|
|
|
4 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : KMFM Sunucular arıyor!.. |
Merhabalar,
Bir takım teknik nedenlerle dünkü duyurumu yineleyip kaçmak zorundayım. "Sesim güzel değil ben okuyamam" mesajlarıyla ilgili olarak bir ekleme yapmak istiyorum. Şarkı söyleyecek olsaydık haklı olabilirdiniz ama burada önemli olan tekşey anlaşılabilir olmanızdır. Artikülasyonunuz iyiyse hiç çekinmenize gerek yok. Haydi cesaret.
"Öykü Yarışmamızda dereceye girecek olan 10 öykümüzü Sesli Öyküler haline dönüştürmeye karar verdim. Bu öyküleri çok tanıdık seslerden dinlemek hoş olacaktır eminim. Şimdi sizlerden bir ricam var. Bugüne kadar Kahve Molası'nda yazısı yayınlanmış yazar arkadaşlarımdan, eğer mümkünse bu yazıları bir de sesli olarak kaydedip bana yollamalarını rica ediyorum. Bu iş biraz zahmetlidir ama korkmayın, bugün size ücretsiz olarak yükleyip kullanabileceğiniz bir kayıt programı öneriyorum. Bu programı ve bilgisayarınızı kullanarak öykü ya da denemenizi kaydedip bana yollayın. Dilerseniz bir arkadaşınıza da okutabilir hatta biraz uğraşıp arkasına müzik bile döşeyebilirsiniz. Sözün özü, kendinizi KMFM'e program hazırlayan bir sunucu olarak görüp kendi yazınızı kendi sesinizle sunun istiyorum. Teknik olarak yardımcı olmaya hazırım. Bu kayıtlarla Kahve Molası'na özgü sesli bir kütüphanenin de ilk adımını atmış olacağız. Haydi bakalım, elinizden geleni ardınıza koymayın."
Bugün güzel bir naftalinli şarkı daha dinleyeceğiz. ABBA söylüyor, Waterloo. Yarın görüşmek üzere esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Ardından
Ardından ne yazılır bilmiyorum.
Seni çok yıllardır görmüyorum.
Hatta belki de çok yıllardır kızgınım sana, belki seçtiğin yoldan …
Belki uzaklarda oluşundan …
O zaman çocuktuk…sonra …
Sonra bir gün bir yerlerden çıkıverdin yeniden…ama biraz kırık, biraz uzak, biraz hasta.
Neydi kızgınlığımın yerini heyecanla, sevgiyle, korkuyla değiştiren …
Yine bilmiyorum.
Sesini duymak, seninle konuşmak, yazışmak, hastalığını bilip soramamak …
Düşünüyorum da sevmek mi zor acaba birini , sevilmek mi?
Yada sevildiğini bilip karşılık verememek mi?
İnsan özel olduğu için mi sevilir yoksa sevildiği için mi "özel"dir?
Bilmiyorum.
Ya birinin ilk aşkı olmak?
Ve bunu hep bilse bile yıllar sonra ilk kez sahibinden duymak…
Biraz korku, biraz şans, biraz …yok, bolca keder…
Bir kez girdik mi birinin hayatına…galiba çıkılmıyor öyle kolayca.
İster uzakta ol, ister yanı başında. ..hatta yıllar boyunca…
Bazen dokunarak, bazen düşünerek… açılıyor insanın yürek yaraları..sonra…yeni yaralar, yeni kabuklar, yeni acılar… tekrar… tekrar… tekrar…
Şimdi neredesin bilmiyorum...zaten uzaktın… şimdi kayıp!
Neler yaşadın bilmiyorum. Neler bekledin, düşledin, istedin...hiç bilmiyorum.
Sadece yaşarken olabildiğinden daha çok sevil, daha çok mutlu ol…
Diliyorum.
Hoşça kal.
Işık Etkin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fatma cennete gitti, ben de tünel kazıyorum…
İçimde bilinmedik bir sevda homojenliği, her yerde aynı özelliği gösteren. Bilimsel bir kanıt gibi her yerde kanıtlanması gereken veri,hipotez,tez, gibi birbirini kovalayan bir sıralamanın bilim olamama yolunda ilerleyen bir boşluğun, bir hiçe sayılmışlığın şehir temsilcileriyiz.
Bu ara içimde soğuması gereken isyanlar var. Fakat her neden bilinmez, havalar ısınıyor. Malum soğuyamıyorum inadına kızışıyorum…
Her an potansiyel bir sevda katiliyim.
Tüm fuko ve histerisiz kayıpları yetmezmiş gibi. Karmaşık sayıların karmaşıklığı ile uğraşmak beni sıkmıyormuş gibi gün geçmiyor ki hayatın yeni şımarıklıkları soyunup da karşımda cilve yapmasın. Fakat bilmiyor ona bakarken sevgi ile aşk ile değil de nefretle baktığımı…
Bu ara firari sevdaların tercümanıyım. Üç dilde Aşk çevirisi yapıyorum… Ama daha tek kuruş kazanmadım.
Sanki karşıki dağın kardelenleri beni çağırıyor…
Bilinmez bir uğultu kulaklarımda…
Duyup dinlemek istediğim tek uğultu bu,iğrenerek dinlediğim tüm palavraların aksine bir isyanın sesi bu çiçekler, karları delerek gökyüzüne baş kaldırarak büyüyen mücadele çiçekleri çağırıyor beni.
Kardelenler…
Yanlış kurgulanmış bir hayatın dünya temsilcileriyiz oysa elimde olsa bir yunus balığı olmak isterdim denizlerde,okyanuslarda özgürce yüzerek solungaçlarımı her daim parlak tutmak ve sade ve sadece küçük çocuklarla oynamak isterdim…
Yoksa sahte yemlerle yemlenmek için havaya sıçramak ve 35 yaşa üstü paralı züppeleri ve yanlarındaki o ağzı yüzü boyadan iğrenç bir hal alan ve kağıt parçalarının peşinde koşmaktan dolayı tiksindirici bir hal alan kadın bile diyemeyeceğim varlıkları eğlendirmek için yunus olmak istemezdim…
Ağzıma su doldurup her taraflarını ıslatmak ve yüzlerindeki o boyayı sökerek iğrençliklerini tüm havuz başındakilere göstermek isterdim. Sonra derin bir sıçrayışla yüzgeçlerimi birbirine çarparak ses çıkararak havuzdan okyanusa açılan o gizli kapıdan süzülüp yüzerek Kevser ırmağına kadar yüzmek…
Dün öğlen saatlerinde Fatma diye bir öğrenciye araba çarptı minicik kızın bedeni yere yığılırken çarpan arabanın içindeki sürücüsü kaçmayı tercih etti. O yolda nasıl hız yapmayı biliyorsan gelip teslim olmayı da bileceksin…Neyse çarpan sürücü dün akşam üstüne doğru yakalandı. Şehir içinde hız denemesi yapmasaydı olmaz mıydı? Ya da kaçmak yerine minik Fatma’yı hastaneye yetiştirmek için çaba gösterse daha iyi olmaz mıydı?
Olmaz böyle şey insanlarda vicdanda kalamamış henüz 9 yaşındaki bir çocuğa çarptıktan sonra insan nasıl kaçar anlamak mümkün değil belki de zamanında arabasına alıp ta hastaneye götürse o kızda ölemeyecekti. Neyse eğer yunus olabilirsem ve havuzdan okyanusa oradan da Kevser ırmağına açılabilirsem söz veriyorum seni sırtımda gezdireceğim küçük Fatma… Trafik Ekipleri ve doktorların yoğun çabası Fatma’yı kurtarmaya yetmedi.
Öyle zannediyorum ki Fatma cennete gitti. Ama bakalım ona çarpıp ta kaçan o insan dedikleri şahsiyet vicdan azabıyla daha ne kadar yaşayabilecek…
Neyse ben bir yunus olursam yüzgeçlerimi birbirine çarpmayı başarabilirsem havuzdan okyanusa açılan o kapıyı bulursam ya da en azından firar için bir tünel kazabilirsem oradan da Kevser ırmağına uzanırsam Fatma’yı sırtımda gezdireceğim. Yaratan müsaade ederse tabi…
Hem Fatma mutlu olacak hem ben bu sıcaklardan kurtulup okyanusta özgürlüğün tadını çıkaracağım…
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : İlkay Sivaslı POZİTİFLİK Mİ? O DA NE? |
|
Yinelenen hatalar, yinelenen korkular, yinelenen kaygılar. Aslında bütün olay beyinde başlayıp beyinde bitiyor galiba. Beynimizi değiştirmeyeceğimize göre beynimize yüklediğimiz programları değiştirip hayat daha zevkle bakabiliriz sanırım. Hayata bakış açımızı değiştirmeden her şeyden önce de pozitif düşünmeden her şey yine aynı şekilde yaşanacaktır. Nitekim öyle de oluyor.
Dün internet de gezinirken gözüme hayata bakışımızı pozitif hale getirmekle ilgili çalışmalar göze çarptı. EFT, NLP, YOGA, MEDİTASYON, VB. . Meditasyonla kendimde ilgileniyorum ama durumumuz gerçekten vahim galiba. Bu kadar teknik üretildiğine ve keşfedildiğine göre.
Nasıl üretilmesin ki? Hepimiz stres topu geziyoruz ortalarda. Ha patladık ha patlayacağız. Bastırılmış duygularımız, çöpe atılmış sevgilerimiz, yarım kalan aşklarımız, çalışma ortamlarımız. . vs. v. s…. "Yeter" diye ortalar da gezindiğiniz zamanları hatırlayın lütfen!Hani bazen deriz kendimize ve çevremizdekilere "rahatla, rahat ol, boşver takma kafana!, değmezmiş, aman sen de hep aynı şeyleri kafana takıyorsun be arkadaş!"gibilerinden…Deriz de , acaba kendimiz inanır mıyız bu dediklerimize. Ve gerçekten rahatlatır mı bizi bu dediklerimiz? Rahatlayamıyoruz galiba değil mi? Şu yaşam koşuşturmasında , parasızlıkla cebelleştiğimiz zamanlarda, kendimizle uğraştığımız zamanlarda. Rahatlayamıyoruz tabii ki. . Zaten Türk insanı olarak da kaderci düşünce yeteneğimiz kadar pozitif düşünce yeteneğimiz de gelişseydi herhalde her şey daha da güzel olacaktı . Ama nerdeee!!!!!!! Bakın bir çevrenize şöyle kaçımız pozitif düşünüp, hayata umutla bakıyoruz? Sayı yok denecek kadar az. Herkes komplekslerinin, hırslarının , bencilliklerinin esiri olmuşken nasıl pozitif düşünsün ki?Herkes güç savaşı içinde, birbirini ezme derdi içinde, birbirine alt etme yarışı içinde. . . . Yani herkes "negatif düşünceye" beynini teslim etmişken nasıl pozitif düşünebilsin ki…
Her şey sevgiyle başlar aslında. Sevmiyoruz, sevemiyoruz, yüzeysel yaşıyoruz ilişkilerimizi…Sadece annemizin, babamızın sevgisi bize saf ve masum geliyor. Korkularımız, kaygılarımız, bastırdıklarımız, hatalarımız , günahlarımız. Sevme yetisine göre değil de suçlu yetisine göre büyütülmemiz . İçimizden geldiği gibi değil de çevrenin kurallarına göre büyütülmemiz. Tüm bunlar yaşamımızın akışını-dengelerini altüst ediyor işte.
Ve o nokta da tüm negatiflikler bizi sarıp sarmalıyor. Sadece bizi sarsa iyi. Aynı negatiflikler içine, çevremizdeki herkesi de sokup başkalarının hayatlarını da alt-üst etme becerisini de gösteriyoruz. Ya işte, durum böyleyken insanlar nasıl pozitif düşünce becerisini geliştirici çalışmalar yapmasınlar ki.
Derin bir nefes alalım, yaşamı tüm güzellikleriyle- her zerresini sevgiyle kucaklayıp yolumuza devam edelim . Ben sevgi diyorum-hep de diyeceğim galiba. Tüm evreni, çiçeği, böceği, insanları sevgiyle kucaklasak belki de bu çalışmaların hiçbirisine ihtiyaç kalmayacak , pozitif ve sevgiyle kalın….
İlkay Sivaslı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç ŞİMDİ TÜRKÜLER YASTA |
|
Kültürümüzün vazgeçilmezlerinin başında gelir türküler… Onlarla sesleniriz dünyaya. Aşkımızı, özlemimizi, yürek yangınımızı türkülere gömeriz. İnsanlıkla yaşıttır onlar. Zaman onları hiç de yaşlandıramaz. Seneler geçse de türküler genceciktir. Gülistanda goncadır yüreklerimizi fetheden türküler… Dünya durdukça onlar da yaşayacaktır sonsuza dek…
Geçtiğimiz günlerde türkülerimizin gülen yüzlerinden biri olan Ali Ekber Çiçek'i türkülerle ebediyete uğurladık. Uzun azmandan beri şeker hastalığı yüzünden tedavi görüyordu. Türk Halk Müziği sanatçısı Ali Ekber Çiçek, 26 Nisan 2006 tarihinde İstanbul'da vefat etti, Edremit'in Tahtakuşlar Köyü mezarlığında toprağa verildi. Pop müziğiyle tepinen genç nesil belki de bu ismi bilmez ama türkülerle haşır neşir olanlar için çok önemli değerleri çağrıştırır bu güzel isim…
Türkülerimizin gülen yüzü Ali Ekber Çiçek, Erzincanlıydı. Çocuk yaşta başlamıştı bağlama çalmaya. Babasının genç yaşta ölümünün getirdiği hüznü bağlama çalarak atıyordu üzerinden. Maddî imkânsızlıklar belini bükmüştü bu genç yüreğin. İlkokuldan sonra okuyamadı onun için... Ömrü boyunca da bunun ezikliğini yaşadı. Fakat o okumuşlardan daha büyük değerler kattı kültürümüze. Müziğe ayırdı bütün mesaisini. İyi ki de öyle yaptı, aksi olsaydı bugün dört yüzün üzerindeki türküden mahrum kalacaktık. Genç yaşlarında, ilhamının kaynağı olan doğduğu şehir Erzincan'dan doyacağı şehir olan İstanbul'a göç eyledi. Askerden sonra TRT'nin açtığı sınavı kazanarak, Muzaffer Sarısözen döneminde TRT Ankara Radyosu'na ve Yurttan Sesler Korosu'na girdi. Burada çok verimli müzik çalışmaları yaptı. Ali Ekber Çiçek, bir söyleşide ömrü boyunca gittiği yolu şöyle özetliyordu:
"Gerçekleri göstermek, gerçeğe kavuşmak ve gerçeği olduğu gibi insanlara anlatmak için çalışmış bir insanım. Cahilden uzak, kâmile yakın oldum; büyüklerime saygıyla küçüklerime sevgiyle yaklaştım. Konuşulan her kelâmı ibadet gibi dinledim, kimseyi acizlik ve bilgisizlikle itham etmedim... Bu icraatım boyunca hiçbir maddî menfaat sağlamadım; insanların duygularını sömürmek gibi bir yanlışlığa meydan vermedim."
Merhum Ali Ekber Çiçek, yüzlerce türkü kazandırmıştı halk müziği repertuarına. Ondan derlenen türküler arasında şunları sayabiliriz: "Böyle İkrarınan Böyle Yolunan, Bunca Olan Emeğimi, Derdim Çoktur Hangisine Yanayım, Ey Erenler Akıl Fikir Eyleyin, Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim, Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma, Gurbet Elde Yadellerin Derdini, Gül Yüzlü Sevdiğim, Hazin Hazin Esen Seher Yelleri, İsmini Sevdiğim Saadetli Dostum, Nasıl Yâr Diyeyim Ben Böyle Yâre, Ondört Bin Yıl Gezdim Pervanelikte(Haydar Haydar)…vb.
Bugün TRT arşivlerinde onun 54 kaseti vardır. Bu kasetler bizim için hazine değerindedir. Çünkü O artık yok aramızda. Onun güzel sesini ve yorumunu geri getiremeyiz. O bir TRT sanatçısıydı. TRT'den emekli olmuştu. Devletimiz sahip çıkmıştı bu kıymetli türkücü ve derlemeciye. Zamanın hoyrat elinden nice kıymetli türküleri kurtarmış ve kültür hayatımıza kazandırmıştı. Sözlerini Pir Sultan Abdal'ın yazdığı "Derdim Yoktur Hangisine Yanayım" türküsü onun en kıymetli derlemelerinden birisidir. İlk dörtlüğünü aşağıya aldığım türküyü dinleyip de mest olmayan var mıdır? Bizim müziğimiz budur, biz buyuz. Birileri bize pop müziğini süsleyip sunsa da bizler o müzikten haz almayız:
"Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerden derman bulayım
Meğer şah elinden ola çaresi"
Görüldüğü üzere son yıllarda halk müziğinde bir canlanma var. Artık yeni nesil sanatçılar, pop müziğin kısır muhtevasının yüreklerimizi tatmin etmediğinin farkındalar. Bunun için pop tarzı okuyan şarkıcılar da kasetlerine halk müziğinden parçalar koyuyorlar. Fakat eski parçalara kendi yorumlarını katarak onları tanınmaz hâle getiriyorlar. Merhum Ali Ekber Çiçek, AA muhabiriyle ölmeden evvel yaptığı son röportajında buna ve genel olarak türkülerimize dair şu sitem dolu açıklamaları yapmıştı:
"Türk Halk Müziği tekrar popüler oldu; ancak ben bu gelişmeyi hazırcılığa bağlıyorum. Şimdi şöhret olmuş kişiler benim 40-50 yıl önce yazdığım parçalardaki ezgilerin üzerine güfte yapıp söylüyorlar. Bir de bu okuduğum parçalarda leyleği kuşa çevirerek okuyorlar. Kendini kanıtlamış ve halk nazarında kabul görmüş eserlere yeniden yorum eklemeye gerek yok. Ali Ekber Çiçek nasıl çalıp okuyorsa gençler ve ondan sonra gelenlerin de öyle okuması gerekiyor. Bu tavrı yakalamaları gerekiyor. Parçalarımdaki yorum zaten içinde vardır. Tekrardan o parçalara yorum eklemeye gerek yok.
Hazırcılığa alışmışlar. Ben gençlere çok değerli bir miras bıraktım. O eser asla aslını inkâr etmemeli. Yorum üzerine yorum katılmamalı. Her şey aslına bağlı olarak tabiatıyla birlikte yaşatılmalı. Ben 60 yıldır bu parçaları yapıp gençliğin önüne serdim ki onlara sağlam bir doküman bırakalım. Şimdi onlar bu müziğin aslını inkâr ederse, ben buna gücenirim. Yozgat Sürmelisi'ne sen nasıl yorum katarsın? Bu parça için Nida Tüfekçi on sene çalışmış. Haydar'a nasıl yorum katabilirsin? Bu parça üzerinde ben üç sene çalışmışım. Bu parçalara yorum katılmasından çok rahatsız oluyorum. Biz geleneklerimizi nasıl koruyacağız. Gelenekler aslıyla birlikte korunur. Bu insanlar kendileri çalışıp bir şey üretmiyor, hazırı da bozuyorlar. Bu insanlar piyasanın en kariyerli kişileri. Bunların işleri güçleri ticaret. Amaçları ceplerini doldurmak. Böyle şey olmaz. Ama bu insanlar hazırcılığa alıştığı gibi bir de bizim ürettiğimiz türkülerin üzerine, sanki çok iyi bir şey biliyormuş gibi, yorum katıyorlar."
Türk halk müziğinin ustalarından birini, türkülerin duayenini kaybettik. Saza her dokunuşunda yüreğimizi titreten sanatkâr parmakların sahibiydi O… Onun "Haydar Haydar" türküsünü dinlerken trans hâline girmeyen kaç insan vardır? Merhum Çiçek, bağlamayla duygusal bağlar kurabilen ve bağlamaya sevdalı olan bir gönül eriydi. O yetmiş yıldan beri dünya gurbetindeydi. Onun için de "Yolumuz Gurbete Düştü" türküsünü bir başka içten söylüyordu. O artık ruhlara gurbet olan dünyadan, asli yurdumuz olan ahrete göçtü. Mavera aşkıyla yanıp tutuşan ruh, sükûna erdi. Türküleri çalınıp söylendikçe gönüllerimizde yaşayacak. Allah rahmet eylesin.
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Veysel İkibudak ONURSUZLUĞUN ŞAHLARI VE YAZARLIĞIN ÖTE YANI… -3- |
|
Dünyada ve çevremizde olup bitene, toplumun gözleriyle de bakabilmeliyiz. Yenilgiyi tadıp, amacını belirleyerek yolunda gidenin sırtına yapışabilmeli gözlerimiz. Kum kadar çoğalmalıyız ayakları yakan.
Meyhane masalarında ya da lakırtı yapılan masalarda değil, bir derginin, bir kitabın arasında bulmalılar bizi. Orada, kurutulmuş çiçek gibi durmalıyız. İlkellik tarafından tutulan tarihin karanlığına, düşüncelerimizin ışığı düşebilmeli. Yıllar sonra bizi, okunmamış, dokunulmamış sayfaların arasında yeniden bulabilmeliler.
Daha da sonrası mı?
Keşke sonrası, hep önceye dönmek olsa; "keşke!" denilmezden öncesine…
Palyaço ve Savaşçı…
Adamın biri psikologa gider ve "Ben çok mutsuzum, gülmeyi unuttum, yaşama sevincimi yitirdim, ne yapmalıyım?" diye sorar.
Psikolog, birçok konuşmadan sonra ona şöyle der:
"Hemen karşı tarafta bir lunapark var, oradaki palyaçoyu izlemeye gidebilirsin."
Adamın yüzü daha da hüzünlü bir durum alır ve dokunaklı bir sesle şunları söyler:
"Ben, o lunaparktaki palyaçoyum!"
Bazen bir uzun hava söylenir gibi derinleşir acının kuyusu... Yüreklerde cebelleşip mutluluğu aramaya başlar hüzünler. Bu zamanlarda, üşüdükçe yine kendimize sarılırız... Hüzün, tam da zamanında bulur kendini. İstemli yaratıldığında sorunsuzdur.
Serzeniş hakkı mı? O da ne? Hiç olur mu? Böyle bir hak, çok görülür bizlere.
Yüreğimiz kopar kendiliğinden. Düşünebilme yeteneğimiz, savrulup töz olur. Tam o anda bir düşünce kesmeye başlar halkayı. Artık dışındayızdır halkanın. Bir yanımız kendimizle, öteki yanımız her yerdedir.
Ha, ötekiler ne yapar? Hiçbir şey üretmedikleri halde, serzeniş ve eleştirme hakkını kendilerinde görenler… Bunların birçoğu yazın ve sanat dünyasının, üretemeyip de sanki önemli şeylerin akıl hocasıymış gibi davranırlar. Bunları ciddiye almayız ama eğlencelidirler. Günlük düşünce egzersizleri yapmaya yararlar. Saf görünmeye çalışsalar da öyle değillerdir. Saldırmak için yeni düşünce yazılarımızı beklerler.
Saldırmak için hazır bekleyenlerin bazıları holdingler tarafından "aydın" tanımlamasıyla halka yutturulmak istenir, bazıları medya tarafından ekranlara yılışıklık abidesi olarak dikilir; bir zamanlar üzerinde "Sahibinin sesi" yazılı olan plakların adı gibi sahibinin papağanlığını yapar. Bazıları da asıl işleri olan kapı köpekliklerini yapmaya devam ederler.
Bunlar, sahipleri tarafından palazlanırlar ve her fırsatta sıcak yaz yanığı günlerindeki eğlencelerinden, "zaman" çağırırlar günlük yaşamlarına... Özgürlük kanatlanır sanırlar yabancı banknotlarda. Oysa "Para eğlenceyi yaratır ama eğlenmeyi yaratamaz."
Bunlar, yaşamın kendilerinden uzak olan öteki yüzünü parayla tanıdıklarını sanırlar. Hüzün onlardan uzaklaşmış, artık mutluluğa dönüştürebilecek bir şeyleri kalmamıştır. Bir zaman gelir ki, (Bu zamanlar, sahiplerinin oluşturmak istedikleri "piç kültür"e yeni piyasa papağanlığı yapacak yüzleri bulup işlerine son verilen ve yalnız kaldıklarında işe yaramaz bir insan olduklarını kendilerine anlattıkları zamanlardır.) parayla anlamaya çalıştıkları dünyada, satın alınamayacak insanların ve değerlerin olduğunu fark ederler.
Sonra hepsinde de parayla aradıklarını yürekleriyle arama demi başlar ama bu kez yaşamın piyangosundan acı çıkar şanslarına.
"Para, üzüm gibidir. Çoğaldıkça sarhoş eder insanı." Yoksullar sevinir bu duruma; hüzünlerini mutluluğu dönüştürebilecekleri bir şey vardır artık. "Zengin adam olamaz, adam zengin olamaz!" derler ve bu teselliyle oynar dururlar. Zenginin daha da zenginleşmesini ve yoksulun daha da yoksullaşmasını oluşturan sisteme dokunamazlar bile. Sanırım, "B.k değerli bir şey olsaydı, yoksullar kıçsız doğarlardı."
Yoksulların gözlerindeki güneş tutulur, bizim beynimizde güneş tutulmalarında ortaya çıkarılan tenekeler çalınır yüksek seslerle. Nedensiz bir sis çöker yazılarımızın üzerine. Bunları anlayınca, kendiliğinden bir kez daha kopar yüreğimiz. Gecelerin, gündüzlerin gözlerine sürme çekmesi gibi, kalemimizin ucunda ne birikmişse o dökülür kâğıtlara. Bu zamanlarda üşümeyiz… Siyahları, beyazlara nasıl dönüştüreceğimizi düşünürüz.
Belirli dönemlerin, yaşamı belirsiz bir değişikliğe ittiği zamanlar, eleştirel bakış açımızı da beraberinde sürüklüyor. Dönemin bittiğini anladığımızda birçok şeyin yerli yerine oturduğunu daha çabuk anlayabiliyoruz.
Ne kadar da çok belirlememiz gereken şey var. Ya görmezden gelmek, ya da savaşçı olmak gerekiyor. Sonuç sürekli "ders".
Ne Yaşam Bitiyor Ne Ders...
Telefonda konuşabilmek için birkaç kontör harcayabilmeyi bile düşünmek durumunda kalan insanlar, çoğu konulardaki duyarlılığımızı daha da artırıyor. Bir dostun sesine doyabilmenin yolu bile ekonomi duvarında kırılıp dağılıyor.
Hayatımızı biz mi idare edeceğiz, yoksa başkaları mı? Bazı şeyleri danışmak hoş da, bazı kararları artık kendimiz versek, yaşamımızı kendimiz idare etmeyi öğrensek olmaz mı?
Herkese kendimizi beğendiremeyiz. Olanaklı değildir bu. Herkesi de biz beğenmeyebiliriz. Bırakınız konuşsunlar, biz kendi yolumuza bakalım, kendi çizgimizde belirlediğimiz doğruların, amaçların peşinde koşalım.
Yaşadıklarımız ne olursa olsun yaşadığımız şeylere ne ad koymuşsak onun adını alır. "Pişmanım!" dersek pişman oluruz. "Yaşadıklarım doğruydu" dersek, yaşadığımız şey "Doğru" adını alır.
İnsansak sorumlu ve özgür olmalıyız. Özgürsek de sorumlu olmalıyız. En azından özgür kalışımıza karşı sorumluluk taşımalıyız. Örneğin: İstediğini söyleyenlere istemediği şeyleri duyurma özgürlüğünü...
Yalnız doğar, yalnız ölürüz. Kendi yalnızlığını yenemeyen insanların yaşadıklarına bir ad koyup öyle düşünmeleri olanaksızdır. Olanaklı düşler kurmayanların yazgısı, sürekli başka şeylerle karışır. Yaşadığımız durumun ne olduğunu biliyorsak, onun adını da koyabilmeliyiz. Gerekirse bunun açıklamasını da yapabilmeliyiz.
Bunu yapabilmemiz için, kendimize doğru dönüp kendimizle karşılaşmamız, ne olduğumuzu ve olmadığımızı bilmemiz gerekiyor.
Bu yaşamda, kültürle, erdemle, hoşgörüyle, bilgiyle boyalı kuşlar olup, siyah kargaların arasında uçmaya çalışırsak, kendilerinden biri olduğumuzu anlamayıp, gagalarıyla parçalayıp atarlar bizi. Doğrusu, boyalı kuşların arasına katılan kargayı da yine biz parçalarız.
Peki, ne yapmalıyız o zaman? Bir şey yapmalı mıyız?
Yapacaksak, Anka Kuşu olmalıyız hem de şeytanın kanatlarını takan bir Anka kuşu. Yeniden doğmalıyız kendi külümüzden. Ya da öldürmeliyiz düşüncelerimizi. Yok saymalıyız... Yok sayılmalıyız... Yavaşça... Sessiz... Uyumalıyız, uyutmak isteyenlerin isteğine boyun eğerek.
Onlar yalnızca "Uyu ve unut!" diyorlar, "Sen güzel rüyalar gör, pembe gözlükle bak yaşama, biz senin için en doğrusunu, en güzelini düşünürüz" diyorlar. Ama uzaktan uykumuzu bölen, yeri göğü inleten gür bir ses de şöyle haykırıyor:
"Sonuna kadar dövüşsene korkak palyaço!"
Yaşamın içinde yer alıyorsak, bizleri rahatsız eden sisteme ve dünyaya karşı duruşumuzu, rahatsızlığımızı gösterip, onursuzluğun şahlarından hesap sormak istiyorsak savaşçıyızdır. İstemiyorsak, çoktan palyaço olmuşuzdur bile.
Savaşçı zırhlarımızı düşüncelerimizle oluşturabiliriz ama yaşam, üzerimize palyaço giysisini çoktan hazırlamıştır...
Bitti
Veysel İkibudak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Işık Etkin Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.962 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SEN BENİM HİÇ BİR ŞEYİMSİN
sen benim hiç bir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiç bir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz
galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiye çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak
kulağı çabucak telefon zillerinde
sen benim hiç bir şeyimsin
hiç bir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok bir tren penceresinde
sen benim hiç bir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk sesimle ağlayarak
sen benim hiç bir şeyimsin
ATTİLA İLHAN
Yukarı
|
Sudoku #55
Çözüm: Sudoku #54 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Epeydir işlerinin yoğunluğu nedeniyle aramızda olamayan sevgili Mustafa Serdar Korucu'nun editörlüğünü yaptığı yeni haber sitesi www.haberposta.com açıldı. Olan bitenden haberdar olmak için iyi bir seçenek. Bu arada kendisini yeniden aramızda görmek istediğimizi de söylemeden geçmeyelim.
Güzel bir web sayfası, Robot meraklısı olanlara meraklarını gidermek için tavsiye ediyorum ...Robot yapmak için gerekli malzemeler, devreler, motorlar, dişliler,yapılar, imalat, elektronik bilgi ve programlar konusunda eğitici yayınlar yapmak, teknik ve teorik robot derleri vererek robot yapmanın artık basit bir uygulama olduğunu göstermek... http://www.robbot.org kısayoluna tık.
Nike reklamında kullanılan muhteşem kolonları hatırlayıp, nasıl yapılır bu kolonlar diyenlere resimli bir kaynak http://www.cnmat.berkeley.edu/Speakers/ Hemde işin tekniğini akademik kaynaklara dayanarak hazırlayanlardan.
Google nedir? İnterneti kullanan hemen her kullanıcının adı gibi bildiği bir arama motorudur. Peki Siigle nedir? Hımm, du bakalım neydi bu yahu, bak dilimin ucunda ama aklıma gelmiyo demeyin http://www.siigle.com/ kısayoluna tıklayın. İşte bir arama motoru daha, ama sadece oyun meraklılarına... google ve siigle pek bi benzer olmuşlar dimi.
...Aslında işin aslı şöyle hakim bey, Aslıyı ilk gördüğümde başlıyor işin aslı, Aslı birgün benim acizane kaptan şöförlüğünü yaptığım 56, Şavrole taksiye biniyor, Ve ; karagümrüğe diyor bana, Karagümrük o dakika gönlümün başkenti başımın tacı ruhumun,İlacı oluyor, delikanlıya yakışmaz, Yolculuk esnasında en ufak bi rahatsızlık yada edepsizlik, Etmiyorum... http://www.sozlerim.com
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|