|
|
|
14 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Nerede o güzelim haşemalar?!.. |
Merhabalar,
Bu sefer Kızılcahamam pek donuk geçti. Nerede o geçen senelerin havuzbaşı haşemalı deve güreşi görüntüleri. Sayın vekillerimiz bu sefer bir efendi, bir saygılı ki sormayın gitsin. "Sinirlenmediğinizde çok iyi başbakansınız."ı saymazsak tek bir eleştiri bile yok. Kemal Abi destek verilmesi gerekli bir melek, gensoru verenler birer kelek oldu bile. "Seyir halinde olduğumuzu unutmayın. Yolculukta hatalar, talihsiz anlar, tökezleyenler olabilir. Görevimiz tökezleyen arkadaşlarımıza omuz vermektir." diyor Tayyip Bey. Yelkenleri atlastan, direkleri kestaneden olan bu seyir halindeki geminin dibi rafadan yumurta haberi yok. Ama olsun onlar şampiyonluğa and içmiş bir takımın ıoyuncuları. Sahanın ortasına gelmiş, şöyle halay çeker gibi halka olup eğilmiş, sonra kalkıp hepberaber "Türk siyaseti şerefine üç defa oley, oley, oley." çekmişler. Yarınki maçta sahaya çıkarken taşıyacakları pankartta hazır. "UYU EY HALKIM, UYU DA BÜYÜ".
Tayyip Bey'in esen rüzgarın şiddetine bağlı olarak şiir okuduğuna pekçok kez tanık olmuştuk. Ama son okuduğu şiir tam bir zamanlama harikası. Önce MHP'yi rakip olarak göster vekillere gözdağı ver, ardından İstiklal Marşı'nın 11 kıtasını ezberden oku "Milliyetçilikse al sana milliyetçilik" diye seçmeni irkilt. Gözyaşları, hıçkırıklar arasında alkışlar, alkışlar. Büyüksünüz sayın başbakanım, büyüksünüz!..
Kasabın ölümü balık hafızalarımızı tazelemek için bir vesile oldu. Avrupa'nın göbeğinde ikizyüzelli bin insana etnik temizlik yapan kasaba göz yuman Avrupalı, 4 yıldır bitiremediği davanın sonucunu bile açıklamaya fırsat bulamadı. Doksan yıl önceki olayları tek taraflı soykırım olarak benimseyen Avrupa, gözlerinin önünde katledilen ikiyüzelli bin insanın günahını nasıl ödeyecek acaba? AB gözlüğüyle bakarken sık sık düştüğümüz yanlışa düşüp kendimizi hakir görmek yerine, fırsat buldukça bu ve benzeri ayıpları Avrupalı'nın yüzüne yüzüne vursak ya. Vurabilecek kadar güçlü olsak ya!..
Bugün pikabımıza bir Sezen klasiği yerleştiryor ve kenara çekiliyorum izninizle. Sezen Aksu söylüyor, Keskin Bıçak. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
PASİFİKTE TÜM SEVDALAR SEK GELİRDİ MASAYA…
Öyle susuyorken su katılmamış sanıyorduk sevdaların kütlesel toyluğuna. Ama yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var demişti bir şair değil mi.. okyanusta okunmaz ki şiir eğer ezberinde yoksa.. ıslanır, ziyan olur sayfalar…
Şimdi pasiflikteyiz… devinen, sulu acılarda su katılmamış sevdalar bekliyoruz. Gelmeyeceğinden emin olsak bile biz bu oyuna macera diyebilmeyi seviyoruz aslında.. su içinde sek içiyoruz sevdamızdan hücrelerimize dolan taneciksel yalanları…
Buzların ağırlığını erime noktalarıyla hesap etmeden atıyoruz koynumuza.. pasiflikte suyun kaldırma kuvveti var diye….
Masanın sol bacağı tersyüz oluyor.. meyler ber taraf olmasın diye elini ağır aksak atıyorsun masaya.. geç kalıyor gücün. Yeniliyor tüm kaldırım güçlerinin moleküler yetişilmezliğine..
Ay ışığında, pasifiste, sek geliyor bütün sevdalar masaya… nefes alırken boğulmak güzel şey.. illaki pasifiste ama…
Yıllar var ki diyerek başlayacağım cümlelerim yok zulamda. Yıllar var ki olmadı geleli dünyaya..
Pasifiste bir güzel gözlü sevda olur canını yakanlar. İllüzyon sanmak isteyenler acılarını, pasifisin sanrısına sığındırırlar. ucu varken bucağının nerede olduğunu hesap edemeyenler içinde yüzmeyi bilmek, en azından kahraman saydırır kendini insana.. ve pasifiste onca su varken ; masalara sek gelir sevdalar…
Ağlamayı marifet saymak yerine bir gereksinim gibi gördü.. ağladı pasifiste sek sevdasına. Kimse fark etmedi. Oysa sorsaydı birileri toz kaçtı demeyecekti gözüme.
Onca tonlandırılmış bucaksız Okyanusya içinde gerek yoktu bu yalana..
Herkes çığlık çığlığa yüzmez okyanuslarda. Orası denizlere hiç benzemez. Eritilmiş acılardan doğmamak için direnen döngüsel suskunluklardır cep kanyağı kutusunda saklı kalan.. susarak , ihtimal ağlayarak sek sevdalarına yüzer pasifiste kadınlar, adamlar; çocukların ağlama nedeni bambaşka kalabilir okyanuslarda..
Su soğuk gelir mesela. Çok soğuk kalır okyanus suyu çocukların vücut ortalanmış ısıları yanında. Onlar okyanusa getirilmemeli! Henüz ısınmaz ısının öz kayıplarını hesaplamayı bilemeyecek kadar küçültülmüştür çocuk beyinleri ebeveynler tarafından zira…
Soğuk bırakılmış çok lehçe gelir aklıma bu karanlık sabahta. Her ağlayışta lanet olsun demek benim kültürümde çok anarşist kalıyor aslında. Ve ben lanet olsun demeyi ağlarken dilimde çok arabesk bulurum her defasında. Çember kurmaya kalksan dış açısı olmaz pasifisyada..
Bir okyanusun bilinmez uzaklığında kaldı şimdi adından doğan anlamsızlıklar.. her seferinde masaya davetkar bakar mısınız larla bakmak yerine sek içiyorum sevdanın acılarını okyanusyada bu akşam.. kadehi kaldırmadan tokuşturabilmek yalan basınçlarla güzel şey aslında. Pasifiste her bitiş bir başlangıç değildir artık.. çünkü bütün bitişler aynı kütlesel hacimsizliğin devre arası sınırında saklanır. Ve sövmek kötü durmaz pasifikyada. Ağız dolusu bağırırken sek sevdamdan canıma doğanlara, ben pasifiste olacağım bu akşam.. şerefe……
Sarahatun Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Solmaz Akça NOKTALAR |
|
Noktaları vardı hayatta. Kocaman kara birer leke gibiydiler. Onu belki de dönüşü olmayan yollara hep onlar ittiler.
Yine aynı şeyleri düşünmeye başlamıştı. Kara lekeler... Karanlığın içindeki kara lekeler. Sonra beyaz kağıda düşen ve nokta halini alan kara lekeler. Minik kara lekeler nokta haline geliyordu ak sayfanın üstünde. Noktalarla bitirdiği cümleleri, tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. Sanki "niye virgül, ünlem, soru işareti" kullanmadığını sorar gibiydiler. Neden bu kadar kesindi, neden tokmağı vurup yok ediyordu, devamını getiremiyor ve uzun cümleler kuramıyordu. Noktalar haindiler. Bir bitiş için kullanılırdı genelde. Ve o hep iki nokta arasında... Ne virgül, ne ünlem, ne soru işareti... Tanımsız bir işaretti, en çok noktaları seçen... Hayatta her şeyin bir tekrarı vardı ya, noktalar arasındaki cümleler de öyleydiler. Ne zamandır yolculukları iki nokta arasında geçiyordu. Ne zamandır o iki nokta arasında...
Sustu... Nefes aldı. Gecenin karanlığını soludu. İçindeki huysuz kızın üstünü geceyle örttü. Bir toprak kokusu hücum etti burnuna. Bu koku nereden geliyordu? Çok uzun zamandır toprak... Bir anda gözlerinde beliren sinsi yaşlar, kahkahalarla aşağı atladılar. Ölümler aklına geldi. Ölenler, gömülenler, dedesi... Midesi bulandı, tıpkı o ölü yüzü öptüğü gündeki gibi...
Annanesi "git, dedeni kaldır. Bu saat oldu hala uyanmadı. Kahvaltıyı kaldırıcam gelmezse" demişti. O da, odaya girip "dede hadi uyan. Bak ananem gelmezsen kahvaltı vermeyecekmiş sana" demişti. Sonra dedesini öpmüştü. Ama dedesinin soğuk vücudu ona cevap vermeyince avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Ananesi gelip tokat atmıştı. O da bağırışını kesmiş, ağlamaya başlamıştı. Hıçkıra hıçkıra... Dudaklarını günler boyunca keseyle ovmuştu. Dedesi gömülürken adı kefen olan bir bez parçasına sarıldığını ve o bezle toprağa atıldığını görünce o da çukura atlamış; "dedemi atmayın" diye yalvarmıştı. Ananesi ona ölenleri gömmek gerektiğini söylediğinde çok kızmıştı ona. Dedesi bir bez parçasıyla toprağın altında.
Çukura dedesinin yanına atlayan Ece. Burnuna dolan toprak kokusu... Dedesinin kokusu, ölenlerin kokusu. Ölüm kokusu... Toprak kokusu ona ölümü, ardından dedesini hatırlatıyordu. Ölümden en çok toprağa atılacağı için korkuyordu.
Ece, toprak kokusundan nefret ediyordu. Sırf bu yüzden evinde çiçek yoktu.Gözlerinden akan yaşlarla banyoya gitti. Ballı ve sütlü vücut kremiyle defalarca yıkadı vücudunu. Ölü dedesinin soğuğu dudaklarından uzaklaşsın diye durmadan dudaklarını keseledi. Duştan çıkınca kendini daha sakin hissetti. Islak vücudunu kurulamadan bir tişört ve kot geçirdi üstüne. Saçlarını da aynı şekilde kurutmadan toparlayıp, bir şapka taktı başına. Arabasının anahtarlarını alıp, spor ayakkabılarıyla sokağa attı kendini. Otoparka kadar yürüdü. Arabayı çalıştırdı. Ama nereye gidecekti? Önce gelişi güzel yollara saptı. Sonra birden çocukluğunun geçtiği Beykoz'a sürdü arabayı. Sigarasının biri sönerken, diğerini yakıyordu. Başındaki ağrı gittikçe ensesinden aşağı doğru kayıyordu. Beykoz'da verem savaş vakfının önündeki alana park etti arabasını. Torpidodan minoset plus aldı iki tane. Yoksa ağrının tüm vücuduna yayılacağından emindi. Sıkıntılı adımlarla iskeleye doğru yürüdü.
Ölüler, ölüm, dedesi... Soğuk, dudaklar, toprak kokusu...
Kurtulmak istediği ne çok şey vardı. Sıyrılmak istiyordu üstüne yapışan geçmişten. Ağladığı geceler, kriz dolu saatler, ilaçlar... Son bulsun istiyordu içindeki korku. Kovmak istiyordu dedesinin şekline bürünmüş olan hayalet ölümü... Elleri buz gibiydi. Düşünceleri dağınık bir yataktı sanki. İskeleden ileri doğru yürüdü. Kayıkların olduğu alana geldiğinde bir banka oturdu. Denizi seyretti. Uzun süredir buralara gelmiyordu. Çocukken dedesi onu sık sık buralara getirirdi. Ve hikayeler anlatırdı ona. Acaba çocukluğunu dedesinin ölümüyle mi kaybetmişti? Tekrar çocuk olmak ve korkmamak istiyordu.
Dedesi en çok kayıkları severdi. Ve en çok kayıklara hüzünlenirdi. "Kayıklar" derdi "kayıklar garip nesneler. Hiçbir özgürlükleri yok. Bir yere, birileri tarafından bağlanıyorlar ve orada hüzünle hatırlanmayı bekliyorlar. Yalnızlar. O kadar yalnızlar ki en hüzünlü tablo onların bulunduğu tablodur bence... Umarım sen kayık olmazsın bahtı güzel kızım. Bir gün bu kayıkları serbest bırakacağım ve o zaman emin ol çok mutlu olacağım" demişti.
Ama o mutluluğu yaşamadan ölmüştü dedesi. Ama Ece... Ece aklına gelen fikirle mutlu bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Kayıkların iplerini teker teker çözdü. Allah'tan etrafta kimsecikler yoktu. Ece özgür kayıklara bakarken dedesinin ruhunun huşu içinde olduğunu düşündü. Artık dedesini o topraktan çıkarmaya giden özgür kayıklar vardı. Gün batımında dans eder gibi sallanan mutlu kayıklar... Huşu içindeki dedesinin ruhu... Ve gülen gözleriyle kayıkları izleyen mutlu Ece...
Solmaz Akça solmaz.ca@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı DOĞUM GÜNÜ |
|
14 Mart benim doğum günüm. "Yüksel ki yerin bu yer değildir/ Dünyaya geliş hüner değildir" demiş şair. Yerine sayan ya da geri giden kişi yaşıyor sayılmaz ki; isterse el bebek gül bebek doğsun büyüsün. Görkemli doğum günleri yapsın, doğumunu saatlerce kutlasın. Hüner dünyaya gelmek değil, varlığıyla başkalarına neşe, mutluluk vermek, doğruya, iyiye, güzele yönelmek, ileriye hep ileriye gitmektir.
Doğumla doğmakla ilgili söz ve deyimler, şarkılar, türküler pek çoktur. Aklıma gelenlerden birkaçını aktarayım.
"Benim doğum günüm bana geldiğin gündür
O gün benim için bayram, düğündür."
***
"Silifke'nin yoğurdu
Ah seni kimler doğurdu
Seni doğuran ana
Bal ile mi yoğurdu?"
***
Falcılar, "Sevineceksin, mutlu olacaksın" anlamında, "Gönlüne ay doğacak" ya da "Hanenize ay doğacak" derler. Canı yanan âşık da diyor ki:
"Ay doğdu, batmadı mı
Cana can katmadı mı,
Seni yaradan Allah
Beni yaratmadı mı?"
***
Doğanlar çile çekmeye hazır olmalıdırlar. Kıskançlıklar, ihanetler, arkadan vurmalar, ayağımızın altına karpuz kabuğu koymalar bizi canımızdan bezdirir, dert deryasında gezdirir, doğduğumuza pişman ettirir, "Bilmem ki ben dünyaya niye geldim?" dedirtir. Bu acıyı "Serüven" adlı şiirimde şöyle dile getirmiştim:
"Doğar ağlarım: Susturamazsınız
Yaşarken ağlatırsınız: Güldürmezsiniz
Sevginiz saygınız lafta kalır
Kör bencilliğinizi kaldıramazsınız.
Ölürsem ağlamayın:
Kandıramazsınız!"
Kimi insanların çirkefliklerine, kimi güzellerin nurlu yüzlerine bakıyorum da:
"Gökte yıldız yüz altmış
Mevlâ'm neler yaratmış
Veli beyi çamurdan,
Yâri nurdan yaratmış" diyorum kendi kendime.
Ayın doğması güzeldir, romantiktir ama doğaya hayat veren, ağaçları yeşerten, çiçekleri açtıran, meyveleri olgunlaştıran güneşin doğması, yeri göğü pırıl pırıl yapmasıdır. Gün boyu içimizi ışıtır, ısıtır, varlıkları adeta yeniden doğurur, besler, büyütür, doyurur o yüce güç kaynağı. Bulutlu havalarda onun değerini daha çok anlarız. Bulutların gitmek bilmediği bir günde canım sıkılmış, "Doğ güneşim doğ artık" demiş ve duygularımı şöyle dile getirmiştim şiir biçiminde:
"Doğ güneşim doğ
Cıvıldasın içimizdeki
Umut adlı kuş
Düzleşsin mutluluğa giden yokuş
Erisin ayrılığı çoğaltan
Canavar kar
Çöksün aramızdaki buzdan duvarlar
Kavuşsun kucaklaşsın dostlar.
***
Doğ güneşim doğ
Doğ da kötülüğü, çirkinliği kov
Sisi, karanlığı boğ!
Yaprakların yeşili uyansın
Doğa güzelliğe kansın.
***
Doğ güneşim doğ
Özlemler çiçek açsın
Sevinçler kanatlansın
Yaşamak şaha kalksın!"
***
Güneş bize gerçekleri gösterir. Tabii görmesini bilene! Görelim gerçekleri de ona göre yaşayalım, önlem alalım. Gözü kapalı dolaşmayalım.
"Duymak, konuşmak da iyidir ama
Görmektir insanın güneşi.
Görmek sadece bakmak değildir
Korumaktır yeşili, maviyi
Yaşatmaktır doğruyu, iyiyi, güzeli.
Gözle görmekle yetinmemeli
Baktığı şeyin özüne inmeli.
Gönül gözüyle göremiyorsa
Yaşıyorum sanmasın kişi."
***
Gülmek bizi yaşatır, canımıza can katar. O da ayrı bir güneştir:
"Gülmek ruhun güneşi
Yoktur bu güneşin eşi
Erdem, özveri ışığı
Aydınlatmalı içimizi.
Yitirmemeli umudu, özlemi
İnsanlık aşığı ol her zaman
Dikkat sönmesin aman
Yıllarca yanıp duran
Sevgi, dostluk ateşi."
***
Gülün gül olun, kalplere dolun. Doğum gününüz size ve dostlarınıza doyum günü olsun. Çabanızla, çalışmanızla güzel günler doğsun.
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Gece Gezmesi
Ne geceydi ama... Serhan'ın da beni reddetmesiyle, dışarıda eğlenceli bir gece geçirme şansımın artık iyice azaldığını kabul etmek zorundaydım. "Abi gidelim boğaza, bir rakı-balık yapalım" dediğimde "Abicim, bizim hatunla planlarımız var" dedi. Acele 'bir başka zaman yaparız' ve tak. Aradığım dördüncü kişi olduğunu biliyor muydu acaba? Birincisinden sonra, herbiriyle en baştan "Ya, oturuyordum da aklıma geldi kaç zamandır seninle söyle bir..." muhabbeti yaptığımı? Artık herkes çift, tek adam bulamıyorsun. Otuzundan önce öyle değildi. Şimdilerde ise evlenmeyen üç dört kişi kaldı zaten, onlar da evlenecek kadın avında. Serhan da iz sürüyor işte, bundan bana çocuklarımın anası olur mu diye, kadının orasını burasını kokluyor. Eh, elalem orasını burasını bedavaya koklatmaz, bir bedeli var bu işin de. O bedel de, arkadaşlarını satmak oluyor herhalde.
Doğrusu bir geceyi daha kendimle başbaşa geçirmek beni pek heyecanlandırmıyordu. Üstelik son birkaç haftasonu hep evde tek başına dvd seyretmiş ve artık arkadaşlarla dışarı çıkıp eğlenmeye iyice heves eder olmuştum. Kimseyi bulamadığıma göre, kendi başıma çıkıp dolaşma fikrini bir süre kafamda evirip çevirdim. İnsan tek başına dışarıda nasıl eğlenirdi? Şöyle sazlı sözlü bir meyhaneye gitsem, kafayı çeksem. Vur patlasın çal oynasın! Sahne gözümün önüne geldi. Meyhanede, içmişim içmişim, dudaklarımın ucunda sigara, kıvırtıyorum. Eller havada, sağa sola laf atıyorum, "Oh, oh, hadi yandan". İki dubleden sonra bana gayet alımlı gelen, pavyon eskisi şarkıcıya göz kırpıyorum Tabi herkes durmuş, dağıtan göbekli keltoşu seyrediyor. Elalemin maskarası olmuşum. Anlaşılan, tek başına fazla eğlenmek de öyle tekin birşey değil. Ne de olsa, görenler bu adam kendi başına nasıl böyle eğleniyor, deli mi ne, demez mi?
Tek başına çıkıp melankolik takılmak da bir başka seçenekti. Beyoğlu sokaklarında, yağmur hafif çiselerken, üzerimde de pardösü olsun, ağzımda yine bir sigara, somurtarak yürüyorum. Tünele doğru kalabalığın akışına bırakmışım kendimi gidiyorum. Karşıdan da bana yaklaşan bir akıntı var. Ters istikametden birbiri üzerine akan sular gibi, ayrışarak, kimse kimseye değmeden geçiyoruz. Ben izmaritimi yere atıp, topuğumla söndürmek için duruyorum. Durmamla harika bir hatun bana çarpmıyor mu? Fıstık gibi birşey, en etkili 'clark' bakışımla kızı olduğu yere çiviliyorum. Sonra kızcağız, yere düşen kitaplarını hatırlayıp onları toplamaya başlıyor. Ben de fırsattan istifade, yanıbaşına çöküyorum, kitapları toplamasına yardım ediyorum. Kısa cümleler sarfediyoruz birbirimize nazikçe. Ah, çok pardon...Yok, asıl ben... Durmasaydım... Yok, ben dikkat etmedim...Yazık, ıslanmışlar...Daha yeni almıştım kitapçıdan... Aa, bu kitap çok harikadır.. Yoksa okudunuz mu...Tesadüf bu ya, meğerse o kitabı okumuşum, çok severmişim. Anlatmaya başlıyorum, kız hayranlıkla beni dinliyor, belli ki etkilendi. Tam bir kafeye gidip konuşmayı teklif edecekken, yarma herifin teki, sahiplenircesine kızın koluna giriveriyor. Kart sesiyle bölüyor konuşmamızı. "Ne oldu bir sorun mu var, tatlım?". Hayda, şimdi işin yoksa adamı kız arkadaşına asılmadığına ikna et. Hep böyle olmaz mı zaten, esas kız çoktan kapılmıştır.
İkinci senaryo da böyle tatsız sonuçlanınca, dışarı tek başına çıkma konusundaki düşüncelerim iyice olumsuzlaştı. Zaten saat te dokuzu bulmuştu ben bir karara varana kadar. Sehpanın üzerindeki kaçak dvdler gittikçe çekici gelmeye başlamıştı. Tabi, ne zamandır kafamı kurcalayan Esma meselesine de el atabilirdim bu gece. Zaten iki hafta önce kafeteryada beraber öğle yemeği yememizden beri, kafamı kurcalayıp duruyor bu kız. Ama arayıp, aramamak konusunda devamlı gidip geliyorum. Çünkü beni beğeniyordu da mı, yemek alırken gel beraber oturalım dedi, yoksa yalnız yemek yemek istemediğinden mi, bir türlü karar veremedim. Bir yandan diyorum kız istemese, niye gel birlikte yiyelim desin, gider başkasının yanına oturur. Diğer taraftan, şirketin en gözde kızlarından biri, beni mi beğenecek. Yok, devenin nalı! Zaten Cumartesi gecesi bu saatte aranmaz ki elin hatunu. Üç gün önceden yapmıştır o haftasonu planlarını diyerek Esma'yı aramaktan da caydım. Artık elimde tek seçenek kalmıştı. Kaçak dvdler!
Eh ne yapalım, bu gece de evdeyiz diyerek televizyon ekranını açtım. Akıp giden görüntülerin üzerine sokak lambasının çiğ ışığı vuruyordu. Gidip, salonun perdelerini de çekerek dış dünyayla tüm bağlantımı koparmak istedim. Fakat, lambanın ışığı ısrarla perdelerden süzülerek dışarıda canlı bir hayat olduğunu ima ediyordu. Jaluzi taktırmamıştım, yapacak bir şey yoktu. Televizyonun karşısındaki koltuğa oturup, sehpanın üzerindeki dvd yığınına uzandım. Hımm, bu film iyiydi, şu berbattı, bu hoş bir romantik komediydi, bunu zaten seyretmişim alırken hatırlamadım, bunun da baş aktristi taş gibiydi de çok karamsar bir filmdi. Ee, bu kadar mı? Şaşkınlıkla seyredilmemiş başka filmimin kalmadığını gördüm. Hem afallamış hem de üzülmüştüm. Başka zaman olsa, aldırmazdım da, tam da uzun cebelleşmeler sonucunda evde kalmayı kabullenmişken, feci bir darbeydi bu. Karnıma yumruk yemiş gibi, iki büklüm büzülmüş kendime acıyordum. Son bir gayretle kumandaya uzanıp, kanallarda seyredilebilecek düzgün birşeyler aradım. Tabi ki, yoktu. Kanallarda program akışını düzenleyenler cumartesileri ne de olsa doğru düzgün kimse evinde oturmaz, iyisi mi evde kalan garibanlar için iyi programlarımızı harcamayalım demişler; hatta belki Türkiye Programcılar Kongresinde bunu gündeme getirerek ağız birliği etmişler; hatta ve hatta bunu yazılı bir belgeye imza atarak da tescillemişlerdi. Ne bileyim, olur olurdu. Allahtan bir düğmeye basmakla kapanıyordu bu meret, yoksa sinirden yerimden kalkacak halim kalmamıştı.
Kumandayı sehpanın üzerine bırakıp, kanepede uzandım. Acaba bu saatte uykuya dalabilir miydim? Denemekten birşey kaybedilmezdi. Gözlerimi kapadım. Esma'nın güzel yüzü beliriverdi karşımda. Acıklı bir ifadeyle "Niye beni aramadın?" diyordu. Aceleyle gözlerimi açtım. Derhal kafamı meşgul edecek birşeyler bulmalıydım. Kitap okusam, belki bir gün gerçekten bir kızı kendime hayran bırakma şansım doğardı. Ama kitap bende ne gezer! Daha kalkıp, ortalığa bakmadan biliyordum bir şey bulamayacağımı. Zaten evde kitaplık niyetine birşey yoktu ki. Orada burada lise müfredatından kalma bir kaç klasik roman. Onları da bu boğuk içhalimle tekrar okumaya kalkışmayacaktım. Yine de yatak odama doğru yöneldim, belki komodinin içinde bir ara kazara alıp, sonra okumayı unuttuğum bir romanı bulabilirdim. Karanlıkta odama doğru ilerlerken ev kapısının gözetleme deliğinin birden aydınlandığını gördüm. Apartmanda birileri otomatiğe basmış olmalıydı. Gözümü deliğe dayayıp dışarı baktım. Karşı kapıya doğru daralan şişko bir sahanlık belirdi. Bomboştu, büyütecek başka bir nesne olmadığı için de lens sahanlığı iyice şişirmişti. Kimseler gözükmüyordu. Ama apartman boşluğunda birilerinin kahkahalarının çınladığını duyabiliyordum. Arka planda da boğuk bir müzik. Sonra bir kapı kapandı ve yukarıdan aşağıya inmeye başlayan ayak sesleri. Arada yükselen bir iki kelime, gülüşmeler ve hişştler. Sanki gövdesinden ayrılmış bir takım bacaklar, sahiplerinden habersiz çizmeleri botları çekmiş, muzirca dışarı kaçıyorlardı. Ama kendilerini tutamayıp, bu hareketlerinin muzipliğine teslim oluyor, bir iki hakkaha kaçırıveriyorlardı arada işte. Ayak sesleri iyice yaklaşmıştı, şimdi bir üst katta olmalıydılar. Acaba apartmanda birisi parti veriyordu da benim haberim mi yoktu. Heyecanla gözümü lense dayamış kim olduklarını öğrenmek için can atarken, apartmanın otomatik ışığı söndü ve karanlıktakiler benim katımdan hızla aşağı iniverdiler. Işık tekrar yandığında, sesler fısıltıya dönüşmüş ve sokak kapısının vurmasıyla noktalanmıştı.
İşte gecemin en heyecanlı noktası da karanlığın içinden kayıp gitmişti. Başkalarının hayatlarından bir an çalmaya yeltenecek kadar zavallılaşmıştım. Yine de son bir umutla yukarı katlara çıkıp, eğlencenin hangi daireden geldiğini anlamaya çalışabilirdim. Belki kazara kapı açılıverir, nazik komşularım beni içeri buyur ederlerdi. Ya da biraz daha içmelerini mi bekleseydim? Belki bir olurunu bulur, birileri çıkarken içeri sızıverirdim. Yukarı çıkmak için en doğru zamanı tespit etmeye çalışırken telefon çalmaya başladı. Heyecanla yerimden fırladım. Yaşasın, birisi beni arıyordu. Acaba konuştuğum arkadaşlardan birinin planı mı değişmişti. Ya da acaba Esma, bu saatte, beni arar mıydı? Yani bilmem ki, olur olurdu! Bir nefeste telefonu açtım. "Alo?". Sadece sessizlik yanıtladı, heyecanlı karşılamamı. Tekrarladım, "Alo, alo, alooo". Pürüzsüz bir sukünet, artık hatlar da cızırdamıyor ki. "Alo, kimsiz?" Düşmedi herhalde diyerek kapattım. Düşünceli düşünceli odama yönelirken, yine telefonun o feryat eden sesi. Koşup hemen açtım. "Alo... Alooo.. Kimi aradınız?.. Duyabiliyor musunuz?"
Acaba yurtdışından birisi mi arıyor da düşüremiyor? Kimi tanırım ki ben parasına kıyıp, yurtdışından beni arayacak? Tam odama varmıştım ki, telefon yine zırlamaya başladı. Bu sefer bekledim, çalsın, uzun uzun ki, düşmüyorsa düşsün. Sonra da hiç birşey olmamış da, ilk kez cevap veriyormuşum gibi, sakince alo dedim. Yine cevap yok. "Alo, kimsiniz, kimi aradınız?" dedim saf saf. Sessizlik sinsice sırıttı sanki, derhal kapattım. Bir daha aradı, bir daha ve bir daha. Allahın sapığı, tek eğlencesi başkalarının hayatlarına bulabildiği en ince delikten sızabilmek. Telefon çalmaya devam etti. Sinirim tepeme çıktı, daha fazla dayanamadım. Attım kendimi sokağa. Artık neresi olursa...
Şimdi telefonun başında Esma'yı aramak üzereyim. Dün gece bir apartman sapığına dönüşmeme ramak kalmışken bir telefon sapığı tarafından evimden kaçırılmamdan sonra, kendi kendime söz verdim arayacağıma dair. Dışarı çıksam mı çıkmasam mı diye boşuna o kadar debelenip durmuşum. Çıktım da fena mı oldu? Gittim, Tepebaşı'nda seyyar tezgahıyla bütün gece polislerle saklambaç oynayan kaçak dvd'ciyi buldum. Beni tanıdı, "Abi, hoşgelmişin" falan dedi. Biraz sohbet ettik ama ben pazarlık yapmayı da ihmal etmedim. Daha vizyona bile girmemiş, üç film satın alıp, eve döndüm. Keyifle onları seyrettim. Sonra sabah oldu, kendime verdiğim söz aklıma geldi. İki haftadır düşünüp duruyordum ya, arasam mı diye. Arasam ne olur? Ama ya telefonu bir erkek açarsa? Aramasam mı acaba?
Selin Söl
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
KIRILDIKÇA
- 1 -
Bir koşu tuttururum şehrimin kıyılarından
Yalın bir çağırtının kımıldayan sularına…
Birileri dışına koyar yolları,
Yalanlara açılan kapılardan
Birileri de yollar bulur,
İçinin kapılarında
Sonbaharla tanıdık bir kaygı da gelir
Ellerimin tersinde terleyip bütün o
Mahcup yanlarıyla çekip giden yazlardan sonra
Hep ayrıntılardan, unutulmuş gibi alınır
Yapma ellerle bırakılan burukluk duygulanımı
Ceplerinde asil bir kukladır sanrılar
Gözlerinde kim bilecek duran şartlanma duvarlarını
Bir çığlığın sivri tarafı fırlayıp öfkeyle
Saplanıyor gecenin yarılan damarlarına
Hangi yarılan yanı onarmaya kalksam
Terim bir hiç'in dökülür gözeneklerinden
Ya televizyon başlarında, ya uykularda
Hatırlıyorken panolarımda çirkin duran bir ihaneti
Koşmak da "varolmanın"
Arkasında duran bir yüzü daha
Koşmak; "varolmanın" ikinci adı
……
Terlemiş kasık aralarından yayılır gibi
Dayanılmaz yanlarıma yayılan,
O galiz kokuların arasından
Kaçıyordum ruhumun rikkatli cebinde
Küf kokan bir kileri kilitler gibi
Örtüyordum üstünü kalabalığın
Örtüm yüksek naralarla dağılıyor
Dayanıksız cızırtılar üstüne
Konuştukça haksız bir orgazm yaşanıyor
Durakların anlamsızlaşan gişelerinde
Arka koltuklarından belediye otobüslerinin
Bir parazit gibi yayılıyor usuma
Karakteri oturmamış bütün tümceler
Büyüyor, büyüyor nefes aldıkça bir yanılgı
Ses tellerinizin tonundan
Unutmuyorum…
Kimileri konuştukça unutur eksilen yanlarını
Kimileri susar,
Var olma binalarına kiremitleri dizerken
Uzanır kendi penceresinden kendine
Çünkü sesi firar etmiştir bağıran yanlarının
Şartlanma duvarlarının yıkılmış tarafından
Sonbaharla tanıdık bir kaygı da gelir
Hantal iki uçlu yan daralır bu vakitlerde
Bir ucu ruh, bir ucu ten
Ruhum, tenime uzatıyor
Karanlık aralardan bir anahtarı
Kapıyı açıyorum
Kapıyı açıyorsam, nerde?
Bulmacanın ağır taşları
- 2 -
İnsanlar uçurum birbirine
Görmüşsündür..
Kapılar kapı içinde
Uçurum, kapıların içinde
İyi yada kötü..
Ne kadar?
Boşluk işte..
Duracaksam..
Tam nerede.. bilmiyorum?
Bilmiyorum ve koşuyorum…
Ayaklarımı kıpkırmızı kesen dikenler görüyorum
Ayaklarımı kesen dikenler
Ne zaman büyüdüler burada
Ruhuma kabuklarını diken her şeyi
Ne kadar zamandır besliyordum
Ve nasıl oluyor da unutuyordum bunları
Bütün koşuların ötesinde
Unutulmayan bir anlam var
Zaman, yığılmış bir köz bıraktı
Gelecek, zayıf yanlarımızla bilindi
Sinir uçlarımıza biriken ağır bir yorgunluk
Ve bir yangından çıkış anları kaldı geriye
- 3 -
Pörsümüş sıkıntı sendromlarından sonra
Rengarenk bir beton yığınının aksedişini andıran
Bir heykel duruyor şehrimin kıyılarında
Üşüyorum..
Nereye baksam bütün elbiselerde konaklıyor ayaz
Her bakışta buzu giydirecekmiş gibi tene, her an;
Biliyorum..
Ağır bir taşın içine,
Koşuyorum..
Orada kim var?
Saat gecenin üçü.
Maddenin, manayı yücelten bir suskunluğu var
Eylemlerimi tetikleyen bir kış
Her kışın içinde bir ürperiş var
Hatırlıyorum..
Özümün hep bir mevsim aradığını
Kasvetlerle ağırlaşan balyozumu
Vuruyorum heykelin gövdesine
Bir, bir dökülüyor içlerinde gizlenen soysuz öğretiler
Umursanmadan edinilen eskiden beri
Kırıldıkça, kırıyorum
Kıdemli bir sanılgıyı unutarak
Kırılanların arasından buluyorum
Çok eskiden beri özlediğim bir cevheri
Artık sadece vuruyorum
Başkalarının rengini almış kabuklarıma
Gösterirken saatim ketum bir sonbaharı
İhtirasla kaldırdığım balyozumu vurduğum yerde
Kırıldıkça "ben" oluyorum
Kalender Efgan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.523 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Parçalandım
parçalandım
senin umarsızlığında
çok ağladım
yenilmiş umutlarımda
üzgünüm
senin için ağladığımdan
kızgınım
senin için yandığımdan
yetinme
düşme ellerimin peşine
soğuk
kırık
onca düşlerin mateminde
eğildim
sana susarken çağlayanlarımda
çok yalnızdım
senin o sahte kalabalığında
yok
kurşun
değmez ki yalnızlığın zırhına
kırılganlık
duvar olmuş
hep durur etrafımda
üzülme
koşma yenik sevdanın eteğine
yetim
savruk
bunca ayrılığın kasvetinde
parçalandım
dün daha yanı başında ya
bir merhem yeter mi
ki bütünlük
benden öte bir rüya.
Gülcan Talay
Yukarı
|
Sudoku #18
Çözüm: Sudoku #17 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
Nilgün Çevik Ebru Sergisi .:. 3-16 Mart 2006 Cemal Reşit Rey Konser Salonu Fuayesi
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
...Köklü ve varlıklı bir aileden geliyorum ve Türk olduğum için gurur duyuyorum. Büyükbabamın büyükbabasının babası, 1822 yılında Sakız adasında çıkan Yunan isyanını bastıran ve Sultan 2. Mahmud'un kendisine verdiği bu görevi eksiksiz yerine getirdikten sonra, burada şehit olan (Nasuh oğlu) Kaptan-ı Derya Ali Paşa'dır... http://www.nasuhmahruki.com fazla söze gerek yok. Yıllardır takdir ederk takip etmeye çalıştığım, Ali Nasuh Mahruki.
Evinde uydu yayınlarını takip etmeye çalışanlar için küçük bir kaynak http://www.satturkey.com/ . Şifreli yayınlar hakkında detaylı bilgi almak isteyenler için ise verdiğim kısayoldaki web sayfasında bulunan turkeyforum kısayoluna tıklayıp, ulaşacağınız web sayfasına üye olmalarını tavsiye ediyorum. Üye olduğunuz takdirde multivizyon ve benzeri kanalların şifrelerini sorgulayabilirsiniz. Emin olun işe yarıyor.
Kimi ücretli , kimi bedava bol miktarda imaj kaynağına sahip bir web sayfası http://www.brainybetty.com/ . Sadece kendi datasıyla değil, diğer kaynaklara verdiği kısa yollarla da sizlere yardımcı bir kaynak.
Avrupa Yakası isimli diziyi seyredenler, Ata Demirer, yani Volkan'ın "fındık fıstık" isimli şarkısını dinlemişlerdir. Size vereceğim kısayolda bu şarkının video klip'ini seyredebilirsiniz. http://www.komikler.com/komiktv/film.php?catid=0&filmid=3155&g
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
CD to MP3 Freeware 1.3 [1.05 MB] W98/2k/XP FREE
http://www.eusing.com/Download/cdtomp3freeware.exe
CD'den mp3 hazırlamak için hala bir programı olmayan kahveciler için güzel bir seçenek. Kullanımı son derece basit olan bu program mp3'e meraklı herekese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|