|
|
|
19 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kazma vurmuşlar!.. |
Merhabalar,
Efendim internet dünyasında 4 saat susan sunucuya kısaca "yuh" denir. Hani başkaları demiyorsa da ben diyorum. Ancak bu yuh'un muhatabı kimdir onu tespit etmekte zorlanıyorum.
Dün saat 11:00 sularında erişilemez hale geldik. Doğal olarak ilk müracaatı sunucuların durduğu data merkezinin bekçisine yaptım. Cevap şuna benzer birşeydi; "Abi herşey durdu bizim ana kabloda bir arıza var sanırım." Başımdan aşağı kaynar sular döküldü tabi. En can alıcı zamanda posta sunucularının susması ne demektir bir düşünsenize. Normal telefon trafiğinin beşe katlanmasına, her seferinde aynı lafları etmekten sesin kısılmasına kadar pekçok olayın müsebbibidir. Arada başımıza geldiği için, ha yapılır ha tamir edilir diye 3 saate yakın bekledikten, kafamda yolunacak her saç telini kopardıktan sonra aldım elime telefonu gene aradım bizim bekçiyi; "Ulen bir bakın elde kazma dolaşan biri var mı oralarda. Bunlar bizim kabloyu parçalamış olmasınlar?" "Abi valla haklısın. sabah İSKİ kazı yaparken fiberoptik kabloyu biraz okşamış. Ama adamlar halletmişler yarım saate kadar normale döneriz." Bu cümleyi duyunca biraz rahatladım. Saat 15:00 civarında gerçekten normale döndük. İşte, kazma deyip geçmeyin. Kalktı mı nereye ineceğini kestirmek zor olur meretin.
İlerlemiş saat nedeniyle hızla gitmek zorundayım. Hızla giderken pikabı da unutmuyorum tabi. Bugün size bir efsane grubun çok güzel bir şarkısını dinletmek istiyorum. ABBA söylüyor, Fernando. Yarın daha uzun görüşmek umuduyla esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Sevil Duha Erken |
BİR KADIN BİLMECESİ
Çok aşık oldum bilmezler
Çocuk olurlar ben bir oyuncak
Kırılmak pahasına sevilirim
Çok seneler özlerim bilmezler
Ölüm olurlar ben bir şarkı
Dillenmek pahasına söylenirim
Deniz değilim huzurum çoksa
Mavisi yeşili yok gözlerimin
Gül değilim kırmızım çoksa
Dikeni bülbülü yok bedenimin
Gece değilim çöküyorsam
Güneşi çok sözlerimin
Kül olmam yangınım çoksa
Kibriti çok yüreğimin
Sevil Duha Erken
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Tarihte ve gelecekte kadının yeri
13 Nisan 1933.
Yani bundan 73 yıl önce annemin doğduğu yıl.
Yüksek Mühendislik Mektebi'ni yani bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi'ni bitiren Sabiha ve Melek Hanımlar diplomalarını aldılar. Her iki kadın mühendis de, kura sonucu Ankara ve Bursa Nafıa (Bayındırlık) İdaresi'ne atandılar.
12 Nisan 2006.
Dünyaca ünlü Reader´s Digest dergisinin 14 Avrupa ülkesinde 26 bin okur üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre Avrupa´nın yüzde 68´i Türkiye´nin Avrupa Birliği´ne katılmasını istemiyor(larmış).
Bir toplumun uygarlaşma düzeyi o toplumda kadına somut olarak gösterilen değerle, yerle, saygıyla, sevgiyle, fırsat eşitliği ile ölçülür. Çağdaşlaşma, çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ise bilim, eğitim ve genel anlamda sanatın beslediği sağlam maneviyat ile olur. Bu hedefe varmak yarı aç, yarı cahil bırakılan insanları, özellikle de kadınları, sömürerek varılması mümkün değildir. Onun içindir ki uygarlaşma karşıtı totaliter ideolojiler, her yerde ve her daim, kadını erkeğin emrine amade dört duvar arasına kapatma yoluna gitmişlerdir.
Birkaç göstermelik istisna dışında, çeşitli baskılar sonucunda kadınlarımız okuldan, sanat ve iş dünyasından, siyasetten uzak tutulmuşlardır. Ekonomik bağımsızlığına kavuşamayan kadınlar, dünyanın her yerinde, iki lokma ekmek getireceği sanılarak beklenen ve kutsallaştırılan, kocaya-babaya-erkeğe bağımlı kılınmışlardır. Gelinen nokta ortada, gözler önündedir. Kadının işi gerçekten zor. Erkeğinki bir kere, kadınınki iki kere zor.
Ahh… benim ilk öğretmenim cahil, tatlı anam. Sütünü emdiğim, ninnisini dinlediğim. Ve onun herşeyi bilmek zorunda bırakılan "zavallı" kocası, yani sevgili babam. Erkek adam. Suç ne sende, ne de sende. Size yürütülen yol yanlış olunca, varacağınız hedef zaten daha farklı olamazdı. Tek suçunuz sizi yanlış yolda yürütenlere karşı çıkmamanız. Midelerinize kolayca teslim olmanız. Kesinlikle iyi niyetle, hiç şüphem yok. Belki de farkında bile olamadınız! Olamazdınız… Bir güle kandırıldınız. Hoş sözlere inandınız. "Cennetten çıkma" dayağı yemediğiniz günler şanslıydınız. Çünkü yaygın inanca göre "Sırtınızdan sopa, karnınızdan sıpa" eksik olmamalıydı. "Kızını dövmeyen, dizini döver", "Kızını serbest bırakırsan, ya davulcuya, ya zurnacıya kaçardı". Töreye ve racona uymazdı. Pederşahi, erkek egemen toplumda, kadın birey olmamalıydı.
Halbuki, kadın veya erkek, hiç fark etmez, hedef insanlık olmalıydı. Kadınlar kadın gibi kadın, erkekler erkek gibi erkek, ama sonuçta herkes insan gibi insan olmalıydı. Olamadı. Zira olması, yine ve hâlâ, belli ideolojilerin işine gelmiyor. Bir toplumun gelişmesini, kalkınmasını, ilerlemesini, kısacası uygarlaşmasını geciktirmek, engellemek veya geriletmek istiyorsan, deha olmana gerek yok. O toplumun kadınını engelleyeceksin. Erkeklerin koyduğu kurallarla, yasalarla. Verdikleri fetvalarla. Hem de riyakarca övgüler düzerek. Onlar bizim anamız, bacımız, yarimiz, namusumuz, her şeyimiz nutukları atarak. Fiiliyatta tam tersini yaparken.
Doğru söylemiş şair Nazım Hikmet :
"Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz, ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen, ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız, ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki, ve karabasana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar bizim kadınlarımız."
"Şu Çılgın Türklerin" analarının cefakarlığı sayesinde kazanılan bağımsızlık ve ardından kurulan Cumhuriyet. Mühendis Sabiha ve Melek hanımların belki annesi, ablası, teyzesi, halası, köylüsü, uzak-yakın akrabası… Kim bilir?
13 Nisan 2006
Kırk yılı aşkın bir zamandan beri milyonlarca Türk insanı Avrupa'da yaşıyor. Avrupalıyı döner kebaba, dürüme, göbek dansına, Akdeniz sahillerinde herşey dahil beleş turizmine alıştırdık, ama kendimize alıştıramadık.
Dediğim gibi istisnalar kaideyi bozmaz. Tek tük başarı örnekleriyle beni yalanlama yoluna gitmeyin hemen. Ben herşeye rağmen yapılanlardan bahsetmiyorum. Yapılmayanların hesabını soruyorum. Miktarı yeterli bulmuyorum. Ben para konuşmuyorum. Uydurmuyorum : Yaşadıklarımı kendi duygularımla aktarmaya çalışıyorum. Özeleştiri yapıyorum. Hesap veriyorum. Herkesi biraz samimi, dürüst ve gerçekçi olmaya çağırıyorum.
Çok iyi bilmektesiniz ki, günümüz Avrupası kırk yıl önceki Avrupa değil. Niteliksiz insana iş ve yer yok acımasız küreselleşme sürecinde. "Kestane kebap, ya da yandı gülüm keten helva." Manzara hiç iç açıcı değil. Gel de çık bakalım işin içinden. Yanlış hesap Bağdat'tan döndü. Utanmazlar adına ben senden özür diliyorum Atam. Gerçekten, suçum varsa affet!
Yakup Yurt
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
SAYIN SEYİRCİLER...
Birkaç program sunucusu, ünlerine ün katarken, program karşılığında aldıkları astronomik ücretlerle kendi geleceklerinin garantisine garanti katmaya devam ediyor, ve bizim kadınımız, çocuğumuz ve erkeğimiz dahil bu programları izliyor... Yoksa, bizim insanımızda bu gibi televizyon programları bağımlılık mı yapıyor?
Ev kadınını, genç kızımızı; program sunucularının “cicili bicili” kılık kıyafetlerle özendiren, artistler, şarkıcılar ve ünlülerin özel hayatları her gün bu sinemada sayın seyirciler...
Bir holding kanalının “kabak tadı veren” sunucusunun sabahın es-selâtinde hayat gailesinden kurtulmaya gelmiş, az biraz da olsun eğlenmek isteyen konuklara tavrı, konuştuğum her akli selim insanın nazarı dikkatinden kaçmamış. Sunucu hanım, konuşma hakkı verdiği konuklarını “hem ıhına hem mıhına” bir anlayışla boyuna azarlıyor!..
Bu izni nereden alıyor? O kanalın yetkili yayın müdürlerinden mi, yoksa HALKIN kendisinden mi?
Şimdi; bu vaziyetti ve bu tabeladan çıkartılan ana fikri o televizyonun başındaki yetkili program yapımcılarına, "HALKIN ne izlemek istediğini, TÜRKİYE’NİN gerçekleri bu programlar mı?" diyecek olanlar yok mu yahu bu memlekette!..
Çünkü, magazinle meşgul olan medyanın yaşadığı ülkemizde, evine bir lokma ekmek götüremeyen baba, evladını terör belasına ŞEHİT vermiş analar, kahve köşelerinde üniversite eğitimi almış, iş bulamayan gençlerimiz, borç harçla geçinmeye çalışan ve elektriği, suyu, telefonu kesilen emeklimiz var... Ve tüm Türkiye, televizyonlarınızı magazin arenasına çevirdiğiniz MAGAZİN dünyasındaki haberlerinizle ilgilenmiyor efendim.. Ülkemizdeki çoğunluk magazin dünyasındakiler değil, aksine HALKIN kendisidir ve HALK, “bozuk plak” gibi önüne koyduğunuz olmayan hayal dünyalarından gına getirdi efendiler..
Velhasıl ismi cismi belli olan çok izlenen kanallarınıza bir çeki düzen verme vaktinde, hafife aldığınız aslında magazinle zerre kadar ilgilenmeyen ve lâyık olmayan insanlarımız için soruyorum, Türk insanın şahsında sizlere. Sn. televizyon sahipleri ve yetkili yayın müdürleri Halktan biri, ama halk kadar aydınlık bir birey olarak sizlere:
- HALKIMIZA magazin programlarından başka seyrettireceğiniz, kültür sanat eğitimli programları bulmanız bu kadar mı zor?
-Türkiye’nin düzeyi, belirlediğiniz üzere magazin düzeyindeki insanların özel hayatlarını sorgulamaktan mı geçiyor?
-Birkaç meşhura daha fazla meşhur olma ve daha fazla rant kapısı sağlamak mı yoksa sizin işiniz?
-Türkiyem, sizin magazin furyanızdan sıkılmadı mı sanıyorsunuz ?
Ve daha bir çok sorular da gelebilir ama, bunları da zamanı gelince o ciddiye almadığınız HALK sorar sizlere.
Ve olmazsa olmaz, yazılı basınımızın önde gelen isim sahipleri, sizdeki tabloda pek iç açıcı gözükmüyor, sizlere dışarıdan bakıldığında? Hani bizim Uğur Mumcularımız, Çetin Emeçlerimizden size miras kalan gazetecilik anlayışlarınız? Fikir yazılarınızın suyu çıktı da, özel hayatların yorumları onun için mi köşelerinize taşındı?. Bari siz yapmayın!.. Ve de çok bilmiş(aslında neyi ne kadar bildiği tartışılan) kalem sahipleri, ülkemizdeki gelişmeler değil, medyatik şahsiyetlerle ve kendi aralarınızda birbirinize sataşmak modası mı var yoksa? Bu vaziyet, yükselen değerlerin uzağından bile geçmemiş bir değer mi olacak sayenizde?
Buradan o kalemi hakketmiş kalem sahiplerini tenzih ediyorum ama ve lâkin gene de genel yayın yönetmenlerini görevlerine daha iyi bakmayı öneriyorken aslında bakıp, görmeye çağırıyorum...
Türk İnsanı, kendini yazan, fikirden ziyade çatan ve ona buna mana bulan yazarların kaçını okuyor ve gazetelerinizin trajı da gün ışığı gibi meydanda değil mi? Sevgili gazeteci yazarlar...
Bu bağlamda da ülkemizin sağduyulu, sevgili seyircilerine sesleniyorum... Medyadaki bu gidişata siz “dur’” diyeceksiniz sayın seyirciler. Bu hep seyrettiğiniz tekrarlı filmleri seyretmeyeceksiniz değil mi?
Televizyonların size sunduğu bu magazin yayınlarını izlemeyecek, katılımcı olma şerefini o magazin televizyonlarına vermeyeceksiniz değil mi?
Bize gösterilenler Türkiye gerçeği değil ve MAGAZİN dünyası da Türkiye’nin bir avuç insanını ilgilendiriyor. Onun için sağduyulu görenek ve geleneğine bağlı HALKIMIZA saygısızlık yapanlara, dersini; HALKIMIZ verecek değil mi? Size sayın seyirciler diyip sizi takmayanları, siz de takmayacak ve onların yaptıklarına tasdik, etmeyeceksiniz...
Seyirci olmayacaksınız değil mi?
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel GİDEN SEVGİLİNİN ARDINDAN |
|
Bir kasım akşamın yorgunluğu ile evin yolunu tutmuştum. Gökyüzünde ki mavi bulut yerini karanlığa bırakmaya başlamıştı. Bu hafta da bitti diye sevindim, ama nedense hüzünle karışık bir duygu vardı içimde. Evin kapısını anahtarla açtım. Akşamdan kalan sigaranın kokusu, bütün odayı kaplamıştı. İçeri doğru yürüdüm, bazı eşyaların olması gerektiği yerde olmadığını fark ettim. Anladım! o gitmişti. Bütün eşyalarını toplamış, gitmişti.
Yorgun vücudumu kanepenin üzerine bıraktım, çaresizce. İçimdeki pişmanlık ise büyümeye başladı, geceyle beraber. Camın kenarına doğru yaklaşıp, daldım uzaklara eski günlerimize.
O olsaydı, kapıyı açardı, elimdeki eşyaları hızla kapardı "Yorulmuşsun!" derdi. Sırtımdaki yükü hafifletirdi…
İlk tanışma anımız aklımda hala, daha dün gibi. Nasıl bir insan olduğunu bir türlü anlayamamıştım. Belki bu gizem beni ona bağlamıştı. Kimsede olmayan bir hava, bir esrarengizlik vardı onda. Sorularıma verdiği ilginç kısa ve net cevapları vardı. Bakışlarındaki canlılık ve de her şeye olan merakı, can alıcı derin soruları da vardı. Her soruda beni biraz daha çözmeye çalışıyor, çözemedikçe daha derin, anlamlı sorular soruyordu. Bense nasıl cevap vereceğimi iyice düşündükten sonra, kapalı uçlu cevaplar veriyordum. Başka bir soru ile de, yeni sorulara merdiven dayıyordum.
Hiç hayatımda, bana benzeyen, benim gibi düşünen başka bir insanın olmadığından yakınır, kızardım her zaman, ama baktım ki benim gibi düşünen, başka bir insan daha varmış. Yaşça benden küçükte olsa, benden farkı bir yerde yetişmiş de olsa.
Aklıma gelen her konuda sorular yöneltiyordum ona, anlamlı, boş olmayan onun kültür seviyesini ölçen sorular. O ise hiç sıkılmadan sorularıma usulca ve kapalı kapı bırakmadan cevaplıyordu. Yaşının üstünde ve bilgi gerektiren cevaplardı bunlar. Resimden, müzikten, edebiyattan, filozoflardan vb. daha birçok konudan konuşup, birçok fikri masaya yatırdık. Her cevabından sonra benim gözlerim biraz daha açılıyor, şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Karşımda ki insan bir çocuk gibi gülüyor, fakat bir dahi gibi de cevaplar veriyordu. Bu nasıl bir şeydi acaba diye düşündüm. Bu gizem beni ona daha çok bağladı. Üç saat kadar süren bu muhabbetin ardından, arkadaşlığımız bu noktaya geldi.
Tanışmamızdan sonra, hemen hemen her gün görüşmeye başlamıştık. Her görüşmemden sonra ona ilgim daha çok artıyor, merakımda derinleştikçe derinleşiyordu. Tam çözdüm derken, bir hareketiyle bütün tahminim yerle bir oluyordu. Ben de tekrar baştan onu çözmeye çalıyordum. Onunla alakalı olarak, ne yapacağımı, ne diyeceğimi, bir türlü bilemiyordum. Sordukları zaman nasıl biri diye? Ne diyeceği bilemiyordum. Çocuk mu desem, yoksa bilge mi? Bu ikisi arasında bir şey. Ama ben bile kaç zamandır, ne olduğuna karar verememiştim. Bu esrarengizlik, beni arkasından sürükledikçe sürükledi.
Daha önce kimseyle olan ilişkim bu kadar uzun sürmemişti, çünkü onları çözmem bu kadar zaman almamıştı. En fazla ikinci görüşmemden sonra, bir daha görüşemeyeceğimizi, ya da müsait olamadığı söyleyip atlatıyordum. Ama bu başkaydı, bunda başka bir şeyler vardı.
Derken zaman böyle gelip geçti. Artık bana iyice alışmıştı eski ürkmesi, utanması da kalmamıştı, artık evime bile gelip gitmeye başlamıştı. Onun ne kadar iyi cana yakın bir insan olduğunu çözmüştüm. Şimdilik emin olduğum tek şeyde buydu. Her gün iş çıkışında bir saat görüşüyorduk, gündemden ve iş hayatından konuşuyorduk. Ama diğer kızlardan farklı bir şeyler vardı onda. O diğerleri gibi modadan, kıyafetlerden konuşmuyordu. Ya da "Bugün bunumu giyeyim?" diye sorularda sormuyordu. İstediği gibi yaşıyordu. Canı nasıl isterse öyle. Kimseyi de taktığı yoktu, kınarlar, ayıplarlar gibi sorunlarında yoktu. Sadece kendisi vardı merkezde. Hayat onun hayatıydı çünkü.
Hızlı adımlarla koşardı yolda, zamanın kaybolmasından, eriyip gitmesinden korkarcasına, uzun atardı adımlarını. Bense onu tanımadan önce zamana düşmandım. Zaman geçip gitmeyen bir süreç, bir eziklikti benim için. Ah geçse! Derdim, uyurdum sabahtan akşama kadar, günler benim için ıstırap, bir boşluktu sanki. Geçip gitsin diye saate bakıp durduğum, bir nefretti.
Ama şimdi öyle mi?
Daha bir bakıyorum artık, insanlara, hayata, zamana. Her şey değişmişti artık hayatımda. Gökyüzü mavi renge boyanmış, kırlar yeşillenmiş, kargalar bile bülbül olmuştu.
Ama bir gün "Seni bırakıp gidersem" deyiverdi bana. Ne olduğunu anlayamamıştım. Hiç böyle bir ihtimal olamazdı. Olmamalıydı. O beni bırakıp gidecekti de, ben yaşacaktım ha! Yok, öyle bir ihtimal olamazdı!
O an sadece susmuştum, ona güveniyordum, bana böyle kötü bir şey yapmazdı, beni dipsiz kuyularda, merdivensiz bırakamazdı. O anda yüzümün alev alev yandığını fark etmişti ve çok gülmüştü. Kendime gelince, hiç bir şey demeden olduğum yerden kalkmıştım…
Bu gece nasıl geçecek diye düşünmeye başladım, şimdiden. Geceleri oldum olası sevmezdim. Hep bir şeyleri saklardı içinde, güneşin sarısını, bulutun mavisini. İyi ki de yıldızlar vardı gökyüzünde, ya onlarda olmasaydı kiminle konuşurdum o zaman, derdini kime anlatırdım. Bir de ayça var tabiî ki onun arkadaşı. Gökyüzüne baktım, ay bir kolye gibi ihtişamlıydı, yıldızlarda onun taşları gibi semayı süslemişlerdi. Bu gizem çok etkiledi beni. Yorgunluktan inen omuzlarım, biraz daha çöktü. İçinde ki hüzün çığlıklarının sesi ise iyice yükselmeye başladı.
Mutsuzluk ise evimin bütün odalarına dağılmıştı, yalnızlığı da koluna takmış dans ediyorlardı. Her saniyede yalnızlık, evimin içine tohumlarını daha da çok ekiyordu.
Keşke o olsa da telefonumu kontrol etse, maillerime baksa, her şeye razıyım. İki de bir yönelttiği, kim aradı? sorularına bile.
Şimdi arasam nasıl ulaşacağım ona? nerededir kim bilir? Nerede kalır bu akşam?
Bu sorular beynimi kemiriyordu, ama elimden bir şey gelmiyordu, ne yapabilirdim ki bu saatte?
Hayatıma girmek onun kararıydı, çıkıp gitmekte. Benim buna müdahale etmeye hakkım yoktu. Zaten o bana fazla idi. Bütün benliğimi, kişiliği versem de, onun sevgisi yine bana fazla gelirdi.
Etrafımdaki her şey anlamsız ve boştu. Bir boşlukta yaşıyordum sanki. Bütün hayallerim ve ümitlerim onun valizinin içinde gitmişti. Bense burada, bir dipsiz kuyuda merdivensiz kalmıştım…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : İlkay Sivaslı AŞK GELİRKEN HABER VER… |
|
GERÇEKTEN KAYBETSEN BİLE HERŞEYİ, BU AŞKI BIRAKIP GİDER MİSİN?
BEN OLSAM GİDERDİM…
Aşkta gurur olmaz derler ama gerçekten bazen öyle zamanlar oluyor ki... Aşkını değil görmek çıldırasıya öldürmek istiyorsun. . İnsanın hiç aşkı kaldıramadığı zamanlar olur mu? Oluyor... Niye olmasın ki... Hayat her şeyiyle yerçekimine karşı gelemiyor... Ve kendi ayaklar altına alınırken bir bakmışsın seni de ayaklar altına almış-ezmiş her şeyi. Aşkını bile……
Aşkı arar dururuz bütün ömrümüz boyunca-amaçsızca-sebepsizce-çıldırasıya. Bir bakmışız aşk kapımıza gelmiş. Kapıdan bize göz kırpar" baksana bana" der. Al beni hayatına mutlu edeceğim seni der. İnanmak istemezsiniz ilk başlarda. Yaşanmış tecrübeler vardır önceden. Bunların çoğu kötüdür zaten. Çünkü daha önceki aşklarınız ya sizi bırakıp gitmiş ya da öylece susturmuştur gidenin arkasından…
Sonra bir bakayım dersin kapıdan. Ama temkinlisinizdir. Temkinli olmanız sizi onun ele geçirmesine engel değildir yalnız. Kapıdan baktınız mı olay bitmiştir aslında. Yavaş yavaş sizi ele geçirmeye başlayan bir virüs vardır içeride. Eğer antivirüs programınız çok etkili değilse bu virüs zaman zaman devreye giren antivirüs programına karşı çıksa da virüs yayılmaya başlamıştır beyninizde. . Beyniniz de mutluluk hormonları salgılanmaya başladı mı bir de" ya güzel bir şeymiş" deyip kapıyı biraz daha aralamaya başladınız mı?. Dikkat edin kapının her aralanışı virüslerin biraz daha beyninizin içine girmesi demektir. Benden söylemesi. Bu arada karşınızdakinin aşkından da emin olmaya çalışıyorsunuzdur. Sizi hiç bırakıp gitmeyecekmiş gibi gelecektir bu arada size. Nasıl olsa her şey sizin isteğinize bağlı gelişiyor ya. Virüs geçişlerine siz izin veriyorsunuz çünkü. Kapıları aralayan sizsiniz. Neyse tabii durum bu boyuttayken virüsler çoğaldı bile. Beyninizin yarısını istila ettiler bile. Bu dönemde mutluluk hormonları tavana vurmuş, ayaklarınız yerden kesilmiş, suyun üstünde bile yürüyecek hale gelmişsinizdir. Hatta sevgilinize bile çok ihtiyacınız yoktur. Kendi kendinize yetiyorsunuzdur. Yani virüslerin hissettirdikleri bunlar.
Tabii bu arada güçlendiniz. Sevgilinizi bile eleştirirsiniz artık-kaybetme korkusu da kalmamıştır. . Yani gerçek böyle değildir aslında. Siz korkuyordunuz aşktan. Korka korka, usul usul kapıyı aralamıştınız oysa. Ve karşınızdakinin size sunduğu aşkla her şeyi bastırıp-korkularınızı itip bilinçaltınıza, güçlendiniz. Ya da güçlendiğinizi sandınız. Ama düşünmediniz ki hiç hep daha fazlasını isterken karşınızdakinin sizin isteklerinize, bitmek tükenmek bilmeyen isteklerinize bir gün boyun eğmeyeceğini. Yeter deyip çekip gidebileceğini. Aşkınızı, bencilliğinize kurban etmemeniz gerektiğini. İşte o anda bütün dünya yıkıldı ve aşk sizi bir kez daha ayaklarınızın altına aldı. Hem aşkınızı hem de sevdiğinizi kaybettiniz. Kaybettinizzzzz. Aşk da bitti, sevgi de. Belki de bir daha ömrünüz boyunca rastlayamayacağınız bir şeyi elinizden kaçırdınız. Bitti. Aşkı kaldıramadınız. "Aşk gelirken haber ver" demiştiniz oysa…
Bencilliklerimize teslim olmamak en güzeli sanırım. EN GÜZEL AŞKLAR SİZLERLE OLSUN…. SEVGİYLE KALIN……….
İlkay Sivaslı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.962 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SENDEN
bazen kahvem oluyorsun,bazen yolum.
bazen acım oluyorsun gecenin bir vakti,
bazense ağzıma atıp serbestçe dolaştırdığım şekerim.
işte o anlarda
seni bitirmek gelmiyor içimden.
bazen senden bir tane daha söylüyorum dalıp bitirirsem,
ya da cebimden bir tane daha sen çıkarıyorum.
bazıları değişiklik istiyor canım.
önüme gelen tatlının
dağıtıyorum saçlarını.
hele hele bazıları öylesine yakıyorsun ki dilimi,
hemen arkasından acım dinsin diye
senden içiyorum.
bitiyor bazıları yolum.
çıkmaz sokaklarda kalıyorum apansız.
işte o anda senden geriye alıyorum arabamı.
bir daha ,bir daha,bir daha
bakıyorum yollara ,geçtiğim sensiz.
geceleri sen daha çok geliyorsun.
gündüzleri ise ben senleyim sessiz.
atarken dalgacı kahkahalarımı ortaya,
seni kaçırırım diye içimden
nasıl korkuyorum bilemezsin.
bir dost,
tek bir dost olsa idi seni anlatacak.
hem anlayıp ,hemde halimize acıyacak.
nasıl anlatırdımki ona seni.
böylesine birşey ancak gösterilirdi,
işte sevdiğim bu diye.
bazen senden yazması zor oluyor sensiz.
bazen okuması zor oluyor seni.
bazen kalması zor oluyor gitmek gibi.
bazense yazması zor oluyor okumak gibi.
işte canısı,bendeki senden,
bana verdiğin sevginden,
uykusuz gecelerimizden,
en önemlisi senden
bende bu kadar var
Hasan Gündüz Çakmak
Yukarı
|
Sudoku #44
Çözüm: Sudoku #43 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Beygiri fena kızdırmış anlaşılan...
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Flash animasyon konusunda tecrübe ve çalışma örneklerinin paylaşıldığı bir web sayfası öneriyorum. http://www.flashdevils.com/ Tamamının ingilizce olduğunu en başta belirtmeliyim. Örnek çalışmalar çok fazla olmasa bile, forum için bile girmeye değer.
Meraklısına çöpten adamların web sayfa adresini veriyorum. http://www.stickpage.com/ İster oyun oynayın, ister hazır filmleri seyredin. Biraz şiddet içerse bile özelikle bana cin ali dönemini hatırlattığı için bile görmeye değer.
Çok kapsamlı ve karmaşık olmayan çalışmaları seven ve malzeme bulamayanlar için http://www.designskey.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Hele bir de "website resources" diye bir web sitesi kaynak sayfası var, amatör dizayn yapmak isteyenlere basit bir kaynakça olabilir.
Son olarak bir kıssadan hisse hikayesi. Tabi ki benim anlatım tarzıma uygun olarak flash animasyon şeklinde. Mesajı en sonunda verilmiş. http://upchucky.net/~upchucky/flash-fun/farmer-donkey.swf Aslında benim anladığım şu oldu: Bir eşeğe adam muamelesi yapsanız bile eşek değişmez. Ya da atalarımızın dediği gibi: Altın semer bile vursan eşek yine eşektir.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|