|
|
|
12 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu diziler bitmez!.. |
Merhabalar,
Gene taktım dizilere. Beğenmiyorsan seyretme değil mi? Ama olmuyor işte. Gene ne ettiler de hikayeyi uzattılar diye merakla yeni bölümü bekliyorum. Her bölümde hah işte burada bitmeli diyorum ama o da ne? Ya kızda beyin tümörü çıkıp saçmalaya başlıyor, ya öldü dediğimiz Emin Bey dirilip tekrar koca adayı oluyor. Bir başkasında, evlendiler yeter bitti diyorsunuz, birileri yırtık çoraptan çıkar gibi çıkıp yeni gelini kaçırıyorlar, al sana 10 bölüm daha.
Ben asıl bu senarist tayfasına hastayım. Bu kadar kalabalık ne yaparlar diye düşünürken buldum sonunda. Hikaye oluşturulurken, beş ile on arası, her an çıkış yapabilecek kıvamda karakter oluşturuluyor. Bunların etrafına olaylardan koza örülüyor. Sonra nabız tutuluyor, tutan karakterler kalıyor, tutmayanlar terhis ediliyor. Ve bu karakterlerin her birinin de farklı yazarı var. Doğal olarak bunlarda kendi aralarında amansız bir yarış halinde. Öyle ya, karakter ölünce yazarında işi bitiyor, şut. O yüzden, benimki tuttu, seninki öldü diye kavga edip duruyorlar. Hikayesi tutan karakteri, dolayısıyla diziyi sündürmeyi başaran yazara da sanırım ödül veriyorlar.
Dizilere başlanırken belliki bir sonuç kesinlikle yazılmıyor. Hepsinin AB görüşmeleri gibi uçları açık. Her an herkes ölebilir ya da parlayıp şakıyabilir. Bakın şuraya yazıyorum. Gün gelip emekli olduğumda SKMYT yi kurup freelance dizi yazıp pazarlayacağım. SKMYT'nin açılımı "Sündürücü Kahve Molası Yazarları Topluluğu". Uzattıkları her bölüm başına ikramiye vereceğim. Sorarım size, yok mu aranızda şu yayınlanan dizi dizi dizilere beş basacak senaryo yazabilecek canavar yazarlar? Ben cevap vereyim, var tabi. Şu anda ıkınsam 10 isim sayarım. Mesela bizim KIRKYAMA grupları bu işe alışkın olduklarından, bayrak yarışı gibi birinin bıraktığını diğeri tamamlar, hikaye bitmez, dizi uzadıkça uzar. Bir kanal kovarsa, diğerine geçer yaşar gideriz. Haydi bakalım dalga geçmeyi bırakıp birer dizi hikayesi kurgulamaya şimdiden başlayın.
Herşey tadında olunca güzel. Tadında bırakmayı bilmekte bir erdem. İlla sayı tutsun, haftalar dolsun diye komik olmaya gerek var mı? Bakın şimdi size tadı hala güzel bir şarkı çalacağım. Filminde tek laf etmeden oynadığı halde ödül üstüne ödül alan bir genç kızın otuz küsur yıl önce o filmde söylediği şarkıyı dinleyeceğiz. Melike Demirağ söylüyor, Arkadaş. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
BU ATLAR AVNİ'NİN ATLARI
Hatırlarsanız Atların, Kuvayi Milliye Atlıları'nın ressamı Avni Arbaş'ı yaşamının son yıllarını geçirdiği Foça'daki Atölye/evinde üç yıl önce yitirmiştik.
2003 yılı yaz başlarıydı sanıyorum. Bir gazete, satır aralarında geçen bir haberde Avni Arbaş'ın amansız hastalığa yakalandığından söz ediyordu. Piriç Han'daki atölyemde resim çalışırken, Foça'ya gidip bir şekilde kendisiyle tanışmayı, ona yakın olabilmeyi çok istemiştim. Ama, olmadı işte... Kısmet değilmiş. Oysa ki, 1978'de yitirdiğimiz ünlü ressam Orhan Peker'in izini sürebilmek, hayatına-kişiliğine dair bir iki kelime duyabilmek için İnebolu'nun yolunu tutmuştum. Atlar, her ikisinin de vazgeçemediği ortak konuydu. Öyle ki, Ferit Edgü'nün söylediği gibi "Avni'nin atları epik, Orhan'ınkiler ise lirik" idi.
Dörtnala koşulmuş 84 yıllık (1919-2003) uzun soluklu hayatını tamamlamış, resimlerindeki o Kuvayi Milliye Atları'ndan birinin kanatları üzerinde sanat tarihimizdeki yerini almıştı. Sanki, Japonların ünlü ressamı Hokusai ustayı örnek almıştı. Çünkü, Hokusai 80 yaşında harika işler yapmış ve "...bir seksen daha yaşasam ne güzel şeyler yaparım" demişti. Avni Arbaş da Hokusai'e atfen "bu ressam bir seksen yıl daha yaşasa eminim yine aynı şeyleri söylerdi" diyerek resme ve yaşama olan bağlılığını dile getirmişti.
Sanırım 2001 yılıydı. İstanbul'da İş Bankası Kuleler'indeki Kibele sanat galerisinde Avni Arbaş retrospektif* sergisi açılmıştı. Yine hayıflanıyordum İstanbul'da yaşamadığıma. Tesadüf bu ya, sergi bitmeden İstanbul'a görevli gitmiştim. İşlerimi aksatmayacak şekilde, yaklaşık 1,5 saatlik bir kaçamak yaparak Karaköy'den Levent'e koşuşturmuş ve nihayet Sergi salonuna kendimi atmıştım. Hangi yöne bakacağımı, nereden başlayacağımı şaşırmıştım. O anda, dünyanın en zengin insanı, en şanslı kişisi bendim. Çünkü, Zeynep Oral'ın söylediği gibi "Avni Arbaş:Resim ustası, çizgi, desen ustası, renklerin ustası, ışığın ve gölgenin ustası: öyle olmasa, onun portrelerine bakınca, resmettiği insanın görüntüsünden çok, gizli kişiliğini; manzaralarda bir coğrafyadan çok, bir tarihi ya da zamanı; Kuvayi Milliye Atları'na bakınca Kurtuluş Savaşı'nın destanını ve duygusunu, balıkçılarına bakarken balıkçıdan çok emeği; çocuk portrelerine bakınca coşkuyu, çiçeklerine bakınca umudu görebilir miydik..."
"Bu atlar Avni'nin atları
Kuvayi Milliye Atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar Avni'nin atları"
Diye yazmıştı Nazım Hikmet, 1958'de Paris'te Arbaş'ın Kuvayi Milliye Atlarını gördükten hemen sonra.
1919'da İzmir'in işgal edildiği günlerde dünyaya gelmişti. Babası Kuvayi Milliye saflarında yer almış bir subaydı. İlk resim derslerini babasından almıştı. 1923'de Muğla'da çekilen bir fotoğrafta giydiği Kuvayi Milliye kalpağının getirdiği o ruhu hep taşımıştı. Galatasaray Lisesi'nde okumuş, 1937'de girdiği Akademi'de Leopold Levy'nin öğrencisi olmuştu. 1946'da Akademi'deki eğitimini yarıda bırakıp, kazandığı bursla Fransa'ya gitmiş ve adeta resim sanatının içerisine dalmıştı. Ancak, 37 yıl sürecek Fransa serüveninin başlangıcında eşini doğum sırasında kaybetmiş ve kızına eşinin adını vermişti.
İlk sergisini 1951'de İstanbul'da, ardından 1952'de Paris'te Galeri La Rue'da açmıştı. O yıllarda Picasso ile tanıştı. Paris Okulu sanatçıları arasında yer aldı ve 1952'de ünlü "Octobre" sergisine katıldı. Resim çalışmaları nedeniyle, 1954'de çıkarılan vatandaşlık kanunu uyarınca askerlik için başvurmadığından vatandaşlıkdan çıkarıldı. 1971'de ölen annesinin cenazesine özel izinle ancak yetişebildi. Kızını uzun yıllar göremedi. 1977'de yurda döndüğünde o bir vatansız ("haymatlos") idi. Çünkü, Fransız vatandaşlığına da geçmemişti! 1981'de Atatürk'ün 100.doğum yılı nedeniyle düzenlenen "Kurtuluş Savaşı ve Devrimler" yarışmasında birincilik ödülünü kazandı.
Abidin Dino, Nazım Hikmet, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Abdi İpekçi, Aziz Nesin, Yaşar Kemal gibi düşün insanı dostları onun sanat dünyasının ne denli zengin olduğunun bir başka göstergesidir. Öyle ki, Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanının I. ve II. ciltlerinin kapak desenlerini o yapmıştır.
Arbaş, hep kendi resmini yapmış, akımların peşine takılmaktan hep kendini alıkoymuştur. 35 yıl önce, Zeynep Oral'a bir röportaj sırasında "Paris'e ilk gittiğimde, en büyük akıllılığım, belki bir ekole bağlanmamak oldu. Şu ya da bu ekole, şu ya da bu akıma bağlanmak, doğaya karşı gelmek olurdu. Ve kişiliğim buna elverişli değildi. Çünkü, akımların tümü elmanın yarısıysa, diğer yarısı benim kişiliğim ve içimdeki birikimdir" demiştir.
Avni Arbaş "İnsan yaptığı şeyi tanımalı. Eğer söyleyecek sözünüz yoksa o zaman birşey yapamazsınız. İnsanlar hayal etmesini unutmuşlar. Sessizlik yok, her tarafta gürültü var. Düşünmek çok önemli. İnsanlar yavaş yavaş düşünmemeye doğru yönlendiriliyor." demiştir.
Avni Arbaş gibi kayan yıldızların yerini yenilerinin doldurması ve gökyüzünün hep aydınlık kalması dileğiyle. Haydi yaşama ve sanata katılın!.
retrospektif* : Sanatçının çok geniş bir zaman diliminde yapmış olduğu resimlerin birarada sergilendiği kapsamlı sergi.
Kaynakça: -1998 tarihinde Milli Reassürans Sanat Galerisi tarafından bastırılan Avni Arbaş kataloğu.
-2001 tarihinde İş Bankası Kültür Yayınları tarafından bastırılan Ferit Edgü'nün kaleme aldığı Avni Arbaş kataloğu.
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Bunalım Billur'un Bir İş Günü
Günaydın. Sana da günaydın. Aman sen eksik kalma! Fotokopiye gelirsin, beş dakika başında durur beni farketmezsin bile. Biz günaydın demedik mi iki saat konuşursun.
Aloo. Evet, benim adıma gönderin. Billur Tellal. T-e-l-l-a-l.
Ah anne hiç affetmeyeceğim seni bu isim yüzünden, seni de baba, soyadı yüzünden. İlkokul üçe kadar telaffuz bile edemedim. Söylemesi bu kadar zor iki kelime yanyana gelip beni buluyor, şansa bak.
İpek koysaydınız adımı, soyadım da meselaaa... Bilgütay olsaydı mesela. Şöyle aristokrat bir soyadı. Daha baştan 1-0 önde başlardım her şeye. İpek Bilgütay, ya da Elif Karahanlı... Hülya Hanım ne yapsın? Hah ha ha Hülya Sazan! Ben yine de babama teşekkür edeyim!
Aloo. Canım merhaba. Evet çok güzeldi dün akşam. Ben de seviyorum orayı. Sanki bizim özel yerimiz gibi oldu. Bu akşam mı, çıkamam. Söyledim ya annemler gelecek. Zaten ayda yılda bir geliyorlar, ekemem valla. Ya niye istemeyeyim. (Ağzımı mı arıyor, başka program yapacak da benden emin olmak mı istiyor?) Sen ne yapacaksın? Ben akşam seni evden ararım devamlı, sıkılmazsın. Eve gitmeyecek misin? Nerdesin. Ha anladım. Doğru, yeğenlerin de özlemiştir seni. (Biliyorum var birisi..) İyi, yarın görüşürüz. Yok canım, işler sıkışık da onun için canım sıkkın biraz...
Peki biri varsa benden ne istiyor? Ben mi büyütüyorum? Beni istemiyorsa neden günde beş kere arasın? Yok yok ben büyütüyorum, durduk yerde kendimi de onu da huzursuz ediyorum. Sesim hemen düştü! Nasıl da anladı canıım, canın mı sıkkın dedi.
Tanrım bunu düşünmemiştim! Evlenirsek babamın soyadını mumla arayacağım. Billur Tazı! Billur Tellal Tazı. Billur Tazı Tellal. Yok yok iki soyadı hayatta olmaz. Billur Tazı olacak mecburen. Komediye bak!
Aloo. Hasan Bey dışardalar, kim diyelim? Gelince ararız Murat Bey, iyi günler. Aman bunu unutmayayım. Hasan, bu Murat Beyi pek sever. Bugün satıştakilerin hepsi dışarda. Aslında ne güzel iş. Bütün gün o market senin, bu seminer benim geziyorlar, gelsin çaylar, gitsin kahveler iyi iş valla. Ben de telefonlarla başbaşa kaldım. Şu kızcağız gitmeseydi iyiydi. Hasan yeni sekreter almayacak galiba. Tabii niye alsın, telefonları da idare eder misin deyince hayır diyebildin mi? Hayır. O zaman şikayet etme otur bak telefonlara. Zam bile istemedin. Oysa Serpil gitmeseydi maaşını ödemeyecek miydi? Ah bu benim korkaklığım, güvensizliğim, ezikliğim...
Aloo. Meraba anne! Yedi yedibuçuk gibi evde olurum. N'apim anne trafik yoğun bugünlerde. Altıda çıkıyorum ama ancak gelebiliyorum. Evet anne metroyu kullanıyorum. Ama metroya gelene kadar sürünüyorum. Tavuk aldım. Yanına da pilav yaparım. Peki sen yaparsın. Margarin yok, ben kullanmıyorum, biliyorsun. Gelirken alırım, peki sen al. Tamam görüşürüz. Yok canım, sıkkın değilim, işler işte. Tamam görüşürüz.
Ooooof of! Akşam şimdi bir sürü nasihat dinleyeceğim. Babamla beni alacaklar aralarına, bir sürü sorgu sual... Hayır, sizin yanınıza dönmeyeceğim. Daha o kadar burnum sürtülmedi. Evet yemeklerimi düzenli yiyorum. Evi haftada en az bir kere temizliyorum. Bak çamaşırlarıma tertemiz, birikmiş bir tek kirli yok!
Bir arkadaşım sevgilisinin cebini arayıp kontrol ettiğini söylemişti. Önce kendi numarasını özel numaraya çevirdi ki, kimin aradığı anlaşılmasın. Ben de yapsam mı acaba? Ben yanında değilken neler yapıyor, çok merak ediyorum. Odasının bir köşesine gizli kamera yerleştirsem, bütün gün onu izlesem. Tüm konuşmalarını dinlesem? BBG evi gibi, hah ha ha.. Tanrım yine saçmalamaya başladım.
Aloo. Meraba Hasan. Murat Bey aradı. Not bırakmadı. Gelince ararız dedim. Kimse yok, herkes dışarda. Biliyorum, yemeğimi burada yiyeceğim. Telefonu boş bırakmayacağım. Ama bu ne kadar sürecek? Tamam tamam, gelince konuşuruz. Bay bay. Oh olsun, söyledim işte! Öyle ya ne kadar sürecek bu? Herkes öğle yemeğine dışarı çıkarken, ben her gün burda. Biri bile bir gün gelip de, bugün sen çık istersen, ben bakayım şu telefonlara demedi. Ne kadar acımasızlar. Hepsi kendini düşünüyor. Şöyle candan, her söylediğinde içten bir kişi yok. Hadi hakkını yemeyeyim, Aysel var. O beni düşünür.
Bir de aşkım. Acaba evlenince çalışmaya devam eder miyim? Belki de istemez. Öyle ya kıskanır beni. O ne isterse onu yaparım. Annem çok kızar bu işe. Bir kadın her zaman kendi ekonomik gücünüü... diye başlar. Evde oturup, hemen de bir çocuk doğurursam annem hiç affetmez beni...
Saat dört olmuş. Ne çabuk geçti zaman. Seher Hanım, yani bir gün de istemeden ver şu çayı. Görüyorsun işte yerimizden kalkamıyoruz. Ne olur öğleden sonra bir iki kere çay getirsen?
Feride Masal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
İNSAN OLMANIN GEREKLİLİĞİNDE
Yeryüzünü şenlendiren bahar, yeniden geldi, kuş cıvıltılarının sessizliğe ahenk kattığı yeryüzünün güneşe döndüğü yüzüne. Erguvan Renkli Sardunyaların, eski evlerin balkonlarını sardığı, kucakladığı, kavuştuğunu; fotoğraf kareleri gibi sabitledim belleğimin bir köşesine. Papatyaların kırları uyandırışını seyrettim, gülümsüyordular yeniden doğuşun mucizesindeki yaşam sevinciyle... Islaklık yoktu, yağmurun kesilmişliğine dem vuran yaşam hakkına; bahar esintisiyle sevinç yaşıyordu tabiat ananın müjdecileri... Bu bahar sabahı, bu güzelim baharın ıslatmayan kokusuna gölge düşürecek ne vardı, bilmiyordum(?) ama, içimdeki bir eziklik, beni, bu güzelliklerden alıkoyuyordu. Nedenini bilip de bilinçaltıma attığım tüm olumsuzluklar, günün ilk dakikalarında alışkanlığım gereğince açtığım televizyon düğmesiyle, iç sesimde bana malum olan sıkıntı, bir kahırdı ruhuma bahar sevincini yaşatmayan...
Akşam ve sabah haberlerinde ŞEHİT olan “subay ve erleri” gördüm yeniden televizyon ekranlarında. Gazetelerde de aynı haber, ve aynı acıyla ruhum sıkıldı, gönlüm daraldı. Bir annenin ŞEHİT olan oğluna yaktığı ağıt, kulaklarımda çınlıyor, içimdeki kasvete; bir başka ŞEHİDİMİZİN kız kardeşinin haykırışları ekleniyor; içimi eziyor, yaşam hakkı ellerinden alınan yaşamlara, gamlı bir yasta; bulduruyordu beni.
Babasını görmeyen, henüz kundaktaki bebek, üç beş yaşlarındaki neye ağlandığını bilmeyen, ailesine neler olduğunun farkına varamayan bir çocuk, ve sevdiğinin yolunu bekleyen bir nişanlı, evladını terör belasına ŞEHİT vermiş bir ananın feryadı göğsüme ferahlık veren BAHARIN mis kokusunu, unutturmuştu, insan olmanın gerekliğinde.
Gene insan olmanın gereğinde, başka başka yaşamların haberleriyle içimdeki deşilen yaraya tuz bastırdı bana. Bu yara beni kavursa da, arsız bir merakla çalkalandı iç benliğimi. Ülkemde ve dünyada olan öteki haberleri dinletti bana, hayatın akan, biten; içimizi yakan ve bazen de içimizi bayram sevinciyle dolduran hayatın bir başka yüzü. Bu duygu değişimi hayatın kendisi miydi, neydi bilemedim? Yaşamın gereği olan sevinç ve kederi, ister istemez kucakladım, hüzün yakamdaydı, ama yaşamın kendisinde gene beni yaşama çağırıyor, yeşili ve maviyi işaret ediyordu bana. Bahar ayı, olanca aydınlığında; masmaviydi... Umutta mavi rengin doğru adresiydi, yeşilin huzurunda, çalkalandı ruhum... Umut yeşerdi, gamlı yüreğime ve yenilendi BAHAR sevincim...
“Bir daha bir başka annenin, eşin ve çocuğun feryadı olmasın... bitsin bu kahrolası terör!.. ”dedim, diledim umutla, inançla. Baharın renklerine, umutlarına sarıldım...
Hayat devam ediyordu, gazetelerde daha bir çok habere göz gezdirdim. İsim sahipleri, köşe yazarları, yer değiştirmenin diyalektiği, evlerine ekmek götürme derdine düşmüş babalar... Ve bizim iffetli kadınlarımız, yüz akımız ANADOLU Kadınımızı hatırlattı bana. Ve de, öteki hayattakilerin, bu yaşayan ve yaşamla mücadele eden yüzü, hafızamda kazınan yüzüyle beni efkârlı bu BAHAR gününde gülümsetti....
Ülkemiz için canını veren, canımızı, malımızı koruyan ASKERİMİZE ve o askerlerin ana ile babalarına, minnet duydum, bu BAHAR gününde...
İnsan olmanın gereğinde, Ülkemiz için yarınlarımız için, geleceğimiz için umutlandım, sevdim dünyayı... ama olduğu gibi değil!..
Umutla inançla, insan olmanın gereğinde ki yaşama hakkında, “sev...” dedi iç sesim bana dünyayı yeniden...
Yaşama hakkıyla... barışla... insanca yaşam sevincinde...
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel ESKİYE ÖZLEM |
|
Televizyonu hızla kapattım. Duyduğum müzikler o kadar anlamsız ve boştu ki dayanamadım daha fazla. Hiç bir anlam ifade etmeyen söz öbeklerinden oluşmuş şarkılar. Onlar için ise çekilmiş olan acayip klipler, insanların zaafları kullanılarak yapılan görüntüler.
Çizgi filmlerde de durum pek farklı değil, orda da kılıçlı, savaşlı, çocuklara şiddeti aşılayan, kavgaya özendiren görüntüler. Bir de bu yetmiyormuş gibi çıkardıkları şekerlerle, çikletlerle aşılamaya devam ediyorlar görüşlerini. Çocukların bütün harçlıklarını ise bu yolla ceplerine indiriyorlar. Bizim çocuklarımızda daha küçük olduklarından neyin, ne olduğunun farkında bile olmadan, bunlara harcıyorlar bütün paralarını. Tabi ki her seferinde, farklı bir hediye oluyor işin ucunda…
Eski masumiyetleri ve doğallıkları özler oldum kaç zamandır. Başımı çevirdiğim her yerde bir yapmacıklık ve insanları kullanma merakı var. Nereye kadar gidecekti bu, insanlar ne zaman uyanacaktı bu uykudan? Sırf insanların zaafları üstüne kurulmuş, çıkarcılık. Özel hayatın istismarı. İnsanlara bir şeyler vermekten öteye, sadece ekrana bağlayan, boş boş, argo konuşmalar. Konusu kavga olan, ölüm olan, kanlı biten filmler.
İnsanlar eskisi kadar masum değil mi artık? Eski dostluklar, paylaşımlar nerede? Komşu ziyaretleri, yapılan uzun sohbetler, hasta ziyaretleri. Elinde kolonya ile çorba ile komşunun kapısını çalan kadınlar. Balkonlardan istenen tuzlar, limonlar, bunlar çok yıl öncesinde mi kaldı acaba?
Ya misafirlikte sunulan çerezlere ne demeli, patlamış mısırlara, arkasından oynanan tombalaya. Şimdi onların yerini bilgisayar başında oynanan, bombalı, silahlı filmler aldı. İnsanları esir eden saatlerce…
Komşu sohbetlerin de konuşan, mahalle dedikodularının yerini de, televizyon kahramanlarının hayatı aldı. Endişelerimiz ise onların başına ne geleceği değil mi? film nasıl bitecek? Kavuşacaklar mı? Üzüntülerimiz de, vah vahlarımız onlar için değil mi? Oysaki onlar sadece rol yapıyor, gerçek değil. Biz öyle kaptırıyoruz ki kendimizi, sanki gerçek bütün olanlar. Oysaki onların yaptıkları rol ile yaşadıkları hayat o kadar birbirinden farklı ki…
Eski siyah beyaz televizyon olan günlerimizi özledim. Seviyeli konuşmaları, küçükte olsa verilen hediyeleri. En azından onlar, böyle yalvartılarak verilmiyordu.
Bilgi gerektiren sorular ile argosuz kullanılan Türkçemizi özledim.
Hafta bir yayınlanan siyah beyaz Türk filmlerini dört gözle beklerdik. Film bitinceye kadar nefeslerimizi tutardık. Şimdi ki gibi iki de bir konulan reklâmlar yoktu, sinir bozan. Peki, film bitişlerinde herkes ağlamaya başlamaz mıydı? Vah vah diyen teyzelerin sesini duyar gibi oluyorum. Onlar mutlu olunca bizde mutlu olmaz mıydık onlarla beraber? Sanki ömür boyu böyle sürecekti mutlulukları, onlar bir daha hiç kavga etmeyecekler, hiç geçip sıkıntısı çekmeyeceklerdi. Filmin en son karesinde ise hep el ele koşarlardı ekrana, sevgililer.
Reklâmlarda ise daha bir güzeldi. Hepsinde bir terbiye, bir seviye vardı. İnsanlarının zaaflarından çok, ihtiyaçları ön plandaydı.
Şimdi ki kadar çekilen klip de yoktu. Zaten klip diye bir şey yoktu ki o zamanlar. Zeki Müren eline o kocaman mikrofonu alır, şarkısını seslendirirdi, o kadar. Bu şekilde birkaç şarkının arka arkaya seslendirilmesi ile de müzik saati dolardı. Bu da her zaman olmazdı, günün belli saatlerinde olurdu sadece.
Çizgi filmler, onlarda da farklı bir tat vardı. Şimdi ki gibi güç gösterisi yapılan, savaşlı filmler yoktu. Onların yerine, Haidi ile dedesinin köydeki maceraları anlatılırdı. Bazen de, Kibritli Kız çıkardı karşımıza, o soğuk günlerde annesini arardı karların arasında. Bir de Casper'ımız vardı, sevimli hayaletimiz. Âlice Harikalar Diyarın'dayıda unutmadım, onun tavşanlarını da. Ya Temel'le Safinaz'ımıza ne demeli?
Birde, benim hepsinden çok sevdiğim, çocuklara çok şey kazandırdığına inandığım, Susam Sokağımız vardı, Edi ile Büdü'müz. Birçok doğru davranışı bu kısa filmlerden kazanmıştır bizim çocuklarımız.
O zaman ki seviyeli programlardan biri daha geldi aklıma. Yediden Yetmiş Yediye. Barış Manço'nun sunduğu, çocuk programı diyeceğim ama hakkını yemiş olurum o zaman. Bütün insanlara hitap eden bir programdı çünkü. Konukları ne kadar da çocuk olsa. Çocuklarımız onunla büyümemiş miydi? Onunla dişlerini fırçalamayı öğrenmemiş miydi? Ya ıspanağı kim sevdirdi onlara?
Atlamadan geçemeyeceğim bir program daha vardı, Pazar Konserleri ve Hikmet Şimşek. Onun sayesinde bütün Türkiye konserle, klasik müzikle tanışmamış mıydı? Bu büyük insan çocukların koro şefi de olup, onlara güzel şarkılar öğretmemiş miydi? Ekran başından bizim çocuklarımızda buna katılmamış mıydı? "Yavrucuğum!" diye çocuklara hitap eden sesi hala kulağımda.
Ben artık renkli televizyon istemiyorum, şatafatlı klipler de, gereksiz boş, argo sözlerde. Ağlayan bebeklerde istemiyorum, ya da arda arda mermi atan oyuncak silahlarda. Ben bez bebeğimi istiyorum, içi pamuk dolu olan, gülmeyen, ağlamayan. Ağaçtan el yapımı arabamı istiyorum, tekerlekli. Ben pilli araba da istemiyorum, uzaktan kumandalı…
Küçükken hep garipserdim eski bayramlar diye cümleye başlayan insanları. Ama şimdi ben de onlardan biri oldum. Ah eski filmler, programlar, şarkılar, oyunlar, oyuncaklar…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
DOSTLUK
Sevgiye herkes muhtaç,
Arkadaş her derde ilaç,
Dostluk omadan sevgi olmaz.
İş bölümü için
Ç aba ve sevgi,
İyilik için,
Sevgi ve dostluk.
Bir iyilik yapmak için,
Bunları yapman gerek,
Yapmazsan yapamazsın.
BU böyledir böyle gidecek.
Muhammet Çakar / 3-A
İSTANBUL 23.02.2006
Sınıfımda Türkçe dersindeydik. Konumuz arkadaşlık, iş bölümü, paylaşımdı.. Çok harika şiirler beklemiyordum.:) Aradan 10 dakika geçti,sınıfı dolaşmaya başladım. Ortaya çıkan ilk şiirlerdendi bu şiir. On yaşındaki bir çocuk yüreğiyle yazılmıştı. Bir çocuk içtenliğiyle, bir çocuk saflığıyla yazılmıştı. Belki de biz büyüklerin unuttuğu şeyler vardı şiirinin içinde. Belki de biz büyüklere bişeyler anlatmak istedi kendi dilince...
Gerçekten dünyada tükenen şeyler bunlar... Sevgi-dostluk-arkadaşlık. Böyle gidecek diyordu şiirde, ama bir gerçek vardı böyle gitmiyordu artık dünyada hiçbir şey... İnsanlar hırsları, bencillikleri için tüm dünyayı kirletirken nasıl böyle gidecekti düzen.. Bilemiyorum ki..!
Eskiden hatırlar mısınız televizyonlar yokken, dünya bu kadar küçülmemişken sevgiler ne güzel paylaşılırdı. Anneannemin İzmir'in şirin ilçesi Bergama 'da kocaman bir evi vardı çıkmaz sokakta. Sokak içinde bir kaç ev daha. Dostluk-paylaşım-kardeşlik için de bir kaç evdi bu evler.. Yaz tatillerinde biz tabii ordaydık.. Tüm mahalle bir minibüs tutar denize giderdik.Nerden baksanız yirmi kişiydik.. O kadar eğlenceli geçerdi ki yolculuklarımız. Bir gece birisinin evinde yemekteydik,diğer gece başka birisinin evinde .Televizyon varsa bile açılmazdı.Gece yarısına kadar sohbetler edilirdi.Arada da biz çocuklara dönülür"ya işte biz bööleydik "denirdi:) Şimdi biz de aynı şeyi diyoruz"ya işte biz böyleydik diye". Anlayacağınız herşey o kadar güzeldi ki. Çok özlüyorum o günleri inanın. Belki sizler de özlüyorsunuzdur eski paylaşımlarınızı, dostluklarınızı, arkadaşlıklarınızı.. Umarım eskileri daha fazla özlemeyiz. Yani umarım herşey daha fazla kötüye gitmez.. Tabii ki herşey bizim elimizde... Engüzel dostluklar, paylaşımlar, arkadaşlıklar adına şimdilik hoşçakalın.
İlkay Sivaslı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
donuk yüz senden kalan
yoğun istek üzerine yazmıyorum bunları sana, veya bir numaram yok beni arayabileceğin.
sadece karşında bir yerlerde oturmuş sana bakıyorum, gel gelebilirsen,gör görebilirsen diye.
aslında kendimi kandırıyorum blöf sana yazılmış her söz.
akrebine ayrı yelkovanına ayrı sövüyorum, insan kalbi olmalı güçsüz olan dayanamayan, yoksa haşa akrebede yelkovanada saygımız sonsuzdur, eh arada birde sen olmasan.
elde yapılan mantı tadındaydı aşk,
ve sarımsak sosluydu gelirken masaya,
bir bebeğin ilk lokması olsada ne farkeder, bu güzel hayatı hazırlayan ve sunan sen olduktan sonra.
iz bırakmak için değildi sana tutunup kalmam öylece, gazetelerde yazılana bakma sen, ben onları hiç sevmedim.
magazin sayfalarına taşınan aşk haberleri olsada, arkadaşları kıramadık işte.
aslında ben sende kalır gibiyim yürümüyor, olmuyor böyle, ben gidiyorum derken.
sende kalıyorum boğazım kuru,
sigarayı üstüste öldürsem de faydasız,
kalmışım sende bir kere,
sigara beni öldürse de.
Eryetiş Mayda
<#><#><#><#><#><#><#>
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Babamı kim vurdu?
Babamı kim vurdu?
Annem anlattı;
Şahitmiş bu sokaklar
Şu köşe başı,
Sokak lambası,
Merdivenli bakkal
Ve bu kadarı da cabası...
Çocukluğumu dinler miyim hiç
Gözüm görür mü boyumu
Yakasına yapıştım sokak lambasının
Konuş dedim!
Babamı kim vurdu?
Annem anlattı;
Şahitmiş gökyüzü
Gece siren sesleri
Bir de polis arabası
Dinler miyim cezaları hiç
Gözüm görür mü ki boyumu
Yakasına yapıştım yaşlı bakkalın
Söyle dedim!
Babamı kim vurdu?
Şekerli ellerimle gözyaşlarımı sildiğim yaşta
Baba demeyi yeni öğrendiğim,
Kokusunu henüz ezberleyemediğim yaşta
Söyle dedim;
Babamı kim vurdu?
Burcu Erman
Yukarı
|
Sudoku #39
Çözüm: Sudoku #38 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Flash animasyon konusunda tecrübe ve çalışma örneklerinin paylaşıldığı bir web sayfası öneriyorum. http://www.flashdevils.com/ Tamamının ingilizce olduğunu en başta belirtmeliyim. Örnek çalışmalar çok fazla olmasa bile, forum için bile girmeye değer.
Meraklısına çöpten adamların web sayfa adresini veriyorum. http://www.stickpage.com/ İster oyun oynayın, ister hazır filmleri seyredin. Biraz şiddet içerse bile özelikle bana cin ali dönemini hatırlattığı için bile görmeye değer.
Çok kapsamlı ve karmaşık olmayan çalışmaları seven ve malzeme bulamayanlar için http://www.designskey.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Hele bir de "website resources" diye bir web sitesi kaynak sayfası var, amatör dizayn yapmak isteyenlere basit bir kaynakça olabilir.
Son olarak bir kıssadan hisse hikayesi. Tabi ki benim anlatım tarzıma uygun olarak flash animasyon şeklinde. Mesajı en sonunda verilmiş. http://upchucky.net/~upchucky/flash-fun/farmer-donkey.swf Aslında benim anladığım şu oldu: Bir eşeğe adam muamelesi yapsanız bile eşek değişmez. Ya da atalarımızın dediği gibi: Altın semer bile vursan eşek yine eşektir.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|