Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 947

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 23 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İyi maçtı!..


Merhabalar,

Cimbomlu taraftarların Ali Sami Yen'i çeltik tarlasına çevirdiğini görmezden gelirsek, ezeli rekabete yakışan bir maçtı. Son dakikaya kadar süren çekişme, atılan goller, hepsi çok güzeldi. Tek çirkinlik kendini bilmez taraftardı kusura bakmasınlar. Tuttukları takımın halini bilmezmiş gibi, büyük ihtimalle saha kapatma veya seyircisiz oynama gibi ceza almalarına yol açacak hareketleri maç boyunca sürdürdüler, yazık. Daha ilk dakikadan başlayan su şişesi fırlatma ameliyesinin amacı konsantrasyonu bozmaktı sanırım. Başarılı da oldular ama bunun adı taraftarlık değil ki be güzel kardeşim. Kime hizmet ediyorsun? Takımına mı yoksa Sultan suyuna mı?

Bugün pikapta 1986'dan romantik bir şarkı var. Chris De Burgh söylüyor, The Lady in Red. Baharın tadını çıkarmanız dileğiyle hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Hatice Bediroğlu

 Kahveci : Hatice Bediroğlu


  GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 10

Bir tanem,

Evet ya nedir benim senden çektiğim. Problem aramıyordum ki! Sakin sakin yaşayıp gidiyordum. Ah! Şu yüreğe laf anlatmak mümkün olsaydı...

Canım, korkak insanın ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Onun için hep tedbirli olmak zorundasın. Dikkatli ol lütfen! Tedbirsizlik yüzünden gereksiz konularla uğraşmayalım. Ee sen de bir süreçten geçiyorsun değişiyorsun bir tanem. Gittikçe tahammül sınırların da zorlanıyor... Son derece doğal.

Görüşemediğimiz süreye ait her gün yazdıklarımı sana toptan gönderdim... Diyorsun ki;

" Bu kadar güzel yazılar beklemiyordum. On yıllık kalkınma planımda geleceğimde hep sen varsın. Bunu biliyorsun söyledim. Uykucu olduğum için geceleri ben uyuyacağım sen uyanık kalacaksın ama gece yarısı beni sarsarak uyandırdığın da kızmayacağım da... Neden mi? Benim de ertesi günü yapacak işim olmayacak da ondan. Ee iki evimiz var artık... Yazları burada kışları orada kalırız. Ekonomik durumum tam olarak düzeldiğin de bir sorun kalmayacak zaten. Sorun... içinde bulunduğumuz günler... Bunları çözeceğiz birlikte. Artık ikimiz de yalnız değiliz ki! Yazılarını uzun uzun okudum. Aslında her satırına her sözcüğüne bir yanıt verebilirim. Seni arkadaşlarının yanında sıkıntıya düşmeyesin diye sık sık aramadım... Dereotuna bende bayılıyorum. Ama senin yanında yemem. Nefesi dereotu kokan birisini sen öpmezsin de şimdi.

" Neden yaşam bazı insanlar için çok kolay bazıları için zor oluyor " demişsin. Doğru. Duygusuz ve benciller için yaşam çok kolaydır. Ayrıca sen yanıtını vermişsin ve devamını getirmişsin. " Biliyor musun sevgilim? Bu yaşadığımız zorluklar ve ayrılıklar bizi birbirimize daha çok bağlayacak"

Evet, gitgide daha çok bağlanıyoruz birbirimize. Üstümdeki tutukluluğu atamadım henüz... Sanırım yaşadığım olayların etkisinden... Ama kendimi topluyorum hızlıca hiç merak etme. Eğer seni tanımasaydım kendimi olumsuz bir yaşamın içinde bulacaktım. Lütfen bundan sonra kendine iyi bak! O bisiklet kazasından sonra aklıma her şey geliyor... Öyle bir memlekette yaşıyoruz ki! Yolda yürürken bile kafana saksı düşebiliyor. Ne olur bisikleti dikkatli kullan... Neyse canım benim seni daha fazla bekletmemek için mektubu gönderiyorum. Öpüyorum seni."
...

Korkma! sen bir tanem... Dereotu ağızda çirkin koku yapmaz istediğin kadar yiyebilirsin. Ben senden farklı davranışlar beklemiyorum. Nasıl hissediyorsan öyle davran bana o kadar. Kendini asla zorlama. Zorunluluklar ilişkileri zedeler, kıskaç içine alır ve insan ruhu özgür kalmak için çırpınmaya başlar bu sefer. Gelecekle ilgili herhangi bir plan yapmak için henüz çok erken. Demek o kadar güzel yazılar beklemiyordun ve şaşırdın. Sana telefonda şiirleri ve iki ayrı paragraf okumuştum... Onlar çok özeldi ve buraya yazmadım. Ama sürekli yazdığımı sana söylememiştim. Sürpriz oldu değil mi? Canımsın benim ve evet ikimiz de yalnız değiliz. Haklısın. Duygusuz ve benciller için yaşam çok rahattır... Bir söz vardır sanki benim için yazılmış. " Allahım! beni niçin bu kadar duygusal yarattın. Madem yaratacaktın niçin kaygısızlar içine attın " Ben bu dünyanın insanı değilim. Nereye aidim onu da bilmiyorum. İçinde bulunduğun karışık süreçten geçerken benimle tanıştın. Temkinli hareket etmen normal. Hepsi geçecek inan bana. Yeter ki! sen sabırlı ol. Hayal kırıklıkları fazla şu sıralar hepsi bu.

Tamam, bisiklete daha dikkatli binerim. Beni merak etmen hoşuma gidiyor. Hız yapmayı çok seviyorum. Uçuyormuşum gibi hissediyorum. Ben seni seviyorum çok seviyorum. Seni sevmemi bir tarafa bırak biz seninle arkadaşız... Dostuz öncelikle tamam mı canım benim? Hadi gülümsemeye çalış bakayım. Arkasından kocaman bir kahkaha patlat. Sesi taa bana ulaşsın.

Seni yüreğimle kucaklıyor öpüyorum.

Hatice Bediroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


  Azınlık coğrafyasından bir ses: Mario LEVİ

Mario LeviBugün birçoğumuz Mario Levi'yi yazdığı kitaplardan tanırız. Mario Levi, Türk Yahudileri arasında bilinen en iyi yazarlardan biri…

1957 yılında İstanbul'da doğdu. Çocukluğu Şişli, Feriköy ve Kadıköy'de, zamanında Yahudi toplumunun nüfusça yoğun olduğu semtlerde geçti. 1980 yılında, Fransız ve Roman Filolojisi'nden mezun oldu. 1980 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra hayata atıldı. Bir yandan birtakım yazılar üretiyordu, diğer yandan iş hayatına atıldı, aile kurdu. Mario Levi, insanın kendisinden beklenenleri yaptığı takdirde, kişinin rahat bir hayat yaşayabileceğini düşündü; fakat böylesi bir hayat "gerçekten" rahat olabilecek miydi? Birtakım yaşantılar görünürde ve yüzeyde rahat olabilirdi; fakat insanın özünde gerçekten istediği yaşadıkları ile örtüşüyor muydu? Kişi ne istediğini 20'li, 30'lu veya 40'lı yaşlarda da sorgulayabilirdi. Bu noktada, Mario Levi 20'li ve 30'lu yaşları arasında ciddî bir sorgulama ve düşünme sürecine girmişti. Toplumun beklediği doğrultuda bir yaşam tarzı sürdürülebilirdi, bu şekilde yaşayan kişiler çoğunluktaydı; fakat kişinin gerçek istekleri ele alındığında burada aşılması gereken bir sınır vardı. Kolay değildi, çünkü kişinin kendi arzu ettiği yolunu seçerek, bir "birey" olması birçok çatışmaya yol açacaktı. Bu sorgulamanın yanı sıra, kişi, "toplum dışına itilme" korkusu ile karşı karşıya kalabilirdi. Tüm bu düşünce sürecinin sonunda büyük riskleri göze alarak Mario Levi, 10 yıldır sürdürmekte olduğu ithalat mümesilliği işini bıraktı ve gerçekten istediği yola girdi. Süreç, tahmin edebileceğinden çok daha sancılı geçti onun için… Tabiriyle birçok acı çekti; fakat insanın tek bir hayatı vardı ve arzu ettiği hayatın yolunda yürümeye başladı.

Mario Levi'nin yazarlık tutkusu aslında okuduğu yıllara kadar uzanmaktadır. 1980 yılında mezun olmasına karşılık, aslında ilk hikâyesini 1975 yılında yazdı. Bu ve daha sonraki birçok hikâyesi hiçbir dergide yayınlanmadı, ta ki 1984 senesine kadar… 1984'te Şalom Gazetesi'nin Yaşam ekinde yayınladığı iki yazı, okur karşısına ilk çıkışı oldu. İlk hikâyesinin yazışının ardından geçen dokuz yıldan sonra, yazarlık adına ilk ürünlerini yayınlayabiliyordu ve Mario Levi hikâye serüveninde çoktan öğrendiği üzere direnmeye, savaşmaya ve de beklemeyi göze almaya devam edecekti.

Şalom Gazetesi'nde yayınladığı birçok metnin ardından Jak Deleon'un desteğini aldı. Böylelikle Stüdyo İmge dergisinde yazmaya başladı. 1985-1986 yıllarında Stüdyo İmge'de yazmaya devam ederken ilk kitabı "Jacquesl Brel: Bir Yalnız Adam", 1986 yılında yayınlandı. Elbette Jacques Brel'in hikâyesini dile getirmek kolay olmamıştı. Bu kitabın yazılma ve yayınlanma serüveninde birçok zorluk yaşanmış, uzunca bir serüvenin ardından kitap yayınlanabilmişti.

Jacques Brel'in ardından Cumhuriyet Gazetesi'nde ve gazetenin Pazar dergisinde yazmaya başladı. Gazete için birçok ünlüyle röportaj yaptı. 1989-1990 yıllarında Hokka dergisi ile birlikte, dergi yayıncılığına başladı. 9 kadar sayı yayınlandı. 1990-91 ve '92 senelerinde Argos dergisi dönemi geldi. Argos dergisinin Mario Levi için özel bir önemi vardır; çünkü on beş yıllık sabırlık bir bekleyişin ardından, ilk hikâyesi "Bir Şehre Gidememek" bu dergide yayınlanmıştır. Aynı ismi taşıyan ilk hikâye kitabı ise yine 1990'da yayınlandı, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazandı. Artık "Mesleğiniz nedir?" diye sorulduğunda Mario Levi, "Yazarım" diyebilecekti. 1991 yılında Mario Levi'nin ikinci kitabı "Madam Floridis Dönmeyebilir" yayınlandı. 1992'de ise kendisinin daha çok bir "anlatı" olarak görmeyi yeğlediği "En güzel aşk hikâyemiz"i yazdı.

Kısa bir süre gazetecilik de yaptı. 1993-94 yıllarında kısa bir gazetecilik serüveninin ardından, uzun, çok uzun bir yolculuğu çıktı. Yaklaşık altı yılda bitireceği, uzun soluklu bir roman olan "İstanbul bir Masaldı" adlı kitabını yazdı. Bu romanıyla Mario Levi bir mirası dile getirdi. Kendi satırlarıyla kitabı ön deyisinde şöyle yazıyor: "Bu mirası 'dilimde' yaşamanın hikâyesini anlatmalıydım, bu olasılığın, hayatımdaki, doğduğum, yaşadığım şehirdeki uzantısını, yeteneklerimin, 'sınırlarımın' elverdiği ölçüde görmeli ve göstermeliydim elbet."

1990'lıların sonlarında artık Mario Levi, büyük riskleri alarak girdiği yazarlık yolunda başarıya ulaşmıştı. Yazarlık onun için en güvenilir sığınma alanıydı. Orada ona kimse yana söyleyemez, kimse ona ihanet edemez, orada onu kimse kandıramazdı.

2000'li yıllara geldiğimizde ise Mario Levi'nin çeşitli dergilerde yazıları ve birtakım kolektif kitaplarda öyküleri yayınlandı. 2005''te yine uzun bir süreçte yazdığı "Lunapark Kapandı" adlı kitabı yayınladı ve 1984-2004 yılları arasında, yukarıda da sözü geçen gazete ve dergiler yayımlanmış yazılarını "Bir Yaz Yağmuruydu" adlı kitabında bir araya getirdi. Yazarlık mesleğinin yanı sıra dokuz senedir Yeditepe Üniversitesi'nde reklâmcılık dersleri vermeye devam ediyor; diğer yandan da "Yazı yararımı atölyesinde" insanın kendisini yazıyla nasıl ifade edebileceğini gösteriyor.



Mario Levi bugün, başlarda oldukça zorlu ve sancılı geçen sürecin ardından, bulunduğu konumu "ne mutlu bana" sözleriyle anlatıyor. Belki bugün Mario Levi ithalat mümesilliği işini sürdürüyor olsaydı, çok farklı bir hayatı olabilirdi; ama o inandığı yolu seçti, yazı sanatında tutunabilmek adına çok şeyi göze aldı. Mario Levi'nin, biyografisini kaleme aldığı Jacques Brel'le gönül bağı vardır. Özellikle Mario Levi için, Brel'in rol aldığı Don Kişot müzikalinden yola çıkıldığında, Jacques Brel tıpkı Don Kişot gibi yılmaz bir savaşçıdır. Yaşadığımız bu azınlık coğrafyası ve hayatlarımızdaki zorluklar ele alındığında Mario Levi de bu çağın yel değirmelerine karşı, tıpkı Jacques Brel'i gördüğü gibi, kendisi de bir savaşçıdır.

Yaşamın ve Aşkın İzlerinde

Mario Levi geçtiğimiz yılın Ekim ayında, biri yeniden olmak üzere, iki eserini Doğan Kitapçılık'tan yayınladı. Kendisinin daha çok bir "anlatı" olarak görmeyi yeğlediği "En Güzel Aşk Hikâyemiz" ilk olarak 1992 yılında basılmıştı. "Bir Yaz Yağmuruydu" adlı kitap ise, Mario Levi'nin 1984-2004 yılları arasında, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından seçkilerini bir araya getirmektedir.

Mario Levi, Türk edebiyatında İstanbul'un Yahudi coğrafyasını en iyi anlatan müstesna yazarlardan biridir. Yayınladığı eserlerin çoğundaki metinlerin edebi ağırlığı, kitapların yazım tekniği, onun eserlerini okurken kimi zaman özel bir sabır sürecini ve romanı dikkatli bir şekilde izlemeyi gerektirmektedir. Tıpkı o, kitaplarını uzun soluklu ve yoğun emekler vererek yazmış olması gibi, okur da böyle bir rolü Mario Levi'nin kitaplarını ele alırken benimsemek durumunda. Elbette bu kolay değil; çünkü Mario Levi'nin kitaplarını okurken, eserleri tamamlamakta birçok okuyucunun zorlanabileceğini, zorlandığını biliyoruz.

Üst paragrafta sözünü ettiğim şekilde Mario Levi'nin kitaplarını okumakta zorlanmış olabilirsiniz veya kitaplarından herhangi birini henüz ele almamış olabilirsiniz; bu noktada "Bir Yaz Yağmuruydu" adlı kitapla başlamak (veya yeniden başlamak) yerinde olacaktır. "Bir yaz yağmuruydu" girişte de söz edildiği gibi, birçok gazete ve dergide Mario Levi'nin daha önceden yayınlamış metinleri bir araya getirildi. Şalom, Cumhuriyet, Stüdyo İmge, Milliyet Sanat, Gösteri, Argos, Gergadan, Varlık gibi yayınların yanı sıra, yazar için özel bir anlam taşıyan metinleri bu derlemede yer alıyor. Kitap, Mario Levi'nin gerek "edebiyat" gerekse toplumumuzdan yükselen bir "sanatçı" olarak "kim" olduğunu bize sunmakta. Peki, neler anlatılmış metinlerde? Kafka'nın üzerine dile getirilenler, "Flamenko", "Rebetiko" ve çeşitli konuları işleyen müzik yazıları, sanatçı Jacques Brel'in izleri, bir gazeteci olarak Mario Levi, Yahudi kimliği, gezi yazıları ve gençlik hatıraları, aforizmalar, reklâmcılığa dâir yaklaşımlar… Yazar güncel hayat ve çeşitli kültür coğrafyalarından izleri bize sunuyor… Elbette "müzik" yazıları veya "reklâmcılık" ile ilgili metinler ilginizi çekmeyebilir; bu bölümleri atlama şansına sahipsiz; ama örneğin "Yahudi kimliği"nin izlerini ararken, ufkunuzu genişletmek adına size birçok şey anlatacak metinler de yer almaktadır. Bölümlerin baş ve sonlarında Mario Levi'nin kendi metinlerine yönelik eleştirileri ve yıllar içinde değişen bakış açısını da yakalayabilirsiniz. Kitabın ön sözünde bu "metincikler"i okumak konusunda yazar sizi özgür bırakıyor; ama bu küçük eleştirilerin kitapla aranızdaki samimiyeti arttıracağına inanıyorum.

Mario Levi, 2005 yılında, yine uzun bir süreçte hazırladığı "Lunapark Kapandı" adlı romanını yayınlamıştı. Bu kitapta, orta yaş krizine girmiş bir erkeğin yaşadığı gizli aşk öyküsü anlatıyordu. Romanın benim gözümdeki özelliği, sıradan bir "aldatma" öyküsünden daha fazlasını söylüyor oluşuydu. Öyle ki "aldatmak" olgusunun arkasındaki psikolojik süreci, bireyin içsel dünyasına uzanan derin incelemeleri görebiliyorsunuz. Elbette her okurdan açık bir şekilde "aldatma" olgusunu kabullenmesi beklenemez. Bu konular bir romanla ortaya konulduğundan dolayı da, çeşitli kavramları toplumsal bir zemine taşımak, esere daha farklı bir gözle yaklaşmayı gerektirecektir. Kimi eleştirmenler "Lunapark Kapandı"nın toplumsal bir sorunu dile getirmediği kanısındaydı. "Lunapark kapandı" birtakım toplumsal sorunları içinde barındırıyordu; ama bu sorunları görebilmek için, belirttiğim gibi, daha seçici bir okuma tarzını benimsemeliyiz.

"Bir Yaz Yağmuruydu" açık bir şekilde değindiği toplumsal konularla da, Mario Levi'den bekleneni, her yönüyle okurlara sunmaktadır.

Aşk hayatın içinde; ama nerede?

Mario Levi'yi "Bir Yaz Yağmuruyla" (yeniden) tanıdıktan sonra, arzu ederseniz diğer romanlarına da yönelebilirsiniz; ama ikinci bir kitap olarak "En Güzel Aşk Hikâyemiz"i okumak, özellikle yeni başlayanlar için doğru bir seçim olmayabilir. "En Güzel Aşk Hikâyemiz" Mario Levi'nin oldukça mutsuz ve depresif bir zamanında kaleme aldığı, birtakım sorgulamaların çok yoğun olarak yapıldığı ve belli çözümlemelere ulaşmak adına uykusuz ve uzun gecelerin yaşatıldığı bir kitap. Yazarın kendisi, 1992'de yayınladığı bu eseri "Lunapark Kapandı" romanın bir hazırlığı gibi görüyor. Bana göre ise durum -ilginç bir şekilde- tam tersi; "En Güzel Aşk Hikâyemiz", "Lunapark Kapandı"da anlatılan aşkın bir çözümlemesi olabilir. Levi'den ikinci kitap tercihiniz "Lunapark kapandı" olursa, oradaki anlatılan aşk hikâyesinin düşünsel izlerini sürmek "En Güzel Aşk Hikâyemiz" ile yerinde olacaktır. "Lunapark Kapandı" sizi yazarın tekniğine doğru hazırlarken, "En Güzel Aşk Hikâyemiz" ile artık yazarla başbaşa kalamaya hazırsınız denilebilir. Kitap yoğun bir sorgulama süreciyle geçiyor ve elbette siz, o soruları, kendi hayatlarınızda yaşadığınız aşklar, özellikle sonu "hüzünlü" aşkların üzerine sormakta, yorumlamakta serbestsiniz. Bir şekilde aşkın "acısı" yüreğinize değişmişse, belki sizin için de en güzeli, hayallerinizle harmanlayarak yaşatacağınız bir aşkın izleri olabilir…

Mario Levi'nin anlatmak istediği daha çok öykü var. "İstanbul Bir Masaldı" romanını yayımladıktan sonra, "Bir daha böyle bir kitap yazmayacağım" demişti bir röportajında; oysa bugün için, geleceğe yönelik düşünceleri arasında bu masala bir devam yazmak bile var…

Mario Levi'yi tanımalı ve okumalıyız. Hem İstanbul'daki azınlık coğrafyasını bir parça daha iyi anlamak, tanımak hem de "zorlandığımız yerden gelişiriz" düşüncesiyle ilerleyebilmek adına… Sonuç olarak hangi birimiz kimi zaman kimliğe dair, kimi zaman aşka dair soruların peşinde değiliz ki?... Bu yolculuğa devam ederken, onun sayfalarına göz atmak sizce de heyecan verici olmaz mı?...

David Ojalvo
www.davidojalvo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,337,337,337,337,337,337,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Beltan Göksel


İŞTE BENİM HAYATIM -3- ANNEMDEN SONRA

Annemden anlatacağım hemen hemen hiçbir şey yok. Anlatılanlarla ne kadar O'nu tanıtmam mümkün olur ki. Annemden sonra artık çocuk hayatıma Nenem girmiş. 20 yıl nenemle yatmış kalkmış, O'nunla gülmüş, O'nunla ağlamış, O'nun Kekik Yağı kokusuyla seçilip büyümüşüm.

Kekik yağı. İbradı ve Akseki'nin dertlere deva ilacı. Üşütmeye, karın ağrısına, Kabıza ve Baş ağrısına iyi geldiğinden Nenem her türlü rahatsızlığında kekik yağını kullanırdı. Ne kadar yıkansa, o koku bir türlü çıkmazdı. Başı ağrıyınca şakaklarına parmak ucuyla azıcık sürer, Patatesi düzlemesine dilim dilim keser , üstüne karabiber döker ve tülbente onları itinayla yerleştirir, sarıp başına bağlardı. Karnı ağrıyınca şekerin üstüne bir damla damlatıp yerdi. Üşütmede diline sürer , karın nahiyesine ve ayak altlarına sıvazlardı. Eğer soğuk algınlığı öksürüğe neden olmuş ve ciğerlerim yanıyor demeye kadar derinleşmişse bir arkadaşına kupa çektirirdi. Kupa, çay bardaklarına konulan pamuğun -bazen hafifce mavi ispirto damlatılıp-yakılarak bardağın ters çevrilip sırta yapıştırılması işlemi idi. Bir dakika sonra deriye sıkı sıkıya yapışan çay bardağı şöylecene çekilir "Poff" diye kalkardı. Bardağın yapıştığı yer kabarmış bir kek gibi olurdu. İnanın insan 5-6 kupadan sonra rahatlardı. Acı ve sancıyı çekermiş öyle söylerlerdi. Tentürdiyottan da kare kare çizgiler çekerlerdi. Nenem işte kendi bu işlemlerini bana yapa yapa beni büyüttü. Ağabeyim ise kesinlikle bu kekik yağının kendi üzerinde kullanılmasına izin vermedi. Kupa ise onun fevkalade kızdığı bir sorundu, yapana da yaptırana da sinirlenirdi. Ben çok uyumlu imişim çocukken , sessiz ve sorunsuz. Sonraları dilim çıkmaya başlamış. Abimin ifadesine göre çok gıcık bir çocukmuşum, bu yüzden, epeyi küçük küçük dayaklar yermişim. Ne ise o tarihlerde yani annemden sonraya gelelim. Şimdi yeri değil abi-kardeş çocukluk çekişmelerine girmenin.

Baba tarafı; Amcam, Nenemin Kardeşleri 1920 lerde Bursa'ya yerleşmişler. Yalnızca Nenemler kalmış İbradıda. Annem ölünce beni ve ağabeyimi Bursaya götürmüşler. Ben işte 1 yaşlarında, ağabeyim ise 5 yaşında. Ben tabiî ki hiç bir şey hatırlamıyorum. Ama Abimin mutlaka hatırladığı iyi veya kötü anıları mutlaka vardır. Çünkü Ben 5 yaşımı ve 6 yaşımı çok teferruatlı olmamakla birlikte hatırladığıma göre. O bana bu güne değin hiçbir şey anlatmadı, bende sormadım. Aklım ermeye başladığında , Nenemin kıyısından teğet geçtiği konu "Babanız sizi çok seviyor , korkmayın sizi hiç bırakmıyacak" idi. Nitekim Babam bizi hiç bırakmadı ölünceye kadar. Bir iki olayda karılarının tarafını tutması olmasa Babam çok düşkündü Allah için bize. Hele bana baktığı zaman hissederdim ve yanımızdakilerde duygulanırdı babamın gözleri dolardı. Bunu benim Anneme çok çok benzeyişime yorarlardı. .

Annem öldüğünde Babam Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsünde okuyormuş. Bu sebeple Bursa'da mekan tutmak mecburiyetinde kalınmış. Nenemin kızkardeşinin yanında kalıyormuşuz. Babam sömestre tatiline geldiğinde "Ömer bu çocuklar ziyan oluyor, başka bir üvey anne elinede düşmesin, küçük ama olsun seni teyzenin kızı ile evlendirelim "demişler. Ve ilave etmişler "Hem teyzenin kızıda çocukların annesini aratmaz, anne yarısı bile sayılabilir. "

Ne yapsın Babam, hem talebe , hem geliri olmıyan bir kişi. Gazi Eğitimden mezun olmasına 1 sömestre kalmış, "Peki" demiş bizler için. Bursa'da geçirilen günleri bana anlatan olmadı. Zaten Babam sonradan kısaca değineceğim üzere teyze kızından boşanınca haliyle Bursa'daki akrabalardan kopulmuş, hiç görüşülmemiş. Bu gün bile , kim var kim yok -ne alemdedirler , işleri güçleri nedir bilmeyiz. Babamın en büyük eksikliği akraba ile yakın teması kesmesi idi. Giderek Annemin vefatından sonra da Anne tarafım ilede irtibatı koparmıştı, ne bileyim belki haklı olduğu tarafları vardı. Ben anne tarafını İstanbula Üniversiteye gittiğimde aradım buldum.

Babam okul ve askerlikten sonra İlk Öğretim Müfettişi olarak Ergani'ye (Diyarbakır)tayin olmuş.

Ben sadece Erganide oturduğumuz evi- belkide yapısı itibariyle beni etkilediğinden hayal gibi anımsıyorum. Ortasında küçük bir havuz olan avlu, avluyu çepeçevre saran bitişik nizam 5 ayrı ev. Avlu müşterek ve avlunun sokağa açılan kapısı kale kapısıgibi. . Sanki bana bağırmalarını "Havuza dikkat et-üstünü ıslatma" "Merdivenden yavaş in" gibi deyişleri anımsamasamda kulaklarımda sanki hoş bir seda kalmış gibi hissediyorum. Sonraları bu evin mimarisini sorduğum mühendis bir arkadaş bana "Ataerkil aile tipi bir yapı"demişti. Evlenen kız çocuklar ile evlenen erkek çocuklar ayrı eve çıksalarda işte bu müşterek avluya bakan ve tek sokak kapısı olan konutta otururlarmış. Ergani benim için Nenemin bana hatıra kalan altında ay ve yıldız işlemeli bakır bardağı demek.

Ergani'den sonra Erzurum Öğretmen Okulu Meslek Dersleri Öğretmenliğine atanmış Babam. Hayret ederim, Ergani'deki evi hatırlayan ben Erzurumdan fazla bir iz taşımamışım bu günlere. Nedenini bilmiyorum. Sadece anlatılan bir küçük hikaye var. Anlatılınca yaşanıldı ki bana da yabancı gelmedi olay. Evimizin bulunduğu sokakta oynuyormuşum, ayağım çıplak, yüzümde kurumuş toprak bulaşığı siyah lekeler ve burnumdan akan, neredeyse ağzıma girecek bir sümük uzantısı. Sapsarı saçlar, değirmi bir yüz ve iki yanında yeşilin güneşle yuğrulmuş parıltısını andıran zümrüt gibi gözler. Babam arkadaşları ile yanımdan geçerken , arkadaşlarından biri saçlarımı okşayarak "Yahu ne tatlı çocuk, gözlere bak, cin gibi" deyip mendili ile burnumdaki sümüğü silmiş isede, diğer arkadaşı " Bunları yıkamıyorlar, mikrop içindeler, batırdın mendilini sende, onu bir daha kullanma "gibi sözler sarf etmiş. Babam ise bana hiç sahip olmamış tabii, bu benim oğlum diye. Bende Babama boş boş bakmışım , kabahatli oluşumdan herhalde. İşte o gece evde zaten geçimsizlikleri Ta Erganiye dayanan Nenem ile ilk cici annem arasındaki geçimsizlik -torpillenmiş. Babam Bana bakılmadığını gerekli itinanın gösterilmediğini bağıra bağıra tartışırken , Nenemin "Bana ellettirmiyor Ömer" "Su kaynatıp çocukları yıkayacaktım, yaptırmadı" demesi ile birlikte sofradaki yemek tenceresini kapan Babam, tencereyi pencereden sokağa atmıştı. Benim çocuk ruhumda meydana gelen etkileşim ise, tartışmalarda kendi yaşantımdada "şimdi şu yemeği fırlatıp atacağım" gibi bazen kızdığım zamanlar söylemlerimin olduğu tanısıdır.

Beltan Göksel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Suzan Ağatoğlu


GÜL-BÜLBÜL

Bu aşk hiç bitmedi hiç değişmedi. Kaç yazar kaç şair kelimelere döktü de bitiremedi. Bu ki bülbülün güle olan aşkı, sevdası.

Bülbül ki bir çocuğun avucunda bile narin, küçücükken, bilinmez nasıl sığdırdı içine deryalara sığmaz aşkını...

Yine bahar gelecek yine güller açılıp bülbüller aşk-ı ilan edecek. Ve yine dikenler yaralayacak bülbülün o nazik bedenini... Bülbülden sızan kan güle varacak, güle rengini verecek . Al bir gül, sevdasının elçisi olarak bir sevdalıdan yarine gidecek...

Yar elinde gül, bülbül ya hatırlanılacak ya da...( unutulacak )
Nice aşklar gibi bülbülün güle sevdası da yenik düştü zamana. Zaman veya teknoloji artık nasıl betimlersek her şey gibi yuttu tüketti bülbülün güle sevdasını...

Güller şimdi saksılarda, vazolarda kaldı. Bülbüllerse kafeslerde... Belki de bir çoğumuz bülbülün aşkından dile gelmiş figanını duymadık bile. Onun yerine korna sesleri duyduk, seyyar satıcıların nidalarını duyduk. Gülleri tezgahlarda unuttuk.

Ne zaman ki tüketici toplumumuzun ürettiği özel günlerimiz oldu, o zaman koşup soluğu çiçekçi tezgahlarında aldık. Bir yerlerden öğrenmiştik; Güldü ^seni seviyorum^demenin en yalın hali de, öğrenemediğimiz ona sahip çıkamayışımızdı.

Her şeyin canavarını üretti, tüketmeyi iyi bilen toplumumuz. Bizler de birer canavara dönüştük. Ne gelirse önümüze öğütür olduk . Ne sevdalar dayandı bize, ne sevdalılar. Yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz hava gibi, her şey suni. Aşklar da suni artık. Suni aşklarımızı suni teneffüslerimizle yaşatmaya çalışsak da onu da beceremedik. Biz her şeyi elimize yüzümüze bulaştırır olduk. Değdiğimiz her yeri kurttuk. Ve gün geldi sevdalı bir yüreği kuruttuk... Şimdi suya hasret, sevdaya hasret yaşamak düşer bize...

Büyüdük canavar olacak kadar da ,bülbülün minicik yüreğine sığdırdığı aşkı biz sığdıramadık yüreklerimize, bedenlerimize. Oysa gülün dikeninden allara boyanan bülbül, geçmedi geçemedi sevdasından...

Ve bizim için;

' Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok artık'

Suzan Ağatoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.523 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Perdelerini aç,

Dök içindekileri…
Oyalı mendilini çıkar …
Dök gecelerce işlediğin oyaları
İnci inci

Saçıl…

Perdeleri aç
Çek tülleri
Geceyi yıldızlara sarar
Gün baharın kokusu,

Mavi kıvılcımlarını saçsın,
Bak
martılar mavilere uçuyor,
serçeler zeytin dalında çiftleşmede

Gelinkadın çıktı,
Kısa ön bacakları -uzun arka bacakları,
Beyaz ve gri elbisesi
sincap kuyruğu ile gizli vals da…

'Gelinkadın hoş geldin, sefa getirdin" diyor Fahriye
Abla
Annem

Üzmeye gelmez gelinkadını,
Oyalı mendillerini parçalar,
Yok eder gizlenen oyaları …

Bak
Tarlalar gelincik açtı,
Papatyalar sevdalı

Aç perdelerini…
Tüller yıldızdır gecelere

Vicdan Kayır

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #25



  Çözüm: Sudoku #24
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Bora Dandinoğlu

Herhangi iki kavramı Google arama sonuçlarını kullanarak karşılaştırma olanağı sağlayan Google Arena'da son bir ay içerisinde 50 binin üzerinde arama yapıldı. En çok futbol takımları ve markalar ringe çıkarıldı. Bunlardan sonrada gündemdeki sanatçılar arenaya çıkarıldı. Ticari markalardan ünlü kişilere, futbol takımlarından farklı ülkelere kadar aklınıza gelebilecek herhangi iki kavramı ringe çıkarmak için www.googlearena.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
http://www.googlearena.com

Amerika'daki iki ayrı noktadan yayın yapan ve 6 ay önce açılan Klip24.com sayesinde izlemek istediğiniz klipleri saatlerce müzik kanallarında beklemek zorunda kalmadan izleme olanağı buluyorsunuz. Sitenin sorunsuz izlenebilmesi için ADSL bağlantısı ve Windows Media Player programının bulunması yeterli. Yayınlanan klipler DVD kalitesinde ve Mpeg2 formatında. Bu yüzden ses ve görüntü, dijital TV netliği ve kalitesinde. Klip 24, şarkıcı veya firma ayrımı yapmıyor. Müzik kanallarında hiç yayınlanmamış veya yasaklanmış klipler de yayınlanıyor.
http://www.klip24.com

"…Bana o gün o yolda çarpıp kaçtığın zaman belki hiç kimse seni görmedi.Ama ben gözlerindeki adaletsizliği gördüm.Ve sana acıyorum…"Bu sözler şu an koşup oynaması gereken fakat maalesef kendisine çarpıp kaçan yeşil renkli bir ford focus'un sürücüsü tarafından yaşama hakkı elinden alınan bir kız çocuğuna ait.Acılı babası kızının ölümüne sebep olan aracın sürücüsünü bulmak için bir site kurmuş.Bir inceleyin bakalım beklide faydanız dokunur.Evlerden uzak diyoruz.
http://www.benikimoldurdu.com

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Ajanda Xp 1.1.3 [2.8 MB] Windows (tümü) / bedava
http://www.codeducks.com/ajandaxp/ajanda113.exe
Günlük işlerinizi planlayabileceğiniz, önemli günlerinizi kaydedip günü ve saati geldiğinde sizi uyarmasını sağlayabileceğiniz oldukça yararlı bir program. Gerçek ajanda bilgilerinin çoğunu da içeriyor. Özellikle farklı kullanıcı hesapları yaratarak özelleştirmenize olanak tanıyan(böylece veri güvenliğiniz maksimuma çıkıyor) basit ve kullanışlı bir arayüze sahip, her bilgisayarda kurulu olması gereken windows'un olmazsa olmazlarından biri.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060323.asp
ISSN: 1303-8923
23 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com