan lafı kapıp "Yalnızlık nedir?" diye sordu. Soru mu bu şimdi? Şairin dediği gibi " Akşam olmuş, güneş batmış." Ne diyeceğimi bilemedim. Yalnızlık bu, tükürür gibi bir hazırcevaplılıkla yanıtlanmaz ki? Yeniden otursam, ince ince kıyıdan kıyıdan anlatsam zaten o da anlamaz. "Boş ver şimdi yalnızlığı. Sonra anlatırım." deyip akşamın alacakaranlığına karışıp, yürüdüm gittim.

Bakma sen yalnızlığın adının kötüye çıktığına. Yalnızlık kesinlikle iyi bir şeydir. Örneğin ben birazdan lokantaya gidip istediğim yemeği söyleyeceğim. Üstüne tatlı bile yiyeceğim. "Sen bunları yeme bak, kolesterolün çıkar. Son zamanlarda zaten iyice tospalak oldun."denmeyecek. Kimse göbeğimi, kolesterolümü, tansiyonumu hatırlatıp keyfimi kaçıramayacak. Yemekten sonra istediğim kadar çay ve sigara da içebilirim üstelik. Öksürdüğümü, tıksırdığımı yüzüme vuracak kimse de yok. Televizyonun uzaktan kumandasını kimseyle paylaşmak zorunda da değilim. İstediğim kanalı açıp dilediğim kadar izleyebilirim. Divanda iki seksen uzanıp karnımı rahat rahat kaşıyabilirim. Pijamalarımla ortalıkta dolaşıp karnımı kaşıdığım için aşkı öldürmekle de suçlanmayacağım. Uykum gelince, canım isteyince yatacağım. "Bu saatte uyunur mu ayol? Sen tavuk musun? Bak çayı daha yeni demledim" yada "Sabahın körüne kadar oturursan olacağı bu zaten. Elbette saat çaldığında uyanamazsın." diye azarlanmayacağım da garanti… Her fırsatta yalnızlığımı yüzüme vuranlar, güne sahte gülücüklerle başlayanların bu türden dokunulmazlıkları olabilir mi? Onlar istedikleri kadar böbürlensinler. Hiç umurumda olmaz.

Şarkılar da yalnızlıkla kafayı bozmuşlar. Yalnızlık pusu kurmuş da yollarına, onu bekliyormuş. Daha neler, gökyüzünde yalnız gezen yıldızmış. Bir yalnızlık şarkısı çalarmış sazı. Fasa fiso bunların hepsi… Çünkü yalnızlık bir tercihtir. Ayakların yere basmıyor, havalarda uçuyorsan elbette sonun gökyüzünde yalnız gezen yıldız olmaktır. Yalnız kalmak istemiyorsan yere in, insanların arasına karış. Yalnızlığı lanetleyeceğine bir ses, bir soluk ol. Hiçbir şey olamıyorsan, karanlıkta bir ıslık ol.

Şarkılar ne söylerse söylesin, şiirler isterse inim inim inlesin yalnız olmak ayrıcalıktır. Hangi aklıevvel çıkıp da karı koca kavgasının, kaynana dırdırının yalnızlıktan iyi olduğunu söyleyebilir ki… Kalabalıklar sadece düğün ve cenazelere gereklidir. Ben bunu bilir bunu söylerim.

Son zamanlarda etrafı kalabalık bir eş, dost ve akraba ordusu ile sarılı olduğu halde yalnız olmanın acısını hissetmenin ne olduğu çokça dillendirilmeye başlandı. Bence bu tam bir kandırmaca… Aylak çavuşlar, şeylerini avuçlar diye tanımlanabilecek entelektüel bir münasebetsizlik. Çevresi genişmiş, çok ahbabı dostu varmış ama içlerinde bir tane bile gerçek seveni yokmuş. Bence bu resmen dünyayı ben merkezli algılamanın sonucunda ortaya çıkan bir zavallılık durumu işte… Ayağına taş bağla da kendini denize at. Bu hastalığın tedavisi henüz bulunmadı.

Yazarın biri kitabında yalnızlıktan söz ederken "Yalnızlıktan içim üşüyor. Aynalara baktığımda ürperiyorum." diyor. Sen en iyisi pekmez iç, için ısınır. Sokağa çıkmadan önce de kalın giyin. Git kendine yün çamaşırlar, çoraplar falan al. Yalnızlık bu kadar da lanetlenilmez ki. Tavşan moku gibi yaşıyorsun sen kardeşim. Ne kokuyor, nede bulaşıyorsun. Kendini cam bir fanusa kapatmışsın. Sonra temiz hava gelmiyor diye şikâyet ediyorsun. Yalnızlık bu kadar kara, kirli ve çirkin bir şey değildir.

Yalnızlığım, sobanın başında mırıldanan kedim, gecelerimin ayazı, karlı yollarımın beyaz kılavuzu, seni seviyorum. Issızlığımın şarkısı, korkularımın örtüsü, gözlerimin sürgüsü seni seviyorum. İlk aşkım, can yoldaşım, kan kardeşim seni seviyorum. Eller ne derse desin aldırma. Ben her zaman seninleyim.

Gecenin bir yarısı, uykum almış başını gitmişse sigaram ve yalnızlığım başucumdadır. İkisi birlikte gecenin karanlığından şiirler damıtırlar. Beni geçmişin uzak yolculuklarına alıp götürürler. Hele bir de pişmanlıklar yapışmamışsa yakama. Tadından yenmez…

Yalnızlık asla lanetli, korkak, arlanmaz bir şey değildir. Şarkıların en güzelleri, şiirlerin en dizginsizi, romanların en büyüleyicisi yalnızlığın kuytusunda filizlenmiştir. En güzel bahar aylar boyunca karlar altında kendi yalnızlığıyla koyun koyuna yatan dağların kucağında çiçeklenir.

Yalnızlığım, yanağı gül teninden narin sevgilim. Aldırma, isteyen istediği gibi söylesin. Sen yaşadıklarımın toplamı, düş yüklü gemisisin.

Gelmeyecekmiş gözleri sürmelim. Beklemesin beni diye haber göndermiş. Çıkıp gelse zaten beni oyuncak eder. Yalnızlığım gücenir.

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  İMPARATOR POETIUS

Bu yazıyı yazmamak için uzun süre direndim kendimle. Hem bunları yazarak neyi kanıtlayacaktım ki? Her şey gün gibi ortada olup biterken... Ve en önemlisi, bu yazıyı kimler ve kaç kişi okuyacaktı? Oysa birileri, bunları, mutlaka kaleme almalı ve internet dünyasına aktarmalı, dedi, öteki akıl..

Düşümdeki evrende bir uydu gibi çevremde dolaşan bir gezegen var: Adı ŞİİR! Bu gezegenin bir de İmparator Poetius adında despot bir yöneticisi var. Bu gezegende her şey sanal yaşanır. Aşklar, ihanetler, yalanlar, adam kayırmalar, öne çıkarmalar, susturulmalar ve daha neler var neler...

Ama asıl önemlisi; her yıl, çiçek açma zamanı, büyük şölenler düzenlenir bu evrende.. Başkentte görkemli arenaya, ülkenin dört bir yanından toplanıp getirilmiş şair ve şaireler birer birer arenaya çıkartılır, alkışlarla karşılanır.. Hallerinden günlerce bu işe hazırlandıkları kolayca anlaşılır..Bu arenanın tarihteki Roma arenalarından tek farkı, şairlerin karşısına çıkan gladyatörler, sanal site yöneticileridir...

Burada temel kural, her akşam mutlaka arenaya çıkılıp, en son kaleme aldığı şiiri siteye basıp, puan ve yorum toplamaktır... Ana amaç, ne şiirin özü, ne hatasız yazılışı, ne öykü oluşu ..hiç biri önemli değildir...Puan ve yorum için her yol mubahtır. Önemli olan, onun, arenaya çıkmasıdır.. Ancak unutulmaması gereken diğer bir konu da, İmparator Poetius'un özel istekleri! Bu isteklerin ne olduğu ise derin bir sır olarak tarihe kaydedilecektir. Bilinen tek şey, eğer bu istekler yerine getirilmezse, küçük bir parmak işaretiyle o şair sürgünlerden sürgün, sitelerden site beğenmeye gönderilir...

Aklınıza gelen bir diğer soru belki şu olabilir: Peki, arenaya şairlerle çıkan site yöneticilerinin işlevi nedir? Onlar, arenanın genel işleyişinden sorumlu sanat danışmanları pozunda, İmparator Poetius'a tüyolar verip, kimlerin ön plana çıkarılması gerektiği konusunda fikir beyan ederler. Son karar, elbette sevgili İmparator Poetius hazretlerine aittir.
Gezegen yöneticisinin kararlarındaki temel etkense; İmparatorun bütçesini ve giderlerini karşılamada kimlerin daha etkin rol almakta olduğudur..Bu kişiler, her zaman günün şiirinde, günün öyküsünde, günün yazısında sizi kapıda karşılarlar...

Yani sizin anlayacağınız; bu ŞİİR gezegeni, bildiğiniz gezegenlere hiç benzemez.. Bu işten arenaya çıkma gafletinde bulunanlar bin pişman, çıkamayanlarsa bir pişman...Gerçekte burada tek geçer akçe, ne para, ne de pul! Ancak geçerli bir alışveriş yöntemi konusunda yüzlerce yıldır süren arayış ve incelemeler henüz bir sonuç vermediğini kayıtlardan anlamış bulunmaktayız.

Bir şeyi az kalsın heyecandan unutacaktım: Bu gezegenin en büyük şairi, tahmin edebileceğiniz gibi İmparator Poetius! Her arena akşamında, doğal olarak, en büyük alkış ona yapılır..Bu arenada tüm yağdanlıklara, site yönetici kayırmalarına karşın öne çıkmayı başaran var mı, derseniz, zor ama neden olmasın, derim. Çünkü gerçek şiir altına benzer; çamura düşse de, nasıl altın değerinden bir şey kaybetmiyorsa, şiir de aynen öyle!

Eh, arada şiirinin gücüyle site yöneticilerine karşı cengaverce karşı koyanlara İmparator Poetius bile şapka çıkartmak zorundadır burada. Onlar da olmasa, bu koca gezegende yaşam sürer miydi hâlâ?

Boş verin, o kadar çatlak da, imparator testisinde bulunsun canım!

Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  BANA BİR FERRARİ BORCUNUZ VAR!

Yüzyılın hastalığı, depresyon; yüzyılın en çok tüketilen lafı: 'Depresyondayım!'

Biliyorum bu mevzuu artık kabak tadı verdi ama durun daha yeni başlıyoruz. Yapılan araştırmalara göre, 2020 yılında en önemli ve yaygın hastalık depresyon olacakmış. Veba, kanser, AİDS felan gibi yani.

Çok normal!
İnsanlık insan olmaktan çıktıkça; insan olmanın gerektirdiği çelişkiler, zaaflar, aşkınlıklar, inançlar eriyip gittikçe bünye şaşırıp kalıyor ve vuruyor kendini depresyona.

'Zırlama lan bünye! Sevgilinden ayrılmış olabilirsin ama az sonra gireceğin toplantı çok mühim. Boş bir vaktinde ağlarsın.'
'Peki patron!'

'Sakın yapma öyle bir çılgınlık bünye! El alemin madarası mı olmak istiyorsun? Onun da sırası gelecek, biraz sabır.'
'Peki patron!'

Yeme bünye, kilo alırsın. Sevişme bünye, hamile kalırsın. Gülme bünye, deli sanırlar. Ağır ol bünye, molla desinler…
Bünye de şaşırdı tabii ne bok yiyeceğini.

Pek takdir ettiğim bir sosyolog olan Baudrillard'ın da sözünü ettiği gibi; hepimiz TV, Internet ve medya aracılığı ile tüm dünyayı saran rutin bir gerçekliğin çamuruna batmış durumdayız. Bilim ve teknoloji öyle bir hızla ilerleyip yayılıyor ki, neredeyse dünya, yaşam ve insan hakkındaki her şeyi çözdük!

Üstelik, çözülen ve 'gerçek' olarak addedilen her şey siber biz hızla herkese ulaşıyor. Din, dil, ırk, kültür ayrımı yapmadan.

'Gerçek bir genellemedir; oysa dünya özgün bir yerdir' diyor Baudrillard. Heyhat, global ve rutin gerçeklerimiz dünyanın otantikliğini elinden aldı ve çekilmez hale getirdi.

Sınırsız olanaklar, istek ve ihtiyaçların anında karşılanabildiği bir teknoloji ile birleşince coşku ve düşe de ihtiyaç kalmadı. Eh coşku ve düş kaybolunca da hiçbir şey eskisi gibi tat vermez oldu. Sıradanlık ve hız batağında debelenen sivrisinekler gibiyiz. Depresyona girmeyelim de ne halt edelim?

Durumlar böyleyken, birileri hiç vakit kaybetmeden depresyon pastasını parmaklayarak, kremasını mideye indirmenin derdine düştü. Ortalık 'depresyondan kurtulma kılavuzları'ndan geçilmez oldu.

Depresyonla mücadelede en çok prim yapan yöntemler, bilim ve teknolojinin panzehiri şeklinde sunuluyor. Manayı bul, içine dön, yoga yap, Ferrari'ni sat, zart zurt. Yahu zaten o Ferrari'yi alabilmek için didinirken girmedi mi bu adam depresyona? Şimdi niye sattırıyorsunuz amcaya caaanım Ferrari'yi?

'Kısa kes de, önerin varsa onu söyle' diyeceksiniz ve depresyonunuza şifa bulmak ümidiyle, yazının kalan kısmını pür dikkat okuyacaksınız.

Hani dünya özgün bir yer demiştik ya, insan da özgündür. Genellemeler ve başkalarının tecrübeleriyle oluşturulmuş öneriler işe yaramaz. Her bünyenin depresyon sebebi ve dolayısıyla devası farklıdır.

Özellikle de 'best seller' olmuş 'depresyonu yenme' ve 'mutluluğu yakalama' kılavuzu kılıklı kitaplardan uzak durun. Hatta kılavuz kitaplarda yazanların tam tersini yapın. O çok okunan ve çok bilmiş kitaplardaki kurallar işe yarasaydı, bugün depresyonla cebelleşen insan sayısı giderek artmazdı, değil mi?

'Tutarlılık, hayal gücünden yoksun insanların son sığınağıdır' demiş Oscar Wilde. Tutun sözünü üstadın. Değişin, çelişin, fantezi deneyin; sık sık tükürdüğünüzü yalayın. Şaşırtın depresyonunuzu.

Ben mesela her defasında ayrı bir metot uydururum. Ne yapacağını şaşırır depresyonum. Hep aynı yöntemi kullanırsanız, bağışıklık kazanıyor ve panzehirini yeniyor alçak. Öyle alık alık ve zararsız durduğuna bakmayın; cin gibidir o. Ne sinsidir o.

Kimi zaman edebiyattan, kimi zaman TV'den, kimi zaman psikolojiden, kimi zaman felsefeden, kimi zaman müzikten yardım alırım depresyonumu yenmek için. Türkçe sözlük okuyup, bilmediğim tüm kelimelerin bir listesini çıkarıp, sonra da listede bulunan kelimelerden anlamlı bir metin yazmaya çalışarak depresyonumu yendiğim bile görülmüştür. Vallahi!

Mesela, bu sıralar -sevgilim sayesinde- kuantuma merak sardım. Yeni depresyon terapistim kuantum.

Kuantum öyle bir nane ki; onu anlamaya çalışırken ve kuantumla ilgilenen bilimci amcaların düştüğü durumlara kikirderken kendi depresyonunuzu unutuveriyorsunuz.

Dahilerin dahisi ve kuantumun divası olarak anılan Einstein'in, kuantum kuramı geliştikçe işin içinden çıkamayıp; 'Tanrı zar atmaz yahu' diyerek bilime ve kendi kuramına küstüğünü düşündükçe halime şükrediyorum mesela. Zannımca, Einstein amca kuantumla ilgilenmeye başladıktan sonra saçı başı dağıtmıştır. Biraz kuantum okuyun, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Depresyonla mücadelemde kuantumdan nasıl mı faydalanıyorum? Buyurun sofraya…

- Enerji aslında sürekli değildir. (Planck)
Yaşadığınız bu olumsuz ruh hali sürekli değil. Sabredin geçecek.

- Gerçeklikle ilgili her şey bir olasılıktır ve öyle kalmaya mahkumdur. (Schrödinger)
Determinizm öldü, yaşasın olasılıklar! Her olayın altında bir sebep aramayın. Olasılıkların keyfi öyle istemiş. Fazla kafa yormayın.

- Olasılıkların olduğu yerde belirsizlik vardır. Her ölçümde bir belirsizlik vardır. (Heisenberg)
Canınızı sıkan her neyse, yanlış algılamış ya da gözlemlemiş olabilirsiniz. Hemen zırlamayın; bir daha gözden geçirin!

- Klasik fizikte, bir elektron kendi enerjisinden büyük bir duvarı aşarak karşı tarafa geçemez. Ancak kuantumda her an gerçekleşen, olağan bir olaydır bu.
Gücünü hisset! Just do it! Azimle şey eden, duvarı deler!

- Varlığın, şu ya da bu şekilde görülmesi, koşulların tümüne bağlıdır. Herhangi birinin o varlığa bakıyor olup olmadığı, ne zaman ve niçin baktığı gibi koşullar. Gözlemlenmemiş kuantum olayı, gözlemlenmiş olandan tamamen farklıdır.
Schrödinger'in kedisini anımsayın. Gözlemleyerek kediyi öldürürüz. O halde, olan bitene doğru yerden, doğru zamanda, doğru ruh haliyle bakın. Ya da hiç bakmayın!

- Bir parçacığın hareketini ne kadar derinden incelerseniz, o denli anlaşılması zor hale gelir. Anlaşılmazlık kuantum hareketinin en büyük sorunudur. Daha büyük sorunsa kayıp olasılıkların nereye gittiğidir.
Her şeyi fazla kurcalamayın, altından Çapanoğlu çıkabilir. Durum çok mu boktan? Kayıp olasılıkları düşünün, ferahlayın!

- Hem dalga, hem parçacık varlığın temel unsurudur. Yani her biri maddenin beliriş yollarından biridir ve maddeyi birlikte oluşturur.
Bütününüzü sahiplenin. Çelişkilerinizi, zaaflarınızı, kusurlarınızı da sahiplenip, sevin.

- Kuantumla birlikte ortaya çıkan bir başka şey de paralel evrenler ve 'çok dünya!'
Bu paralel evrende mutsuz ve depresif misiniz? Diğer paralelde zil takmış oynuyor olabilirsiniz; oraya sıçrayın!

- Zaman bir yanılsamadır.
Zaman bile yanılsamaysa, hangi algımız gerçek olabilir ki?

Daha önce de dediğim gibi: 'Hiçbir şey gerçek değil aslında!'
Depresyonunuz da…

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Yapıştır Nazmiye Yapıştır

Olmuyordu işte, bir türlü olmuyordu. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyordu. Üç çocuk, beş nüfus, gelir elli, gider belli, mızrak çuvala bir türlü denk gelmiyordu. Gerçi eşi Nazmiye olmasa çoktan batmıştı, kadıncağız hiç olmazsa konu komşuya 3-5 elbise dikip aile bütçesine epeyce katkı yapmıştı. Gel gör ki; konfeksiyonculuk alıp başını yürümüştü, semt pazarlarını ihraç fazlası mallar bürümüştü. Kimsenin ne diktirecek atlası, ne olduydu olmadıydı gibi afrası tafrası vardı. Nazmiye'nin mahalle terziliği zamanında ( o zamanlar serde gençlik de vardı elbette ) böyle bir mızmızlık duymaya görsün hemen tepesi atardı, söylenmedik laf bırakmaz ortalığı birbirine katardı. Ona kalsa milletin ağız kokusunu çekeceğine limon satardı. Nihavent makamında; "Sen devlet memurusun, çarşı-pazar limon satamazsın" sözleri eşliğinde yiyiverince devletin dayağını, şıpın işi kavramıştı kazın ayağını. "Fena mı olurdu Nazmiye'nin aile bütçesine katkısı devam etseydi" diye düşünmeden edemedi. "Sporcuyuz ne de olsa, heeheyyt !" nidaları bahanesiyle evine kestirmeden gidemedi ( Yazar bahane kelimesinin; "Haşmet Bakkal'dan gözü yemedi" şeklinde bir açıklaması olabileceğini de kabul ediyor ).

Yılların Nazmi Bey'i aslında öyle Haşmet Bakkal'dan, Behçet Manav'dan korkacak adam değildir. Çok da disiplinlidir, kimseye borç-harç takmaz, her söylenene de kolayca pabuç bırakmazdı. Adı gibi düzgün ve intizamlıydı. Zaten aile tümüyle muntazam bir intizam halindeydi. Çocukları da ha keza : Nazım, Nizam ve Nizamettin. Aile dediğin böyle olur, herşey nizami, hepsi bir hiza. Herneyse; yorgun argın bahçe kapısından zor attı kendini içeri Nazmi Bey. Allahtan; babadan kalma şu ev vardı hiç olmazsa nefes alacak, yoksa bu devirde bu maaşla ev nasıl kiralanacak ? Bahçeyi yavaş adımlarla geçerken kulaklarını kabarttı, kapıya yaklaştıkça şen şakrak sesler iyice arttı. Nazmiye Hanım şarkılardan bir demet mi söylüyordu ? Hayırdır inşallah, yoksa Nazmi Bey erkenden kafayı mı yiyiyordu ? Son günlerde Dr. arkadaşı; "Sinirlerinin laçka olmuş Nazmi !" demişti, bir de gaipten sesler duyuyorsa belki de erkenden kafayı yemişti. "En iyisi zili çalmak" diye anahtardan vazcayıp cebine gitti eli, zili çalmasıyla birlikte kesiliverdi Nazmiye Hanım'ın gazeli. "Tamam, zaten yarım akıllı idi, şimdi bizimki de olmuş benim gibi tam deli !" diye için için söylendi.

Aman da aman, Nazmi Bey gelmişler, safalar getirmişler ...! Hoşgeldin evimin direği, ruhumun ballı böreği, nasılsın ?

"( Bahçeden geçerken elime mi alsaydım şu küreği ? Az dur hele Nazmi, kesin kafayı sıyırmış bu ! ) ... İyiyim canım, sağolasın, sen nasılsın ?"

Bende iyiyim, ver hele şu ceketini asayım, sen geç otur köşene... İçer misin mis kokulu bir fincan kahve pişirsem ? Taze taze aldım bugün çarşıdan... Biiiiir fincan kahve olsaam..

"( Hmmm, ağır ol Nazmi, bu seferlik molla desinler ) Bilmem ki nasıl olur bu saatte ? Ee, tamam yap bakalım okkalısından ( temiz bir dayak farz oldu anlaşılan. Ben mahalle esnafına görünemedim, kadın çarşılarda geziniyor ) ... Az önce şarkılar türküler mü söylüyordun, hayırdır Nazmiye ?"

Dur geldim, bağırtma mutfaktan... Beni boşver, şarkı da söylerim türkü de... Senin cephede haberler nasıl ?

"Şaşırdım bahçede, zannedersin evde kurulmuş fasıl..."

Tamam Nazmi Bey, geçiniz bunları efendim, geçiniz, siz keyifle kahvenizi içiniz. Kırk yılda bir, bir şarkı tutturmuşum...

"Tamam Nazmiye, tutturmuşsun, tutturmuşsun da bütçeyi nasıl tutturacağız ? Kafayı yedim, apıştım kaldım, düşün düşün ...! İki yakamız biraraya gelemedi."

Amaaaaan ayol, ne var bunda ? Sen söyle yeter, Nazmiye halleder, sen söyle bakayım neren ağrıyor ?

"İki yakamız biraraya gelemedi diyorum Nazmiye.Yaka, yaka, hani şu boynumuz var ya !"

Tamam tatlım, hemen yapıştırıyorum bir tane boynuna, akşama alırsın artık beni de koynuna ...?

"Tam azacak zaman, ilahi Nazmiye...! Çek kız o şeyi boynumdan...!"

Elleşme Nazmi, çıkartma onu, bekle biraz, dur ben yemeğin altına bakayım, yanmasın güzelim kapama !

"Nazmiye, dellendin mi sen kadın ? Ne kapaması ?"

Kuzu kapama, bir de tereyağlı pilav yaptım ki sorma gitsin...

"Haydaaa ! Cep delik, cepken delik, şeyimize don alamadık ağrısından, pes doğrusu ...!"

Tamam tatlım, çaresi var, çıkartalım bakalım şu pantalonu, dön bakayım arkanı, burası mı ağrıyor ? Bitti bile... Yapıştırdım... Şimdi sofraya, cacığı koyup geliyorum... Haa, bir de yaş üzüm rakısı ortaya...

"Kesin sıyırdın sen kadın ! Allah ne verdiyse yiyeceksin zaten, hiç merak etme, dur hele bir açlığımı yatıştırayım..."

................
"Oooooh, lingooo lingo şişeleeer, çamura mı düştün kıs bensiz... Ooooohhh, yarasın... Yapıştıııır... Para değil güzelim, bant yapıştır bant... Yapıştır Nazmiye, yapıştır ...!"

ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) sigarayı bırakmak isteyenlerin kullandığı nikotin bantlarına benzeyen ''depresyon bantlarının'' piyasaya sürülmesine izin verdi. Bristol-Myers Squib şirketi tarafından satışa çıkarılacak EMSAM adlı ürün, vücuda Selejilin maddesi yayıyor.
1989 yılında Parkinson hastalığının tedavisi için Selejilin'in tablet şeklinde kullanılmasına izin veren FDA, bantları, Prozac, Zoloft ve Paxil gibi depresyon ilaçları alan hastaların kullanılabileceğini açıkladı. FDA, ''6-8 hafta ve daha uzun süreli klinik deneylerde EMSAM'ın ağır depresyonların tedavisinde kesin ve etkili olduğunun görüldüğünü'' belirtti.


Yazarın Notu : Bana güvenip depreşmeyin... En azından bu hafta... İyi haftalar hepinize...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  YULAR

Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde, küçük bir köyün yakınındaki dağ evinde, yaşlı ve hasta ninesiyle yaşayan bir genç kız varmış. Hafta boyunca birlikte ördükleri çorap, eldiven, bere, kaşkol ve kazakları, cumartesi günleri kent merkezinde kurulan pazarda satarak geçimlerini sağlarlarmış. Haftada bir kez, yürüyerek dört saat uzaklıktaki kent merkezine gitmek ve akşamüzeri o yorgunlukla aynı yolu dönmek çok zor gelirmiş kıza. Bir de köydeki kuyudan su taşımak… Bir at veya merkep alacak paraları hiçbir zaman olamamış.

Günlerden bir gün kız, sabah uyanıp evden çıktığında gözlerine inanamamış. Bahçedeki ağacın yanında genç ve güçlü bir at durmaktaymış. Simsiyah tüyleri güneş altında pırıl pırıl parlayan, uzun yeleli, dimdik kuyruklu sağlıklı bir aygırmış bu. Ağzında gem ve sırtında eğer izi, sağrısında da damga olmayan hayvan, vahşi bir ata benziyormuş aslında; lâkin boynuna bağlı iki parmak kalınlığında deri bir yular varmış. Hayvanı ürkütmemek için yavaşça yanına yaklaşmış. Huzursuzlanan atın boynunu ve alnını okşayarak sakinleştirip hayvanın boynuna bağlı deri yuları yakalamış. Yuların üzerindeki yazıya gözü ilişmiş. "Erkeğin kadına gösterdiği ilgi" yazıyormuş yuların üzerinde. Yazının bir anlamı olduğunu, bir öğüt içerdiğini düşünmüş ama anlamı çözememiş. Yuları hemen yanındaki ağaca sıkıca bağlayıp olanları ninesine anlatmak üzere eve koşmuş.

Torununun anlattıklarını dikkatle dinleyen nine, önce atı kendilerine bağışlayan Tanrı'ya şükretmiş; sonra da yazının anlamı hakkında: "Evlenme çağın yaklaştı güzel kızım. Bir eş seçme zamanın geldiğinde o yazının ne demek istediğini anlayacaksın" demiş.

Genç kız o gece sevincinden doğru dürüst uyuyamamış. Ertesi gün cumartesiymiş ve pazara yeni atıyla gitmeyi, henüz eğitmediği ata binemese bile eşyalarını yüklemeyi hayal ediyormuş. Gecenin geç bir saatinde güçlükle uykuya dalabilmiş. Sabah kalktığında kızı acı bir sürpriz bekliyormuş. Atın yerinde yerler esiyormuş. Ağacın yanına koştuğunda atın yularını kopararak kaçtığını fark etmiş. O gün üzüntüsünden pazara gidememiş.

Ertesi sabah uyandığında atın yine ağacın dibinde durduğunu görmüş. Çok sevinmiş tabii ve gidip yuları kopan yerinden sıkıca düğümlemiş. Atı elleriyle doyurmuş. Okşayıp gönlünü kazanmaya, eve ve kendisine alıştırmaya çalışmış ama faydası olmamış. Ertesi gün at yine kaçmış.

Geçen zaman içinde, ne yazık ki bir kez olsun atı kullanmak nasip olmamış zavallı kıza. At olmadık zamanlarda yularını koparıp kaçıyor, bir iki gün ortalıklarda görülmüyor ama sonunda mutlaka geri dönüyormuş. Bu, aylarca böyle devam etmiş. Altı aylık geliş gidişlerinden sonra at bir gün yine kaçmış ve bir daha hiç dönmemiş. Kızcağız hüzün ve hasretle beklemiş günler ve aylar boyu. Artık kullanabilmek umurunda bile değilmiş. Evinin yanında olsun istemiş. Sadece görebilmek bile yetecekmiş ona. "Gelirse bir daha, vallahi de billahi de bağlamayacağım onu" diye kendine söz vermiş. Aşka benzer bir bağlılık gelişmiş kızın yüreğinde ama ne yazık ki at bir daha hiç gelmemiş. Zaman zaman atın uzak tepelerde özgürce koşturduğunu görür gibi oluyormuş. Belki de gerçekten görüyormuş ama ona ulaşamıyormuş. Atın son kayboluşunun üzerinden tam bir yıl geçmişken bir sabah, evin önünde bu sefer şirin, küçük bir eşek görmüş kız. Onun da boynunda atınki gibi bir yular varmış ve yuların üzerinde aynı yazı yazılıymış. "Erkeğin kadına gösterdiği ilgi"
Kız eşeği ağaca bağlamış. Ertesi sabah uykusundan, içinde tarifsiz bir korkuyla uyanmış. Pencereden dışarı baktığında korkusunun yersiz olduğunu anlamış. Eşek yerli yerinde duruyormuş.

Takip eden aylarda eşek kızın çok işine yaramış. Onunla pazara gidiyor, eşyalarını yüklüyor ve kuyudan su taşıyormuş. En önemlisi, eşek, yularını koparıp kaçamıyormuş.

Bir sabah kız uyanıp yorganın altında tembellenirken, yatmadan önce eşeği bağlamayı unuttuğunu hatırlamış. Çılgın gibi yatağından fırlayıp evden çıkmış. Bir de ne görsün? Eşek ağacın dibinde, bıraktığı gibi duruyormuş. Tabii ki çok sevinmiş kız. Gidip eşeğin boynuna sarılmış ve o anda yularda yazan yazının anlamını kavramış.

Atı bağlamaya bile yaramayan yular; yani aynı yular, eşeği çekip pazara veya istediği herhangi bir yere götürmeye yarıyormuş; hepsi bu kadar... Eşek bağlanmasa bile bir yere gitmiyormuş zaten. Meğer ki yular değilmiş önemli olan. Aşk, yuların ucundakinde can buluyormuş…

Faik onlar erememiş Muratlarına MÜFTÜLER
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,507,507,507,507,507,507,507,50
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Nadya Alpkonlar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.462 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Seninle

bırak
sorsun hayat günahımızı
sevabımız dile gelemeden daha
hatalarımız çeksin
boynumuzdaki halkasını.

bırak
sabahlara eremeden
yıkasın gece ayaklarımızı
cemre yorgunu bir düş ülkesi
sarsın bütün efkarımızı.

bırak
ağlasın tüm seherler
kara yazsın kader yazımızı
ölememişsek de bu şehirde
hayaletimiz arşınlasın sokaklarımızı.

bırak
sürüsün gölgemizi ecelin atlıları
sonsuzluk düşlerimizde yansın
aşkımızın nurdan ışıkları.

bırak
kucaklasın bizi şu azgın nehir
bir sona varamadan dalgasında
yırtılsın gövdemizden
nadide bir şiir.

"Seninle her şeye varım...!"

Aşkıma...

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #11



  Çözüm: Sudoku #10
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Macaristan'dan bir sanat sitesi.. 1100-1850 yılları arasında yaşamış büyük ressamların eserlerini klasik müzik eşliğinde bulacaksınız. Harika bir müze! 14.500 kadar eser yer alıyor. Rehber esliginde turlar da var.. www.wga.hu

Yılbaşında 25 bin adet lambayla evini süsleyip, Trans-Syberian Orchestra'nın "Wizard in Winter" şarkısına senkronlayan bir mühendisin harika çalışması. Mutlaka sesli izleyin.http://media.putfile.com/Wizards-of-Winter-Christmas-Lights

Diyelim ki İstanbul dışındasınız veya farklı tiyatro alternatifleri arıyorsunuz. Öyleyse size Devlet tiyatrolarının hem oyunları takip edebileceğiniz, hem de online bilet alabileceğiniz http://www.devtiyatro.gov.tr web sayfasını tavsiye ediyorum.

Tabi ki bir de tiyatro meraklılarının arşivlerinde bulunması gereken bir web sayfası http://www.tiyatrokeyfi.com Popüler oyun tiradlarını bulacağınız tiradlar kısmını meraklılarına tavsiye ediyorum.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Spy Sweeper 4.7.9 [8,52 MB] W9x/2k/XP Deneme - 29.95$
http://www.webroot.com/consumer/products/spysweeper/latestv.html
Eğer salim kafayla internette dolaşmak, girdiğiniz sitelerin sizi taciz etmesini önlemek istiyorsanız mutlaka bu programdan edinin. Denediğim pek çok programdan sonra bunda karar kıldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Deneme sürümünü kullandıktan sonra paraya kıyıp tam sürümünü satın almanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Haydi iyi traşlarr:-))

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060303.asp
ISSN: 1303-8923
3 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com