İstanbul 25. Film Festivali



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 954

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Gelin Dansedelim!..


İyi haftalar,

Huysuz Virjin Pazartesi günleri "İyi haftalar" diye başlamayı adet haline getirmişiz. Getirmişiz getirmesine de, hafta boyunca olan bitenler genellikle temennimizi kursağımızda bırakmış. Gazetelerin üçüncü sayfaları artık birer baş sayfa olmuş. İri iri puntolarla dehşet, vahşet, şiddet haberleri almış başını gidiyor. Başrolde gençler var çokça. Oysa gençler başka hünerleriyle de gündemde son aylarda. Kanal D'de yayınlanan "Dans Eder misin?" yarışmasını bilmeyeniniz yok sanırım. Karizmayı çizdirmek pahasına işte itiraf ediyorum. Ben o yarışmaya bayılıyorum. İhtiyaç molaları ile dört saate yakın süren programı zevkle seyrediyorum. Seyretmekle de kalmıyorum, elimin yettiği herkesle samba, boogie, funk, pop,vs. hepsini yapar oldum. Bir lambada da biraz zorlanıyorum. Yok utandığımdan değil ama bel civarında yoğunlaşmış yağ tabakası yakınlaşmayı engelliyor, görüntü bozuluyor. Varsın benimki de göbek üstü lambada olsun ne çıkar? İşte, içimizdeki Asena'ları, Michael Jackson'ları, Shakira'ları ortaya çıkarttığı için bu yarışmayı seviyorum. Ama seyri doruğa çıkaran bir starı var ki yarışmanın, işte onu kimseye değişmem. Bence Seyfi Dursunoğlu nam-ı diğer Huysuz Virjin gerçek bir Dünya Starı. Ve bu star bizimle birlikte, ne mutlu bize.

Bana tekrar dansı hatırlatan bu yetenekli gençlere ve onları yetiştiren hocalara gerçekten helal olsun. Memleketin başka işi mi yok demeden yediden yetmişe herkesi dansa davet ediyorum. Dans ederken insanın aklından kötü birşey geçmesine imkan var mı? Şimdi gelin hepberaber dansedelim o zaman. Olivia Newton-John ve John Travolta birlikte söylüyor You're The One That I Want. Müziğin ve dansın eksik olmadığı bir hafta olsun. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  Ben Kelebeği Sadece Havada Uçar Sanardım...*

Biz dersteyken, sınıfın kapısı bir kere çalınır ve daha öğretmenin cevabı gelmeden koca gövdesi ve yanındakilerin gücüyle müdür içeri dalardı.
Hepimiz ayaklanırdık.
-Oturun!
Yanında her daim düğmelerini iliklemeye çalışan müdür yardımcısının biraz da çatallı sesi ile ne olacağını anlardık.
-Yerlerinizde kalın, arama yapacağız. Sırası gelen ayağa kalksın.

Gençtik. Gençliktik. Hayatımızdan aradıkları neydi?

Sırası gelen bir bir ayaklanır, cepler boşatılırdı. Çantalar, defterler erkek idareciler tarafından aransa da, biz kızlara sıra gelince her zaman kibar davranan kısa boylu bayan edebiyat öğretmenimiz devir alırdı bu görevi. O utanarak dokunurken bedenlerimize, diğer sıraların üzerine sigara paketlerinin düşüşü tokat sesi gibi gelirdi.
Geldikleri gibi gürültüyle giderlerdi. Aranan yasaklıları da yanlarında götürürlerdi. Bir iki azar çalınırdı kulağımıza o kadar. Cezanın büyüğü müdür odasında verilirdi. Bazen bir genci incitecek bir şamar, bazen hayata doğru sorular sormasını sağlayacak bir nasihat.
Bir iki sigara paketi, belki müstehcen bir dergi ya da o zamanlar bizim gençliğe pek uğramayan siyasi bir şiir kitabı...
Olsa olsa bunlar olurdu bizi kendilerince koruduklarını düşündükleri aramalardan kalan.
Kimse aklımızı arayıp sormaz, onu yasaklılar listesine katmaz, kafamızdakilerden ceza almazdık.
Kendi halinde gençlerdik. En kötü halimizde aşk acısı kazınmıştır bir parkın ortasındaki çınara. O kadar. O da kesin en bıçkın delikanlımızın gündüz saatlerinde taş duvarlar arasına sakladığı kör bir çakının yaralamasıdır.
Bu hallerde büyüdük, bu hallerde sevdik, bu hallerde hayallerimiz oldu...
Şimdi bu hallerden çıkıp olup biteni anlamakta zorluk çekişimin nedeni bundan belki de.
Ceplerinde olsa olsa bir karakalem, üç beş siyah toka, beyaz bir mendil ve leblebi bulunduran 16 yaşında bir genç kızdım. Aramalarda en çok leblebi tozu bulaştırırdım elllerine.
Arkadaşlarım mı? Onların çoraplarına saklanmış sigara paketlerinde ise gençlik sevdalarının ucu yakılı olurdu, o kadar...
Dedim ya, biz ya çok saftık ya da gerçekten bu dünyayı değiştireceğine inanacak kadar hayalperest.

Şimdi ise korkuyorum.
"haksızlıklara karşı geleceğini ve kötüleri kendi yöntemleri ile yok edeceğine" **inanan gençlerin ceplerinden mermiler, bıçaklar, en çok da ölümün bir başka genç adresi çıkıyor.
Artık sigara en az kötü karakteri oluyor arkadaş partilerinin. Adını bilmediğim içkiler, uyuşturucu ve haplar eğlendiriyor gençliğin bir kısmını. Bol parası, spor arabası, son model cep telefonu olsun diye uğurlanıyorlar okula...

Sonra...
"ben silahları çok seviyorum" **diyen bir gencin sözleri karşısında şaşkınlıkla ürperiyorum.
"Kız kavgası", "haraç alma", "omuz dalaşı"** ydı diyor bıçağı çeken genç, kanı kurumadan gençliği son bulan ise artık nefessiz...

Sonra...
Hep birden panikliyoruz. Aileler, okul yöneticileri, öğretmenler, psikologlar...
Suçluyoruz, çevreye saldırıyoruz...

Sonra...sonrası
Yok.

Dedim ya benim cebimden sadece leblebi tozları karışıyor bahara.
Aklım ermez. Aslında neden sorusunu sorup, cevabını bir parça bilip çözüm bulamamaktan korktuğum için kaçıyorum...

Kaşları çatık müdürümüz kapıdan içeri aniden girdiğinde hep beraber ayağa kalkardık.
Belki de en önemlisi artık hep beraber bir şeyler yapmayı unuttuk da ondan mı?

SunA.K. Grasse

* Kelebek çift kanatlı muhafazalı bıçak anlamına da geliyormuş, öğrendiğime göre...
** 30.03.2006 tarihli Sabah gazetesinde okuduğum haberden alınmıştır.



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Ali Bozdemir


senle gelen

sen şimdi suskunluğunu deniyorsun
gözlerimde mayınlar topluyor gözlerin onları
eğilip tutup kaldırıyor yerden yüreğimi
ellerinde biten bir çiçeği seviyorum
saksıda büyüyen tüm o adsız çiçekleri
balkon altında gezerken bir saksı seviyorum
gecelerde karanlık köpek polis korku
beni bir türlü görmemeni izlerken
yürüyen yüreğini yüreğime seviyorum

tekin değil kalbim girme hiç belki de
susuşun kadar gürültülü değil bu şehir seviyorum
ben bu şehirlerde darmadağınlığımı seviyorum
açılan göğe rağmen karanlıksa odam
loş bir avuntunun altında şiirler de yazılır sana
atıp kendini yatağa hayaller de sana seviyorum

acılarımı onaracak acıların var seviyorum
görmesen de bir aşk büyüyor gözlerimde
elleri yüreğinde bir çocuk büyüyor günlerle
onun elleri yüreğine yeter bir çocuk seviyorum
sarmaş gözlerime dolanmış gözlerin güzel seviyorum
beni bitirebilecek ellerin var küçük
beni yitirecek korkularım var senle gelen
yollarım aynı sayende aynı asfalt parke
aynı ayak izlerimden geliyorum sana

gözlerimde mayınlar arttıkça gözlerinle büyüyorsun
sen şimdi gitme hakkını deniyorsun

Ali Bozdemir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   Tarihimden 2. Yaprak!

(1. yaprak özeti)

Annem Fransa'ya yerleşmek kararı aldıktan sonra, tek evladını, biricik kızını, Fransızca öğrenmesi için, yatılı olarak bir Fransız okulunda üç yıl okuttu.
İtiraf etmeliyim ki bunlar çok zor geçen yıllardı benim için.

Sonunda bu karar iptal edildiğinden, bir Türk ilkokulu bitirme sınavlarından geçerek diplomamı aldım.

* * *

Yeni bölüm.

Ben çok mutluydum...
Artık yatılı olarak okumaktan kurtulacağımı ve de çok arzu ettiğim Amerikan Robert Kolejine gidebileceğimi hayal ediyordum.

Fakat maalesef, okulların açılmasına az bir zaman kaldığından ve o kolejde öğrenci kontenjanı dolduğundan benim hayallerim suya düştü!

Ancak bir yıl özel İngilizce ders alarak, gelecek yıl bir sınavla ikinci hazırlık sınıfına geçebileceğimi söylemişler anneme.
Bu benim çok hoşuma gitti.
Üç senelik ev hayatına olan hasretimi böylece eşitleyebilecektim.
Annem de bu fikre ilk önceleri ılımlı baktı.
Okullar açılır açılmaz uzak bir akrabamız olan bir İngilizce öğretmeni bayandan her gün ders almaya başladım.
Tam keyfim yerine gelmişken, ikinci haftanın sonunda annem bu durumdan hoşnut olmadı...
Yine dahiyane bir atakla, hiç benim fikrimi almadan, beni Sankt Georg Avurtuya lisesine kaydettirdi.
Hem de YATILI olarak!
Ben yine tepetakla oldum!
Hem Almanca dilini sevmiyordum, hem de yine yatılı okuyacaktım.

Okullar başladı, iki hafta da geçti, ben nasıl onlara yetişirim, diyerek annemi caydırmaya çalıştımsa da, Nuh diyor, Peygamber demiyordu!
Sen akıllı kızsın, onlara yetişirsin, cevabıyla susturdu beni.

Yetiştim de...

Was ist das? Das ist eine Moschee. (Bu nedir? Bu bir camidir.)
İlk öğrendiğim cümle!
Bugün gibi hatırlarım...

İlk gece, yatakhanede, hem ağladım, hem kendi kendime ne yapıp edip, yatılı kalmaktan kurtulacağıma dair and içtim!
Fransız okulunda az çok senaryo üretmekte başarılı olmuştum.
Burada da elbet bu yeteneğimi geliştirecektim...

Avusturyalılar da Almanlar gibi disipline çok önem veren bir millet.
Okulda mısın, yoksa askerde misin, hiç belli değil!
Buradan kurtulmanın tek çaresi, bu disipline ters düşerek savaşmak...

İki ay sonra benim okuldaki hedefim netlik kazanmaya başladı!
Müzik dersinde çok iyiyim, sporda çok daha iyi, diğer dersler "eh işte" vaziyetleri...
Çünkü ders çalıştığım pek söylenemez!
Nefret ettiğim etüt sınıfında çalışıyor gibi bir izlenim sergileyerek, beynimi senaryo üretmeye endeksliyordum!
Yatılı okuldan kovulma potansiyel yöntemleri bulmak çok vaktimi alıyordu...
Tek çarem FIRSAT KOVALAMAK!
İlk fırsat da elime geçti!

Bizim okulun Orta kısmını Lise kısmından ayırmışlar.
Orta kısmı sadece kız öğrencilere ayrılmış.
Lisede erkek-kız beraber okuyorlar.
İki okulun duvarları birbirine birleşik.
Bizim okulun bahçesinden dar ve kısa bir koridordan diğer binaya geçmek mümkün, fakat bizlere YASAK!
Ancak öğretmenler kullanıyorlar bu geçidi.

İşte tam bu noktada ben devreye giriyorum.
Devreye girmekle kalmayıp, yasak geçitten geçerek,
Yasak bölüme geçiyorum!
Teneffüs vakti... Çocuklar bahçede...
Aralarına karışıp dolaşıyorum...
Niyetim kötü değil, sadece kurallara karşı gelmek istiyorum!
Başarıyorum da!
Bizim okulun bir öğretmeni beni görüyor,
Kulağımdan tuttuğu gibi beni müdiremizin odasına götürüyor.
İlk sefer olduğu için sadece bir "ihtar" alıyorum.
Başkası olsa belki üzülürdü, ben seviniyorum!
Böylece başarı haneme bir çentik atabiliyorum!

Unuttum söylemeye, bu okulda RAHİBELER de var.
Bazı derslere giriyorlar.
Ama daha çok sosyal hizmetlerde görevlendirilmişler. ( 19 harf ! )
Yani kurtulamadım bu PENGUEN kılıklı hatunlardan!
Sonradan anlayacaktım onları kızdırmanın daha kolay olacağını ve bu gerçeği lehime kullanabileceğimi...

Okulda, spordan sonra tek eğlencem LEBLEBİ !
Üzümle karışık leblebi yemeyi çok seviyordum.
Bir de toz leblebiyi ağzıma doldurup püskürtmeyi...

Bir gün etütte, çalışıyor gibi yaparken, bir leblebi tanesini bize bakan Rahibenin üstüne attım.
BİNGO !
Tekrar bir ihtar aldım.
Etti İKİ !

Sporda çok başarılı idim.
Benim sınıfın YAKAN TOP Takımın da GÖZDESİ.
Ayrıca, ara sıra, erkeklere özenip futbol da oynuyorduk.
Bir gün, iri kıyım bir arkadaşım topa öyle bir vurdu ki, top başka bir tarafa giderken, ayağından çıkan ayakkabısı da sol elimin işaret parmağıma çarptı.
Parmağım yön değiştirerek orta parmağımın üzerine oturdu!
Ben korkudan avaz avaz bağırıyorum...
Beni hemen o meşhur YASAK geçitten geçirerek, Lise bahçesinin karşısında bulunan hastaneye götürdüler.
Doktor şöyle bir baktı, ben daha ne olduğunu anlamadan iki parmağı ile "klik"...
Benimkisi yerine oturdu. Ağrı da geçti.
Ama ben bu fırsatı kaçırır mıyım?
Bizim tarafa geçene kadar yaygaraya devam ettim...
Gerçi bundan dolayı bir ihtar almadım ama, yine de sinir bozdum!

Senaryo dışı bir olayı da gururla anlatmak istiyorum...
Okulda bir YAKAN TOP turnuvası düzenlediler.
Her sınıf birbirine karşı oynayacaktı.
Biz finale kaldık.
8. sınıfın KAZIK ABLALARI ile oynadık ve KAZANDIK !

Aylar geçerken benim birkaç hamle daha yapmam gerektiğini düşündüm.
Bu sefer, ağzım leblebi tozu ile doluyken bir öğretmenin yüzüne yüzüne püskürttüm.
Yine bir ihtar aldım.
Elde var ÜÇ !

İhtarlar çoğaldıkça ben zevkleniyordum.
Ama görünüşe bakılırsa pek etkili olamıyordum.
Henüz kovulma tehdidi alamıyordum.

Bir gün bir sınavda bariz bir şekilde kopya çektim ve yakalandım tabii ki.
Bir küçük ihtar daha geldi.
Küçük müçük, ihtar ihtardır !
Elde var DÖRT !

Okulların kapanmasına az bir zaman kalmıştı.
Vakit daralıyordu...
Yeni bir senaryo düşünmem gerekliydi..
O da gelmekte gecikmedi...

Bizim yatakhanenin pencereleri erkeklerin yatakhanesinin tam karşısındaydı.
Ara sıra, yasak olmasına rağmen, meraktan, gizlice onları izlerdik...
Bir gece, birkaç arkadaşımı ayarttım, pencereyi açıp karşıdaki pencereden bizi gözetleyen delikanlılarla, mümkün mertebede sesimi yükselterekten, konuşmaya başladık!
Netice: Bir başarıya daha çentik !
Yine bir ihtar!
Elde var BEŞ !
Bu seferki ihtar biraz daha sertti ve ümit vaadediyordu.

Nadya, dedim kendi kendime, son bir hamle daha, belki bu sefer başaracaksın !
Nitekim BAŞARDIM !
Son bir kez daha Lise tarafına geçtim...

Sene sonunda anneme gönderilen mektupta aşağı yukarı şunlar yazılı idi:

Sayın ..............,
kızınız Nadya ..... derslerinde başarılı olduğu için onu okuldan çıkarmayı düşünmüyoruz.
Fakat yatılı hayata adapte olamadığı ve de ihtar ve ikazlarımızı nazarı dikkate almadığı için, maalesef onun "yatılı" durumuna son vermek zorundayız.
Umarız bu kararımızı olgunlukla karşılarsınız...
Saygılarımızla...

Ben de böylece ondan sonraki yıllarda yatılı okumaktan kurtulmuş oldum.

Kıssadan hisse: Demek ki insan istedi mi her şeyi başarabilir!

Nadya Alpkonlar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  OKULLARDA ŞİDDET

Şiddet sosyal bir yara olarak yıllardan beri içimizi kanatıyor. Şiddet işyerinde, evde, sokakta, okulda, stadyumda hemen her yerde farklı bir kılıkla çıkıyor karşımıza. Sebepler her zamanki gibi incir çekirdeğini doldurmayacak cinsten. Sonuçlar yürek paralayıcı…

Son zamanlarda ilköğretimden üniversiteye kadar hemen her kademedeki okullarımızda şiddet almış başını gidiyor. Okullarda yaşanan şiddet bir türlü dinmek bilmiyor. Eğitim kurumlarımızdaki şiddet, saldırganlık ve zorbalık her geçen gün değişik görünümlerde ve boyutlarda karşımıza çıkıyor.

Ülkemizde her geçen gün gazete ve televizyonlarda okullarda yaşanan şiddet ve çeteleşmeyle birlikte eğitim kurumlarının uyuşturucu tacirlerinin mekânı haline dönüştüğü haberlerinin yayılması bizleri huzursuz ediyor. Televizyonlarda ve gazetelerde gün geçmiyor ki bir şiddet haberi yayınlanmasın. Ne oluyoruz beyler?… Kimin malını kiminle paylaşamıyoruz? Şiddetin sebep ve sonuçları üzerinde kafa yoran yok. Bu hususta bilimsel verilerden ve istatistiklerden de mahrumuz. Son zamanlarda bu konuda uluslararası bir sempozyumun yapılacağı söyleniyor. Çok isabetli olur. Hatta geç kalınmış bir çalışmadır bu. Nedense millet olarak hep sonradan gelir aklımız başımıza. Fırtına yemeden önlem almayız nedense. Son zamanlarda yaşanan çirkin hadiseleri sadece seyrediyoruz. Elimiz kolumuz bağlı sanki… Dilerseniz okul çağındaki çocuklarımızla ilgili olarak son üç ay içinde gazetelerimize yansıyan şiddet olaylarıyla ilgili bir acı haber seçkisi yapalım: "Bilecik'te imam hatip lisesi öğrencisi 15 yaşındaki O. Ç, şakalaştığı sınıf arkadaşı 16 yaşındaki Y.K.'yı sol bacağından bıçakla yaraladı… İzmir'in Yenişehir semtinde on yaşındaki B.K, uyuşturucu hap alarak geldiği Mimar Sinan İlköğretim Okulu'nda müdür ve güvenlik görevlisini bıçakladı… Manisa Osmancalı Çok Programlı Lisesi öğrencilerden biri kavga ettiği arkadaşını on yerinden bıçakladı… Bursa'nın Orhaneli ilçesinde pansiyonda kalan 16 yaşındaki lise öğrencisi tartıştığı sınıf arkadaşını ustura ile göğsünden yaraladı… İstanbul Üsküdar'da bir okul bahçesinde iki öğrenci arasında çıkan kavgayı izleyen 11 yaşındaki başka bir öğrenci, bıçakla kolundan yaralandı… Mersin'de bir lise öğrencisi, internet kafede tartıştığı iki ilköğretim okulu öğrencisini bıçakladı."

Bu çeşit haberlerin sayısını artırabiliriz. Çünkü her geçen gün bu haber zincirine yeni halkalar ekleniyor. Cehaletin kör olası bataklığından kurtulmak için okullara gönderdiğimiz körpe zihinler, nasıl oluyor da bir anda gözlerimizin önünde canavar kesiliyor? Bunun arka zeminini iyi etüt edip çareler aramalıyız.

Gençler yarınlarımızın ışığıdır. Geleceğin aydınlık olmasını istiyorsak bu ışığın sönmesine rıza göstermemeliyiz. Bu mesele sadece ülkemize mahsus değildir. Bütün dünyada, Avrupa ve Amerika'da da okullar şiddet riski altında bulunuyor. Özellikle Amerika'daki okullarda şiddetsiz gün geçmiyor. Avrupa ve Amerika bu tarz olaylara alıştı artık. Çünkü o ülkelerde bu gibi taşkınlıklar sıradan olaylar hükmünde. Biz buna alışık değiliz. Gerçi üniversitelerdeki şiddet olaylarını çok yaşadık ama ortaöğretimde hatta ilköğretimde ciddi kavgalara alışık değiliz biz. Peki, neden yaşanıyor bunca kavgalar, bıçaklamalar, yaralamalar, öldürme vakaları? Uzmanlar bunun sebeplerini şöyle sıralıyorlar:

Gençlerimiz her yönüyle bir ateş çemberinin içinde yaşıyorlar. Onları bekleyen onlarca tehlike var. Bizler yataklarımızda mışıl mışıl uyurken karanlık odaklar ve şer güçler, geleceğimizi karartmak için ince hesaplar yapıyor. Bunların hiçbirini yok farzedemeyiz. Bunun yanında daha pek çok sosyal mesele duruyor karşımızda. Bunlar toplumun kemikleşen meseleleri…

Yoksulluğun olmadığını kim iddia edebilir? Gelir dağılımındaki dengesizlik gençlerin psikolojisini sarsıyor. Arkadaşının cebinde elli milyon gören genç, kendisinin cebinin tamtakır olduğunu görünce ailesine ve topluma isyan bayrağını çekiyor. Zengin arkadaşının konumuna gelmek için yasadışı yolları deniyor, gerekirse kaba kuvvete başvuruyor. Çete kurup tahsilât yapıyor. Bunun yollarını meşhur dizilerden görüp öğreniyor.

Göç nedeniyle büyük şehirlere gelenler belli bir süre ortama ayak uyduramıyor. Şehirdeki kültürel yelpazenin dışında kalanlar, kendilerini yalnız hissediyorlar. Varlıklarını çevreye kabul ettirmek için her türlü deliliği meziyet sayıyorlar. Bir noktadan sonra ilginin üzerlerinde toplandığını hissettiklerinde işi daha da ileri boyutlara taşıyorlar. Belli bir zaman sonra durum kontrolden çıkıyor. Belli bir noktadan sonra ahlâksızlık meziyet sayılıyor. Necip Fazıl'ın deyimiyle "Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana."

Gençlerimiz gelecekten umutlu değil. Çoğunun "Yarın ne olacağız" endişesi var. Yaşanan hayat, onların saman alevi hükmündeki umut ışıklarını bertaraf ediyor. Çocuklarımızla yeterince ilgilenemediğimiz için onların buhranlarını anlayamıyoruz. Yedirip içirmek, üstünü giydirmek iyi bir anne baba olmak için yeterli değil. Üstelik bazılarımız bunları bile yapacak imkânlardan çok uzağız. Fizik kaideleri gereği boşluk muhakkak doldurulur. Biz sahip olamadığımız için başkaları bizim boşluğumuzu bir şekilde dolduruyor.

Çocuklarımız aile eğitiminden mahrum kaldıklarında çeşitli bataklıklara saplanabiliyorlar. Kültürel yozlaşma almış başını gidiyor. Batı kültürü genç beyinleri zehirlemiş durumda. Bir önceki gün Paris'te moda olanlar, bir sonraki gün Taksim'de boy gösteriyor. Ne Batılı ne Doğulu olabildik. İki cami arasında bînamaz kaldık. Çok şükür güzel bir dinimiz var. Aileler evlatlarını örnek bir Müslüman olarak yetiştirseler hiçbir mesele kalmayacak. Çünkü inancımız küçükleri ve büyükleri her türlü tehlikelerden koruyabilecek bir muhtevaya sahiptir. Gençlerimizin maneviyatını besleyebilsek meseleler kendiliğinden hallolacaktır. Fakat elimizdeki inanç ve iman nimetini yeterince kullanamıyoruz. Hatta onları inançlarımızdan habersiz yetiştirmek için sanki sistemli bir şekilde çalışıyoruz. Oysa gerçek bir müslümandan hiç kimseye zarar gelmez.

Evlerimiz ev olmaktan çıkmış nerdeyse diskoteğe dönmüş. Her evden bir başka nara yükseliyor. "Müzik ruhun gıdasıdır" safsatasını uyduranlar, gençlerimizin tertemiz hafızalarını diskoteğe çevirip yağmaladılar. Çok sesli, Batı tarzı ritimler içeren müzikler gençlerimizi isyankâr ediyor. Karamsarlık, ümitsizlik ve isyan duyguları aşılayan müzikler beynimizi istila etmiş durumda. Ruhumuzu dinlendiren Doğunun uhrevî müziği rafa kaldırılmış, adına yeşil pop denmiş. O da afyon hükmünde addedilmiş. Yani bir anlamda sapla saman karışmış durumda. Gözlerimiz gerçekleri görmeyecek şekilde mühürlenmiş ve aydınlığa kapatılmış.

Şiddet bir yerde değil. Boğazımıza kadar şiddete batmışız. Baba evde karısına şiddet uygular. Büyük kardeş küçüğüne efelenir. Herkes kılıcını çekmiş kınından. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Saldırıya geçmek için millet olarak adeta fırsat kolluyoruz. "Vurun abalıya" deyimi bizi ne kadar da güzel anlatıyor.

Kitle iletişim araçları şiddet ve kışkırtma makinesine dönüşmüş. Şiddet içermeyen filmlerin sayısı bir elin parmakları sayısını geçmiyor. Varsa yoksa şiddet, kan, gözyaşı, acı, nefret, hırsızlık, nankörlük… Hiç mi güzel şeyler olmuyor dünyada. Filmin ilgi çekmesi için ille de şiddet içerikli mi olması gerekir? Sözüm ona reyting için geleceğimizi feda edecek kadar körüz. Evlerimizin baş kösesine yerleştirdiğimiz Efendi Hazretleri(televizyon) yönetiyor bizi. Zamanımızı ona göre ayarlıyoruz. Ekranlardan kan ve kin fışkırıyor. Diziler ve topyekûn filmler kavga ve nefret üzerine kurulmuş. Öldürmek ve aldatmak sıradan hadiseler hâline dönüşmüş. Magazin programları saat başı haberleri gibi düzenli olarak pompalanıyor cemiyete. Kanı beş para etmez şahsiyet müsveddeleri gençliğe örnek olarak sunuluyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil.

Bu böyle gitmez. Herkes başını iki elinin arasına alıp düşünsün… Yakından uzağa olmak şartıyla herkes çevresindeki hataları düzeltsin. Fakat işe evvelâ kendimizi düzeltmekle başlayalım. Çünkü kişinin aynası iştir, lâfa itibar edilmez. Yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımızı sermaye sahiplerinin kör vicdanına teslim edemeyiz. Devlet-millet el ele vererek bu meseleye çözüm aramalıdır. Okul, öğretmen veli sacayağı düzgünce yerine oturtulmalıdır. İletişim olmadan meseleler halledilemez. Okullardaki şiddete dur demenin zamanı geldi, hatta geçti bile. İşe ne kadar erken koyulursak zayiatımız o kadar az olur. Gelin gençlerimiz için el ele, gönül gönüle verelim. Aydınlık bir gelecek umuyorsak buna mecburuz. Vira bismillah!...

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Aybars Erdemli


SON DURAK

Fikrimiz alınmadan bindiğimiz bu otobüsten ne zaman ineceğimiz belli değil. Hızla yol alıyoruz, ardı arkası kesilmeyen dur kalklar. Duraklarda inen insanlar yürüyerek devam ediyorlar sanki. Fakat herkesin bir durağı var ineceği, kimi yalnız kimi beraber terk ediyor otobüsü arkasına bile bakmadan. Sanki biliyorlarmış gibi ne zaman ineceklerini, herkes rahat herkes sakin hazırlık bile yapanlar var inmeden önce.

Asıl enteresan olan son durağın olmayışı, birileri inerken birileri de biniyor boşluklar doluyor yani, hatta yığılmalar bile oluyor. Kimse de merak etmiyor niye bindik bu otobüse? nereye gidiyoruz? Ya da niçin gitmek zorundayız gibi sorular şoförün dikkatini dağıtıyor olmalı. Tahmin edileceği gibi tek şoför var ve bir zamandır da yol yapıyor olmalı, dinlendiği sadece in-bin yaptığı duraklar.

Ben de haliyle otobüse bir yerden binmişim ya da bindirilmişim. Tabi dolu her yer ama ben boş bir yer bulup oturdum. Zaten ortalık mahşer yeri gibi, kimsenin kimseye saygısı sevgisi kalmamış, herkes rahat bir yer bulmak çabasında. Asanlar, kesenler, sevişenler, bağıranlar, çağıranlar, gülenler, eğlenenler hepsi yan yana. Yan koltukla yeşil üniformalı bir asker, çocuklu bir kadına neler yaptı, bense sadece arka koltuktan seyrettim hiç bir şey yapamadan. Tabi otobüs duruyor ve iniyorlar anladım bu durak onlarınmış. Arkadan ses geldi yine baktım, deprem olmuş dediler, ama normal teker üstü almışlar onlarda, sallar tabi epeyce kalabalık binmişler otobüse, topluca indiler onlarda. Onlarla beraber binen fakat onlarla inmeyen yakınları, ya koltuklarını değiştirdiler ya da yakınlarının eski boşalan yerlerine oturdular. Devam ettiler seyretmeye.

Neyse bunlar normal tabi. Küçücük bir otobüs netice itibariyle. Zaten ön taraf dolu, genelde onlar belirliyorlar güzergahı. Çok büyük bir aksilik çıkmasa onlarda kesebiliyorlar istedikleri yolcuların biletini.

Geçen yine ilerlerken bir olay geldi başıma; ön sıradan kalkan ve üzerinde kartal arması olan bir kişi arka koltuklardan birine ilerledi ve büyük beyaz şapkalı bir amcaya "kalk ben buraya oturmak istiyorum" dedi. Beyaz şapkalı beyaz elbiseli amca dur yapma, olmaz burası benim yerim derken ortam gerildi ve sonuç değişmedi tabi kalkmak zorunda kaldı, üstelik arkasında onu savunan yandaşları da otobüsten indirildi zorla.

Yol boyu bu tür değişik olayları seyretmek oyalıyor işte insanı. Arada bir kaset değiştiriyorlar. Şarkı söyleniyor otobüsün içinde ya da futbol oynanıyor. Ön taraftakilerin futbolu bile farklı mesela, kask takıp birbirlerini itiyorlar, birde sopalarla oynadıkları golf diye bir oyun var severek oynadıkları.

Çok önceleri ben daha otobüse binmeden olan bir olay geldi aklıma. Çok bozuk bir yolda ilerlerken haliyle şoförün gücü de bir yere kadar, otobüsün sarsıldığı savrula savrula gittiği zamanlarda yolcular üst üste çıkmışlar, hepsi birbirine girmiş ve kavga kıyamet kopmuş tabi. Kimi yerlerde kimisi diğer yakınlarının altında kalarak otobüsten ayrılmak zorunda kalmışlar. Şu anda önde oturan kartal armalı insanlar arka koltuklardan birine uçak yapıp fırlatmışlar, uçaktan bırakılan ilginç bir şey arkayı mahvetmiş diyorlar. Hepsi mecburen otobüsten inmek zorunda kalmışlar. Hala o koltuklarda oturanlar anlatır dururlar dedelerine yapılanları. O zamanlar şoför farklıymış tabi, bu şoförlük ön sıralarda olup aynı zamanda güçlü olunursa zamanla elde edebileceğin bir şey olmalı. Bir zamanlar bizim koltuktakilerin şoförlük yaptığı söylenir hep. Nereye istersen oraya gidermişsin sormadan kimseye.

Normalde insanlar yolculuk yaparken dışarıyı izlerler, bu otobüste ise dışarıyı izleyen hiç kimse yok. Zira olaylar o kadar çabuk oluşuyor ve son buluyor ki, insanlar koltuklarda otururken bir de bakıyorlar ki inecekleri durağa gelmişler ama zorla ama isteyerek ama farkında bile olmadan. Yahu şu insanlara indikten sonra kimse kafasını çevirip de bakmıyor nereye gidiliyor diye. Arkadan gelen başka bir otobüs var mı, yürüyerek mi gidecekler yolun geri kalan kısmını, derken kafamı çevirip bakmak istedim camdan ya da açılan kapıdan puslu havaya. Gördüklerime inanamadım. Otobüs olduğu yerde duruyor, yani benim bindiğim yer burası hatırlar gibi oldum. Ne yani biz hiç yol almadık mı şimdi? Yoksa dönüp dolaşıp aynı yere mi geldik dedim kendi kendime. Nasıl olur bu kadar insan bindi gözümün önünde, o kadar insan indi indirildi. Nerelerden binildi ve nerelerde inildi aklıma yatıramadım tüm olanları.

Derken otobüsün tavanındaki aralığa gözüm ilişti ve aradan kafamı çıkardım yukarıya doğru uzun uzun baktım çıkışın ya da çözümün oradan olacağını bilirmiş gibi. İnenler oldu aldırmadım, binenlere sadece yol verdim ama kafamı indirmedim hiç. Aslında otobüs duruyor etraftaki renkler değişiyormuş meğer. Dışarısı bir aydınlanıyor bir kararıyor lakin her şey aynı yerde tekrarlanıyor. Belli ki çok uzun bir yoldan gelinmiş ne benzin kalmış ne yağ, motorda hararet yapmış. İnsanlar şoförcülük oynuyorlar, iniyorlar, biniyorlar ama aslında hep aynı yerde sayıyorlar. Bir şeyler etraftaki manzarayı değiştiriyor bizde gidiyor sanıyoruz otobüs. Anladım ki son durak yokmuş hiç olmamış öyle bir durakta, inen için inilen yer son durakmış. Otobüste kendi son durağına gelmiş insanların inmesini bekliyor işte. Kimsenin de inmeye niyeti yok, zira çok nadir oluyor inmek için düğmeye basan, ya indiriliyorlar ya da yanlışlıkla düşüyorlar kaza diyorlar sonrada. Bende şimdilik oturuyorum, zaten son durak burası anlamışım artık, bir yere de gitmiyoruz yani yetişecek bir yer de yokmuş, durağı kaçırırım kaygısı da olmadığına göre sıramız gelince bizde kandırırız kendimizi uzun yoldan geldik diye…

Aybars Erdemli


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


A D A

Gölgesiz bir yakınlığı paylaşmaktır bu...
Sadece sevgiyle kurulan
ve açarak yüreğini iyiye güzele,
düşlerde yaşanmış bir duygu...
Bir bayrak gibi taşıdığımız her yere,
her şeyden çok özlediğimiz,
bir cennet tanımı
ya da bir ada...
Iyi, güzel ve doğru...
Olmalı...
Işte kurduk sevgimizle dünyayı yeniden,
yapıcı, yaratıcı ve üretken,
yüreklerimize doldurup umudu,
en güzel gözlerimizle baktık dünyaya...
Bu inanmak gibi var olduğumuza,
öyle olağan, öyle insancıl,
ve bulduk şimdi düşlerdeki ülkeyi...
Yüreklerimizde tıka basa sevda,
bir güvercinin ağzında zeytin dalı...
Adalıyım...
Adalısın...
Adalı...

Gül Ozan

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #32



  Çözüm: Sudoku #31
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Diyelim ki içki içiyorsunuz ve sarhoş oldunuz. Dışarıdan nasıl göründüğünüzü hiç merak ettiniz mi? Size vereceğim bu linkteki sarhoş adamı http://fun.fourecks.de/flash/games/HomeRun.swf mouse marifetiyle yere düşmeden yürüteceksiniz. Ben ancak bir kaç denemeden sonra 70 metre kadar ayakta tutmayı becerebildim. Bakalım siz ne kadar ayakta tutabileceksiniz.

...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?

...23 Nisan 1973'te İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Turizm ve Otelcilik bölümünde okurken Leman Dergisinde karikatür çalışmalarına başladı. İlk stand-up gösterisini Leman Kültür'de, 1995'in Ağustos ayında gerçekleştirdi. 1995 Aralık'tan itibaren de Beşiktaş Kültür Merkezi bünyesi altında gösterilerine devam etmektedir... Kim olduğunu merak ediyorsanız http://www.cikolata.net/kimdir/index.php?id=6

Tamamen Türkçe sinemaskop bir animasyon sitesi http://www.animaturk.com/ Tıklayın internette eğlencenin farklı tadını bir de burada deneyin.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


POP Peeper 2.4.3 [818 KB] Windows (tümü) / bedava
http://www.snapfiles.com/php/download.php?id=104365
Spam ve istenmeyen epostalardan kurtulmak için kullanışlı bir araç. İstediğiniz kadar eposta hesabınızı tanımlıyorsunuz. Esas programınızdan önce bununla posta kutularınızı kontrol ediyorsunuz. Sadece başlıkları alıp istemediklerinizi kolayca siliyorsunuz. Garip epostalardan sıkıldıysanız mutlaka bir kez deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060403.asp
ISSN: 1303-8923
3 Nisan 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com