Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 946

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Dostluk kazansın!..


Merhabalar,

Taraflı bir taraftar olarak burada ahkam kesme, mesaj verme gibi bir misyonum olamaz biliyorum. Haddime değil bir kere. Ama son zamanlarda eşeğin kulağına su kaçıran olaylar, demeçler, yorumlar ve hatalarla gündemden düşmeyen futbolumuzun iki birbirini var eden kulübü bu akşam bir kez daha karşılaşıyor. Gönlümün kimin kazanmasından yana olduğunu söylememe gerek yok ama şu başlıkta ettiğim lafı inanın yürekten söylüyorum.

Senelerce şu top denen meretin peşinden koştum. Kendimi bildim bileli Cimbom Fener rekabeti içindeyim. Spor denen şeyin kavga gürültü değil, rekabet, hırs, kazanma duygusu olduğunu iyi bilirim. O nedenle, son aylarda yaşananları spor başlığı altında sıralamaya da karşıyım. Benim futbol rekabetim, taraftarlığım, yenmek, yenilmek, sevinmek, üzülmek üzerine kuruludur. İddiaların, bahislerin özetle paranın hakimiyetine geçmiş futbol endüstrisinin göz bebeklerine nazar değsin istemiyorum. Hakem hatalarının, komplo teorilerinin hakim olduğu bir maç yerine, kıyasıya mücadelenin olduğu, iyi olanın ya da şansı yaver gidenin kazandığı bir temaşa zevki olsun istiyorum. Pireyi deve yapan, ekmek paralarını profesyonelleri eleştirerek kazanan skor yazar ve konuşurlarına ekmek çıkmasın istiyorum. Maç biter bitmez, sonuç ne olursa olsun, yaratıcı mesajlar alıp vermek istiyorum. Can-ı yürekten dostluk ve gerçek spor kazansın istiyorum, var mı ötesi?

Dünün en trajikomik haberi kuşkusuz Kültür Bakanlığında yakalanan korsan CD'lerdi. Haydi bir akraba kontenjanından bakanlığa kapağı atmış çaycı birader bu cahil cesaretini gösterdi, ya peki o çaycının sadık müşterileri olan kültür bakanlığı memurlarına ne demeli bilmem ki? Tam güler misin ağlar mısınlık bir durum. Korsana çare bulmakla görevli bakanlığın koridorlarında yaşanan kepazeliğe gelin hep beraber şöyle bir haykıralım. "Koç gibi bakanımızın şerefine üç defa 'BRAVO' 'BRAVO' 'BRAVO'"

Pikaba 90'ların güzel bir şarkısını yerleştiriyor ve kaçıyorum. Scorpions çalıp çığırıyor, Wind of change. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 KahveRengi : Alaattin Bender


"ASIRLIK ÇINAR" EŞREF ÜREN

Eşref ÜrenBazı sanatçılar vardır, yaşadığı kente mal olmuş. Ankara ressamları arasında benim aklıma ilk gelen isim İhsan Cemal Karapurçak'ı bir tarafa ayırırsak O'dur. Ben O'nu, öğrencilik yıllarımda Kızılay'a inişlerimde beni içine çeken Zafer Çarşısı'ndaki mistik Güzel Sanatlar Galerisi'nin girişindeki masada güleryüzlü ev sahipliği ile hatırlarım hep. Bedri Rahmi'nin dediği gibi O, "Ankara kalesine tutunan tecrübeli bir kartal, bir kır çiçeği, Anadolu'da kaybolmuş bir köy, bir dere, bir karamuk, bir ardıç fidanı"; Turan Erol'a göre de "Bozkırın ortasında yaz kış çiçek açan mucizevi bir ağaçtı." "Dede" lakaplı bu asırlık sanatçı "Ben de Cenap Şahabettin gibi 'ölümden değil elemden korkarım'; bir iz bırakamamaktan korkarım" derken hayata dair ise "Hayat hakkındaki görüşüm basit; Yunus Emre'ninki, Tagore'unki gibi: 'Her şey içimizdedir' " diyen "Başkent ressamı" Eşref Üren'den başkası değildi.

Eşref ÜrenEşref Üren'in resimlerine baktığımda çizgi ve benek olmazsa olmazlardandır. Fırçasının izleri Van Gogh ile başlayan puantistlerle ("pointillist") kısalarak noktaya dönüşen fırça tuşeleri arasında gezinir. Bir titreklik, ölçülü bir ilüzyon sergiler resimleri. Paleti "renk olmasaydı ressam olmazdım" diyebilecek kadar renklidir: Sıcaklar, soğuklar, kontrastlar... Bu nedenledir ki en durağan konulu peyzajlarında bile aslından öte bir canlılık, içten içe bir devinim sözkonusudur. Resme de 22 yaşında "bir gecede verilen karar"la İbrahim Çallı'yı "Yeşil Türbe"yi resmederken gördüğünde, o zümrüt yeşilinin doğadakinden daha canlı, tuvale yansıyan resmin kadrajdan daha bir güzel olduğunu gördüğünde başlamamış mıdır. Belki de o gün, oracıkta bilinçaltına kazınmış olacak ki yeşil paletinden hiç eksik olmamış, gökyüzünü dahi yeşile boyama cesaretini gösterebilmiştir. Yine bu nedenle olsa gerek, doğadan hiç kopmamış, kendisine bir "çelebi" edasıyla "açık hava ressamı" diyebilecek kadar peyzaj resminden büyük haz almıştır.

Eşref ÜrenResimlerinin konusunu natürmortlar, peyzajlar ve portreler şeklinde üç grupta toplayabiliriz. Natürmort'larını açıklamak için atölyesine göz atmak gerekir. Resim sehpasının yanıbaşındaki masada vazolara yerleştirilmiş deste deste çiçekler; kimi taze, kimi kurumuş, kimi ise kurumakta olan renk renk, biçim biçim çiçekler tuvalinde hayat bulur. Konu, hatta obje değişmediği halde her defasında ruhundan süzülen renklerle aydınlanır çiçekler ve hiçbiri birbirinin aynı değildir. Natürmortlarına çoğu zaman bu vazoların altındaki çiçek desenli örtü zemin hazırlamış, ancak Matisse resimlerinde de sıkça gördüğümüz bu kaligrafik desenleri resme hareket getirmek için bilinçli olarak kullanmıştır. Öyle ki 100x125 cm ebadındaki Müze'de bulunan "Karadenizli Analar" resminde de bulutlarda başlayıp denizdeki dalgalarda devam eden devinimi kadınların dikildiği sarı zemin üzerinde de kullanarak resminin şifresini açığa vurmuştur. Peyzajlar, en çok da Kurtuluş Parkı Peyzajları dikkat çeker. Değil midir ki, evine bir yürüme mesafesindedir. Portatif şövalesini kaptığı gibi orada alacaktır soluğu. Yaz kış demeyecek, kışın dahi kaşkolunu paltosuna dolayıp sigarasını tüttürerek şövalesini kuracak, başında fötr şapkası yağan kara hiç aldırmayacaktır. Bazı günler dostlarının yardımıyla karlı Elmadağ'ı, Hüseyin Gazi tepesini, Oran sırtlarını, Beynam ormanlarını, Çubuk'taki gelincik tarlalarını keşfe çıkmış, bu beldelerin doğasına kattığı şiirsellik içinde herhangi bir donmuşluğa sapmadan, fırçasının ucuna geldiği gibi boyamıştır resmini. Bedri Rahmi'nin dediği gibi "Resimlerinde en ufak bir çalım, bir fiyaka, bir fırça oyununa kulak asmaması, dünyayı haraca kesen akımları çok yakından izlediği halde doksan derecelik dönüşlerle kervana katılanlara kıs kıs gülebilmesi...", O'nun resimlerinin "üslubu beyan aynıyla Eşref Üren" olduğunun kanıtıdır. Kimi zaman da portrelerinde kendisini resimlemiş; renk renk oto-portrelerinde hiçbir zaman tekrara düşmemiş, o anki ruh halini yansıtmasını bilmiştir hep.

Eşref Üren

Orhan Peker'i nasıl ki, kedisi "Başka" ile anıyorsak, Eşref Üren'i de kaşkolu ve gözlüklerinin yanısıra kedileriyle anmak doğru olur sanırım. Zaten Cemal Tollu, Müze'ye malolmuş meşhur "Eşref Üren" resmini yaparken dizinin üstünde kedisini de resmetmemiş midir. Rivayete göre kedisine kendisinden daha çok önem verdiği söylenir. Bu nedenledir ki son kedisinin adı "kızım"dır. 1934 yılında Sivas'a tayin olduğunda taşındığı evin "demirbaş"ı olan kediden ötürü olacak kedi sevgisi yaşamı boyunca sürecektir.

Eşref Üren1897 yılında İstanbul'da Fehim Paşa Konağı'nda varlıklı bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Eşref Üren'in hayatı acı ve sıkıntılar içinde geçer. 1908 yılında Meşrutiyet ilan edildiğinde saraya yakın olan babası öldürülür. Bursa Ziraat Mektebi'ni bitirdikten sonra ilerleyen yaşı nedeniyle Sanayii Nefise Mektebi'nde misafir öğrenci olarak okur ve "Dede" olarak anılır. Burada İbrahim Çallı ve Hikmet Onat Atölyelerinde çalışır. Başlangıçta "olmuyor Eşref olmuyor!" diye eleştiren İbrahim Çallı, daha sonra yine onun bir resmi için "Mozart kadar duygulu, bu resmi ben yapabilmiş olmayı isterdim" diyecektir. Bir süre Paris'te Andre Lhote atölyesine devam eder. Yurda dönüşünde Erzurum ve Sivas illerinde resim öğretmenliği yapar. Başlangıçta "öğretmenliği resim sanatına ihanet" olarak düşünen Üren birgün, klasik ve modern resmin karşılaştırmasını soran ve Picasso'nun ismini haykıran bir öğrencisini işitince bu düşüncesini değiştirir. Bu arada öğrencisi Melahat hanımla evlenir. "D Grubu" na katılır. Resimleri bu grubun sergilerinde ve Galatasaray sergilerinde yer alır. Katıldığı Devlet Resim ve Heykel Sergilerinde ödüller alır.

Eşref Üren1939 yılında tayin olduğu Atatürk Lisesi'nde devam ettiği öğretmenlik hayatını 1955 yılında emeklilikle birlikte bu kez Ankara Maarif Koleji'nde 71 yaşına kadar sürdürür. Eşref Hoca pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Yine ünlü ressamlarımızdan Cemal Bingöl ile Ömer Uluç onun öğrencileridir. Hıncal Uluç keza öyle; Ankara'da kapısını çaldığınız pek çok doktor ve mimar da yine onun öğrencileridir.

Öğrencileri tarafından hatırlanan en ünlü sözü; ders sonu zili çaldığında ve çocuklar kendisine 'resim bitti' dediklerinde söylediği "resim bitmez" dir. 1971 yılında taşındığı Ataç sokak'ta artık yalnızdır; yitirdiği eşine rağmen resim yapmayı sürdürür. Küçük dubleks evin alt kattaki salonu hem yaşam odası hem de atölyesidir. Salonu Matisse ve Bonnard röprödüksiyonları ile kendi resimleri süsler. Sabahları erken uyanan Eşref Üren 11:00 sularında evden çıkar, gazetelerini alır ve Mithatpaşa caddesindeki Yüksek Ticaretliler Lokali'nde öğle yemeğini yer. Öğleden sonra Zafer Çarşısı'ndaki Güzel Sanatlar Galerisi'ne geçer, burada dostlarıyla ve izleyicilerle sanat sohbetleri yapar. Akşama doğru da hani geçen yazımızda andığımız Tuna caddesindeki Sanatsevenler Derneği'ndeki köşesinde yerini alır, saat 20:00 sıralarında evine döner; sözün özü düzenli bir hayat sürermiş.

Eşref Üren

1979 yılında başlayan ressam İmren Erşen ile olan baba-evlat ilişkileri ve dostlukları atölyeden hastaneye kadar iyi günde-kötü günde ölümüne değin sürer. Helikon'daki Eşref Üren sergisi açılışında bu tanıdık sima ile ilk kez konuştuk. Eşref Üren hani hep "bir iz bırakamamaktan" korkmuştu ya, İmren Hanım 1989 yılında güzel bir rastlantı sonucu, atölyemi de ziyaret etmek nezaketini gösteren Meteksan Yönetim Kurulu Başkanı rahmetli Yılmaz Rıza Gürsoy ile tanışır ve Yılmaz Bey eşinin galerisinde bir Eşref Üren sergisi düzenler. Ama bu sergi ile birlikte İmren Erşen'in fedakar çalışmaları ve Yılmaz Bey'in desteği sonucunda Eşref Üren'in hayatını ortaya koyan 225 sayfalık değerli bir kitap yayınlanır. Öyle ki, sergi salonuna girişte Eşref Üren'in bire bir ölçekte tam boy fotoğrafı izleyicileri karşılar. Bu sayede Hoca bizim gibi genç kuşakların belleğine kazanır. Bunlar, başta İmren Erşen olmak üzere ödenen bir vefa borcunun ve Yılmaz Bey'in sanata yaptığı katkının birer göstergesidir.

Eşref Üren"Resim bizim en büyük aşkımız, zevkimiz ve herşeyimiz oldu. Şimdi 76 yaşındayım. Sanatın ve sanatçının değerini bildiği, eserlerimizi mahvolmaktan kurtaracağı için tablolarımı İş Bankası'na veriyorum" diyerek 1973 yılında 35 resmini bağışlar. Eşref Üren sadece resim yapmakla kalmaz; 1931 yılından başlayarak 1984 yılında son nefesini verinceye değin resim sanatı ve sergiler üzerine gazete ve dergilerde yazılar yazar.

Biz de Turan Erol'un dileğine katılıyor: "Işıklar, renkler içinde uyusun" diyerek sayfalara sığdıramadığımız saygı timsali bu asırlık çınarı ebediyete uğurluyoruz. Rahmetli Eşref Üren'e saygılarımla ...

Bu arada, Akatlar'daki Beşiktaş Belediyesi'ne ait MKM Kültür Merkezinde yeni açılan "Beşiktaş Çağdaş" isimli Galeride 1978 yılında yitirdiğimiz Türk Resminin kilometre taşlarından ünlü ressam ORHAN PEKER'in retrospektif nitelikli resim sergisini (7 Mart-17Nisan 2006), İŞ BANKASI Kuleleri'ndeki Kibele Sanat Galerisinde Akademi'den 1951 yılında mezun olan aralarında ADNAN ÇOKER, TURAN EROL ve ORHAN PEKER'in de bulunduğu 5 sanatçının resim sergisini ve herkesin diline pelesenk ettiği PICASSO sergilerini mutlaka, ama mutlaka izlemeyi ihmal etmeyin. Ben Ankara'dan kalktım geldim ve bu üç sergiyi çocuklarımızla birlikte 17-18 Mart 2006 tarihleri arasında keyifle izledim ve ne yalan söyleyim en çok da kendi adıma ORHAN PEKER sergisinden keyif aldım. Bu sergiyi izlemeden önce ORHAN PEKER ile ilgili yazımı "Başka, Bambaşka" (Cumhuriyet'te de yayınlanmıştı!) okumanızı tavsiye ederim.

Sanat doludizgin koşuyor; yetişebilene aşkolsun!...

Alaattin Bender
www.alaattinbender.com

Kaynakça:
-1997 tarihinde Milli Reassürans Sanat Galerisi tarafından bastırılan Eşref Üren kataloğu.
-1989 tarihinde Meteksan A.Ş. tarafından bastırılan Eşref Üren kataloğu.
Not: Kaynak kitapların temini için değerli katkılarından dolayı Helikon Sanat Galerisi'ne teşekkür ederim.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   TALİH KUŞU

Güneşin alay edercesine pırıl pırıl parladığı soğuk bir kış sabahı, şehir İstanbul. Gece yağmış bitmiş kar, hayatın akışını etkileyememiş. Arabaların ya da yayaların geçmediği ender kıyılar köşeler, sabahın erken saatlerinde şehrin beyazlara bürünmüşlüğünü ve buna şahitlik edenlerin sabahı gecenin kıyısında karşılamayı alışkanlık haline getirenlerden ibaret olduğunu anlatıyor.

Ana caddeden az da olsa içeride kalan, başı belirsiz, kıçı aşikâr bir çıkmaz sokağın, yaşlı, yorgun, solgun, hüzünlü ve sakin suratlı binalarından birinin üçüncü katında, şipşirin, ufacık, sıcacık bir apartman dairesi burası. Salonun özenle çekili beyaz perdelerinden süzülen gün ışığı, içerideki bütün eşyalara tatlı bir huzur olarak düşüyor.

Derken perdeler dalga dalga, nefes nefes. Evin kedisi cam arkasından "kuş avlama talimi" yapmaya girişiyor. Her taarruzda güneş ışınları perdelerin kanatlarından sıyrılıp, yeni cilalanmış parkelerde, beyaz koltuklarda, bu koltuklardan birinde uzanmış bedende ve o bedenin uyandığını kendisinden saklayan sahibinin yüzünde dans ediyorlar.

Kadının yüzünden huzurlu uyumuş olmanın verdiği dinginlik okunuyor. Kırpıştıra kırpıştıra güne alıştırmaya çalıştığı gözleri, bazen perdenin altından sarkan grili siyahlı kuyruğu, bazen de kabaran beyaz kumaşların arasından görünüp kaybolan koyu gri bir patiyi yakalıyor. Bir taraftan da evdeki gürültülere kulak kabartıyor. Perde arkasında gerçekleşen taaruz dışında herhangi bir hayat belirtisi sezemeyince sabahın ilerlemiş olduğuna kanaat getirip, yattığı yerde uzun uzun gerindikten ve kediyi avında rahatsız ettikten sonra yavaşça doğrulduğunda, kendisini yanı başındaki sehpanın üzerinde seyreden bir çift sarı gözle karşılaşıyor.

-Günaydın Marik! Kız ne öyle ters ters bakıyorsun yüzüme? Yanlış bir şey mi yaptık? İyi aman tamam, bu ev senin. Ne var, ben de misafirim! Hem sahibende benim daha fazla söz hakkım var. Ulen, sen iki sene evvelsine kadar yoktun bile piyasada. Ben otuz senedir tanıyorum, senin her bir nazını, kaprisini çeken, seni şapur da şupur öpen o dünya tatlısı kadını. Sahi, gittiler mi? Nasıl güzel uyudum bir bilsen! Bu evde, bu koltukta, her seferinde deliksiz bir uyku çekiyorum. Bak, duymadım bile gittiklerini. Bir not bıraksam şuraya "ayrılacak olursanız haberim olsun, bu koltukta gözüm var!" diye... Yok aman boşver, şimdi ayrılacakları tutar, "nazarın değdi" olur. Ah canııım! Bak kahvaltı sofrasını bile hazırlamış, çay bile demlemiş! Misafir olmak ne keyifli şey! Hadi gel kahvaltımızı edelim.

Aynı gün, aynı vakitlerde, minibüslerin ardı ardına geçtiği caddeyi süslemeye çalışan çınar ağaçlarından birinin dalında iki güvercin karşılaşır...

-Vaaay, kimler varmış?
-Oooo nasılsın birader?
-İyidir seni sormalı, yoksun epeydir piyasada.
-Bir müddet Sultan Ahmet'e takıldım. Ama kalabalığa alışamadım. Hem mafya var abicim oralarda. Kimin kaç yeme talim edeceği belli.
Sonradan gelenlere göz açtırmıyorlar, inanır mısın?
-Deme ya!
-Sorma, ölmüş kardeşlik, dostluk, dayanışma falan. Herkes kendi gırtlağının derdinde.
-Ne yaparsın zaman zor.
-Öyle ama paylaşmayı bilsek, belki bu kadar zor olmazdı diyorum.
-...
- Yine bizim Rukiye Teyzemiz gibisi yok. Bu sabah doldurmuş balkonu sağ olsun. Çatlayana kadar yedim.
-Ee yalnız garip, bitiremiyor tek başına aldığı ekmekleri.
-Aaa e Hasan Amca???
-Sizlere ömür.
-Aaa deme yahu, daha geçen ay gördüm turp gibiydi.
-Bu ay değil...
-Tüh bak çok üzüldüm.
-Hayat... Kalbi atıyordu, bir sabah atmayı verdi.
-Hayat dedinde, yan sokakta bir çıtır gördüm, o nasıl güzellik öyle yaaa!
-Hangi çıtır?
-İlk defa görüyorum... ismi Eda... ölye dedi. O ne gerdan kırmadır, o ne salınmadır. Ahhhh ulan ahhhh!
-...
-Ben de ona mahalleyi gezdirdim. Yeni gelmiş bilsin, ne nerededir, en çok hangi pencerenin altında ekmek bulunur, kimden hiç medet umulmaz...
-Geldi mi?
-Geldi tabi niye gelmesin? Ne astın oğlum suratını?
-Bana bak, bulaşma ona!
-A aaa ne oluyoruz?
-Bulaşma dedim.
-Ne bulaşması ya! Komşu gelmiş, yol gösterdik, kötü bir şey mi yaptık?
-Boş versene, sen çapkın adamsın, ne halt yemeğe kızın etrafında uçtuğunu anlamayacak kadar kuş kafalı değilim herhalde.
-Ne bileyim oğlum hatunda gözün olduğunu. Gördüm, beğendim, gittim yanına, "de get başımdan!" demedi.
-Ne şanslı adamsın beee! Gel de sinir olma!
-Neden? Ne oldu?
-Ne olsun, bir aydır burada yapmadığım kalmadı... Az mi gurul gurul guruldadik etrafinda... Yok, hiç yüz, müz vermiyor.
-Eee daha ne o zaman? Sana yüz vermiyorsa bana veriyor.
-Bana ne, ilk ben gördüm, ilk ben tanıştım.
-Be adam, hatun seni istemiyormuş işte!
-Zamanla alışır ve ister... Gözünü seveyim bırak peşini, nasılsa haftaya başkasını beğenirsin kıza yazık olur, bana yazık olur.
-Oğlum hatun seni istemiyor diyorum.
-Yahu ne buluyorlar sende anlamıyorum! Gagaysa al bendeki de gaga, kanat desen o da öyle. Senin gibi uçuyorum, senin gibi yuvarlak yuvarlak bakıyorum. Niye sen yaaa, niye sen?
-Ne bilirim ben yahu, git ona sor.
-Soramam... Düş yakasından.
-Oğlum sen delirdin mi? Yok mu başka hatun?
-Varsa sen onlara takıl, bunu bana bırak.
-Bu akşam buluşuyoruz.
-Buluşma! Ben gider "gelemiyecekmiş" derim. "Çatlayana kadar yemiş, hazmedememiş, kabız, yatıyor" derim.
-Yok artık deve! Dur bak aklıma ne geldi.
-Ne geldi? Kesin yine bir şeytanlıktır.

Hemen hemen aynı anlarda yine aynı apartman dairesinde,

-Kız Marik, bırak bana öyle ters ters bakmayı, kızmaya başlıyorum. Al bak, bulaşıkları da yıkadım, kuruladım, kaldırdım. Mamanı bile verdim. Kedi olan bir "miyav" der. Yazıklar olsun! Sen sevmiyorsun beni anladım. Hadi ben gidiyorum, sırf sana inat bu akşam geri gelmeyen en adidir!

Ayakkabılarını geçirdi, paltosunu giydi, kediyi okşadı, çektiği kapının iyice kapandığından emin olmak için sertçe bir kaç kere itti, kapı elbette açılmadı. Üç katın basamaklarını indi, dışarıdaki hayata çıktı. Binanın demir kapısı arkasından sevimsiz bir metalik gürültüyle kapandı. Soğuk havayı suratında ve sırtında hisseder etmez, sıcağı içinde bulacağını sandığından mıdır nedir, hafifçe öne eğildi. Küçük, hızlı adımlarla kestirme bir sokaktan geçip ana caddeye, minibüs yoluna ulaştı ve mavi, kıçı sarkık araçlardan birini bekleyeceği karşı kaldırıma geçti. Hemen hemen aynı zamanda gelen bir teyzeyle birbirlerine "ilk ben geldim" dercesine ters ters bakıştılar. Bakışları kararsız, bedenleri tedirgin kaldı. Beklediler.

Aynı caddenin çınar ağaçlarından birinin yüksekçe dalında ise tartışma devam ediyordu.
-Bak, şurada karşı kaldırımda iki kadın var, görüyor musun?
-Evet görüyorum, ne olmuş?
-Birinden biri parmağını uzatıp minibüs durduracak.
-Eee?
-Ne zaman minibüs gelir, hangi kadın parmağını uzatır bilmiyoruz...
-Anladım galiba.
-O uzanacak parmağa isabet ettiren Eda'yı kendine yâr eder.

İleride bir minibüs belirdi, iki kadın da şöförün kendilerini görebileceği anı beklediler ve yeterince yaklaştığına emin olduklarında,... genç kadın çevik bir hareketle sağ elini paltosunun cebinden çıkarıp işaret parmağını uzattı ki...

-Has..t.rrr
-Aman kızım! Ne oldu, ne bağırdın öyle?
-Lanet olası kuş, başka parmak mı bulamadın ?
-Öyle deme kızım, kısmettir kısmet!
-Bizim köyde buna "kuş pisliği" deniyor teyze.
-Dur kızım, mendil vereyim.
-Niye gülüyorsun teyze yaaa? Bak minibüs de durmadı, çekti gitti!
-Hava soğuk ya, üzerinde dumanı tütüyor ona gülüyorum.
-...
-Bak kızım, muhakkak piyango bileti al. Yok, yok loto oyna, loto.
-Sahi ya, bu bir işaret olmalı, değil mi? Yani istemiş olsa, nişan alsa, böyle isabet ettiremez!
-Öyle vallahi! Bak tam parmağının ucuna pislemiş meret. Kısmet var kızım sana, kısmet!

Ayşenur Güven
Belçika


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Yarın Akşam Cehennem Vereceğim Dudaklarına

Perdesini araladığım yeryüzüne
Ölü sevgilerle el ele verip
Aşağılara doğru, yavaş ve emin kalplerle süzülüyorum
Yeniden dirilmek için...

Milyarlarca savaşçı diktim gelirken en tepeye
Güneşin dikkatini çekiyorum üzerime
Az sonra
Aşk için çarpışacağım ışığında..

Ve
Sayısız ihanetlerin sadakatsizliklerin öcünü
Peşin verdim
Hepsini ödeteceğim sıcağında..

Hey
Sana diyorum
Vicdansız,vicdansız
Kara mumlar adadım
Boşuna yakarışlarıma
Esir kaldığım için yalanlarına

Duyuyor musun haydi söyle?

Amaçsız korkular sıçrattın can evime
Sanma ki şimdi çok aydınlıksın yüzüme

Tuttum bütün taşların kulaklarını
Çekip,çekip
Fırlatacağım senin yüzsüz yüzüne

Bulutlar rüzgarlarla uğulduyor
Baykuşlar sana doğru uçuyor

Ey gönlüm
Yine de sen bilirsin
Vazgeç vazgeçebilirsen

İstersen
Ben sorayım
Sen söyle

Bilmez miyim
Bir tek bedelin bedeli yok

Şimdi,
Kandiller yanar minarelerde
Az sonra okunur kutlu ezanlar
Yıkılır bu kulaklar

Bu akşam karar verdim
Yarın akşam cehennem vereceğim dudaklarına
Nasıl mı?
Acılı dudaklarımla! !

Nefsini öldür de öyle gel bana
Bulaşma sakın bir daha yalan aşk'lara

Görüyor musun?

Meleklerin ellerinde kanın var
Var mısın şimdi gerçek aşk'a?

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


POPÜLER KÜLTÜR

İnsanlar kötülüğü, arzularının kuvvetli olmasından çok, vicdanlarının zayıf oluşlarından dolayı yaparlar.
ARİSTO


Yüzyıllara dayanan bir coğrafyada çoğalan; güzel ve alabildiğine zengin Türkçe’mize dil bilimcileri, edebiyatçılarımız ile yeni sözcükler katalım ama; Fransızca, İngilizce sözcükleri sanki bizimmiş gibi kullanmaya “paydos” diyelim artık..

Türk Dil Kurumunun sözlüğünde popüler kelimesini aradım, taradım ve “Popüleriz im”in bir akım olduğuna dahi tek bir satır göremedim. Saygın bir yayın evinden çıkmış bir başka sözlükte de, POPÜLER İZİMİ moda tabir edilen deyimle, “önde olmak, görünen olmak” diyen sıkça söz edilen olarak not düştüm usuma.

Gelelim POPÜLER KÜLTÜRÜN ülkemin her karış toprağında yaşayan insanına yaptıklarına:

Ülkemize yerleşen bu arabesk yaşamın alışılagelmiş Doğu-Batı karması sentezinin temeli yetmişli yıllarda adına “pop müzik” denilen müzik türüyle atıldı ve o yıllardan bu yana POPÜLER olmak, gencin ve hatta çocuğun ereği olup çıktı. Bu vaziyet, maalesef edebiyatımıza kadar uzandı. Okumayan insanlar, yazmaya koyuldu ve POPÜLER YAZARLAR türedi kitap raflarında. Köşe yazarları icat eden bazı gazeteler, ünlü şanlı şarkıcı ya da mankene veya bir şekilde ünlenmeyi başaran “zat-ı muhterem”lere MAKALE yazmayı iş olarak verdiler.

Gerekçeyse çok açık: POPÜLERLİK.

Hangi aklı selim okur, usta “kalemşor”larını aramaz gazetesinde, kitaplarında?

Fakat bizim medyanın icat ettiği POPÜLERLİK savının bir yararı var… bu yararda da kötü ve iyi ayırımına varıyor, POPÜLER KÜLTÜRLE donatılmış insan. Ama ve lakin Türkçe’mize karşı sorumsuzca kalem oynatan elleri bize sunulan arz talep dengesinde buluyoruz. İktisadi kavramda “arz talep” dengesi, “sunmak ve talep etmektir”. İktisadın babası Karl Maks ve Keynes; sunmak, talep hipoteziyle İKTİSAT BİLİMİNİ hayata geçirmiştir ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeye bu model biraz bol gelmiştir. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin temel amacı, iktisadı; hatmetmek ve hazmetmektir. İktisat, toplumun değer yargılarından ziyade refah ve matematik bilimi ile doğru orantılıdır. Onun için de öncelik, birkaç imtiyaz sahibine; imtiyaz hakkı tanımamaktan geçiyor.

Bu tablodan çıkardığımız ana fikirde; POPÜLER Kültürü kimin yarattığı ve kimin bu sözüm ona kültüre geçit verdiği gerçeğidir. Popüler olanlara İMTİYAZ hakkı vermemeli ve vatandaş olarak ta bu hakkı salt POPÜLER oldukları için onlara verenlere tepki vermeye ben kendi adıma gayret edeceğim ve sanıyorum benim sağ duyulu insanım da ona sunulmuş gibi yapılan ama gerçekte dayatılan adı KÜLTÜR falan olmayan bu akıma bir son verecektir. Popüler diye hiçbir anlam ifade etmeyen,Türkçe’mizden bir haber yazarlar ve köşe yazarları okumayacağım, okumayacağız. Popüler diye kimseye PAYE VERMEYECEĞİZ değil mi?

Popülerlik icabı Türkçe’mizi kirletmeyeceğiz ve POPÜLER bir gençlik yaratmayacağız değil mi sevgili okurlarım.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  BİR YUDUM MUTLULUK HAYALİ

Bir gün uyanmak istiyorum, ama istiyorum ki saat uyandırmasın beni, güneş ışığı yüzüme vurarak uyanayım. Kalkmak, pijamamla dolaşmak istiyorum saatlerce. Bir yere yetişmenin telaşı olmadan, çayımı yudumlamak istiyorum. Gazetemin sayfalarını daha yavaş çevirmek, okumak istiyorum, sadece göz atmak değil. Aynaya daha uzun bakmak, kendimle hesaplaşmak istiyorum. Sadece yüzümü yıkayıp, kaçmak değil. Bahçeye çıkıp, mayıs soğuğunda, üşüyen kelebeği seyretmek, kanatlarında ki benekleri saymak istiyorum. Sardunyamı sulamak, fesleğenimi koklamak, birbirine iyice dolanmış olan dalları seyretmek istiyorum. Yağmurda üşüyen çiğe selam vermek, badana kokusunu ruhumda hissetmek istiyorum.

Turşu kurmak istiyorum, kocaman bir kavanoz dolusu, içine biberleri, lahanaları atmak, üstüne de sirke koymak ağzına kadar. Bir taraftansa da çayımı yudumlamak istiyorum. Sonra mı? Şiirler yazmak istiyorum sayfalarca. Televizyonun karşısına geçip, ayaklarımı uzatıp saatlerce izlemek istiyorum, ama saate hiç bakmadan…

Sokağa çıkmak istiyorum ardından. Denizin yanan fenerini selamlamak, şehrin terkedilmiş, virane sokaklarında avare avare dolaşmak. Mayıs yağmurunda üşümüş olan kuşları ellerimle yemlemek. Denizin mavilikten sarhoş olmuş dalgalarını kucaklamak, her gördüğüm güzelliğe gülümsemek, yüreğimde ki ümidi tazelemek istiyorum. Bir çay bahçesine oturup, bardağımım dibindeki deme şiirler yazmak, masanın plastik örtüsü üzerindeki yazılara bakıp, derin bir ah çekip, eski günlerimi anımsamak istiyorum.

Bahçemde yetişmeyen, çan çiçeğini uzatan çocuğa teşekkür edip, sevincimi onunla paylaşmak, dünyanın ne kadar güzel olduğunu düşünüp iyi ki yaşıyorum deyip, bir taraftan da şiirler yazmak istiyorum kuşlara, kelebeklere, çan çiçeğine. Denize sırtımı dönüp, evin yolunu tuttuktan sonra ise, kaldırım taşlarını hızla atlamak, onları saymak istiyorum bir, iki, üç, dört diye. Kaldırım taşları arasında kalmış sulara, yosunlara gülüp, geçtiğim yollarda ki sarmaşıkların sararmışlığına bir tebessüm atmak istiyorum…

Sonra, evime "merhaba!" deyip içeri hızla girmek, sobanın ateşini alevlendirmek, çizdiğim kestaneleri de üzerine koyup, kedimi kucaklamak ve onun kulaklarını okşamak istiyorum. Köpüklü bir Türk kahvesi elimde, mektuplar yazmak istiyorum sayfalarca, adressiz mektuplar. Onlardan da öyküler oluşturmak istiyorum sonra, beni bir hayal kahvesine götürsün diye…

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.523 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Gece Su Gibi Aktı Sabaha

Hallerin geldi gözlerimin önüne.
Pırıl pırıl sevgi fışkıran gözbebeklerin.
Eridi sarkıtlara dönmüş buzlarım.
Telaşlı bir heyecan düştü yüreğime,
Sımsıcak kaynayışlarla taşan.
Kayboldu hiçlik duygusu.
Uçup gitti yorgunluk.
Delice bir tırmanışa geçti özlemim.

Öpüşlerini aradı dudaklarım.
Sevdan...
Yolculuğa çıktı damarlarım da.
Yemyeşil çimenler sardı etrafımı.
Aralarından kafasını uzatmış,
Şaşkın şaşkın bakan gelincikler.
Bir serçe konuverdi yanı başıma.
Koştum dörtnala peşinden,
Bembeyaz bir tavşanın.

Rengarenk uçuştu yıldızlar,
Yanıp söndü noktacıklar.
Bir dalga alıverdi koynuna,
Gece... su gibi aktı sabaha.

Hatice Bediroğlu

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #24



  Çözüm: Sudoku #23
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Bora Dandinoğlu

Herhangi iki kavramı Google arama sonuçlarını kullanarak karşılaştırma olanağı sağlayan Google Arena'da son bir ay içerisinde 50 binin üzerinde arama yapıldı. En çok futbol takımları ve markalar ringe çıkarıldı. Bunlardan sonrada gündemdeki sanatçılar arenaya çıkarıldı. Ticari markalardan ünlü kişilere, futbol takımlarından farklı ülkelere kadar aklınıza gelebilecek herhangi iki kavramı ringe çıkarmak için www.googlearena.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
http://www.googlearena.com

Amerika'daki iki ayrı noktadan yayın yapan ve 6 ay önce açılan Klip24.com sayesinde izlemek istediğiniz klipleri saatlerce müzik kanallarında beklemek zorunda kalmadan izleme olanağı buluyorsunuz. Sitenin sorunsuz izlenebilmesi için ADSL bağlantısı ve Windows Media Player programının bulunması yeterli. Yayınlanan klipler DVD kalitesinde ve Mpeg2 formatında. Bu yüzden ses ve görüntü, dijital TV netliği ve kalitesinde. Klip 24, şarkıcı veya firma ayrımı yapmıyor. Müzik kanallarında hiç yayınlanmamış veya yasaklanmış klipler de yayınlanıyor.
http://www.klip24.com

"…Bana o gün o yolda çarpıp kaçtığın zaman belki hiç kimse seni görmedi.Ama ben gözlerindeki adaletsizliği gördüm.Ve sana acıyorum…"Bu sözler şu an koşup oynaması gereken fakat maalesef kendisine çarpıp kaçan yeşil renkli bir ford focus'un sürücüsü tarafından yaşama hakkı elinden alınan bir kız çocuğuna ait.Acılı babası kızının ölümüne sebep olan aracın sürücüsünü bulmak için bir site kurmuş.Bir inceleyin bakalım beklide faydanız dokunur.Evlerden uzak diyoruz.
http://www.benikimoldurdu.com

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Ajanda Xp 1.1.3 [2.8 MB] Windows (tümü) / bedava
http://www.codeducks.com/ajandaxp/ajanda113.exe
Günlük işlerinizi planlayabileceğiniz, önemli günlerinizi kaydedip günü ve saati geldiğinde sizi uyarmasını sağlayabileceğiniz oldukça yararlı bir program. Gerçek ajanda bilgilerinin çoğunu da içeriyor. Özellikle farklı kullanıcı hesapları yaratarak özelleştirmenize olanak tanıyan(böylece veri güvenliğiniz maksimuma çıkıyor) basit ve kullanışlı bir arayüze sahip, her bilgisayarda kurulu olması gereken windows'un olmazsa olmazlarından biri.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060322.asp
ISSN: 1303-8923
22 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com