|
|
|
6 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Aslanım nedir istediğin? |
Merhabalar,
Bir yandan siyaset meydanını izliyorum. Konu Diyarbakır'daki son olaylar ve celallenmek için uygun ortamı bulmuş görünen pkk. Belediye başkanını ilk defa canlı dinledim. İyi bir hatip. Pekçok süslü laf edip çözüm önerileri de öne sürüyor ama kavramları karıştırmakta üstüne yok. Dilinde bir 14 gerilla cenazesi sürüp gidiyor. Sanki 14 terörist aile çay bahçesinde gazoz içerken öldüler. Hepsi dağdaki çatışmada hayatlarından oldular. Yani ellerindeki silahları askere doğrulttukları için öldüler. Bu memleketin çocuklarının hiç uğruna ölmeleri tabi ki acı, tabi ki çok üzücü ama baktığın yer yanlış olunca, olayı yorumlamakta bir o kadar yanlış ve acı.
Sorunu sadece bir Kürt sorunu olarak görmek ve silahı tekrar kullanmaya başlayan terör örgütüne arka çıkmak sorunu çözmez aksine yangını büyütür. AB zorlamasıyla da olsa birtakım adımlar atılmışken ardarda çıkan olaylar yalnızca mesaj vermeye yöneliktir. Pkk, "Kürt sorununu çözmek istiyorsanız beni dışlayarak yapamazsınız." demektedir. Kısacası, silahlara veda demesi gerektiğini idrak edemeyen bir terör örgütü varlığını sürdürürken, Güneydoğu'da yatırımı teşvik etmenin, işsizliğe çare bulmanın olanağı yoktur. Kardeşim önce silahı bırak sonra demokratik haklarının peşine düş. Örnek mi istiyorsun? Al sana Fransa. İş yasasına karşı çıkan milyonlarca genç isteklerini kansız, şiddetsiz bıkmadan yöneticilere ulaştırdılar ve başardılar. Başarılarının en büyük nedeni, ne istediklerini gayet iyi bilmeleriydi. Şimdi gelin isterseniz terör örgütünün ağına düşmüş her hangi bir gence soralım; "Aslanım nedir istediğin?" Almanız muhtemel cevapları tahmin edebiliyor musunuz?
Epeydir Barış dinlemediğimizi hatırladım, demek ki sırası geldi. Barış Manço'yu bizlere sevdiren ilk şarkılarından biri, İşte Hendek İşte Deve. İyi bir gün olsun. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Kahveci : Hatice Bediroğlu GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 11 |
|
Bir tanem,
Mektubun da; " Mesaj geldiğine dair telefon sinyallerini yeniden duymaya başlamak ne güzel. Off şimdi yanımda olsan da uzanıp bir öpüversem seni... İçinden " günaydın " dediğini duyar gibi oluyorum ama ne yapayım benim sevgim böyle yavaş yavaş gelişti işte... Ama sağlamdır hani. Bir sevgilim olsun yaşıtım olsun ben onu o, beni sevsin. Bir de ona güveneyim (ki sana güveniyorum) o da bana güvensin demiyorum güvenir zaten. (amma da kendimi beğenmişim değil mi?)
Yok, ben kimselere kazık atmam. Atamam, hele sevdiğime hiç... Doğru söylüyorsun çok haklısın. Böyle duygusuzların için de böyle bir dünya için de ne işim var, ne işimiz var... Ben de kendimi yanlış yerlerde yanlış zaman ve boyutlar da gördüm. Başka gezegende hissettim. Ve evet o hep bir yerlerde aradığım sevgilimi buldum işte. Ama yanımda değil uzakta... Olsun... Şimdilik ayrıyız. Ana hedefim sorunları hallettikten sonra seni görmek... seni kucaklamak. Bu tümceleri sana defalarca söyledim. Ama sürekli söylemek de hoşuma gidiyor. Çünkü gerçek bunlar düş değil... Gerçekçiyim... Olmayacak şeylerin hayalini kurmuyorum... Bunu başaracağız.
Biliyor musun? Yaşantımızda hedeflerimizin olması ikimizi de taptaze yapar. Kaç yaşında olduğumuz önemli değil kaç yaşında hissettiğimiz önemli. Seviyoruz ve amaçlarımız var. Göreceksin bu bizi hem fiziksel hem ruhsal olarak daha da dinçleştirecektir. Bir şey daha var. Bunca olumsuz olayları yaşamış olmama rağmen bir dergiyi okurken içten kahkahalar attım. Sana mailimi yazarken de çok gülmüştüm. Demek ki gülebiliyorum. O kadar da kötü değilim. Çok çok iki hafta yazışamadık seninle. İşte yine beraberiz. Yalnız değilim sen bana yetiyorsun.
Bak bu gece çok gergin olmama rağmen, içki almadığım halde şu an yanımda olsaydın sana fena sarkardım bilmiş ol. Bu gece seni ev telefonundan arayıp iyi geceler dileyeceğim. Hazırlıklı ol bak kulağına neler fısıldayacağım.
Canımın içiiiii birrrr tanemmm. ( r harfleri ile m harfleri o kadar vurgulu o kadar içimden gelerek söylüyorum ki bilemezsin) Yoo bilirsin. Aslında biliyorsun. Çok iyi anlıyorsun beni.
Heyyyt beee bu kadar soruna rağmen dünyanın en mutlu insanı benim işte... Seviyorum yaaa. Seviyorum işte yok bunun ötesi. " Demişsin.
Canım Sevgilim;
Hadi uzanıp öp beni... Ben de seni öpeyiim. Evet, eski yazışma günlerimize döndük yine. Bir süre yazışmadık. Telefonlaşıp mesajlaştık bir sürü. İnsan seviyorsa çareyi de bulur işte. Yok, yok öpüversem seni cümlene karşılık " günaydın " filan demiyorum. Olur mu öyle şey? Hep söylediğim gibi senden sadece hissettiklerini istiyorum. Haa canın istemiyorsa " ben yazma havasında değilim " dersin hiç alınmam tamam mı? Canımın içi. Elbette insanın hedefler olması ve o hedeflere ulaşmak için çalışması, engelleri aşması kişiyi her bakımdan dinç kılar. Hem ben daha çok gencim sen de öyle. Daha çook yaşayacağız. Ama olabildiğince çabuk görüşmek istiyorum tabi seninle. Seni çok özlüyorum. Şimdi sen bir sürü sinir bozucu olaylar yaşadığın halde gülebiliyorsun da. Neden gülebiliyorsun biliyor musun? Ne kadar sıkıntı içinde olsan da bir tarafların o sıkıntıyı iplemiyor. Çünkü seviyorsun sevildiğini biliyorsun. Bu sana sonsuz bir güç veriyor. Hiç moralini bozma bir tanem. Her şey gayet iyi gidiyor.
Gerçek dostu bulmak çok zordur biliyorsun. İnsanlar en sıkıntılı anında ortadan yok oluverirler. Gerçek dostlar varsa tabi ortada sadece onlar kalır. Bu bakımdan benim hep sağlam arkadaşlıklarım oldu. Ama bu biraz da benim arkadaş seçimimden kaynaklanıyor. Sen arkadaşlarını iyi seçememişsin anlaşılan. Neyse artık ben varım. Ben de kendimi çok mu beğenmişim? Ne dersin. Ama bak son olaylarda ne biçim yardımcı oldum sana yaaaaaa... Şimdi ben de gülüyorum tam burada.
Beni ev telefonundan arayabilirsin bir tanem. Ne olacak ki! Kendini iyi hissettiğin için bu gece ben de rahat uyuyacağım. Doğrusu çok gerilmiştim. Yemediğim yiyecek kalmadı desem hiç mübalağa olmaz. Hala karnım şiş.
Seni çok seviyorum bir tanem. Sakın unutma! Her şey iyi olacak kendini ferah tutmaya çalış. Bu gece uykuya geç kaldın sen. Hay Allah ne olacak şimdi. Ben seni kucaklayıp öpeceğim sen de yatacaksın. Sonra yanaklarını, saçlarını okşayacağım... Bir güzel uyuyacaksın.
İyi geceleeer.
Hatice Bediroğlu hatice@haticebediroglu.net
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
İŞTE BENİM HAYATIM -5- BİTLİS GÜNLERİ
Gümüşhane bu kadar. . . Babam boşandıktan sonra üçüncü evliliğini yaptı. ve Bitlis'e tayin oldu. Bitlis'te herkes için üçüncü bir hayat başlıyordu sanki. Nenem ne mutlu ne de mutsuzdu bu evlilikten. Ömer bu işlere kalkmıştı ama kendisini ve bizleri bırakmamıştı ya, bu yüzden sesi pek çıkmıyordu. Ben ise Sinemden ayrılmanın verdiği hüznü yaşamamıştım, çünkü Sinem o aralar benden uzaklaşmış pek hatırlamıyorum nedendir bilmem benimle oturmaktan vazgeçmiş sıra değiştirmişti.
Yeni okulumuz Gazipaşa İlkokulu Taş bir yapı idi. Yamaçta Bitlisin en kocaman binası idi. Biraz yukarıda askeri Mahfel vardı. Yamacın dibinden aşağıya sallanan yokuştan çarşıya iniliyordu. Evimiz hemen yokuşun başından içeriye kıvrılan yolun bitiminde vadiye bakan konumda idi . Aşağısında cephesi çarşı içine bakan Karakol binası bulunuyordu. Bu evde geçen, bizi korkutan birazda ürküten dizi gibi olaylar hala benim yaşantımda derin izler bırakmış sınırsız saplantılardır. Hala çözemediğim fakat hayatın olağan akışına ters düşen , ruh ve beden arasındaki ilintiyi sarmalayan anlamı kendinden menkul olay şu idi:
Evimiz iki odalı, bir giriş antresi olan Tuvaleti dışarıdaki avluda bulunan toprak damlı bir konuttu. Bizim yattığımız odanın tam altında aynı zamanda ziyaretgah olan bir yatır vardı. Evlenme çağına gelen kızlar iyi bir kısmet çıksın dileği ile kapı ve pencerelerine gelin simi veya elbiselerinden yırttıkları bir parça bezi bağlarlardı. İçeride duvarda bir kaya oyuğu bulunuyordu. Bazıları çocukları akıllansın diye bu kovuğa çocuklarının başlarını sokarlardı. Yatırın sandukası çok büyüktü. Üzerinde yeşil kadife bir çuha örtülüydü. Doksan dokuzluk tahtadan taneleri olan belkide iki metre bir tespih sandukanın baş ucundan diğer ucuna kadar yanlamasına sarılmıştı. Evin sahibi Neneme kimsenin korkmamasını, bizleri ise buradan uzak tutmasını sağlık vermişti. Aynı zamanda Yatırın bulunduğu yerin anahtarını vermiş ve kendisinden ara sıra sulayarak mekanı süpürmesini istemiş, akşamları da bir ibrik su koymasını tenbih etmişti. Nenem dini bütün, beş vakit namazında Kuran okumasını bilen bir kadındı. Bizleri buradan ne kadar uzak tutmaya çalışsa da çocuk aklı işte bir keresinde anahtarı çalarak gündüz gözü yapayalnız içeri girdim. Merakımı yenemiyordum. --- Hala şu yaşıma geldim yenebilmiş de değilim. ---Çünkü geceleri aşağıdan tıkır tıkır sesler geliyor, bir hayat kıpırtısı var sanılıyordu. Korkunun insana duymak istemediği çağrışımları bile sanki oluyormuşçasına bilinç altı seslere , beyninin yöneltebileceğini sonraları öğrenmekle birlikte dokuz yaşındaki bir çocuğun bunu algılaması mümkün değildi. Merakım, acaba Yatır geceleri sandukasından çıkıyor muydu? Çünkü nenemin akşam üzerleri koyduğu dolu ibrik boşalıyordu. Sandukanın üstündeki çuhayı aşağıdan doğru sıyırdım , gördüm ki sandukanın kapağı alt kısmına iki üç sıra menteşe ile bağlı. O zaman düşünmüştüm ve rahatlamıştım . Menteşeler dışardan sürgülü idi, birisi açmadan içindekinin çıkması mümkün değildi. Yinede bilhassa geceleri kulaklarım hep aşağıda idi. Zaman zaman kulaklarımı taban döşemeye yapıştırır , bir ses duyarmıyım diye beklerken uyuya kalırdım.
Babam evi tutup bizi yerleştirilince evlenmek üzere Gümüşhane'ye geri dönmüştü. Onun yokluğunda geçirdiğim geceler karma karışık renkler ile doluydu. Sokağın karşı tarafında bir göz odada kalan yaşlı bir kadın vardı. Nenem Onunla tanışmış zaman zaman ziyarete gidiyordu, azıcıkta elden ayaktan düşkün bir kadın olduğu için çorba filan götürdüğü oluyordu. Bir gün okuldan döndüğümde Onu evde bulamayınca bu komşusuna bakmış oradan kendi evimize geçmiştik. Gece yarısı karanlığı yırtan bağırışlarla uyandık , ne oldu, ne oluyor diye dışarıya çıkamadık. Ertesi gün bu yaşlı kadının yirmi yerinden bıçaklanarak öldürüldüğünü öğrendik.
Öğretmenimin adını hiç unutmadım. Ayten idi. Olayı anlattım , Babam ile konuşturmasını istedim, Okulda telefon yoktu. Mahfele gittik, şehirler arası konuşma yazdırdık. Neden sonra konuşmam mümkün oldu , bana iki gün sonra geleceğini söyledi.
Ben bu durumlarda iken , Abimin - O orta birinci sınıftaydı. -tepkileri , duyguları, korkuları veya ruhsal çırpıntıları nasıldı şimdi bile pek hatırlamıyorum.
Yaşlı kadının öldürülmesinin üstünden iki gün geçmişti. Gece erkenden yatmıştık. Yer yatağında yatıyorduk. Odanın ortasına üç yatak yanyana serilirdi. --Yer yatağını hala çok severim ve rahat ederim. --Babamda sabah geleceğinden huzur içinde yatmıştık ki ,
Yattığımız odanın kapısı iteklenmeye başladı, Kapının arkasında bir sürgü vardı. Aynı zamanda demir bir açma mandalı bulunuyordu. Mandalın" şık , şıuk"diye oynamasıyla , kapının ortasından sanki diz vuruluyormuş gibi bir ses geliyordu. Evimizin bulunduğu yamacın altında Karakol vardı, pencereleri açtık "Hırsız var. . . İmdat, imdat" diye başladık üç ağızdan bağırmaya. O kadar gürültü yapmıştık ki sesler bir an için kesildi. . Sonra yeniden başladı. . Bağırmaya devam edince kesildi. . Susunca başladı. . Bağırmaya başlayınca kesildi. .
Ertesi akşam Babam gelince oturma odası olarak ta kullandığımız yatak odamızda otururken , kapının üstündeki mandal" şık-şıuk-diye ses verince sürgülü olmayan kapı açıldı, içeriye bir kedi girdi. Bu kedi karşıda öldürülmüş olan kadının kedisi idi. Hayvanın içgüdüsü Nenemi tanıdığından olsa gerek, nasıl eve girdi ise odaya yanımıza girmek içinmiş çabası meğer. . Halbuki oda kapısının üstünde küçük bir pencere vardı, fırfırlı bir perde ile örtülü idi. Hani perdeyi açıp baksaydık hırsız veya kötü niyetli birisi olup olmadığını görecektik. Ancak bizde nerede o yürek, hele iki gün önce komşunuz param parça doğranmış ise. Gerçeği öğrensek bile yinede korkularımızı yenememiştik. Sebebi gayet açıktı, Nenemin gidip geldiği bir kadın olduğundan acaba tanık tutarlarmı diye ben yorumlarda da bulunmuştum o zamanlar. Tuvalet-Abdesthane avluda dışarıda idi. Geceleri Nenemi uyandırırdım çişim geldi diye. Kadıncağız kalkar beni götürürdü. Bazen uyandıramazdım, sıka sıka yatarken tekrar uykuya dalardım. Tabii altımıza yapardık , yatak sular içinde kalırdı. Babamların kalkmasına yakın, Hiç bir şey olmamış gibi Nenem erkenden üstümü değiştirir, yatağı pencereden aşağı sarkıtır , beni laf işitmekten kurtarırdı. Bu yaşıma geldim, hala ne kadar derin uykuda olsam bile sıçrarım. Gece lambası olmadan karanlıkta yatmam uyumam mümkün değildir . Hele elektrik kesilince tabii gece lambasıda söndüğünden hemen uyanırım.
Bitlis, hep aklımda kalan kötü anıların memleketi olmamıştır. . Her ne ise düşündümde iyi olan, beni sevgi ile uçuran sonraki yıllarıma mutlu yansımaları olanlarıda tabiiki var. Ancak çocuklukta geçen deprestif olaylar daha fazla etkili olmakta sanırım. Şimdi bakınız benim yeşil gözlerimi yuvalarından fırlatan ve eve giden yokuşu nefes bile almadan tırmanıp eve kendimi attığım olaya. :
Nadiren gittiğim çarşıda, Başöğretmenin oğlu ile dolaşıyordum. O benden iki yaş büyüktü ve Bitlisli idi. Yoksa öyle şeyler anlatmışlardı ki yalınız olarak öyle çarşıya filan gidemezdik. Çarşıda O'nun amcaları ve akrabaları vardı, bu bana büyük cesaret aşılıyordu. Bende çevreyi tanımak , bazı anlatılanların doğru olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Sene 1949. . Vasıta filan yok. . At Eşek gibi hayvanlarla pazara ve çarşıya gelenler vardı yakın yörelerden. Birde eski Modelsiz bir otobüs birkaç günde bir köylerden insanları getiriyordu. Yolun ortasından sallana sallana giderken tam önümüzde başında puşu olan bizim yaşlarımızda bir çocuk yürüyordu. Elinde balta vardı. . Aniden seğirtti, ve önünde yürüyen kişiye yetişip baltayı adamın başına vurdu. Öyle vurdu ki adamın başı ikiye bölündü. Kala kalmıştık, neredeyse fışkıran kanlar bize sıçrayacaktı, o kadar yakındık.
Bitlisin kışlarını anmadan geçemeyeceğim. Gümüşhane'de de kar yağardı ama , orada küçük olduğum için ancak çok basit kızak ile kendimi kayıyormuş gibi yapar , kayak yapanlara ve kızakla kayanlara imrenerek bakardım. Kıskanırdım da, bir an önce büyümek için sabırsızlanır , boynum bükük baka kalırdım. İşte Bitlis benim için kızağın doğuşu olmuştu. Kar sevdası bambaşkadır. Uzaktan bakınca sanırsınız donacaksınız. Oysa, kar sıcaktır, sevgili kadar gizem yüklüdür. Aşk ile bağlantısını, kardan adamın kömür kömür bakışına , havuçlu burnunun kızarık mahcubiyetine dayanarak kurabilirsiniz Hatta ikinci hele üçüncü senemde tahtadan yapılmış kayakla kayma zevkine de erişmiştim. Abim ise tahta kayak ile değil babamın aldığı kayakcıların kayağı ile kayıyordu. O'na da gıpta ile bakar, diğer çocuklarla benim abim sizin abilerinizden daha iyi kayıyor diye tartışırdım. Hatta babam Abimi kayakçılarla tanıştırmış ve kayak kulübüne bile yazdırmıştı.
Şehrin içlerine kadar kıvrıla kıvrıla uzanan dere kışın bahara dönüşmesi ile birlikte gümbür gümbür akmaya başlardı. Bitlis'te bahar yaz ile birleşir , kısada sürse kışın o haşin hırçınlığının kaybolması insanlara ayrı bir enerji pompalardı. Evlere kapananlar sokakları doldurur , yeşilin en güzel yansımaları ağaçlarda kendini gösterirdi. O zamanlar en önemli oyunumuz toprağa sıkıştırdığımız delikli bir kuruşlukları bilyeler ile devirme oyunu idi. Birde hayvanların ayaklarından çıkartılarak kurutulmuş Aşık kemikleri biriktirilir, bilyelerle devrilen bir kuruşluklar yerine deviren bir Aşık kemiği alırdı. Kimin çok Aşık'ı var ise, O, bu oyunda usta idi. Sonradan öğrenmiştim ki bu AŞIK KEMİĞİ zarın babasıymış. Kumarbazlar bununla yan gelen, dik duran, altı idi üstü idi diyerek her bir tarafının kodu olan bir oyun oynarlarmış. Barbut gibi. .
Askeri mahfel şehre hayat veriyordu. Hükümetin Müdür takımı ile Adliye Hakim ve Savcıları hemen her gün mesai çıkışı evlerine gitmeden önce buraya uğrarlar, sohbetler bir müddet sonra kağıt boyunları ile bağlanırdı. Babamın subay olan çok dostu vardı. Bizlerde gider kendimize uydurduğumuz bazı oyunlar oynardık. Sokakta oynadığımız oyun bana çok daha cazip gelirdi ama orada Babamın bana yazları dondurma alması ile kışları dürüm yaptırması sokağı aramama engeldi. İkinci Cici annemizde bebek yapmış, bebeği ile olan meşguliyeti ve işlerinden dolayı Ben okuldan çıktıktan sonra eve değil Mahfele giderdim. Babam kağıt oynarken diğer arkadaşları gibi rakı içmeyi pek severdi. Annem Babamın içki içmesini istemezdi , ancak Ben O'na içmiyor ki diye canlı tanıklıkta yapıyordum.
1950 yılının Baharında Abim altında yatır olan evden taşındığımız yeni
evimizin üst kısmında bulunan 200 metre kare kadar olan bahçemizde aldığı , Domates, Biber ve Fasulye fidelerini itinayla bahçeyi çapalayarak dikmişti. Bütün yaz sebzeleri çapalayarak ve sulayarak vaktini geçirmekle bizlere de bayağı taze sebze yedirmişti. Bir köşeye tohumlarını attığı Maydanoz ve Naneler neredeyse sonbaharın son günlerine kadar sürmüştü. Nenemin "Benim oğlumun taze soğanları, bakın "diye gelenlere bile koparıp verirdi. Diyeceğim Abim öyle bilye filan oynamazdı, bahçenin içine de beni sokmaz" Çiğniyorsun" diye azarlardı.
Yaz kısa sürer, sonbahar kışla birleşirdi neredeyse. Kar Ekim ayının son günlerinde başlar, Yün çoraplar ile eldivenler ve kar maskesine benzeyen bereler sandıklardan çıkarılırdı. Mest lastik ile ilk Bitlis'te tanıştım. Ayağını sıcak tut başını serin deyişi içinde insanlar buna ayak uydururdu. Öyle bir kar yağardı ki, hiç unutmam bir gün herhalde evin kapısını camların ta tepelerine kadar dolduran kar yağmıştı. Kapıyı açıp dışarıya çıkmak mümkün değildi. Konu komşu birbirine yardım eder, yolun ağzından kapıya kadar karlar kürelenir ve bir tünel açılırdı. Evler toprak damlıydı. Kar buradan da kürelenir, evin arka tarafına sürüklenirdi. Güneş açtığında da Değirmen taşı gibi bir taş( lov denirdi)ile dam sürülür toprağı kar eriyince evin içine akmasın diye iyice sıklaştırılırdı. Bu işlem sonrası sanırsın dam beton dökülmüş gibi bir hal alırdı. .
Kış geceleri evlerde toplanılırdı. Çeşit çeşit yemekler yapılır, içki muhabbeti ile yenilirken sohbetlere kulak misafiri olurdum. En güncel konu Çok partili hayata geçilmesi ile Demokrat Partinin kurulduğunu , 1950 de seçime iştirak edeceği idi. Herkes seçim sonrası nereye tayin edileceğini, emekliye mi ayrılacağını, seçimi yine Halk Partisinin kazanması halinde kendilerine dokunulmayacağını vb. gibi konuşmalardı. Gazete günlük değil bir gün sonra Bitlis'e geliyor , haberler ise bayatlıyordu. Radyodan ise Demokrat Parti hakkında hemen hemen sağlıklı bir bilgi edinilemiyordu. İzine ayrılıp bu arada Ankara'ya uğrayanlar oluyor, O'nun anlattıkları can kulağı ile dinleniyordu.
Elektriklerin saat 24. 00te kesilmesi nedeniyle lüx' lambaları hazırlanıyor, ilk önce pompalanarak tıkanıklıklar giderilince , lüx ipek poşet bağlanıyordu. Aslında bu yazış şekline göre "Lüks' denmez. Lüküs denirdi. Gazyağının kirli olması yüzünden zaman zaman tıkanıklık olur, "Haydaa" diye bağırışların ardından ev sahibi pompalayarak düzeltirdi. Marka konusu açılır, bazı markalar süzgeçli olduğundan pek bunu yapmazmış falan , bilhassa markası S. S. C. B. olanlar çok kullanışlı imiş. "Neyse "denir , "Biz Rus malı kullanmayız" diye konuşma noktalanırdı.
Elektriklerin gitmesinden evvel (Şeker-Yağ-Un belki başka bir şeyde karıştırılır, oldukça sert bir hamur yumağı durumuna getirilir. Ev halkı ve misafirler naylon örtüyle örtülmüş masanın etrafına yanyana dizilirler , pişmaniye yapmıya başlarlardı. Hamur yumağı masa çevresinde elleriyle sıkılıp sıkılıp uzatılan bir işleme tabi tutulur, sakız gibi çekilir çekilirdi. Çekilirken "Haydi cicis haydi cicis, ciss oldu miss"diye bir söylemde bulunulurdu. Bir-iki saat sonra insanın ağzında eriyen pişmaniye olunca "Yahu içkinin üstüne de ne güzel gidiyor meret" deyip şakalaşılırdı. İşte böyle idi gece hayatı evli olanlarda.
Okul hayatından , İlk Okul 3-4 sınıflarından belirgin anılarım içimi doldurur. Öğretmenim Ayten'in benimle çok ilgilendiğini söyleyebilirim. Okuma sevgisini aşılamıştı, bana "Ceylan" isminde aylık bir dergi vermiş ve beni abone yapmıştı. İlk yazım bu dergide çıkmıştı. Hatırladığım konusu "Ormanda Kaybolan Çocuk" idi. Yazının konusu gerçekti. Geziye gitmiştik, dağlık bir arazi idi. Otobüsün vardığı yer piknik masaları da konulmuş bir mekandı. İki dizi kavaklarla çevrili derenin yanında azıklarımızı yemiş şen şakrak oynamıştık. Dönüş vakti geldiğinde Ayten öğretmen toplanmamızı istemişti. Fakat arkadaşlarımızdan birinin olmadığını farketmiştik. Bir iki saat ismini bağıra bağıra çevrede dolaştı isekte maalesef bulamadık. Karanlık çökmek üzere idi, geri döndük. Dönüşte Öğretmenimiz Jandarmaya haber salmış, o gece sabahlara kadar arkadaşı aramışlar, neden sonra cesedini bulmuşlar. Ayağının yamaç bir yerde kayarak vadiye yuvarlanmış olduğunu ertesi gün Öğretmen anlattı. Sınıfın kanayan sessizliğini şu anda bile yaşamaktayım.
Okulun Müsameresi de aklımda kalan çeşitliliğe sahipti. Teması "Orman" olan bir temsil yapıyorduk. Bir tarafta ormanı baltaları ile doğrayan bir gurup, diğer tarafta onlarla savaşan bir gurup. Ben baltalı gurupta idim. "Baltalar elimizde, uzun ip belimizde , biz gideriz ormana -ormana hey" diye şarkılar söyleyerek seğirtiyorduk. Diğerleri başlarında yeşil şapkaları ve yaprak şeklinde kostümleri ile "Orman bizim her şeyimiz, onu korumak lazım, korumak" diye karşılık veriyorlardı. Bu arada sincap, kuş, tilki ve diğer hayvanları simgeleyen kostümler giymiş çocaklarda "Biz ne olacağız, biz ne olacağız" diye telaşla sağa sola koşturuyorlar" Orman bizim evimiz , evimizi yıkmayın, yıkmayın" diye yalvarıyorlardı. Biraz sonra sağnak halinde temsili bir yağmur müzik eşliğinde yağıyor, bizlerde ormanı terkediyorduk. . Daha o zamanlar Ayten hanımla "Ben ormanı kesen gurupta olmam" diye tutturdu isemde, öğretmenimiz Ayten Hanım "Benim iri yarı olduğumu, bu rolde olmam gerektiğini söylemişti. Temsil sonrası şarkı ve türkülere sıra geldiğinde , bu gün hala seslendirilen "Bitliste dört minare" ile "Ha bu diyar-ha bu diyar "şarkıları kulaklarımda şimdilerde dahi çın çın ötüyor.
Bitlis'te, ilk sinema filmini 11 yaşında seyretmek şansına kavuştuğumu burada söylemeden geçemeyeceğim. Dün gibi hatırlıyorum, filmin adı" Dağlar kızı Reyhan"idi.
Her zaman vurguladım , sosyal olarak garipliğimizi , acınacak kadar elden dilden düşkün olduğumuzu. İmkansızlıklar içinde imkan yaratmak için ömür boyu yoksulluğu çektiğimizi -maddi ve manevi doyumsuzluğun çarkında ezikliğimizi-;bu günkü çocukların çok şanslı olduğunu- hayıflana hayıflana , söyleyip durdum. O zamanlar kütüphane ve sinema salonu Halkevinde idi. Neden sonra bilemiyorum bu halk evlerini kapattılar 1950'den sonra. . Aklımda kalan buraları Kominist yuvası imiş falan , filan.
Babamın Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapması nedeniyle ilçelere teftiş için gittiğinde yanına takılarak Ahlat-Adilcevaz-Tatvan'ı gördüm, Van gölünün kenarında . Ta ozamanlar bile Van Gölü Canavarından bahsedildiğini anımsadım, gazete haberlerinden. Söylem o kadar derin idi ki küçüçük beyinlerimizde yer etmişti. Jeepimiz, gölün kenarında , bir arabanın güçlükle yol aldığı toprak yolda ilerlerken bunları düşünmeye başlar, belki Canavarı görürüm diyerek gözlerimi dört açardım.
Tatvan benim için rüya şehir idi. Anlatılmaya sığmayacak kadar güzeldi. Sanırım Emekli Sandığının bugün için 5 yıldızlı Otelleri aratmayacak tefrişte bir turistik otel vardı. Bahçesinde mevsimleri kıskandıracak şekilde gökyüzüne doğru uzanan . hurma ağaçlarını unutmak mümkün mü? Nasıl oluyor da senenin yarıdan fazlası kış hüküm süren Tatvan da bu ağaçlar yaşama imkanı buluyordu, hala buna bir cevap bulabilmiş değilim.
Bitlis , şu yaşıma geldim, exotik yapısı hafızalardan silinmeyecek bir şehirdi. Anadolu da bir çok şehirde Osmanlıdan kalma mutlaka bir kale bulunurdu. Bitlis'te bir kale vardı ama gerek yoktu aslında. , Bitlisin kendisi bir kaleydi. Dağların arasına sıkışıp kalmış ovacıklarda yapılmış savaşları açıkça haykırır gibi vakur bir biçimde düzlüklere bakan sivri kayalıklar gizemi çağrıştırıyor, insanı ürküten sevgileri doğuruyordu. İsterdim ki daha ileriki yaşlarda burada bir müddet daha yaşayayım. Ancak Babamın memuriyeti dolayısıyla tayin beklentisi içinde idik. DP. seçimi ikinci kez kazanmıştı. Babamın herhalde başarılı geçen bir süreç sonrası olsa gerek Kütahya' ya tayini çıktı. Herkes çok sevinmişti, ben hariç.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Tanıştırayım, obsesif kompülsif Ben ve Lady Macbeth
Çevrenizde obsesif kompülsif bozukluğu olan bir yakınınız, arkadaşınız oldu mu hiç? Cevabınız evetse bu; onlarla yaşmanın ne denli zor olduğunu biliyorsunuz demektir. Eğer ki cevabınız hayırsa; buyurun ben size kendimle yaşamanın ne denli zor olduğunu anlatayım...
Benimki düzen obsesyonları... (obsesyon=saplantı, takıntı)
Mesela; tuttuğum kalem yazma eylemim bittiğinde rasgele defter üzerinde veya masa üzerinde yerini alacak sanıyorsanız, aldanıyorsunuz demektir. Onu ben bir daha ki sefere nasıl görmek istiyorsam o şeklide bırakmalıyım. Defterle , masayla uyum ve bütünlük içinde olmalı.(kompülsiyon=hareket, tavır,ritüel) Tabi bu arada kaleme, deftere el süreceklerin vay haline... :-)
Hastalıksa eğer bu, bazen öyle bir şiddetlenir ki; Penceremden dışarıya baktığımda, kırmızı arabanın yanlış yerde durduğunu, yeşil binanın 10 m. daha sağa kayması gerektiğini düşünürüm. Mümkün mü bu? Tabi ki değil! Peki neye yarar, kendimi yıpratıp, üzmekten başka? Kocaman bir HİÇ. Hem kim düzen kurmuş ki ben kurayım...
Görmek istemediğimde gözlerimi kapatır, kendi kendime telkine başlarım. Ama bu kez de iç sesimin çığlıklarında sağır olmamak işten bile değil. 'gözlerini kapatıp görmüyor olman demek, onların orada olmaması anlamına gellmeeezzzz.' Haklı ama değil mi?
Daha dün akşam metroda ki metrolar benim en tedirgin olduğum mekanlardır. Sanırım benim derinlik korkum da var ;)
Herkes bir telaş metronun gelmesini beklemekte, bense görevlilerden daha görev aşkıyla sarı çizgiyi geçenleri ikaz etmekteyim. Neyse ki geldi ve biz bindik. Bitti sanmıştım bu günlük bu akşamlık bitti, bu kadar yeter derken... yooo olamaz karşıdaki beyin omzundaki ip. Nerden çıktı şimdi bu? Akşamın bu saatinde büyük olasılıkla işten evine dönen yirmili yaşlarının sonlarındaki bu beyin omzunda bu siyah ipin ne i-ş-i v-a- r? Mümkün değil. Onu oradan almamam mümkün değil! İşte bakın sağ elim usulca yerinden kalkıp, sağ omuzdaki ipi aldı : tabi ki bu arada söz konusu omuzun sahibi beyle göz göze geldik... Bu kez ben omuzlarımı hafifçe kaldırıp -yapabileceğim başka bir şey yoktu- diyen ifadeyle karşılık verince dayanamayıp gülüştük :-)
Çoğu zaman çözümler bu kadar basit olmuyor, ne yazık ki...
En zoru da o çaresizlik anlarında kendimle verdiğim savaşlardır...
Kendime yalnız olmadığımı hatırlatırım. İşin güzel tarafı ben dahil bu hastalıktan muzdarip olanlar kendilerinin farkındalar. Hatta fazlasıyla kendilerinin, olan biten her şeyin farkındalar. Bundan dolayı daha duyarlılar.
Bu hastalığın en çarpıcı örneklerinden biri Shakespeare'in Macbeth adlı eserinde can bulur. Şöyle ki; Lady Macbeth'in etkisiyle kocası Macbeth, Kral Duncan'ı öldürür ve Lady Macbeth'de bir el yıkama hastalığı başlar. Öyle ki 'Arabistan' ın tüm parfümleri getirilse bu elin kirleri temizlenemez der' ve ellerini yıkamaya devam eder.
Ellerini yıkadıkça arınacağını zanneder Lady Macbeth, bense çivisi eğri dünyayı düzeltmeye çalışırım kendimce...
Tedavi şekli spesifik olsa da, asıl neden beyindeki serotonin seviyesinin düşmesi olduğundan bunun yükseltilmesi gerekiyor. Seretonin de mutluluk hormonu olarak nitelendirildiğine göre burdan şu çıkıyor;
Lady Macbeth ve Lady Laina'nın acilen mutlu hissetmelerini sağlayacak sürprizler bekleniyor ama ne yazık ki; bugünlerde tüm sürprizler kötü bir son buluyor.
Suzan Ağatoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Aşkımı Vermek İçin
Güneş kızıla kesmiş,
Kaybolurken dağın ardında,
Ateş gibi yanan yüreğimi de,
Alıp götürür yanında.
Anında laciverde döner,
Uçsuz bucaksız denizin rengi.
Hırslanmış dalgalar,
Ha babam döver kıyıları.
Kucaklarken geceyi,
Koyu karanlıklar,
İçimizde,
Sevdanın gözleri ağlar.
Dolaşırken,
Yalnızlığın acı hüznü,
Iğıl ığıl damarlarımızda.
Bir bekleyiştir başlar,
Sonrasında...
Güneş,
Yeniden doğmayı bekler.
Sevdiğini…
Sıcacık sarmak için.
Deniz sabahı bekler,
En güzel mavileri,
Sevdiğine sunup,
Serin sularında ağırlamak için.
Ben sabahı beklerim,
Yüreğim elimde,
Aşkımı…
Sana vermek için.
Hatice Bediroğlu
Yukarı
|
Sudoku #35
Çözüm: Sudoku #34 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Diyelim ki içki içiyorsunuz ve sarhoş oldunuz. Dışarıdan nasıl göründüğünüzü hiç merak ettiniz mi? Size vereceğim bu linkteki sarhoş adamı http://fun.fourecks.de/flash/games/HomeRun.swf mouse marifetiyle yere düşmeden yürüteceksiniz. Ben ancak bir kaç denemeden sonra 70 metre kadar ayakta tutmayı becerebildim. Bakalım siz ne kadar ayakta tutabileceksiniz.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
...23 Nisan 1973'te İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Turizm ve Otelcilik bölümünde okurken Leman Dergisinde karikatür çalışmalarına başladı. İlk stand-up gösterisini Leman Kültür'de, 1995'in Ağustos ayında gerçekleştirdi. 1995 Aralık'tan itibaren de Beşiktaş Kültür Merkezi bünyesi altında gösterilerine devam etmektedir... Kim olduğunu merak ediyorsanız http://www.cikolata.net/kimdir/index.php?id=6
Tamamen Türkçe sinemaskop bir animasyon sitesi http://www.animaturk.com/ Tıklayın internette eğlencenin farklı tadını bir de burada deneyin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
POP Peeper 2.4.3 [818 KB] Windows (tümü) / bedava
http://www.snapfiles.com/php/download.php?id=104365
Spam ve istenmeyen epostalardan kurtulmak için kullanışlı bir araç. İstediğiniz kadar eposta hesabınızı tanımlıyorsunuz. Esas programınızdan önce bununla posta kutularınızı kontrol ediyorsunuz. Sadece başlıkları alıp istemediklerinizi kolayca siliyorsunuz. Garip epostalardan sıkıldıysanız mutlaka bir kez deneyin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|