|
|
|
5 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Geçiyordum, uğradım!.. |
Merhabalar,
Dün yaşadığımız kesintinin etkileri hâlâ sürüyor. O nedenle sizlerle fazla kalamayacağımı söyleyip kaçıyorum. Benden hızla kurtulmanız nedeniyle kendinizi şanslı saymanız için de sizlere anlamlı ve güzel bir şarkı çalmak istiyorum. Emerson Lake and Palmer çalıp çığırıyor, Lucky Man. Güzel bir gün olsun. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
ADALARDAN RENGARENK ŞEMSİYELER YÜKSELİR
Hamit Görele ismi en çok rengarenk şemsiyeli kadın figürleri ile ada resimlerini çağrıştırır bende. Bir taraftan rüzgarda şişmiş pupa yelkenler denizde yarışırken sanki raksedercesine ellerinde allı morlu şemsiyeleriyle salınarak yürüyen endamı güzel kadınlar yelkenlilere nisbet yapmaktadır.
Sanatçı, Kübizm ve Konstrüktivizm'den etkilenerek doğayı geometrik denklemlerle analiz edercesine bir resim dili oluşturmuş, kütleler ve ritimleri arasındaki ilişkiyi resimlerinde sorgulamış, coşkulu fırça darbeleriyle rengin de hakkını vererek lirik romantik resimler yaratmıştır. "Karadeniz'de Fırtına" isimli resminde bulutlar, ağaçlar ve diğer topografik öğeler kaya kütlesinde olduğu gibi detaylara girilmeden şematik bir dille resmedilmiş, öte yandan doğanın gücü ve fırtınanın şiddeti coşkulu fırça hareketleri, açık koyu renk dengeleri ile enikonu hissedilmekte olup adeta insanı irkiltmektedir. Görele, başta peyzajları olmak üzere resimlerinde nesneleri birer plastik öğe olarak ele almak suretiyle doğayı yansıtır. En çok da Kurtuluş'dan Heybeliada'dan peyzajlar yapmıştır. Görele'nin "topuz saçlı kadın portresi" ile "odalık" resimleri bir dönem Matisse etkisinde kaldığının göstergesi olup, "ornamental" (süslü) çizgilere özellikle nü resimlerinde yer vermiştir. Resimleri arasında "ekspresyonistler" de olduğu gibi ifade yüklü portreler de geniş bir yer tutmakta olup İdil Biret'in, Beethoven'un portrelerini yapmış, hatta kendi portresini ("otoportre") resim paletinin üzerine resmetmiştir. Adnan Saygun ile olan arkadaşlığı, "şan konseri"ni resimlemesi müziğe olan duyarlılığının birer göstergesi olsa gerek.
1967 yılında açtığı ''Sanat Anlayışım'' başlıklı retrospektif sergisinde ''Mavi, gök ve deniz olduğu için değil, deniz ve gök mavi olduğu için güzeldir. Yeşil, ağaç olduğu için değil, ağaç yeşil olduğu için güzel.'' diyen Hamit Görele sanat anlayışını ''müziğin matematiğe, resmin de geometriye dayandığına inanırım'' sözleriyle özetlemiştir.
"Bütün dava, sanata getirebileceğimiz bir yeni tadda"
"...Her doğa parçasının güzel olmadığını doğa aşıkları da bilir. Doğa güzelliği bile, renklerin oyunu ve düzeni oranında güzeldir. Doğayı yıkıp yeni ölçüler, yeni orantılar, yeni renklerle yepyeni bir dünya kurmak isteyen Chagalle'ler, Dufy'ler, Matisse'ler de doğanın baskısından kurtaramadılar kendilerini. Arabasından tabancasını havaya sıka sıka 'Picasso geliyor' diye naralar atarak Parise giren ihtilalci İspanyol delikanlısı oldu klasik sanat anlayışına karşı ilk isyan bayrağını açan ve sanatçıları ayaklandıran. ... Picasso'nun sanata getirdiği ve az zamanda bütün sanat dünyasını saran bu yeni anlayıştı ona dünya ölçüsünde ün sağlayan. ... Kandinsky yaptı ve başardı asıl ihtilali. Elimizdeki renkleri doğa yapısına uyarak koyma yerine, istediğimiz gibi ve istediğimiz düzende kullanmayı getirdi sanata. Bu anlayışta Picasso ve Braque da az zamanda klasiklere karıştılar." diyerek çağdaş sanat hakkındaki düşüncelerini belirtmiş ve resimlerinde klasik ustaların tersine geometrik biçimleri saklamaya gerek duymadığını vurgulamıştır. "Doğada eşi olmayan ve insan zekasının bulduğu bu biçimler en sağlam biçimlerdir. Ama arada sırada kaçamak yaptıklarım da olacaktır doğayı geometrikleştirerek" demiş ve Yunan Mitolojisi'ndeki Jüri'nin müzik tanrısı ihtişamlı Apollon'un yerine flütünü daha özgün üfleyen Marsyas'ı yeğlemesini örnek göstermiş, "Bütün dava, sanata getirebileceğimiz bir yeni tadda" diyerek sanatta özgünlüğü ve yeniliği savunmuştur. Öyle ki, bir zamanlar sergilerine gelen aydın dostlarının resimlerini modern diye yadırgadıklarından, hatta daha ileri giderek doğayı çirkinleştirdiği eleştirisinde bulunduklarından yakınmış, ancak, yeni sanat anlayışları ve Picasso gerçeği ağır basmaya başladığında bu kez, bu aydınların kendilerinden kuşkulandıklarını, modern resim namına işlenen cinayetlere sesiz kaldıklarından yakınıyordu Hamit Görele. Sanatçının bir gazetedeki makalesinde değindiği "Bugünlere nasıl eriştiğimizin acı hikayesini anlatacak değilim...Nasıl bir sanat fedaisi olduğumuzu ancak gelecek nesiller ve sanat tarihi, çağımızın ressamını anarken farkedecektir." sözleri oldukça düşündürücüdür.
"Güzel Resim" yapmacılığı ve kişilik ezberciliğini ilk yıkan sanatçı
1900 Görele doğumlu sanatçı mühendislik tahsilini yarıda bırakarak 1928 'de Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olmuş, Akademi'de Hikmet Onat ve Çallı İbrahim ile çalışmış ve sonrasında Anadolu'nun çeşitli yörelerinde uzun yıllar resim öğretmenliği yaparak hayatını kazanmıştır. "Fecirle beraber uyanıyorum. Güneş doğuncaya kadar okuyor, güneş doğduktan ders saatine kadar da resim yapıyorum, fakat ders saatlerim bitip de yorulan dimağımı bir parça dinlendirmek ne güçtü." demiş; Türkiyede bir sanatçının, sanatıyla değil, umumiyetle başka bir yan işle karnını doyurmaya çalışması onu derinden yaralamış, lisede derste kaç defa, "neden şu anda sehpamın başında değilim" diye hayıflandığı anlar olmuştur.
Hamit Görele 1928 yılında Fransa'ya tahsile gönderilmiş, 1930 'da Montparnasse Bulvarı "Grand Galerie Moderne" de açılan karma sergide "Firavunun Eşi" ve "Odalık" adlı resimleri ile Cezanne, Matisse, Picasso, Bonnard gibi çağımızın dev ressamlarıyla yan yana yer almıştır. 1933'de yurda döndükten sonra "Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği" 'nin sergilerine katılmış, bir ara başkanlığını da yapmış Sanatçı çağdaş Türk resminin ilk örneklerini vermiştir. 1967 yılında "Yılın Sanatçısı" ödülüne değer görülürken 1978 yılında "Devlet Onur Belgesi" verilen iki ressamdan biri olmuştur. Türk resim sanatının önemli yapı taşlarından biri olan Hamit Görele resim sanatımıza modern kişiliğini kazandırmak için uzun, yorucu, dirençli ve çoğu zaman da tek başına özverili bir mücadele verdikten sonra 6 Haziran 1980 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
"Görele 'nin çoşkulu ve hatta fırtınalı üslubu beni hep ilgilendirmiştir. Onun doğaya, insana ve nesneye bakışı, gerçek bir sanatçı duyarlılığını yansıtır. Görele'nin yaptığı resimlerde aynı yıllarda, başkaları ile paylaştığı başka hiçbir ortak yön yoktur. Çok kişisel, çok özgür, lirik ve dışavurumcu nitelikleri vardır, ama bunları bir akımın özellikleri olarak kullanmaz." diyerek Görele'nin sanat tarihimizdeki ayrıcalıklı yerini vurgulamıştır Turan Erol.
Görele'nin bir sergisi nedeniyle yayınlanan Mimar Sinan üniversitesi yazısında "Türk resminde 1930'lu yıllarda gelişen yenilikçi hareketin içinde görev alan başlıca sanatçılardan biri de Hamit Görele'dir. "Güzel Resim" yapmacılığı ve kişilik ezberciliğini ilk yıkan, kendine rağmen beğenilmeme tehlikesinden korkmadan, tembel tabulardan cayan ilk sanatçı odur." denilerek Görele'nin özverili mücadelesi övülmüştür.
Baharın müjdecisi Nisan ayı ile birlikte yüreğim kıpır kıpır!. Kimbilir hangi güzel sergiler gözlerimize, hangi güzel konserler kulaklarımıza seslenecek, gönlümüzü aydınlatacak. Her sanatseverin başkentimizin kültür ve sanat ortamına aktif katılımı dileğiyle rengarenk günler sizlerin olsun...
Kaynakça: -A History of Turkish Painting, Palasar S.A.
-Yapı Kredi Kültür Merkezi tarafından düzenlenen Hamit Görele sergi kataloğu.
- Hamit Görele resmi web sitesi (www.hamitgorele.com)
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Safiye Karaağaç |
İNSAN SEVDİĞİNE YARASINI VERİR Mİ?
“nedir bu?...
-içinde yaramın kabuğu var...
-yaranın kabuğu mu?
-düşündüm kü fotoğraf vermekten iyidir, fotoğrafa bakar bakar alışırsın...ama yara öyle değildir,etimden bir parçadır, ne zaman baksan acırsın...
-insan sevdiğine yarasını verir mi?”
Bu sözler miydi beni bu kadar etkileyen yoksa, ben miydim sözlere fazladan mana yükleyen bilemiyorum… İnsan sevdiğine yarasını verir miydi, onu hiç bilmiyorum… Sadece ağlamaklı bir ruh, hüzün taşıyan bir çift göz taşıyorum küçücük bedenimde… Aklımda binlerce fotoğraf karesi taşıyorum, içlerine girdiğimde yolumu kaybettiren!!! Susa durduğum binlerce fotoğraf karesi… Yüzleşemediğim anılarım var kalbimin her köşe başında… İnsan kalbinden kaçar mı??? Evet, kaçar… Onunla yüzleşemediği anlar da, yaralarını görmek istemediği anlar da kaçar… Her yolun en keskin virajında eli bırakılan bir çocuksan eğer, KALPTEN de kaçarsın bu diyarlardan da…
Masamdaki güllere bakıp koşuyorum çıkmaz sokaklara… Kalbimdeki yaralara bakıp kaçıyorum en kuytu köşelere… En korkunç kabusun içindey mişim gibi sıçrayarak uyanıyorum uykulardan!!!
Şizofren acıların yaraları var yüreğimde, yüzleşemediğim!!! Kanadı kırık bir martı var semalarımda uçmaya çalışan yaralı yaralı!!! Her çiçeğe düştüğünde aldanan bir ağacın solgun çiçekleri var ellerimde…
Bir yol, bir yol daha… Yolculuklar, aldanışlar, vuruluşlar ve sonra sevgisiz sofralara oturuşlar var yürek mekanımda…
Her gün bıraktığım sigaraya yeniden başlayışlar, içime her çektiğim nefeste, kocaman bir boşluğa dönüşen acılarım var!!!
Yiyemediğim yemekler, bakamadığım resimler, kullanamadığım eşyalarım var yaralarımı hatırlatacaklarından korktuğumdan…
Saatler var sadece yaralarım iyileşsin diye gözümü üzerlerine diktiğim, günler var acının en iyi ilacı zamandır dedirten, aylar var yaralarıma bak iyileştik kabuk bağladık dedirtecek, zamana diktim gözümü, bir deli misali…
Ölmüş ruhumun başında nöbet tutuyor bedenim gözyaşları içinde… Hani vardır ya, ölenin öldüğüne inanamazsın ya bir süre… Sanki canlanıp geliverecekmiş gibi bir his vardır hep içte… Ruhum öldü, ben nöbet tutuyorum başında kurda kuşa yem olmasın diye… Martı sürüleri dolanıyor leş kargalarına inatla ölünün üzerinde… Yüksek bir dağın zirvesinde bedenim ağıt yakıyor ölen ruhuma… Ne çok severdi martıları ruhum bir bilseniz… Mavi göklerde kanat çırpan o çığlıksever kuşlar!!! Ölüme saygılarından birlik olmuşlar leş kargalarını kovalarcasına uçuyorlar mavi semada… Sesinizi duysa koşar gelirdi arkanızdan O’ da çok severdi martıları, diyor bedenim!!!
İnsan sevdiğine yarasını verir mi?... Ruhum olmadan cevap bulamadığım bu sorunun cevabını ise herhalde mahşer günü öğreneceğim!!!
RUHUM, SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİM!!!
Keskin bir virajdan dönerken hurda haline gelen aracımdan sağlam çıkan bedenime inat yaparcasına ölen ruhum, BEDENİM SANA SESLENİYOR!!!
“ Benim için üzülme!”…
Safiye Karaağaç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Anlık Duygular : Sedat Tüvar KIÇI BENEKLİ KARINCA |
|
Sen istersen eğer !
Hiç durmadan çalışıp, boyundan büyük yiyecekleri yuvasına taşıyan, bıkmak bilmeyen, engel tanımayan küçücük bir karınca olurum, olurum ki yüreğimde ki o koca sevgiyi yüreğine parça parça taşıyayımm. Lakin senin istemen lazım, yoksa ben niye karınca olayım, yüreğim sevgi dolsun ve sana taşıyamadan öylece durayım, çatlar karınca yahu, sahi sen hiç çatlayan karınca gördün mü? Ben saatlerdir onları seyrediyorum inan hiçbiri çatlamadı. Öyle telaşla çalışıyorlar ki vardiya sonuna iş yetiştireceklerine dair ustabaşlarına söz vermiş fabrika işçileri gibi, çok da sabırlılar hiçbir parça yiyeceği kıyıda köşede bırakmadan, gerektiğinde yardımlaşarak, kendilerinden emin bir şekilde taşımaya devam ediyorlar. Benim tabii ki kimseden yardım almam mümkün olmayacak, çünkü ben sevgilerimi senin yüreğine kesinlikle kendi ellerimle aynı karıncalar gibi hiç dökmeden taşıyacağım. Bu arada senin yüreğinde bu kadar sevgiye yetecek yer var mı? Saçmaladım! Ben seni yüreğinde bana ne kadar yer ayırırsan o kadar seveceğim böyle bir sorun yaşamayacağız. Ne diyordum? Evet karıncalar...
Onları izleyebildiğim son nokta; bir delikten içeri giriyorlar, ondan sonra daha ne kadar yolları var acaba? Birbirlerine o kadar çok benziyorlar ki geri dönüşlerinden yolu tahmin edeyim. Bir tebeşirim olsa birinin kıçına küçük bir nokta koyar sonra çıkışını beklerdim. Gülüyorsun değil mi? Tabi ya ben karınca olunca sen de aynısını bana yapacaksın sonra da adım kıçı benekli karıncaya çıkacak. Neden olmasın, sen istersen eğer...
Sedat Tüvar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
MEDYADAKİ HALLER
Kafalar karışık, ruh halimiz karışık ve baş döndüren gündem değişimleri...Terör hortladı mı? Neler oluyor memleketimizde? Ve terör belası yüzünden yaşamın baharında bu dünyadan giden masum insanlarımız...
Magazin basını şöhret çılgınlarını desteklemeye devam eden “fişekle meleriyle” malzeme sıkıntısı çekmeden, gözleri önünde cereyan edilenleri ikide bir televizyon ekranlarına getiriyorlar. Sanki ülkemizin bu medyatik şahsiyetlerin sorunlarından başka sorunu yok(!) gibi sunuyorlar bizlere. “Sunuyorlar”dedim, çünkü böyle bir arzı yok ekmek derdinde olan, akli selim ve sağduyu sahibi tüm Türk insanının. Onun içinde bu vaziyet, düpedüz sunmak eyleminden maada göze batırmak, kafa karıştırmak, lüzumsuz işler oluyor, düşünen, sağ duyulu insana göre.
Fakat medyanın şöhretlerin dünyasını ekrana getirmek, gazete manşetlerine taşımaktan gayri bir öteki görevi de, topluma ayna tutmak ve toplumda olanı biteni haber verme özgürlüğüdür, asli görevidir. Ama lâkin bu dozu ayarlamayı bilemiyor mu , özellikle mi yapıyor medya(mız)?
Televizyonlarda sille tokat dövülen ve kendi kendini Afrodit ilan eden(...ki bu da medyanın yakıştırmasıdır.) bir kadın insan, salt aşkı için sineye çektiği erkeğinin hakaretleriyle gene karşımızda... Gel gelelim bu sefer doz, kendini aştı. Bir şöhretli kadın, kendi sayesinde şöhret olan yıllarca emek verdiği sevgisine olana bitene bakakalıyor, ve aldatılmanın, hakaretlerin altında çırpındıkça dibe vuran duygu kaoslarında yıllarca sevdiği, gözünde büyüttüğü o kaba saba adamdan tokat yiyor!..
Ah Banu ah! Yapma bunları kendine..! O taciz kar dayakçı adam, bu dünyada tek bile kalsa, ona gösterdiğin sabrı noktala artık. Bu zatı dayakçı adam, senin kayıtsız şartsız ona teslimiyetinden iyice şımarmış, ve boyuna eziyet ediyor sana. Kendin için ve kadın insan kimliğin için o adamı unut... hatta sil hafızandan...
Mankenlerin adı karıştı gene. “Şöhret budalalıkları ya da refah yaşam, pahalı giyim kuşam özentileri; gencecik umutları nereye götürüyor?” diye düşünmeden geçemiyor insan. Biz neden bu vaziyete geldik, neden kadınlar salt cinsel meta olarak görülür oldular? Kimler, bizim güzelim kızlarımızı bu hâle getirdi?
İşte burada da medyaya bir görev, hem de nihai bir görev düşüyor.
1- Medya öncelikle kendini sorgulamalı ve paparazzilerde boy gösteren, şöhret olmuş ya da şöhretine şöhret katanların giyimli kuşamlı lüks hayatlarına gencecik kızlarımızı özendirmemeli...
2- Toplumsal hiçbir başarıya imza atmamış kişilere, “ağzı açık hayran budalası” gibi gözümüze sokmamalı.
3- Açıkçası kelâmından başka kelâm bilmeyenleri kıt kelime hazineleriyle program yaptırmamalı.
4- Hiçbir edebi anlatımı, derinliği olmayan yazarları çok satan kitaplar listesine girmesine vesile olmamalı. (sözüm magazinci zihniyetlerle kitap yazanlaradır, onlar kendilerini bilirler.)
5- Türk aydınlarını, Türk düşünürlerine daha çok yer verip, henüz yetişen taze beyinli evlatlarımıza; bilgiyi ve eytişimi anlatmasına imkan vermeli.
6- Çocuklarımız geleceğimiz ve çocuklarımızın geleceği artistlerin özel yaşamına oranlanamazı bilip, televizyonların başındakilerin daha dikkatli yayınlara imza atmalı.
7- Eline kalem geçirmiş ama, Türkçe’mizden bir haberlere köşe verilmemeli.
8- Bugün bir gazetede yazarken patronuna methiyeler düzen gazeteciler, rakip gazetenin patronuna “ver yansın”ederken, unuttuklarını hatırlamalı, aslında gazeteci falan olmadıklarının bilincine varmalı. Çünkü gazetecilik, toplumsal bir iştir ve gazeteci, toplumu kendi keyfi yazısına göre yönlendiremez . Fakat köşe yazarının işi “fikir işidir” ve gene fakat köşe yazarının her düşündüğü de Allahın ayeti değildir. Onun için, bu çok bilmiş ama gerçekte ne bildiği tartışmaya açık şahsiyetler, “önce ilmi ve irfanı edebi bilmeli. Kaldı ki birbirlerine sataşıp, yazılarının daha çok okunacağını sanma yanılgısına düşen ama sadece meraktan okunanları da gazetenin yayın yönetmenleri görmeli.
Bu ülke hepimizin, tüm kalem sahiplerine, akıl ve sağduyu sahiplerine önce Millet diyor, insanlarımızı oyalamaktan vazgeçip kendi değerlerine, insanına sahip çıkmaya davet ediyorum.
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel SİHİRLİ BİR DEĞNEĞİM OLSAYDI |
|
Pencereden dışarı doğru bakıyordum. Yağmur yağmıştı, toprak kokuyordu her taraf. Elimde bir sihirli değnek olsaydı, nerelere dokundururdum acaba diye düşündüm? Düzeltilmesi gereken o kadar çok şey vardı ki! Keşke ben tatlı cadı Sementha olsaydım, neler yapardım ki o zaman;
Gökyüzünün boz bulanık rengine dokunmak isterdim ilk önce, masmavi yapardım bulutları, mutlu bir mavi. Ardından derenin akan yosunlu, bulanık suyunun rengini berraklaştırır, saf eylerdim, saffet gibi. İçine de bir kaç kurbağa ile bir kaç da yengeç yerleştirirdim. Yan yan derenin kenarında dolaşsınlar, koro halinde bir orkestra oluştursunlar diye. Onlara arkadaş olsunlar diye, bir kaç pembe kanatlı flamingo ile uzun bacaklı bir kaç leylek daha koyuverirdim yanlarına.
Eskimiş olan köprünün, yanmış ayaklarını sağlamlaştırır, üzerinden geçen çocuklarının düşmesine engel olurdum. Kırların kahverengi topraklarını fırçamla yeşile boyar, aralarına mor sümbüllerle, yaban gülleri ve beyaz laleler eklerdim. Dağların çoraklaşmış topraklarına çam ve kayın ağaçları diker, yemyeşil bir orman oluşturdum. Söğütlerde eklerdim aralarına, ormanda semazenler gibi dans etsinler diye. Dalların arasına ise birkaç ispinoz kuşu ile birkaç serçe kondururdum. Baharın gelişini müjdelesinler diye. En tepesine ise, leylekler için güzel yuvalar yerleştirirdim, yavrularını büyütsünler diye. Ağaçların gövdelenirine küçük kovuklar açardım, ağaçkakanlar için. Yaprakların üzerine ise küçük yeşil tırtıllar yerleştirirdim, yaprakların üstünde seyri sefer yapsınlar diye.
Havadaki kir rengi bulutları kovalar, yerine güneşli bir hava yetirirdim. Kuşların gökyüzün-de neşe içinde dans etmeleri için.
Bir nefeste bütün karbondioksiti ciğerlerime çeker, yerine oksijen bırakırdım. Çocukların ciğerleri bayram etsin diye.
Evlerin islenmiş olan duvarlarının siyah rengini pembeye boyardım, şeker pembeye. İnsanların gözleri rahat etsin diye. Balkonların ise boş olan korkuluklarının olduğu yerlere, çiçek saksıları yerleştirmek isterdim, içinde zambaklarının, güllerin bulunduğu, kocaman içi toprak kokan saksılar.
Ağlayan çocukların, yüzünde ki soğuk ifadenin yerine, gülen kocaman gözlü çocukların yüzünü görmek isterdim, gözlerinin içinden, ışıltılar fışkıran. Asık olan insanların yüzlerini güldürürdüm. Herkes birbirine selam vererek gitsin isterdim, bir tatlı tebessüm bırakarak.
Uğursuz sayılan kargaların uğur getirmesini ister, bülbül gibi şakımasını sağlardım. Baykuşları görünce insanların ürkmesini değil, sevinmesini isterdim.
Bacalardan dumanlar yerine mavi renkli, gül kokulu toz bulutları çıkmasını, insanların kirli hava değil, temiz hava solumasını sağlardım.
Dünya üzerinde ki açlığı yok ederdim. Açlıktan ölmek üzere olan çocukları doyururdum. Dünyanın neresinde olursa olsun, insanların haklarını bilmelerini sağlardım. Yaşama hakkı olmayan, okuma hakkı olmayan, çocukları kurtarırdım.
Sonra elimde ki sihirli değneği, savaş olan bölgelere uzatır, bütün savaşları durdurur, silahlardan mermi, kurşun yerine güller çıkmasını sağlardım. İnsanlarının birbirine düşmanlık planları yerine sevgi, dostluk planları yapmasını isterdim. Yüreklerdeki siyahları bir kalemde siler, yerine sevgi tohumları ekerdim. Bu tohumların yeni bedenlerde can bulmasını sağlardım.
Hastanelerde ki bütün hastalara şifa verir, hepsini aynı anda taburcu ederdim.
Denizleri, yaşanacak mekânlar haline yetirirdim. Herkesin rahatça girip yüzebileceği, bir mekân. Onları bir çöp, artık yığını olarak bırakamazdım ki! İçine de binlerce balık koyuverirdim, yeşil yosunların arasında keyifle yüzsünler diye.
Zararlı ışınlarıyla, cildimizi mahfeden, ozon tabakasının deliğine, kocaman bir yama yapardım, insanoğluna zarar vermesin diye.
Her gün sabahın erken saatinde işe koşturan insanlara izin verirdim, bir günlükte olsa. Biraz rahatlamaları ve düşünmeleri için.
Sonra televizyonun düğmesine basmak, izlemek isterdim saatlerce, ama vurdulu kırdılı filmleri değil, içinde sevginin, aşkın olduğu, mutluluk dağıtan filmleri. İçinde çiçeklerin, böceklerin olduğu, sevgilerin saklandığı filmleri.
Çizgi filmlerden de kavgaları, savaşları çıkartır, robotların, kılıçların yerine, güzel yüzlü çocukları ve sevimli hayvanları yerleştirirdim, insanlara sevgiyi ve dostluğu aşılasın diye.
Sonrada şiir tadımda bir yaşam sunardım herkese, yalnızlığı, acıları alsın, yerine umutları, sevgileri eksin diye. Yazardım sonra sayfalarca umutlarımı, hayallerimi, eklerdim satırlarıma, belki bir gün gerçekleşir ümidiyle…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ölü akşamlar diyarı
ince bir çizgiyle gelirsin
ölü akşamlar diyarından
ellerinde kelepçeleri rüzgarın
gelirsin
kaçak bir imge
hoyrat gürültülerle üzerine çöker
çökerde çıkarıp atarsın
en güzel giysilerini zamanın
atarsın belki tutkulu gülüşler adına
en saklı sırlarını acıların
yolun ılıman iklimler ormanında
kaybolmuş bir senfoninin
son selamı insanlara
senki geldiğin ince çizgilerde saklanırsın
tarihin ne ilk ne son filozofu
bulup çıkaramaz artık seni
kaybolduğun ölü akşamlar diyarından
yolun bildirilerin tersten okunuşu bir hayal
limandan ansızın kalkacak gemilere koşarsın
kıştır hayal
koşarsın ölümüne rüzgarların kollarına
bile bile artık çoktan durduğunu tüm saatlerin
senide alıp götürdüğünü
ağırdan ritmiyle o son geminin
uçarı bir gündüzden çıkıp
ölü akşamlar diyarına
Fatih Köseoğlu
Yukarı
|
Sudoku #34
Çözüm: Sudoku #33 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Diyelim ki içki içiyorsunuz ve sarhoş oldunuz. Dışarıdan nasıl göründüğünüzü hiç merak ettiniz mi? Size vereceğim bu linkteki sarhoş adamı http://fun.fourecks.de/flash/games/HomeRun.swf mouse marifetiyle yere düşmeden yürüteceksiniz. Ben ancak bir kaç denemeden sonra 70 metre kadar ayakta tutmayı becerebildim. Bakalım siz ne kadar ayakta tutabileceksiniz.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
...23 Nisan 1973'te İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Turizm ve Otelcilik bölümünde okurken Leman Dergisinde karikatür çalışmalarına başladı. İlk stand-up gösterisini Leman Kültür'de, 1995'in Ağustos ayında gerçekleştirdi. 1995 Aralık'tan itibaren de Beşiktaş Kültür Merkezi bünyesi altında gösterilerine devam etmektedir... Kim olduğunu merak ediyorsanız http://www.cikolata.net/kimdir/index.php?id=6
Tamamen Türkçe sinemaskop bir animasyon sitesi http://www.animaturk.com/ Tıklayın internette eğlencenin farklı tadını bir de burada deneyin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
POP Peeper 2.4.3 [818 KB] Windows (tümü) / bedava
http://www.snapfiles.com/php/download.php?id=104365
Spam ve istenmeyen epostalardan kurtulmak için kullanışlı bir araç. İstediğiniz kadar eposta hesabınızı tanımlıyorsunuz. Esas programınızdan önce bununla posta kutularınızı kontrol ediyorsunuz. Sadece başlıkları alıp istemediklerinizi kolayca siliyorsunuz. Garip epostalardan sıkıldıysanız mutlaka bir kez deneyin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|