İstanbul 25. Film Festivali



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 963

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Bu nedir yahu?


Merhabalar,

Bilmiyorum size de geldi mi? Geldiyse acaba aynı şeyleri mi hissettik? Mesela elleriniz titremeye başladı mı? Kalbiniz biraz daha hızlı atmaya başladı mı? Sinirlenip üç lafı arka arkaya söyleyemeyecek hale geldiniz mi? Ben aynen bu tepkileri verdim. Şimdi aşağıdaki resme dikkatlice bakın. Daha büyük görmek istiyorsanız, tıklayın büyük kopyasına ulaşın. Bir Türkiye Cumhuriyeti Üniversitesi, hem de öyle boru değil. İstanbul'un göz bebeklerinden Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi ana giriş kapısının önü. Yaklaşık 60-70 kişilik bir grup genç(?!) önlerindeki imama uyup saf tutmuş namaz kılıyorlar. Büyük ihtimalle bir Cuma namazı. Ne demeli bilmem ki, fazla söze de gerek yok, bu manzaranın oluşmasına çanak tutan, bu din bezirganlarına alet olan herkese yazıklar olsun.

Büyük görmek için tıklayınız

Kusura bakmayın, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Ne zaman?

Bazı çok önemli konuları açık biçimde tartışmadan, değerlendirmeler yapamadan saf tutmaya zorlandık, zorlanıyoruz.

Aydını, okumuşu böyle davranıyor. Onların eliyle halkın tepkileri bu çerçevede şekilleniyor.

Bu 'cepheleşme' telaşı, emperyal güçlerin becerikli yönlendirmeleriyle de güç kazanarak eğitimsiz, gelecek endişeli ve kural tanımama eğilimli geniş kitleleri peşinden sürüklüyor.

Benim gençliğimde, 1970'lerde böyleydi.

Birileri "Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemessiniz" diyordu. Diğerleri sosyalizm adına /uğruna dünyada ve Türkiye de yapılanları tartışmıyor, tartıştırmıyordu.

Her iki taraftan da-bazı konularda bile- farklı düşünmek ayrı ayrı felaketti. Yüzlerce insanı öldürüp, kentleri ateşe de verseler milliyetçileri eleştirirseniz, 'vatan haini' damgası yiyiveriyordunuz.

Yok; kimi solculara dil uzatırsanız, yapılan /yaşanılan türlü garabetlere ses çıkarırsanız, bu kez de bu cenahtan 'hain' sıfatı alnınıza yapıştırıveriliyordu.

Saflardan biri seçilmeli ve sonra tüm gündelik, kısa-uzun vadeli sorunlar, adımlar bu safların 'mutlak' gözlüğünden değerlendirilmeliydi.

Böylece hemen bütün yaşamsal ve yaşama ait değerlendirmeleri ya ıskaladık ya da sakat yaptık!

Kaç fidan gencecik soldu, solduruldu. Ülkenin yılları, dahası geleceği heba edildi.

Sağ mafyalaştı. Sol tükendi…

Her ikiside "davadan döndüler"! Bir bölüm en azından.

Bu işten kimlerin karlı çıktığını -sanırım- yıllar sonra bugün daha iyi anlıyoruz.

Bugün…

Türkiye'nin de içinde yer aldığı coğrafya'nın, başta petrol kaynaklarını ele geçirme ve yönetme isteğiyle ABD ve destekçisi emperyal güçlerce yeniden düzenlenmeye çalışıldığının;

Bu planın parçaları olarak;

Irak'ın işgal edilip parçalandığının, İran ve Suriye'ye göz dikildiğinin;
Türkiye sınırlarının da tartışılmalı hale getirilerek, kolay harcanılabilir, kullanılabilir devletçikler, gruplar, cemaatler yaratılmakta, var olanların beslenmekte olduğunun;

PKK'nın yıllardır ve bugün bu amaçla kullanılmakta olduğunun,

Yine ABD tarafından; "Ilımlı İslam Devleti" Modeli'nin; O'nun denetiminde Bölge'ye de örnek olacak biçimde laik devlet ve Cumhuriyet kazanımları bilinçli biçimde geriletilerek Türkiye'de uygulanmak istendiğinin;

Avrupalı Kapitalist Ülkelerin, AB'yi medeniyet projesi olarak cilalayıp, Türkiye'yi yedeklerine alınan bir toprak parçası haline getirmek, bu amaçla Ermeni, Rum Lobilerinin tüm taleplerinin zorla dikte ettirme yönünde çabalarının da hız kazandığının,

Yani ülke bağımsızlığının ve laik Cumhuriyetin büyük ölçüde yok olma tehlikesinin,

Farkında mıyız?

Farkında olmak; bir araya gelerek mücadele etmeyi gerekli kılar mı?

Evet kılar…

Bir araya gelmek, bütün konularda aynı düşünmeyi zorunlu tutar mı?

Hayır tutmaz…

Cepheleşmeyi ve bir cepheleşme mantığıyla hareket edip, yıllardır süregelen yanlışları tartışmayı ertelemeyi, önemli ve asıl çelişkileri arka plana atmayı gerektirir mi?

Hayır gerektirmez…

Emek-sermaye; sömüren-sömürülen çelişkilerini -bilerek-kapatan, gizleyen;

Hukuku -kendi işine geldiğinde- hiçe sayıp, rafa kaldıran birlikteliklerden;

'ulusal kaygıları' ve acil gündemleri bile olsa,

'hayır' gelir mi?

Bugün: Örneğin, bazı üniversiteler ve yöneticilerini, güneydoğudaki yanlışları, hukuk dışı uygulamaları eleştirerek te 'ülkesever' olamaz mıyız?

Yanlışları tartışmanın dün zamanı değildi? Bugün de değil?

Ya ne zaman, zamanı olacak?

Başka niyetler, planlar içinde bulunmadan ve eğer varsa bu planları da ortaya çıkararak;
Birliktelikleri, zorunlulukları ıskalamadan bu ülkenin sorunlarını ne zaman adam gibi tartışabileceğiz?

Ne zaman?

Cumhur




Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Gülendam Z.Oğuz

 Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz


  Bir seyahat güncesi- 2

Havalimanından şehir merkezine yaklaştıkça taş köprülerden geçiyoruz. Merkezde ise dikkatimi içerisi yolcu dolu kırmızı tramvaylar çekiyor. Sonra da ihtişamlı binalar ve özellikle de damlarının hemen altındaki muhteşem süslemeler. Bu yolculuğumuz yaklaşık yarım saat sürüyor. Şükür ki taksi ücreti makul bir fiyat tuttu!

Otelimiz dış görüntüsü ile aynen internet sayfasında yayımlandığı gibi! Resepsiyon görevlisi ise oldukça ilgili ve nazik!


Pırıl pırıl parke zeminli koridordan odamıza giderken sağlı sollu duvarlardaki enfes tablolardan gözümü alamıyorum. Güzel bir seçim yapmışım, kendimle haklı bir gurur duyuyorum. Türkiye'den tur getiren acentelerin tümü insanlarımızı beş yıldızlı gökdelen otellere yerleştirirken, ben kendi başıma internetten bu oteli bulmuştum. Hayır, yüzme havuzlu bir otelde kalmayı niye tercih ederler, hiç anlamam. Acep açık büfede tıkınıp tıkınıp sonra havuzda göbek mi eritmeye çalışırlar?

Önceden Prag hakkında dersimi iyi çalıştığımdan eski şehir merkezinde kalmamızın on yaşında bir çocukla benim için daha uygun olacağına karar vermiştim. Herşey yürüme mesafesinde olmalı idi. Dolayısı ile çok mutluyum! Onlar havuzda yüzsünler, bol bol kristal satın alsınlar, ben kızımla bu masal şehri içimize sindire sindire yaşayacağım.

En nihayet, görevli odamızın kapısını açıyor. 'O da ne? Oda mini minnacık! Kapıyı açar açmaz adeta yataktasın! Toplasan çarpsan, hatta bir kere daha çarpsan 7-8 metrekare bir odacık'! Başımdan aşağıya kaynar sular iniyor. Soluğu resepsiyonda alıyorum. Pasaport hadisesinden sonra tam da yeni sakinleşmiş, hatta mutlu bile olmuştum.

Resepsiyonist müdürünü çağırmak zorunda kalıyor. Çünkü ben isyanlarda, 6 ay önceden rezervasyon yaptığımı ve onca parayı böylesine ufak bir odada, her ayaklanışımda yatağa çarpıp bir yerlerimi morartmak için vermeyeceğimi söylüyorum. Neyse ki, çok uzatmadan beni haklı görüyor ve susturuyorlar. Ancak, o gece için başka boş oda yok! Bir geceliğine orada kalmamızı, ancak ertesi gün güzel bir odaya alacaklarını söylüyorlar. Yapacak birşey yok! Kabul ediyorum.

Elimizi yüzümüzü yıkayıp, valizlerimizi hiç açmadan kendimizi sokaklara atıyoruz. Zaten odada yarım saatten fazla kalsan klostrofobi sahibi olursun!

Eski şehir meydanı otele yaklaşık 300-400 metre! Şaşırmıyorum, çünkü bu konuda tez hazırlar gibi çalışmışım! Alel acele bir pizza ile karın doyurup bir ışık oyunları ile pandomim tiyatrosuna giriyoruz. Kızım zevkten dört köşe! Benim de serumla verilir gibi damıta damıta keyfim yerine geliyor. Gösteri boyunca, arka sıramızdaki ingiliz gençlerin abuk subuk gıdaklamaları ve buna gülmelerine kimse anlam veremiyor. Kızım bu duruma kikirdiyor.

Eski şehir meydanı (kitaba bakıyorum; (hah!) Staromestske Namesti), Temmuz ayında, hele bir de ay ışı altında öylesine göz alıcı ki... Büyük bir turist topluluğunun kafalarını gökyüzüne dikmiş birşeye baktıklarını farkediyoruz. Merakla yanlarına ilerliyoruz -ki.. Bön bön eski Belediye Sarayı'nın saatine bakıyorlar. Bu bir astronomi saati ve harika süslemelere sahip. Yanlarda ise gözlüksüz tam da seçemediğim çeşitli insan figürleri var. Her saat başı çaldığında 12 havarinin geçit töreni başlıyor. Turistler de haliyle bu seremoniyi kaçırmak istemiyor, artık anlıyorum. Yukarıya bakmaktan boynum tutuldu. Tamam geçit bitti, havariler de geldikleri gibi gitti!

Meydanın ışıkları altında süslü faytonlar kızımın ilgisini çekiyor. Sıkı bir pazarlıktan sonra en fiyakalısına biniyoruz. Eh, burayı yaşamaya geldik. Nerde bu bakımlı azman aygırlar, nerde bizim adaların aç bitap ve bakımsız sütçü beygirleri... İçim sızlıyor! Faytonlar sanki kraliyet faytonlarından, hepsi gıcır gıcır! Ama at, her yerde at işte! Bir yandan koşuyor, bir yandan da şey ediyor. Kötü kokudan ötürü tüm masalsı havalarımız da, prensesliğimiz de böylece son buluyor. Kızımla ikimizi faytoncunun hiç de iplemediği bir gülme krizi tutuyor.

Gece yarısını geçtik. Etraf da biraz ıssızlaştı. Otelimize doğru hızlı adımlarla yürüyoruz.

Odamız küçük ama yatak standart ve üstüne üstlük oldukça rahat! Çarşaflar temiz, kokarmış kızım gibi mis! Uykular gelmiş, aman da gitmesinlermiş!.. Hele bir uykumuzu alalım, sonra devam edermişiz!..

Gülendam Z.Oğuz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SİNEMANIN ETRAFINDA PERVANE -3-

- Bu ne biçim film ayol? Ağlamaktan göz pınarlarım kurudu. İçim dışıma çıktı.
- Sende o kadar ağlamasana anacım. Rol icabı yapıyorlar. Türkan ŞORAY daha iki gece önceki filmde veremden ölmüştü.
- Filim olmasına filim canım. Ama yine de içime dokunuyor işte be ahretlik…
- Geberesice, ne fena adam bu ayol. İnsanlara yapmadığı, etmediğini bırakmadı.
Suratında da meymenet yok zaten. Adı da Erol TAŞ'mış, kafasına kocaman taş düşer inşallah.
- Ay sen de bir hoşsun vallahi. Onun da rolü öyle. Para için yapıyor. Ne yapsın?

Yazlık sinemada izlenen filmler ertesi gün bağda, pamukta, tütünde yeniden anlatılırdı. Sinemaya birlikte gidenler bile saatlerce aynı filmi konuşurlardı. Sinemada izlediğimiz Ömercik, Ayşecik, Sezercik gibi çocuk kahramanlara özenirdik. Onlar her türlü yaramazlığı yapar ama neredeyse hiç cezalandırılmazlardı. Biz kavun çalsak, armudu taşlasak birisi koşa koşa eve yetiştirir, eşek sudan gelinceye kadar dayak yerdik. Ayşeciğin elbiseleri hiç kirlenmezdi ve çoğunlukla etekleri kısa bir elbiseyle kırlarda koşup oynardı. Bacaklarını dikenler yırtmaz, ayakkabıları çamur olmazdı. Öğretmenin bize verdiği Ayşegül kitapları serisindeki kıza benzerdi. Altı ile on yaş arasındaki bütün oğlanlar ona âşıktı. Büyüklerin söylediğine göre sinema bizi yoldan çıkarıyordu. Küçük yaşta gözümüz açılıyor, her şeyi görüp öğreniyorduk. Bu hiç iyi değildi, hiç… Çünkü asıl azmasa da nesil azardı.

- Senin tabancan var mı?
- Yok, çomaktan yapsam olmaz mı?
- Kendine bir tabanca al artık. Paranı hep leblebi tozuna harcıyon.
- Almazsanız almayın, yalvarcam mı? Biz de başka oyun kurarız.
- Tabancan olsa daha çok tadı çıkar.
- Sanki sizin tabancanız var da sesi mi çıkıyo? İçinde su bile yok.
- Tamam tamam gel hadi… Senin tabancan çomaktan olsun.
- Kafadan ve koldan vurulma yok, mızıkçılık etmeyin haa…

Kovboy filmleri yeni bir oyun akımı başlatmıştı. Şimdi çok iyi anımsamıyorum ama oyunun Çinli Türk veya Çilli Türk gibi bir adı vardı. Çocuklar iki takım kuruyor, sonra sokaklara dağılıp saklandıkları köşeden veya ağaçların arkasından öteki takımın oyuncularına ağzıyla "dışın dışın" diye seslenerek ateş ediyordu. Bu silah sesi taklidi, sinemadan dilimize yapışmış ilk dublaj efektlerinden biriydi. Vurulan oyundan çıkıp ötekilerin oyunu bitirmesini beklerdi. Vurulmak için vücudun yarısının açıkta kalması gerekirdi. Vuruldun, vurulmadın tartışmaları uzar gider, oyunu genelde ikinci tekrardan daha fazla sürdüremezdik. Sinemaya giremediğimiz zamanlar genellikle takımlar halinde kalaycı kapçı diye bir gece saklambacı oynardık. Kan ter içinde, taa sinemanın dağılma saatine kadar.

- Ulun, sinema faresi gel bakalım yanıma…
- İki gözüm önüme aksın yalanım varsa. Dün gece sinemada değildim ben.
- Her yemin billâh ettiğinde gözlerin aksaydı, sen doğuştan kör olurdun zaten.
- Bi kere olsun inan be usta ya. Gece yarısına kadar dükkânda bekledim. Gelcem diye haber göndermiş ama gelmedi.
- Geldim dükkan kapalıydı, kaz ayakları hala kaynak bekliyor diyor ama
- Valla yalan söylüyo ya usta.

Bir gece sinemaya girmeyi yine beceremeyip tespih ağacına çıkıp sahnenin yarısını görmeye razı olmuş, ağacın dallarındaki beleş sinemada yerimizi almıştık. Esen PÜSKÜLLÜ ile Erol BÜYÜKBURÇ'un şarkılı, danslı filmlerinin çok ünlü olduğu zamanlardı. O filmler bizim için çok sıkıcıydı. Hepimiz kovboylar gibi ateş etmek ve Cüneyt gibi bir yumrukta karşımızdakini devirmek istiyorduk. Hem film sıkıcı, hem ağaç evin penceresine yakın olduğu için gürültü, patırtı etmek yasak olunca Yörüğün Osman ağaçta uyumuş. Ağaçtan pat diye çuval gibi bir şey yere düştü, sonra arkasından anam anam feryatları sokağı kapladı. Apar topar dallardan inip sokağın kör ışığında Osman'a baktık. Kan, kırık, çıkık bir şey göremedik. Yere yan tarafıyla düşmüş. "Bir yerin acıyor mu?'diye sorunca "Çit kemiklerim acıyor." dedi. İki koluna iki arkadaş girip evine götürdük. Sadece birkaç ezikle kurtulduğu için şanslıydı. Bu elbette bize ders olmadı. "Ağaçta uyursan böyle olur." deyip nasihat etmekten de geri durmadık.

Sonraki yaz ben önce Büfeci Burhanettin yanında gazoz satma işini kaptım. Sinemaya girmek için kırk takla atmaktan, kırk türlü numara çevirmekten kurtulmuştum. Filmleri artık rahat rahat izleyebiliyordum. Ayrıca bana bir kasa gazoz başına yirmi beş kuruş ödüyordu. Genellikle sıcak yaz gecelerinde on kasaya yakın gazoz satar kocaman beyaz iki buçuk lirayı cebime koyar, kazandığım paradan çok sinemaya para vermeden girmenin tadını çıkarırdım. Işıklar kararıp film başladığında aralarda gezmek, gazoz diye bağırmak yasak olduğu için boş bulduğum bir sandalyeye oturur filmi izlerdim. Film ara verdiğinde tabanları yanmış it gibi beni çağıranların yanına koşup hızlıca kasaları boşaltmaya çalışırdım. Film çok eski olduğu zaman sık sık kopar ve ara vermek zorunda kalınırdı. Öyle gecelerde her zamankinden daha çok para kazanırdım. Ama yine de filmin kopmasını, ara verilmesini istemezdim. Çünkü parça parça izlenen filmlerin hiç tadı olmuyordu.

- Patlatsana bana da bir cincibir.
- Hemen abi…
- Patlamadı ama bu, baksana köpürmüyo bile.
- Daha nasıl köpürcek kine abi.. Salla istersen, bak o zaman nasıl köpürüyo.
- Bayat gazozları dayıyonuz dimi bize.
- Gazozun bayatı mı olur abi. Biz geleni satıyoruz. Bekletecek depomuz mu var zaten.
- Tama lan tamam, sus konuşma… Sende amma geveymişsin be.

Sinema işi iyiydi ancak o yaz işlerim sezonun sonuna doğru bozulmaya başladı. Satışlarda açık verdiğim zaman parayı cebimden ödemek zorundaydım. Aksilik ya her gece bir ya da iki gazoz açık veriyordum. İki gazoz ellişer kuruştun bir lira ediyordu ve bu benim için çok büyük bir paraydı. Film başlayıp ışıklar söndüğünde genellikle arkadaşlarımın yanına oturuyordum. Uyanıklar ben filmi izlerken ayaklarımın yanına bıraktığım kasadan her gece iki gazoz yürütüyorlarmış. Film ara verip ben koşturmaya başlayınca uyanıklar da gazozları açıp içiyorlarmış. Onların yanına oturmayınca açık vermediğimi fark edip durumu anladım. Anlamak hiçbir işe yaramadı. Çünkü onlardan gazoz paralarımı almama imkân yoktu. "Beni ne güzel uyuttunuz oğlum, helal olsun size. Arkadaşlığınıza da helal olsun yani." Deyince önce hep birlikte güldüler. Sonra da yaptıklarından utanmış gibi mahcup ifadeler takınıp, bana rol yaptılar. Yedeğim kazık yanıma kar kaldı. Onların sırtından gömleklerini, ayaklarından pantolonları alıp satsam zaten beş para bile etmezdi. Zararı sineye çekip arkadaşlığı sürdürmekten başka çare de yoktu. Onlara darılsam bile zaten mahallede oynayacak başka çocukta yoktu.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  RAFADAN YAZI

- Lülülülülü..
- Oooo Edi n'aber ya?
- Yeni yazın iki gün içinde elimde olsun.
- İki gü….
Dıııııt…

Ulan tam da kariyerimle halvet olmak üzere, full konsantrasyon şehir plancısı olarak dolaşmaktayım. Şahlanmışım. O imar komisyonu senin, bu belediye meclisi benim; o parsel bunun, bu mülkiyet şunun imar geçirmekteyim. Coşmuşum.

Eğer Edi telefonu suratıma kapatmasaydı, yukarıdaki cümleyi kurduğumda aynen şöyle söylerdi: "Harika. Eminim çok komik şeyler geliyordur başına. Yaz!"

Yahu iyi de, o başıma gelen saçma sapan şeyleri unutmak için yazıyorum ben. Hem Kahve Molası'na iş taşımayı da sevmiyorum!

"O zaman kariyer maçından mola aldığın zamanlarda haytalık yapacağına, iki satır gazete oku, iki dakika haber izle de gündemi yakala.
Sadece gazetelerin ilk sayfasından tuğla gibi bir romana malzeme çıkar. Yaz!"

Yaz. Yaratanın adıyla yaz!

Efendiiiiiiim. Bakalım muasır medeniyetler seviyesine erişmesine ramak kalmış memleketimin, nadide gündeminde neler varmış.

Müjde Ar: "Türk sinemasında gerçekten iyi çekilmiş bir sevişme sahnesini göremezsiniz" demiş. İyi çekilmiş sahneyi geçtim; kötü çekilmiş bir sevişme sahnesini görmemiz için bile 'kırkyüzbinmilyon şerit' sinema filmi çekmemiz gerekti.

Şöyle bir eski Türk filmlerini hatırlayalım. Bırakın sevişmeyi; daha önce herhangi bir erkekle flört etmiş bir kadın bile esas oğlan tarafından "kaltak" damgası yer ve tokatlanmak suretiyle kapının önüne konulurdu.

Yıllarca 'ilk ve son erkek' izanıyla harmanlanmış Türk sineması, sevişme sahnelerinde 'kötü kadın Suzan Avcı'dan başkasını kullanamadı. Kalanlar ya içkisine ilaç katılarak tecavüze uğrayan kadınlardı; ya da bayıltılıp, sevişmediği halde 'sevişti' iftirasına uğramış kadınlar. Öyle ki, kötü adam rolündeki delikanlı, bayılttığı halde esas kıza dokunmaya kıyamaz ve filmin sonunda "elini bile sürmediğini" itiraf ederdi.

Tecavüze uğradığı için intihar eden esas kızlar; "artık vücudu kirlendiği" için yavuklusunu terk edip kötü yola düşen kadınlar; kötü yola düştüğü halde asla kimseye kendini ellettirmeyenler; sevmediği bir adamla evlenmek zorunda kalıp, yıllarca kocasına vermeyenler de Türk sinemasının olmazsa olmazları idi.

Bu şartlar altında Türk sinema tarihinde iyi ya da kötü çekilmiş sevişme sahnesine rastlamak çölde kutup ayısına rastlamak kadar abesle iştigaldir. Türk usulü porno filmler elbette kaideyi bozmaz.

Bununla birlikte birçok otorite, Müjde Ar'ın 80'li yıllarda rol aldığı filmler ile, kadının cinsel özgürlüğünü ilan ettiğini iddia ediyor. Özgürlük dedikleri de bikini giymek, öpüşmek ve az biraz daha şuh tavırlar. Yemişim sizin özgürlük anlayışınızı!

Ama umudunuzu kaybetmeyin! Müjde Ar'ın beceremediğini Zekeriya Beyaz becerecek; göreceksiniz.

Muhterem, geçtiğimiz günlerde gene pek manalı kelamlar etti TV ekranlarında.
- Hocam kandil gecesi, ramazan gibi mübarek günlerde cinsel ilişkiye girmek caiz midir?
- Mübarek günlerde, meşru olan cinsel ilişkiye girmek kat kat sevaptır.

Eyvallah Hocam; gözünden ısırırım. Sen de olmasan halimiz abazan vallahi.

Gündemi yarım yamalak takip ettiğim için, Zekeriya Hocanın bu beyanına ulemanın yumurta atıp atmadığını kaçırdım. Lakin Mersin'de başbakana yumurta atanların 13 yıl hapisle yargılanacaklarını biliyorum.

Buradan Zekeriya Hocaya yumurta atmak niyetinde olanları uyarıyorum! Pastörize Unakıtan yumurtası kullanın. Ceza indirimi uygulanıyormuş.

Objektif, duyarlı ve sorumluluk sahibi bir yazar olarak, tarafsızlığımı koruyup bir uyarı da Zekeriya Hocama yapayım.

Hocam! Yumurta atan felan olursa malum saunaya gidip paklanırsınız, hiç üzülmeyiniz. Pastörize yumurtalarla kuş gribi olma riskiniz düşük ama, diyelim ki kuş gribine yakalandınız, gene de korkmayınız. Sağlığınızın teminatı ithal doktorlardır.

Darısı ithal başbakanların, ithal bakanların, ithal milletvekillerinin, ithal bürokratların başına! Mesela diyelim getireceksin Maliye Bakanlığına bir Yahudi'yi, seyreyleyeceksin ekonomiyi. Bundan daha kötü olmaz emin olun.

Efendime söyleyeyim.. Turizmde tehlike çanları çalıyormuş. Dibinde davul çalsan uyanmayan pek kıymetli bakanımızın yerine getireceksin bir Yunanı, göreceksin turizmde patlamayı!

Diyeceğim o ki politika, ekonomi, yumurta, sauna, mafya, cinsel özgürlük felan hepsi hallolacak şeyler. Hiç kafanızı yormayın. Asıl mesele Seray Sever'in sesi kendi sesi midir, yoksa İzel'in sesi midir? Budur. Gerisi hikaye!

Di mi lan?
İtirazı olan varsa, anasını da alsın gitsin yazıdan!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Uğur Erdoğan

 BaLdaki Tuz : Uğur Erdoğan


  bi miLyoncu

mecidiyeköy'de ki eski benzincinin yerine yapıLan meydandan profiLo'ya doğru inerken köşedeki kırtasiyecinin yerine yeni açıLan ''bi miLyoncu'' yu gördüm.. o tarafa ister istemez yönLendim… eskiden rampanın sonunda da vardı bu dükkandan.. sokağı iyiden iyiye kapLamışLar neredeyse..

eskiden de yine sokakLardaydı bunLar, tezgahLarı vardı kaLdırım üstünde ve yine ne aLırsan hep bi miLyondu… seyyar arabaLarı inanıLmaz geLirdi bana, tahtakaLede yapıLan biLdik tekerLekLi seyyar sebze arabasını nasıL oLup da koskocaman, üsteLik camekanLı bir duruma getirirLer hep şaşardım… orjinaLi 1x1,50 mt., biri önde iki yanda üç tekerleği oLan bu tezgahı iki cam çerçeve iLe eşşek kadar yapıp, kaLdırımLarı kapadıkLarına çok kez şahit oLmuştum.. büyüttüLer şimdi işi tabi.. eskiden tek farkı o tekerLekLi seyyar tezgahın yerini kağir binaLarın aLması.

bu bi miLyoncu mağazaLarında bana en iLginç geLen şeyLerden biri herhangi birinin kafam kadar bir parçayı havaya kaLdırıp '' bu da mı bi miLyon!!'' diye heyecanLa ve afaLLayarak tezgahtara sorması.. asLında öyLe ihtişamı var ki eLindekinin, onun en az beş kat daha fazLa pahalı olabileceğini düşünüyor insan…

bu parçanın ederini saptama hadisesi direk oLarak insanın kafasına ihtiyaç oLayını sokuyor haLiyLe.. eğer evinde kıçın donuyorsa, cebindeki son eLLiLiğin yarısını kataLitiğin tüpüne cart diye yatırırsın ve diğer aLınabiLecek herşey sana işe yaramaz geLir… şu üçLü sakLama kapLarı meseLa, insanın aLası geLiyor ama evde sakLayacak bir şeyim yok ve doğaLgazın parasını haLa ödemedim ..

''bi miLyoncu'' dükkanLarın bir diğer iLginç tarafı, beLki de asıL gizLi kuruLuş amacı insanLara zor zamanLarda çok az paraya nefis bir aLışveriş fırsatı sunuyor oLmasıdır.. aLışveriş yapmaktan öte ihtiyaç olanları ve ihtiyaç oLmayanLarı hatırLatıp, sahip oLma arzusunu törpüLüyor..

şaşıLacak bir diğer şey de bu dükkanın iki katLı oLması.. ikinci katta tornavida ve çeşitLi uçLarı, pense cinsi hırdavatLar satıLıyor.. geçen gün deniz'in arabasının bir parçası kırıLmıştı, ince ağızLı bir yıLdız tornavidaya ihtiyacım vardı tamir için.. tornavidaLara bakarken yanımda biri beLirdi inceden eLinde bir sepetLe… uLan resmen sepetti bu ve içi tıka basa doLuydu.. ben on dakikadan fazLadır dükkanın içinde oLmama rağmen eLimde haLâ hiçbir şey yoktu… sanki o tornavidaLarın hepsini o adam aLacakmış, bana kaLmayacakmış gibi bir duygu iLe hiç inceLemeden dandik mavi renkLi bir tanesini hemen eLime aLdım…

bi miLyon çok ürkünç bir rakam oLarak geLmese de insanoğLu yine de kazıkLanmamaya dikkat ediyor.. çünkü insan kazıkLanmadan ya da kâra geçmeden aLışverişi tamamLamış oLmuyor ne hikmetse..

aLında bütün insanLarın kafasında bire bir hak, emek, denge hiç yok.. azaLmadan çoğaLmak bizim miLLetin derdi… bu yüzden bu kadar ağzına kadar doLu bu bi miLyoncuLar…

on beş dakikadan fazLadır bu rafLara bakıyorum.. öyLe tıkış tıkış ki insanın gözLeri bozLuyor bakmaktan.. beLki de bir satış poLitikası bu bizimkiLerin.. işgüzarLığı..

bir de Lunapark gibi buraLar.. eğLendirici yani.. insan bi şeye binmese de izLeyip yine eğLenebiLiyor bi şekiLde fiLan.. sadece gezmek de oyaLıyor insanı.. sınırLı bütçeye bu kadar eğLence yeter de artar hani…

geçen gün gazetede bir oLay mahaLLinde çekiLmiş bir fotoğraf gördüm.. oLay basit adLi bir vaka.. genç adam kendisine yoL vermeyen diğer şöförü önce uyarmış, sonra küfretmiş ve kavga çıkmış.. kavga dediysek işin içine Levye fiLan faLan girmiş haLiyLe.. ortaLık beyrut gibi oLmuş resimde.. buraya kadar herşey biLdik manzara tabi ki, ama sizin biLmediğiniz ve göremediğiniz şey, berfu'nun iLetkisindeki küçük büyüteçLe baktığım resimde arka pLanda kaLan dükkanın tabeLası…

'' ne aLırsan on miLyon.. '' yazıyor tabeLada… geLişen LiberaL ekonomide bunu da gördüm ya artık gam yemem…

yakında ''ne aLırsan yüz miLyon'' oLur bizLer şaşıran gözLerLe ve dangaLakça ''uLan oğLum hayret bişey haa, bu da mı bi miLyon '' dedikçe..

adamLar ''bir'' den ''on''a çıkmadan cebimdeki eLLiLiğin otuzunu tüpe ayırdım… kaLan yirminin beş Lirasına aLdığım yıLdız tornavida, üçLü eLektrik uzatma kabLosu, bıyık makası, ayarLı pense, ve oyuncak poLis rozetini tezgahtarın verdiği siyah poşete koyup yoL üstündeki meşhur bakLavacıya uğradım..

bir buçuk porsiyon karışık tatLı, bir de ayran söyLedim…

Uğur Erdoğan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
10 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Yaş mı, Kariyer mi?

Bir haber okursunuz, gülersiniz, bazen de düşünür ve kaleme sarılma gereği duyarsınız. Konu bolluğu çekilmeyen güzel ülkemde her gün yaz yaz bitmeyecek sorunlardan biri - kimilerine göre önemsenmese de - bir kişinin ne zaman hayattan elini eteğini çekeceği meselesi..

26.Şubat.2003 tarihli Vatan gazetesinde okuduğum haber konuya açıklık kazandırabilecek türden haberdi, bana göre: Amerikalı Helen Thomas adlı gazeteci, bir basın kuruluşunun Beyaz Saray basın temsilciliğini sıkı durun, tam 1961 yılından bu yana başarıyla sürdürüyor ve yine tamı tamına 83 yaşında... Bu inanılmaz insanın görevi Beyaz Saray'da gerek Amerikan Başkanı'nın bizzat ya da onun adına basın toplantısı yapanların basın toplantılarını izlemek ve sorular sormak. Bir basın kültü olan Bayan Thomas her basın toplantısında ilk ve son soru sorma hakkı da tanınmış. Onun her sorusu da basına haber konusu olacak düzeyde!

İkinci bir örneği ülkemden vermek isterim: İstanbul'da çok tanınmış bir eğitim kurumu görevlendirmeyi düşündüğü öğretmen ve müdür yardımcıları için yaş sınırı getirmiş, 1958 doğumlulardan aşağı olan kişilerin müracaatını kabul etmediğini ilan etmiş. Ayrıca başvurularını internetten yapanlara öncelik tanıyacağını bildirmiş. Hadi dedim, konuyu bir de internet üzerinden bakayım; gerçekten yaş kombosu 1958'den sonrasını kabul etmeyecek şekilde yazılmış. Kendime vazgeç bu sevdadan dedim.

Bu duyuruyu yapan kurumun yönetim kurulu üyelerinin fotoğraflarına baktığımda, her birinin yaş ortalamasının iyimser bir tahminle 55 olduğunu anlıyorum. Siz acaba bu okula gerçekten öğretmen ve yönetici mi alıyorsunuz, yoksa bir aşağı bir yukarı koşturacak sporcu mu? Diye sormak geçti içimden.

Bugün Almanya'da erkek öğretmen 67, bayan öğretmense 65 yaşında emekli olurken, ülkemizde çok sorunlu, çetrefilli, uzmanlık ve deneyim isteyen bu meslekten bir insanın 45 yaşında kariyerini sıfırlamasının akla ve mantığa sığar bir yanı var mıdır bilmiyorum.

Olaya bir başka boyuttan bakarsak: Örneğin ben, 1957 doğumluyum ve bu okulda çalışmak istedim. Çok parlak da bir kariyerim var, ama sırf bu yaş sınırlaması yüzünden başvuru yapamamaktayım. Aklıma şu da takılmadı değil: Acaba bu ilanı veren insan kaynakları sorumlusunun yaşı ne kadardır? Belli olmaz, o da 1946 doğumlu olabilir!

Milyonlarca işsizin sokaklarda, kahve köşelerinde zaman tükettiği ve büyük bir umutsuzluk batağına sürüklendiği bu ülkede, emekli olmayı başarmış bir insan elbette kendini şanslı saymalıdır. Ancak yine bu ülke, yetişmiş, kendini mesleğinde kabul ettirmiş, kariyer sahibi insanları da bir kalemde "Efendim birçok genç işsiz, başıboş dolaşıyor." gerekçesiyle de silip atmamalıdır. Özellikle eğitim sektörünün günümüzde geldiği durum acaba yetkilileri kara kara düşündürmüyor mu?

Acımasız bir kış koca ülkeyi teslim almış, okullar tatil edilmiş, benim sevgili muhabirim şöyle başlık atıyor gazeteye:"Çocuklar tatil sevinci yaşıyor!" Yani çocuk okulda mutlu değil, tatil olursa ancak yüzü gülebiliyor. Onun için değil mi, okulların kapanacağı son haftaya girildiğinde tüm okullarda tatil alarmı verilir, öğrenciler kitap ve defterlerini sokaklarda yakarlar ya da yırtarlar...İşte eğitimde geldiğimiz nokta..Öte yandan YÖK'ün eseri eğitim fakültelerinde öğretmen yetiştiremediklerini açık yüreklilikle itiraf edebilen profesörler...

Genç öğretmenlerin yaşadıkları sorunları, bir dokun bin ah işit dercesine yoğun ve acımasız olduğu da altı çizilmesi bir diğer gerçektir. Devlet bir dönem tüm köy okullarını kapatıp, binalarını çürümeye terk etmiş, aradan geçen üç beş yıl sonra tekrar politika değiştirip kapanan köy okullarını yeniden öğretime açmıştır. Peki, köylerde hizmet yapacak öğretmeni nerde yetiştirmektedir, devlet? Üniversitelerde. Peki, bu gençler köyü tanıyor mu, köy ortamına nasıl uyum sağlayacaktır? Bu soruların yanıtını verecek alt yapı var mıdır? Ne yazık bu soruların yanıtı tümüyle olumsuzdur. Gidin bakın, bugün köyde çalışıp köyde kalan öğretmen oranı % 5'i geçmez. Onlar da ulaşım olanağı olmadığı için çaresizlikten köyde ikamet etmektedir. Köyle bağı olmayan bir öğretmenin köye ve öğrencilere ne kadar yararı olacaktır, bilen varsa söylesin.

Öte yandan gün geçmiyor ki, gazete ya da televizyonda, 'okulda bıçaklama', ya da 'okulda tinerci dehşeti' başlıklı haberler çıkmasın. Bu haberler eskilerin deyimiyle "vaka-i adiye"den sayılacak durumda ve artık mızrağın çuvala sığamadığı bir boyut kazandı. Herkes acil çözüm arayışları içerisinde. İlgili ilgisiz herkes bir şeyler söylüyor. Konu en çok da çocuklarını umutla eğitim kurumlarına gönderen aileleri ilgilendiriyor. Bir gün İstanbul Arnavutköy'de gittiğim İlköğretim Okulu müdürü, "Hocam, okulun ihata duvarlarını yükseltmeyi başardık. Böylece okula sık sık baskın yapanların önüne bir ölçüde geçebildik."diyerek yaşadıklarını dile getirmişti. Okul çevresindeki evlere baktığımda kümesi andıran yamru yumru binalar gördüm. Okul yöneticisi bu ortamda yaşayan insanların İstanbul'a Anadolu'dan çeşitli nedenlerle zorunlu göç etmiş, hiçbir nitelik taşımayan insanlar olduğunu da eklemişti. Bu tür bir bölgede görev yapan öğretmen ve yöneticilerimizin can güvenliği ise sürekli tehdit altında olduğu acı bir gerçektir.

Son söz: Bu ülkede Tanzimat'tan beri devam eden kavramlar ve değerler karmaşası, 21. y.y.da da sürecek. Ve ben bu karmaşanın hangi dilimine kadar yaşayıp göreceğimi kestiremiyorum. Bir yazar olarak, sizlere pembe bir tablo çizmem olanaksız. Ama ben de her gün sokaklarda mutsuz insanlar görmekten bıktım, usandım. Yönetim erkini elinde tutanlar, eğitime yatırım yapanlar, lütfen geleceğimizle ucuz çıkarlar uğruna oynamayın, oynamak isteyenlere de izin vermeyin.

Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


TÜLİN VE FANTEZİ

Dün benim doğum günümdü
Ne istersen iste dedim
Ve bıraktım gönlümü
Kendi haline
Güzelliklere

Geçtim penceremin ardına
Araladım perdenin tülünü
Bakışım kelebeğe takıldı
Ve gökten Tülin indi
Elinde bir yıldız buketi

Güzin, Cavit, Onur ve ben
Bir fantezi yapalım dedik
Bindik belekpres trenine
La Fantaisie'ye götürdü bizleri
Nefis bir yemek yedik
Fatma'nın yerinde

Bugün başka bir gün
Daha da yaşlıyım düne göre
Ve yaşam sürüyor
İçimizdeki
Güzelliklere
Gebe…

Yakup Yurt

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #41



  Çözüm: Sudoku #40
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Flash animasyon konusunda tecrübe ve çalışma örneklerinin paylaşıldığı bir web sayfası öneriyorum. http://www.flashdevils.com/ Tamamının ingilizce olduğunu en başta belirtmeliyim. Örnek çalışmalar çok fazla olmasa bile, forum için bile girmeye değer.

Meraklısına çöpten adamların web sayfa adresini veriyorum. http://www.stickpage.com/ İster oyun oynayın, ister hazır filmleri seyredin. Biraz şiddet içerse bile özelikle bana cin ali dönemini hatırlattığı için bile görmeye değer.

Çok kapsamlı ve karmaşık olmayan çalışmaları seven ve malzeme bulamayanlar için http://www.designskey.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Hele bir de "website resources" diye bir web sitesi kaynak sayfası var, amatör dizayn yapmak isteyenlere basit bir kaynakça olabilir.

Son olarak bir kıssadan hisse hikayesi. Tabi ki benim anlatım tarzıma uygun olarak flash animasyon şeklinde. Mesajı en sonunda verilmiş. http://upchucky.net/~upchucky/flash-fun/farmer-donkey.swf Aslında benim anladığım şu oldu: Bir eşeğe adam muamelesi yapsanız bile eşek değişmez. Ya da atalarımızın dediği gibi: Altın semer bile vursan eşek yine eşektir.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060414.asp
ISSN: 1303-8923
14 Nisan 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com