Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 948

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Türk'ün aklı sonradan gelir!..


Merhabalar,

Şallı Kadın - PicassoBaşlık sadece benim için yazılmıştır. Lütfen siz alınmayınız. 24 Kasım'dan beri açık olan sergiyi bitmesine 3 gün kala saat 19:00 da gezmeye gidene aynen böyle denir. Aklı sonradan gelen Türk! Doğuştan kronik olarak genlerime yapışmış erteleme hastalığımdan az kalsın Picasso da payını alıyordu.. Allahtan çocuklarımın zorlaması ile türlü meşakkatlere katlanarak kapanmadan yetişip gezdim. Badana rengine uygun tablo arayan biri olarak resimden anladığımı söylemek abesle iştigal olur ama burnumuzun dibine kadar gelen Picasso'yu görmeden uğurlamak elbetteki entellektüel ahlakıma sığmazdı. Ahirette sorduklarında, gittim, gezdim, gördüm, dinledim diyebilecek olmanın haklı gururunu taşıyorum şu anda.

Sayısız kere önünden geçtiğim Atlı Köşk'ün içine girmekte ayrı bir olaydı tabi. 30 sene önce ilk gördüğümde "Vay bee" dediğim köşkün içine girebilme fırsatı verdiği için bile Picasso'ya hayranlık duyabilirim. Şaka bir yana, gerçekten büyük bir olay. Onca eseri sergilendikleri yerlerden toplayıp İstanbul'a getirmek, bizim gibi, şarkıcı ile sanatçı arasındaki farkı bilmezlere gerçek sanatı göstermek esaslı bir iş. Toplam kaç kişi dolaştı bilmem ama kapanma vaktine 1 saat kala epeyce insan hâlâ sıradaydı. Yani aklı sonradan gelen Türk olarak yalnız değildim. Aslında biz her sonun bir uzatması olacağına yürekten inanırız. Vergiyi son güne bırakır, nasılsa uzatırlar demez miyiz? İtiraf ediyorum ben de böyle bir uzatmanın haberini bekliyordum, ama şu dakikaya kadar birşey duymadım.

Picasso'mu? Onu anlatmaya ben muktedir değilim elbette. Ama en basit eskizde bile bir deha olduğunu ben bile anlayabildim. Benim asıl ilgimi çekenler, kübizm'den önce yaptığı klasiğe yakın resimleri oldu. Kübik resimlerine "Bunu ben bile çizerim." diyenlerin o tabloları mutlaka görmeleri gerekir. Pekçok eserin hikayesini Müşfik Kenter'in duru sesinden dinklemekte bir başka güzeldi. Özetle, İstanbul'da olupta hala gitmediyseniz, sırada beklemek pahasına mutlaka gidin ve görün.

Emektar pikabımıza eskilerden bir güzel şarkı koyup köşeme çekiliyorum artık. Jason Donovan söylüyor, Sealed With A Kiss. Harika bir haftasonu sizlerin olsun. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Unutmamak!

Toplumsal bellek. Hatırlamak... Bireysel bellek. Unutmamak!

Irak'ın Amerikalılar ve İngilizlerce işgal edilmesinin üstünden üç yıl geçmiş. 1 Mart 2003'te Ankara Kızılay'da bir milyon insanın, Türkiye'nin güneyinin işgaliyle Amerikan askerlerinin Irak'a kolay saldırmasına geçit verecek tezkerenin onaylanmamasını isteyerek seslerini yükseltmelerinin ve Meclisin bu sese kulak vermesinin üzerinden de üç yıl geçmiş. Ancak bu üç yılda, çeşitli kaynaklara göre yüz elli bin Iraklı sivilin ölümüyle haksız bir saldırı ve işgalden çok giderek bir insan katliamına ve bağımsız bir ülkenin parçalanmasına tanıklık edildi.

Annelerini, babalarını, kardeşlerini yitiren çocuklar bu acıyı unutacaklar mı? İçlerinde oluşan haklı nefreti dizginleyecekler mi?

Unutmayacaklar!

Bir hafta içinde izlediğim üç filmde önemli yönetmenlerin dünyanın değişik köşelerinden taşıdıkları öykülerle- tek taraflı, yanlı ve eksik bilgi bombardımanı altında günlük yaşamlarını sürdürmekte olan- biz sıradan insanlara, 'böyle acıların unutulmayacağına yönelik' güçlü iletileri seslendirişlerine tanıklık ettim.

Önce "Saklı" (Cache). Avusturyalı Yönetmen Michael Haneke, 2006 Avrupa Film Akademisi 'En İyi Film' ve Cannes 2005'te 'En İyi Yönetmen' ödülleriyle öne çıkarılan filminde, öyle çok değil yalnız elli yıl önce Fransızların Cezayir'e ve Cezayirlilere uyguladıkları asimilasyonu, şiddeti; bir aile öyküsüne indirgendiği halde sağlamlığından ve inandırıcılığından zerre yitirmemiş bir "unutmama öyküsü" içinde vermiş. Sıcak, konforlu odalarımızda soluk alıp verirken hangi geçmişi ve hangi iki yüzlülükleri 'sakladığımız' yönünde, Mehmet Eroğlu'nun deyişi ile 'vicdanını koruyarak direnip hala insan kalabilenlere' bir yeni hesaplaşma olanağı yaratmış Yönetmen Haneke...

Sonrasında 16-26 Mart tarihleri arasında sürmekte olan 17. Ankara Film Festivalinden demir leblebi gibi öyle çiğnenip, hazmedilmeyecek ağırlıkta iki önemli film.

"Sigorta" (Gori Vatra); senaryosunu da kendi yazan Yönetmen Pjer Jalica'nın yine ödüllere boğulmuş (bu da bir çeşit günah çıkarma mı ne?) bir Bosna Hersek filmi. Kasap katil Miloseviç'in ölümüyle yeniden gündeme taşınan Avrupa'nın burnunun dibindeki, onların körüklediği birkaç yıl öncesinin Yogoslavya İç Savaşı'nın hemen ertesinden ibret verici, akıllardan çıkmayacak bir yarı belgesel öyküyü dillendiriyor Bosna'yı üst seçen usta yönetmen. Yıkıntılar, yitikler içinde yeni hayatlarına uyum sağlamaya çalışan , yerel yöneticiler, sokaktaki insanlar... Sefillikler; batının- hem suçlu, hem de güçlü- birbirine düşürdüğü farklı dinler, farklı ırkların insancıklarını bu kez de yeniden birlikte yaşamaya zorlama saçmalıkları...

Ama... Herkes unutmaz... Acı unutulmaz. Eski Polis Şefinin, iç savaşta yitirdiği oğlunun arkasından sürdürdüğü bir baba, çırılçıplak bir onur kavgası, diklenişidir tanık olduğumuz. Her ne kadar filmin sonunda sömürgeci ülkelerin gölgesi kalktığında halkların kardeş olabileceğine, kalabileceğine yönelik mesajlar da veriliyorsa, asıl güçlü haykırış 'haksızlığı unutmama' adına yükselen baba çığlığı!

Nihayet, yine Ankara Film Festivalinden (Onu tohumlayıp, yeşerten Sevgili Mahmut Tali Öngören Ustaya bir saygı selamını da unutmayalım işte!) 'Kuzeyin Belgeselcisi' Finli ünlü kadın Yönetmen Pirjo Honkasolo'dan hani sinemacıların deyişiyle bir başyapıt:
" Melankolinin Üç Odası" (Melancholian Kolme Hounetta). Bu kez Çeçenistan'dayız. Başkent Grozni'nin Ruslarca yerle bir edilmesinin ardından geriye kalanlara; 'Özlem', 'Nefes Almak' ve 'Hatırlamak' Odalarından bakıyor bu yürekli bağımsız yönetmen.

Neden yürekli? Ruslar izin verdikleri çekimlere sonradan işlerin istedikleri gibi gittiğini görmeyince engeller çıkarıyorlar. Amerikalı yapımcılar boş dururlar mı? Onlarda kurguya müdahale edince, Pirjo "Alın ulan diyetlerinizi" deyip hepsini sepetliyor. Dört yıllık uğraşlar sonucunda tamamlayabiliyor filmini. İyi de yapıyor. Müziğinden, görüntülerine olağanüstü güzel, olağanüstü önemli bir film çıkıyor ortaya.

Zalimliğin, zulmün, acıların, haksızlığın asla unutulmayacağı üzerine. Asla!

Bizlere düşen ne? Unutmamak ve unutturmamak elbet! Haksızlıkların, yiğit insanlara, bağımsız ülkelere reva görülen, yaşatılan acının unutulmaması, unutturulmaması oradan buraya çekiştirilebilecek bir kan davası değil elbet.

Unutulmayacak ki, insan onuru küllendiği yerden yeniden nefes alabilsin. Unutturulmamalı ki; insanlığın, 'sorumluluk' olduğu yeniden hatırlansın. Sefil çıkarlar, çıkarlarımız yerine, yeryüzündeki tüm insanların insan gibi yaşama çabalarına yürek verme, destek verme sorumluluğu...

Bu yazıyı, nihayet etten kemikten de görme onuruna eriştiğim büyük şair Gülten Akın'ın "Savaşı Beklerken" adlı şiirinden şu dizeleriyle bitirmek isterim:

"Nergisten sorumlu değilmişim bunu öğrendim
Kar umarsız yağabilir, ayaz çıkabilir
Uzun sürebilir, kötü şeyler olabilir
Nergis uyanmayabilir

Ne ışgını ne dalı sor ne de tomurcuğu
Aklım kırık, şaşırdı eski beklentilerim
Kimyasal korkular, kanlı gecelikler, dalgalı sirenler
Çocukları koyver, nereye gitseler, ne yapsalar
Nasılsa füzeler bombalar onları buluyor

Nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan
Yanlış mı belledim, insan sorumluluktur."


Cumhur




Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  DIRANAZ

Dıranaz'a yollar döne döne çıkar. Her metrede bir başka serin, her virajda yanakları kırmızı çocuklar. Ellerinde ipe dizilmiş alıçlar... Belki bu araba duracak? Belki bu kırmızı arabadan inenler üç dizi alacaklar? Alıçların da yaz gibi bir ömrü var. İplere dizilmek için güzü beklerler. Çok yakında mevsimi bitecek. Kanlıca mantar satacak çocuklar. Sabah yeni toplanmış, üzerinde ormanın uykusu var çiğden... Tazecik gürgen, köknar, çam kanlıcaları. Mantarların kırılan kenarlarından, saplarından ormanların kanı akacak ellerinize...

Kabak kafalı oğlanlar, saçları dolaşık kızlar sizi çok zengin sanacaklar. Çünkü arabanız vardır. Çünkü takım elbiseniz ve gömleğinize uydurmaya çalıştığınız kravatınız vardır. Ellerinde değildir. Büyüyünce sizinki gibi bir arabası olsun isteyecek, sizinki gibi güzel giysileri olsun. Meraklıysanız eğer kasılmaya, önemli biri gibi davranabilirsiniz. Çünkü henüz sırtınızdaki takımın taksitlerinin bitmediğini onlar bilmeyecek. Arabanın benzini ile zor baş edebildiğinizi de...

Dıranaz'a akşam bir başka gelir. Ne kadar bulut, sis, duman varsa hepsi karanlığı bekler. Hiç güneş doğmayacak, sabah olmayacak sanırsınız. Koyunların çıngıraklarında, ineklerin çanlarında tılsımlar saklıdır. Her yamaçta bir peri gizlidir. Artık pireler berberdir, develer tellaldır. Kurtlu Han'da cinler akşam sofrasına oturmuşlardır. Sanki bütün masallar çocukları korkutmak içindir. Annenizin kucağına sokulmak istersiniz. Sımsıkı sarılmak istersiniz. Ta ki sakalları yerlere kadar inen nur yüzlü bir ihtiyar çıkıp gelinceye kadar. Yoksul bir çobanın evinin kapısını çalar. Bir bardak ayrana bedelli olarak gül yüzlü, topaç gibi oğlanlar verir. Kimsenin bulamadığı altın dolu küplerin yerlerini söyler. Onlar muradına erdiğinde, siz kerevete çıkarsınız. Uykunun kollarında sabaha kadar yeni masallara...

Dıranaz'da gözlerim sizi arar çocuklar. Sakın yağmur yağmasın, mevsim kara dönmesin. Dıranaz'da meraklı, umarlı bakışlarınızı ararım. Gökırmak gümüş bir kemer gibi parladığında... Elimde değil, gözlerim sizi arar çocuklar. Birlikte dinleyelim çam kokulu şarkısını rüzgarın… Çulhalı Çökecek sırtından burnumuza yine kekik kokuları dolsun, duman duman... Bu gün ben tam üç milyon liralık alıç sattım. Gün akşama erdiğinde saydım, saydım tam üç milyon. Bizden başka kimse bilmiyor. Her lirası dolardan, marktan, adını bilmediğim zengin ülkelerin parasından bile daha değerli. Kazandığım paralar birikecek. Say say bitmeyecek. Hem defter, kalem, ayakkabı alacak. Hem de bütün düşlediklerimi... Aksakallı dede bir gün bizim de kapımızı çalacak. Yorgun olacak, uzak yoldan gelmiş olacak. Bir tas su isteyecek, bir parça kuru ekmek. Bir koşuda getireceğim.

Gün ikindiye döndüğünde Bafralı kamyoncular Çakıldak'ta çay molasındadır. Öfkeli kamyonlar balata kokarlar. Arkadaşlar birbirini bekler. Demli çay, sahanda tereyağlı yumurta, iki el tavla. Ne tuğlası biter kamyoncuların, ne de yol hikâyeleri. Çaycı Veysel'i önümüzdeki yaz evlendirmeye her gün yeniden söz verilir. Yazlar gelip geçer, kamyonlar gelip geçer. Hayırlı bir kısmet çıkmak bilmez. Veysel de bu sözlerin tutulmayacağını bilir ama ne yapsın? Olsun... Kamyoncular baba adamdır yine de. Sohbetin birazı hep yarına kalır. Kamyonlar akşamla birlikte geçerler Kabalı'dan. Çığlık çığlığa firen sesleriyle...

Soğuksu pazarında gördüm seni. Günlerden pazar olmalı. Ayağında cızlavak lastik ayakkabıların vardı. Tokuşlar'dan Recep'le iki düve getirmiştiniz pazara. Yular parası hevesiyle, üç saat yol gelmiştin. Düveleri satarsa eğer altı yüzden, yular parası senin olacaktı. Kebap yersin diyordu. İstersen koluna elektronik saat bile alacaktın. Öğlene doğru karnın açlıktan birbirine yapışmıştı. Geçtim yular parasını, Recep Emmi bir somun ekmek alsa hiç değilse diye aklından geçiyordu. Sabrın tükenmişti, gözlerin kararıyordu hani. İşte tam seni o zaman gördüm. Başkasını görecek halin yoktu. Pazarın eğlencesi de, tadı da kaçmıştı ya... Yular hakkı için bir daha pazara gelmeye tövbe ediyordun. Az sonra bir alıcı gelir belki... Keşke Recep Emmi bir somun bari alsa...

Dıranaz, davarın peşinde ter-i taze gelin değilsin. Yakında karlar birikir yükseklerinde. Hevesim elma yanaklı, suskun çocuklarına... Alıçların olmasa, Akçakesi'li Meryem, Soğuksu'lu İsmail, Çakıldak'lı Yusuf olmasa. Yüzüne bile bakmam...

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   Tarihimden bir yaprak !

Benim annem olağanüstü bir kadındı.
Aklına koyduğu her şeyi, şartlar ne kadar zor olursa olsun, geçekleştirmeyi başarırdı.
Verdiği kararlardan kaçış yolu yoktu!

Gerçi herkesin annesi "bir tane"dir kendisine.
Ama benimki "iki tane" idi.
Çünkü bana hem annelik, hem babalık yaptı.
Müşfik bir anne, bir o kadar da disiplinli bir baba !
Bunları neden size anlatıyorum?

* * * * * * * *

Sene..... Ben bile hatırlamıyorum...
Yaşım 11...

Annem yine dahiyâne bir fikri aklına koyuyor...
Bu sefer Fransa'ya gidip, oraya yerleşmeye karar veriyor.
Ben daha ilkokulu dahi bitirmeden, beni, Türkiye'de yaşayan yabancıların çocuklarının gittiği, rahibeler tarafından yönetilen bir Fransız okuluna, tüm becerisini kullanarak, yazdırmayı başarıyor.
Hem de YATILI olarak.
Ve de iki haftada bir eve çıkmam koşuluyla.
Ne kadar üzüldüğümü tarif edemem,
bugün bile hatırladıkça içimde minik bir yangın hissederim...

Bu okul İstanbul'un Bomonti semtinde idi.
Etrafı yüksek duvarlarla çevrili geniş bir arazideki okul binası bana zindan gibi geliyordu.
Bir de kilisesi vardı.
Bahçesinde de her türlü sebze ekiliydi.

Bizim evimiz Pangaltı'da idi.
Benim küçük adımlarla aradaki mesafe 15 dakika...
Bu kadar yakında olup da eve gidememek beni kahrediyordu.
Hemen hemen her gün ağlıyordum.
Beni çok seven büyükbabam bile benim çok üzüldüğümü fark ediyor, ama anneme söz geçiremiyordu.
Bir gün, benim hayvanları çok sevdiğimi bildiği için, okulun müdüriyetinden izin alıp, iki tane keçi yavrusunu okula getirdi.
Boş zamanlarımda onlarla vakit geçirip biraz mutlu olacağımı düşünüyordu.
İşe de yaradı... Her boş dakikamı onlarla geçiriyordum.
Bahçeden topladığım yeşilliklerle onları besliyor, onları okşarken de onlarla konuşup, üzüntülerimi paylaşıyordum.

Günler, haftalar, aylar birbirlerini kovalarken, "ben nasıl eve gidebilirim" hesapları yapıyor, senaryolar tasarlıyordum.
Hatta bir senaryomu gerçekleştirseydim kanlı bitebilirdi...
Bizim kantindeki büyük ekmek bıçağı ile küçük parmağımı kesecektim. Böylece belki annem de beni yatılı okutmaktan vazgeçecekti...
Ama son dakikada cesaretim beni terk etti.

Okuldaki bazı kızların ara sıra karın ağrıları çekmesi, bu ağrıların her kızın ayda bir çektikleri "regl" ağrısı olduğu gerçeği, benim yeni senaryolar üretmemi tetikledi.

Bir gün, acı acı inleyerek, karnımın ağardığını sınıf öğretmenime söyledim.
Bunun üzerine müdüre Rahibe annemi arayıp beni eve yollayacağını haber verdi.
Çok sevinmiştim...
Rolünü başarı ile oynayan bir başrol oyuncusu edasıyla yola koyuldum.
Eve gelince annem beni yatırdı, karnımı alkolle ovaladı.
Herhalde üşüttüğümü düşünüyordu.
Ben zevkten dört köşe olduğumdan rolümü devam ettirmeyi unuttum.
Annem de bunun rol olduğunu anladı ve beni okula geri gönderdi gözümün yaşına bakmadan.

Okulda kaldığım hafta sonları beni üzen başka bir konu daha vardı.
Pazar sabahları beni erkenden uyandırırlar, kiliseye götürürlerdi.
Benim çocukluğumdan beri dine karşı hiçbir yakınlığım yoktu.
Beni küçükken vaftiz ettikleri için, sadece sözde kalan bir Hıristiyan'dım.
Dua falan da bilmiyordum.
Mecbur kaldığımdan, kilisede rahibelerin yaptıklarını taklit ediyor, onlar diz çöktükçe ben de diz çöküyor, ayağa kalktıklarında ben de kalkıyordum.

Bir seferinde, diz çöktüğüm bir anda,
Papaz efendi gözlerimin önünde dönmeye başladı.
Ardından duvarlar dönmeye başladı...
Son hatırımda kalan fırıldak gibi dönen tavan...
Ondan sonra bende film koptu...
Sırtüstü yere yığılıp bayılmışım...
Rahibeler beni dışarı çıkarmışlar.
Gözlerimi açtığımda biri bana, içine kolonya damlattıkları bir bardak suyu içirmeye uğraşıyordu.
Kolonya tadını alınca ağzımdaki suyu rahibenin yüzüne tükürdüm.
Sonra beni temiz hava almam için bahçeye çıkardılar.
O günü hiç, ama hiç unutmadım...
Sabah sabah, aç karnına, oturup kalkarken tansiyonum düşmüş, bayılmışım.
Bu olaydan sonra beni bir daha uyandırıp kiliseye götürmediler.

Üç yıl bu okula gittim.
Son yıl annem insafa gelmiş, her hafta sonu eve gitmeme izin vermişti.
Bu arada Fransızca'yı öğrenmiştim.
Ama ne derler?
Evdeki Pazar çarşıya uymamıştı.
Koşullar değişmiş, annem de Fransa'ya gitmekten vazgeçmişti.
Benim elimde ise bir ilkokul diploması bile yoktu.
Türkiye'de öğrenimime devam edemezdim bu diploma olmadan.

Parlak fikirleri hiç eksik olmayan annem buna da bir çare buldu!
Okulun Türkçe öğretmenini angaje etti,
yaz boyunca, bana bir gün bile tatil yüzü göstermeden,
tüm beşinci sınıf derslerini hatmettirdi.
Bir doktordan da benim için bir rapor alarak, beni dışardan bir Türk okulunun ilkokul bitirme sınavına soktu.
Ben de artık bu yatılı okuldan kurtulduğuma sevinerek, sınavı PEKİYİ ile kazanıp diplomamı aldım.

Ben Robert Koleje gitmeyi hayal ederken, annem beni Sankt Georg Avusturya Lisesine YATILI olarak kaydettirdi.
Maalesef o isteğim de içimde uhde kaldı !

Nasıl ki annemin parlak fikirleri tükenmiyorsa, benim de senaryolarım bu okulda da devam etti...

Bunu da gelecek günlerde sizinle paylaşırım...

Nadya Alpkonlar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Sokrat Chat Yaparsa...

"Birinin bir şeyi sevdiğini söylediğimiz zaman, eğer bunu haklı olarak söyleceksek, sevgisini sevdiği şeyin bir parçasına yönelttiğini ama başka bir parçasını sevmediğini değil, ama bütününü sevdiğini söyleriz, değil mi? Sokrat"

Sokrat evinde chat yaparken karısı tarafından yakalanınca, polislerce suçüstü mahkemesine çıkarıldı. Yasalar, karısından izin almadığı takdirde kocaya chat yapma hakkı tanımıyordu. Sokrat ülkenin en tanınmış filozofu olduğundan, ona, sıradan bir yurttaş gibi davranılamayacaktı. Hem ülke yönetiminde ve meclisinde görev yapan bir çok öğrencisi de vardı. Hocalarının böyle yüz kızartıcı bir suç nedeniyle polisce apar topar götürülmesi de akıl alır gibi değildi. Onun durumu, ülke geleceğini de yakından ilgilendirmekteydi. Hem bu arada meclis üyelerinin de evlerinde gizliden gizliye chat yapıldığını Sokrat da bilmekteydi. Hatta "Chat Sevenler Kulübü"ne üye olan meclis üyeleri olduğunu arkadaşından duymuştu. Üyeliğine sadece evli erkeklerin kabul edildiği kulübün gizli bölmelerinde üyeler chat yapmaktaydı. Atina, Sokrat'ın tutuklanmasıyla fokur fokur kaynamaktaydı. Ak sakallılar meclisi acilen toplantıya çağrıldı. Cep telefonlarına mesajlar çekildi. Bir gün sonra herkes meclisteki yerini almış, başkanı baklamakteydi.

Meclis başkanı oturumu açtı. Niçin toplandıklarını açıkladı.Ve ilk soruyu yöneltti Sokrat'a:
-Ey Sokrat, duyduk ki, öğrencilerinle chatleşiyormuşsun. Sen evli barklı bir adamsın, bu durum hem yaslara hem de toplumsal geleneklerimize uymuyor. Ne diyeceksin?

Sokrat, 7 saat sorgusuz bir tutuklanmanın verdiği yorgunluk ve gerginlik içinde söze girdi.

-Sayın başkan, meclisin değerli üyeleri, şöyle keyifle yüzlerinize bakmak isterdim. Çünkü uzunca bir süredir toplanmamıştınız. Güzel ülkemin bekleyen onca önemli sorunu olduğu halde, örneğin, Ispartalılarla devam eden savaş gibi, adı yalnızca Sokrat olan bu yurttaşınız konu olduğunda nasıl da koşarak geldiniz. Hoş, kiminizin yaylı arabalarının kaldırım taşlarına çarpması sonucu tekerleklerinin tamiri nedeniyle gecikmesi yüzünden haksız bir şekilde saatlerce nezarette tutulduysam da, hayati mazeretleriniz olduğunu kabul ediyor ve hoşgörüyorum. Sizlerin tutuklanmamı gerektiren konu hakkında adil olacağınıza inanıyorum.

Evet, ben chat yapıyorum her akşam. Masamda Atina'ya yakın bağlarda üretilen küp şarabımı yudumlayarak sohbet ediyorum. Bana insanların ihtiyacı olduğunu anladığımda, elimde değil, yardım etmek içimden geliyor.

Ama buraya gelirken ne yapmam gerektiğini bilmek istersiniz diye, düşündüm uzun uzun. Ve sonunda sanırım buldum yanıtı.
Bir üye heyecanla atıldı söze:
-Sokrat, biz ne soruyoruz, sen neler saçmalıyorsun. Değerli zamanımızı polemiklerinle geçirmek istemiyoruz.
Sokrat tüm yorgunluğuna rağmen, aldırmadan, gayet sakin yanıtladı:

-Biraz sabrederseniz size söyleyeceklerim var elbet.

Bir diğer üye girdi araya:

-Bu gereksiz sözleri dinlemek için mi halkımız bizi buraya yolladı..(Bağıranlar...)

Sokrat:

-Sayın üyeler, haklısınız, sabrınızı ve değerli zamanınızı almaktayım. Ancak demokrasi geleneğimiz gereği lütfen beni sabırla dinleyin. Konuyu aydınlatmak elbet benim görevim: Bu ülkenin okullarına bilgisayar denen nesne gireli daha ne kadar oldu ki? Kaç meclis üyesinin bilgisayarı var? Kaçı interneti yaşamının vazgeçilmezi yapmış? Benim sizlerden tek farkım, belki bilgisayar denen harika buluşu sizlerden önce tanımış olmamdır.

Başkan:

-Sokrat, şu chat işine gel artık...
-Peki sayın başkan...Her şey "Bir kitap okudum, hayatım değişti."diyen, hani şu adalı yazar gibi ben de bir gün bir arkadaşın evinde sızıp kalmışım. Sabah arkadaşın odasına girince dev ekranda dünya güzeli bir ay parçası duruyordu. Bu ne dedim? Arkadaşım:
-Bu, sanalın kraliçesi...dün gece çektiğim maile karşılık geldi, odama konuk oldu, deyince... Dayanamadım:
-Ne odası yahu, o dediğin bilgisayarda değil mi? diye öfkelenince, arkadaşım bir kahkaha patlattı. Kahkaha bir anda kimyamı bozdu.
Üzerine yürüdüm.O da öfkemi yatıştırmak için geriye kaçtı.
-Sokrat'çım...kusura bakma..seni kızdırmak değildi amacım..hani her şeyi sen biliyorsun ya..her şeyi sen bana öğretirdin. İşte elime geçmişken bir fırsat değerlendirmek istedim. Hepsi bu kadar...

O sabah tanıştım chat'le. Meğer ne marifetleri varmış da haberimiz yokmuş. Benim serüvenim böyle başladı... Hani bir meslektaşım diyor ya;"Binlerce kilometrelik yol bir adımla başlar.."diye, benimkisi de o hesap... Ancak karıma bunu bir türlü anlatamadım.. Hani eskiden çapkın bilinirdim ya, hâlâ onun etkisinde kadın...Yahu dedim bir gece, gel otur bak, sana ne marifetleri var göstereyim..Ne dese beğenirsiniz:"Bu mutlaka düşmanımız Ispartalıların buluşudur. Bizi tembelliğe, atalete sevkedip savaşı kazanacaklarını sandıkları bir gizli silahtır. Sen de vatanımıza ihanet edenlerden misin? Bu sözleri karşısında ben de:"Sen iflah olmaz bir yaratıksın, sana anlatacağıma çöldeki bedeviye anlatırım daha iyi, git yat zıbar yatağında!"dediğimi hatırlıyorum. Doğrusu bunları nasıl söylediğime bugün de şaşarım.

Meclis üyeleri ilgiyle dinlemeye koyuldular Sokrat'ı. Meclis üyelerinin içinde chat yapanların bu işin nasıl çözüleceği konusunda sıkıntıları vardı. İş o denli önemli boyuta gelmişti ki, ülkenin yarısı kadınlardan oluşuyordu. Evli kadınların medeni kanuna göe bariz bir üstünlüğü vardı erkeklere karşı. Her ne kadar savaşa erkekler gidiyorsa da, kadının evin direği sayılmasından kaynaklanan gücü gelip internete dayanmıştı. Bir üye, Sokrat'a komşu olanı:

-Yüce Sokrat, benim karım sizin evden son zamanlarda çıkmaz oldu. Özellikle dikkat ettim, senin evden ayrılmanı kollar gibi bir hâl var üstünde. Buna bir anlam veremiyorum ben...

Diğer bir üye atıldı:

-Benim karımda da benzeri durumları sezmeye başladım. Yoksa bunlar bize chat'i yasaklatırken, kendileri de gizli gizli chat yapıyor olmasınlar..diye destekledi.

Sokrat, bu sözlerle biraz rahatlamıştı. Ağır ağır söze devam etti.

-Değerli arkadaşlar, ülkemize esenlikler getirmesi için görevlendirilmiş muhteremler... Gördüğünüz gibi işimiz hiç de kolay çözüleceğe benzemiyor...Bugüne değin benim gibi bir çoğumuz yasak meyvaların peşinde koştuk, çözümü hiç düşünmedik. Ne zaman ki karım beni herkese rezil etti, işte o gün, aynı akibetin kendi başına da geleceğinden korkan asillerimiz konuya el atmaya karar verdiler. Burda ben, karşınıza bir sanık olarak getirildim. Oysa aramızda yüzlerce sanık var ve elini kolunu sallaya sallaya dolaşmaktadırlar. Eğer chat yapmak bir suçsa, ülkede topyekün arama ve izleme komiteleri kurulsun...Yok eğer bu herkese bir hak olarak verilecekse ki; ondan yanayım, kimbilir amansız düşmanımız Ispartalıları bu yolla yenmenin bir yolunu dahi bulabiliriz.

Konuyu en hassas bir noktaya taşımayı başaran Sokrat karşısında Aksakallılar derin bir düşünceye daldı. Hiç belli olmaz... Ya bu Chat programıyla Ispartalıları dize getirirlerse!
Oturumu kapamak üzere sözü meclis başkanı aldı:

-Arkadaşlar, gördüğünüz gibi konu kişisel olmaktan çıkmış, ülkemizin geleceğine dayanmıştır. Derhal bir komisyon kurulmasını talep ediyorum. Bu komisyona danışman olarak da Sokrat'ı atamış bulunuyorum. Yeni bir oturumda buluşmak üzere hepinize iyi chat'ler diliyorum...


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  "...Size Hiç Gözyaşı Kalmasa"

Buruşuk Kadınlar - OnLine satın alabilirsiniz. Karıştırdığım kitaplarımın arasında bulduğum Aziz Nesin'in gülümseyen bir fotoğrafının basılı olduğu kartpostal beni yine eskilere sürükledi. Bugünlerde çocukluğuma yolculuklarım epeyce sıkaştı, hayırdır inşallah... İnsanların gençliklerine duydukları özlemle "orta yaş bunalımına" girdiklerini duymuştum, acaba çocukluk özlemiyle girilen gençlik bunalımı diye bir şey var mıdır? İşte çocukluğuma dair net anımsadığım bir anım daha...

Okulların tatile girmesiyle beraber uzun yaz tatilini değerlendirmek üzere çalışmaya karar veriyordum. Tüm okul kitaplarımı üst komşumuzun çocuğuna verip, kimseyle asla paylaşamayacağım kitaplarımı ise çekmeceme kilitliyordum. Kilitliyordum çünkü yasaklıydılar! Biliyordum eğer babam bunları okurken görürse beni hepsini hiç acımadan yırtıp atacaktı. Bunlardan birisi Nazım Hikmet'ti. Her şiiri buram buramı memleket hasreti kokan bu yazar nasıl vatan haini ilan edilirdi anlamıyordum. Son zamanlarda bu yasaklılar listesine Aziz Nesin'de dahil oluyordu. Babam bir gün Aziz Nesin'in bir kitabını okurken yakalıyor, kitabı banyoda ki yakılacakların arasına atıp, önüme "al bunu oku" diye bir Kemalettin Tuğcu romanı koyuyordu. Bilmiyordu ki O'da okul yönetimin tasvip etmediği yazarların arasındaydı... Gece herkes uyuduktan sonra atılan kitabımı alıp saklamayı başarıyordum fakat bu yasaklar artık boğmaya başlıyordu beni...

"Asılacak adam Aziz Nesin!" "Vatan Haini Nazım Hikmet!" Bir insan düşünceleri için diri diri yakılabilirmiydi? Nasıl bir zihniyetti bu, hangi ideoloji destekleyebiliyordu bunu ve bu "katli vaciptir" fetvalarını verebilme hakkını kim, nasıl bulabiliyordu kendisinde? Babamın yasakları umurumda bile değildi, yalnız Nazım Hikmet'in, Yaşar Kemal'in ve Aziz Nesin'in çekmecemde kilitli kalmaları üzüyordu beni, sanki bende mahkum edip bir hücreye kapatmıştım onları...

Kısa zamanda iş bulmuştum kendime. Evimize üç sokak ileride ki otelde çalışıyordum. Çalışmayı para kazanmak için değil kendime bir uğraş yaratabilmek uğruna istemiştim. İlk defa ailem bana bir konuda muhalif olmamış, hatta babam "çalış tabi, çalış da gör hayatın gerçeklerini, edebiyatla karnının doymayacağını anla" diyerek işi bile kendisi bulmuştu. Şehre gelen tüm sanatçılar, ünlüler o otelde kalırlarlardı.Bazen otelin önünde sevdikleri sanatçılardan imzalı fotoğraf almak için toplanan kalabalık uzun kuyruklar oluştururdu, benim ise hiçbiri ilgimi bile çekmezdi.

İşte hafızalara kazınmış "Sivas Katliamının" üzerinden çok az bir zaman geçmişti. Şehre Aziz Nesin'in bir konferansa katılmak üzere geleceğini ve çalıştığım otelde konaklayacağını duyduğumda dünyalar benim oluyordu. Ertesi gün tıpkı bir bayram günü gibi en güzel elbiselerimi giyinip, çekmecemde sakladığım kitabımı yanıma alarak otele doğru uçar adımlarla yol alıyordum. Planımı çoktan kurmuştum, kimselere gözükmeden O'nun kaldığı odaya çıkıp, haftalardır çekmecemde hapsettiğim kitabımı imzalattıracak, yaşamım boyunca saklayacak bir anımın olmasını sağlayacaktım...

Kısa sürüyordu sevincim ve o çocuksu hevesim boğazıma tıkanıyordu. "İkinci bir sivas olayı istemiyoruz, üzgünüz ama sizi otelimize kabul edemiyeceğiz" yazılı bir fax çekmişlerdi otel yöneticileri, sonra konferansda iptal edilmiş. Elimde kitapla öylece kalıyordum otelin geniş lobisinde... O gün işi terkediyordum ve ne hayaller ile yanıma aldığım kitabımı eski yerine bırakıp gözyaşlarıma hakim olamazken aklıma Aziz Nesin'in bir şiirinin son cümlesi geliyordu "...Öyle ağlasam öğle ağlasamki çocuklar, size hiç gözyaşı kalmasa..."

O gün o kadar etkilenmiştim ki oturup uzun bir şiir yazmıştım; o şiir de bugün tıpkı bu anı gibi kelimesi kelimesine hafızamdaydı...

DÜŞÜNCELER

Hayal ile gerçek arası,
Hayat ile rüyanın ortası
Kim kimden üstün?
Sağmı solmu davası...
Ya hakikatın yılmaz savunucusu
Ya ilerinin geri dönüşü;
Bir fikir suçlusunun
Elindeki kelepçesi,
Bir sokak serserisinin
Cebindeki şarap şişesi...
Tam özgürlükten bahsederler
Tam özgürlük!!!
Sonra bir sınır koyarlar ardına
Tam sınırlı özgürlük???

Kimini süründürür yerlerde
Kimine hüküm sürdürür.
Boş gevezenin sırtında ki kamburu,
Veziri Şah eden düşünceler...
Ne duruyorsun düşünsene
Tek hörgüçlüsümü,
Çift hörgüçlüsümü makbuldur devenin(!)
Düşün!
Düşünmek hür bir kaide!

Düşün, düşün ama anlatma sakın!
Bahsetme karşındaki kelin kelinden
Söylesene ne farkımız kalır o zaman
Düşünen adam heykelinden!
Yakın Sivas'da Aziz'leri
Haydi kırın Uğur'ların kalemini
Evet düşünmek hür bir kaide
Ama dilde değil kalmalıdır beyninde!

Sivas katliamının tarihimizin bir yüzkarası olarak tozlu sayfalarda kalması ve bir daha tekerrür etmemesi dileğiyle...

Alper Kutay Erke

Önemli Not:
Sevgili Kahve Molası ahalisi!
Sonunda baskılara dayanamadım ve ilk kitabımda ve dolayısıyla bu sitede de yayınlanan 8 denememi seslendirdim. Bu seslendirdiğimiz denemeler albüm olarak bir sonraki kitabın yanında promosyon olarak verilecek. İşte Kahve Molası farkıyla ilk kez piyasaya çıkmadan sizinle paylaşıyorum. Yorumlarınıza galiba her zamankinden daha çok ihtiyacım olacak!



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.523 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İSTANBUL

İstanbul da uyanmışım bir sabah,
İncirler olmamış daha ham,
Dallar da ise ekşi nar,
Martılar kanatlanmış,
Mavi bulutlarla dans ediyor.
Havada bebek teni kokusu var,
Daha yeni Dünya'ya gelmiş.
Müzik var, ritim var, derinlerde musiki var.
Çatlamış toprağın suya özlemi var.
Mayıs güneşinin serinliği,
Mercanın güzelliği var.
Elimden tutan tarihin,
Yeni yeşeren fidanın sevinci var.
Başı göğe eren ekinin duası,
Loş ışıklı geminin boğazdan, rüya gibi geçişi var.
Hüzün taşıyan yüreğimin serçe gibi uçuşu,
Gölgeli çınarların semaya uzanışı var.
Denizin altın çırpınışları,
Narin bir yaprağın kırılışı var.
Suya atlayan balıkların çırpınışı,
Toprağın susuzluktan hıçkırışı var.
Güneşin pırıltısı ile
Ve da şarkısı söylüyor kelebek ilkbahara,
Yaza kavuşmanın sevinci var.
Seyir defterimin sayfaları,
Onun üstünde koşan kalemimin tıkırtısı var.
Salkım söğüt dağılmış saçları ile İstanbul var.
Sonra dedim ki kendi kendime: Yeter!
Bırak, bırak da satırların değil, İstanbul konuşsun artık.

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #26



  Çözüm: Sudoku #25
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Serdar Kıcıklar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Bora Dandinoğlu

Herhangi iki kavramı Google arama sonuçlarını kullanarak karşılaştırma olanağı sağlayan Google Arena'da son bir ay içerisinde 50 binin üzerinde arama yapıldı. En çok futbol takımları ve markalar ringe çıkarıldı. Bunlardan sonrada gündemdeki sanatçılar arenaya çıkarıldı. Ticari markalardan ünlü kişilere, futbol takımlarından farklı ülkelere kadar aklınıza gelebilecek herhangi iki kavramı ringe çıkarmak için www.googlearena.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
http://www.googlearena.com

Amerika'daki iki ayrı noktadan yayın yapan ve 6 ay önce açılan Klip24.com sayesinde izlemek istediğiniz klipleri saatlerce müzik kanallarında beklemek zorunda kalmadan izleme olanağı buluyorsunuz. Sitenin sorunsuz izlenebilmesi için ADSL bağlantısı ve Windows Media Player programının bulunması yeterli. Yayınlanan klipler DVD kalitesinde ve Mpeg2 formatında. Bu yüzden ses ve görüntü, dijital TV netliği ve kalitesinde. Klip 24, şarkıcı veya firma ayrımı yapmıyor. Müzik kanallarında hiç yayınlanmamış veya yasaklanmış klipler de yayınlanıyor.
http://www.klip24.com

"…Bana o gün o yolda çarpıp kaçtığın zaman belki hiç kimse seni görmedi.Ama ben gözlerindeki adaletsizliği gördüm.Ve sana acıyorum…"Bu sözler şu an koşup oynaması gereken fakat maalesef kendisine çarpıp kaçan yeşil renkli bir ford focus'un sürücüsü tarafından yaşama hakkı elinden alınan bir kız çocuğuna ait.Acılı babası kızının ölümüne sebep olan aracın sürücüsünü bulmak için bir site kurmuş.Bir inceleyin bakalım beklide faydanız dokunur.Evlerden uzak diyoruz.
http://www.benikimoldurdu.com

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Ajanda Xp 1.1.3 [2.8 MB] Windows (tümü) / bedava
http://www.codeducks.com/ajandaxp/ajanda113.exe
Günlük işlerinizi planlayabileceğiniz, önemli günlerinizi kaydedip günü ve saati geldiğinde sizi uyarmasını sağlayabileceğiniz oldukça yararlı bir program. Gerçek ajanda bilgilerinin çoğunu da içeriyor. Özellikle farklı kullanıcı hesapları yaratarak özelleştirmenize olanak tanıyan(böylece veri güvenliğiniz maksimuma çıkıyor) basit ve kullanışlı bir arayüze sahip, her bilgisayarda kurulu olması gereken windows'un olmazsa olmazlarından biri.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060324.asp
ISSN: 1303-8923
24 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com